GÜN ORTASINDA KARANLIK
Yakup Selen
Arthur Koestler Gün Ortasında Karanlık’ta Stalin diktası altındaki 1930’lar Sovyetleri’ni anlatıyor. Koestler, kahramanı Rubashov aracılığıyla iktidar-yetki ilişkisini sorgularken, “öznel iyi” aynı zamanda “nesnel iyi” de olabilir mi ve kişi, insanlık adına başkalarına kendi doğrularını dayatabilir mi gibi sorulara cevap arıyor.
İyi niyetlerle yola çıkmış olmanın yoldan çıkmayı önleyemediğini, bir yapıya bağlılığımızın- ister devlet, ister cemaat, ister illegal bir örgüt- haksız eylemlerimizi haklı kılmayacağını, her yapının baskı oluşturacağını örneklendiriyor.
Hemen her yapının mensuplarına akılları ve kalpleri karşılığında huzur vaad ettiğini, uzak, ulaşılamaz ve soyut hedeflerle göz boyadığını, yozlaşmanın değişim-gelişim yaftasıyla kabul ettirildiğini anlatıyor.
Kitaptan altını çizdiğim bazı cümleleri de sizlerle paylaşmak isterim;
İnsan kendini herkesle özdeşleştirirse dünyayı nasıl değiştirebilir? İnsan dünyayı başka nasıl değiştirebilir? Her şeyi anlayan affeden biri, harekete geçecek motivasyonu nereden bulacaktır? Nerede bulamaz?
Görünen şeylerden başka bir şey yapmayanların tek derdi, hayatta olduklarını kendilerine ve başkalarına ispat etmekten başka ne derdi olabilir?
“Parti hiçbir zaman yanılmaz” dedi. “Siz ya da ben hata yapabiliriz ama parti asla. Bakın yoldaş parti sizden ve benden ve bizim gibi binlerce kişiden daha fazla bir şeydir. Parti tarihteki devrim idealinin vücut bulmuş halidir. Tarihin çekincesi de tereddüdü de yoktur. O yolunu hiç şaşırmadan amacına doğru akıp gider. Yolunun üstündeki her dönemeçte fazladan taşıdığı çamuru ve ölülerin cesetlerini bırakır. Tarih yolunu bilir, hata yapmaz. Ve de… Tarihe yüzde yüz inanmayan kişinin partinin saflarında yeri yoktur.
Nasıl olsa başka bir bahane bulunur.
İnsan halkı ve doğru edimlerinin bedelini de ödemek zorunda mıdır?
İyi bir dava ne zaman bu kadar kötü temsil edilmişti?
Hastalıklı bir yüzyıl da yaşıyoruz. Hastalığı, tüm sebeplerini mikroskobik bir dikkatle saptadık, ama nereye bir neşter attıysak yeni yeni yaralar açıldı. Amaçlarımız saf ve kesindi, halk tarafından sevilmemiz gerekiyordu. Ama bizden nefret ediyorlar.
Size gerçeği getirdik biz, ama ağzımızdan yalanmış gibi çıktı. Size özgürlük getirdik, ama elimizde kırbaç gibi göründü.
İktidara geçmeyi hayal ediyorlardı iktidar kavramını yok etmek amacıyla; halkı yöneteceklerdi onları yönetilme alışkanlığından kurtarmak için.
“Peygamberlerin işine el atıyoruz ama onlardaki keramete sahip değiliz. Öngörünün yerine mantığı koyduk; ama hepimiz aynı noktadan hareket ettiğimiz halde ayrı ayrı sonuçlara vardık. İspat ispatın tersini kanıtladı. İşin doğrusu şu ki, artık yanılmazlığıma inanmıyorum. Bu yüzden yolumu bulamıyorum.
Yolu göstermeden amacı göstermeyin bize / Dünyada sonlar ve yollar öyle karışmış ki birbirine / Birini değiştirdiniz mi öteki de değişiyor / Her farklı yol başka bir son getiriyor.
Dünya öyle bir yer haline geldi ki, zekâ ile ahlak birbirine ters düşer oldu; hangi taraftaysan ötekinden vazgeçmek zorunda kalıyorsun.