Mehmet Akifoğlu
“(Ey Muhammed!) Odaların arkasından sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir.” (Hucurat-4)
“Ey İman Edenler” ünlemesi ile başlayan Hucurat Suresinin ilk ayetleri, Medine’de Müslümanlardan bazı kimselerin kaba ve ölçüyü aşan hareketleri için indirilmişti. Peygamber (sav) bahse konu hareketleri her gün görüyor, çoğu zaman kırılıp incinmesine rağmen, o muhteşem rikkat örneği elçi, ses çıkarmıyor nezaketini bozmuyordu. Bir tarafta bu hareketleri yapan henüz İslam olmuş kimseler, diğer tarafta ise rikkatinden bunlara sabredip kimseyi kırmayan bir peygamber. Ve Rabbimizin bu durum karşısındaki şiddetli ihtarı geliyordu: “…Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.” Ne kadar ağır bir ihtar değil mi? Mesela, Peygamber Mescidine gelip namaz kılıyorsunuz, Ramazan ise oruç tutuyorsunuz, ihtiyaç sahiplerine infak ediyorsunuz ve tüm bu amellerinizin boşa gidebileceği ihtarını alıyorsunuz. Rabbimiz bu kaba hareketleri, belki birçoklarına normal gelen ve fakat muhatabını kıran döken bu davranışları, amelleri yakıp yok eden hareketler olarak ifade ediyor.
Allah’ın kitabında yer bulan bu “rikkate davet”, bizler için de Allah’ın diğer emirleri gibi dinlenip kavranıp uyulması gereken bir emirdir. Yani bu anlamıyla rikkat sahibi, ince ve derin düşünüşlü biri olmak, Allah’ın emridir. Müslümana yakışan olayların sebep ve sonuçlarını sadece kendine göre değil, muhataplarının, toplumun ve hatta tüm canlı cansız eşyanın da zaviyesinden değerlendirip, hareket etmektir. Efendimiz (sav)’in hayvanlara bile eziyet etmeyin tavsiyesi. Yine O’nun Uhud Dağı için “O bizi sever biz de onu” demesi, rikkatin tüm eşyayı sarması gereken bir davranış biçimi olması gerektiğini gösteriyor bizlere.
Rikkat ve Centilmenlik
Rikkat yani ince Müslümanlıktan kastım, sürekli bir mülayimlik ya da pasiflik hali değil. Aksine sürekli bir uyanıklık ve hikmetle hareket etme durumu. Bu inceliğin temelini oluşturan ana unsur Allah ile ilişkidir. Yani salt muhatabın etken olmadığı bir yaklaşım biçiminden bahsediyoruz burada. Evet, muhataplarımız sonuç itibarıyla davranışlarımızdan etkilenmektedirler ama nihai noktada Müslüman için sorumluluk sadece muhataba değil; muhatabın da Rabbi olan Rabb-ul Alemin’edir. Seküler dünyanın incelik anlayışında ise, temelde kişinin kendine ve muhatabına olan saygının ölçü olduğunu görürüz. Centilmenlik (İngilizcesi gentleman; gentle: nazik, yumuşak, kibar) diye ifadesini bulan bu durumun temelde bir takım hareketler bütünü olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar öğretilebilen pratiğe dayalı bir takım görgü kurullarını ifade eder ve temelde dönemsel değişimler geçirir. Bu hal, bizim rikkat gibi, irfani ve felsefik yönü olan, içkin, varoluşsal bir durumu ifade etmemektedir. Ayrıca centilmenlik, süreklilik gösteremeyen bir haldir ve belli sınırlara sahiptir. Modern dünyanın centilmenliğinin sınırı, kendi çıkar dünyasına tehdit hissettiği noktaya kadardır denilebilir. Bu günlerde yaşanan Mülteci krizi bunu bir kez daha gözler önüne sermedi mi? Kapısına dayanan mazluma “çelme takan” bir anlayıştır bu.
Rikkatin Ölçüsü
Pratikte karşımızda duran ana problem rikkatin göreceli bir kavram olması. Yani kime göre belirlenecek rikkatin derecesi. Bazısına göre kaba olmayan bir hareket diğer bir kişiye tam tersi bir şekilde görünebiliyor. Bu noktada günümüzün popüler tabiri ile empati (duygudaşlık) devreye girmeli. Muhataplarımızın bizim davranışlarımız karşısında neler hissedebileceğini düşünmek, yani bir an olsun onların yerine kendimizi koymak, işin anahtarı bence. Bunu her hal ve tavrında tüm insanlara, topluma ve doğaya karşı gösterebilen insandır rikkat sahibi Müslüman.
Tüm insanlara karşı rikkat sahibi olmak
Fertlerin, ailelerin, cemaatlerin ve diğer tüm mensubiyetlerin en üst kesişim kümesidir toplum. Hayat birçok yönüyle bizi toplumla muhatap kılar ister istemez. Toplumun içinde gerekli rikkati gösterebiliyor muyuz? Bunun endişesini taşıyor muyuz? Yoksa insanlar bizi kaba saba, halden anlamaz, rahatsız edici fertler olarak mı görüyor. Takıntı yapmamak kaydıyla bu endişe aklımızın ve gönlümüzün bir kenarında bir otokontrol unsuru olarak her daim canlı durmalı. Bu kontrolü ta ki bu hal bizde ahlak olana kadar terk etmemeye gayret etmeliyiz.
Rikkat kendi başına genel bir incelik halini ifade ederken, rikkatin yansıması olan hal ve hareketler oldukça fazladır. Mesela, insanlara karşı güzel konuşmak, insanların haklarına riayet etmek, rahatsız edici hal hareket, görüntü ya da seslere sebebiyet vermemek, hikmete uygun işler yapmak, hüküm verirken adaleti gözetmek, israf ya da cimrilik yapmamak, insanların görünüş ya da hareketlerini alay konusu yapmamak, lakap takmamak, küfürlü ya da incitici ifadeler kullanmamak ve daha bir sürü ahlaki ilkeler.
Maalesef bu konuda toplumun genelini ilgilendiren bir yığın hata yapıyoruz. Çok basit bir örnek: Birçoğumuz araç sahibi ya da iş icabı trafikte araç kullanmaktayız. Yaya geçidinde geçiş hakkı yayalara aittir. Yani geçidin başına gelmiş bir yayaya durup yol vermek zorundayız. Maalesef toplumun genelinin yaptığı şekilde buna dikkat etmiyoruz. Yaşlı, çocuklu insanlar yağmur altında beklerken (ki illa yağmur olmasına gerek yok, her durumda yol, onların hakkı) araçlarımızı maalesef üzerlerine sürüyoruz. Bunun açık bir kul hakkı olduğunu düşünüyorum. Sabah trafiğinde, yolun kenarında işine gitmek için bekleşen insanlara durup yol verin. O insanların birçoğunun yüzlerinde oluşan tebessüm, imanın tezahürüdür. Meşhur hadiste efendimizin bahsettiği imanın yetmiş şubesinden birisidir bu muhakkak. Çok basit değil mi bahsettiğim konu. Bu kadar önemli iş varken Müslüman bunlara mı kafa yoracak? Evet, rikkat sahibi, bunlara kafa yoracak, yürek burkacak.
Topluma eziyet etmemek için gayret göstermek yine rikkatin en önemli göstergelerinden biri muhakkak ki. Camilere girip çıkarken, ya da bir yerde kuyruk beklerken insanlara eziyet etmemek, yüksek sesle bağırıp çağırarak konuşmamak, çevreye kirletecek, zarar verecek hareketlerde bulunmamak topluma karşı göstermemiz gereken akla gelen ilk rikkatli tavırlar.
Aile içi rikkat de Müslümanca bir aile hayatının, en önemli bileşenlerinden biridir kuşkusuz. Efendimiz (sav)’in, Enes (r.a)’a yanında kaldığı uzun çocukluk yılları boyunca tek bir kere kötü söz söylemeyip kızmamış olması ne güzel bir örneklik değil mi? Bizler çocuklarımıza karşı böylesi bir üslubu oluşturup koruyabiliyor muyuz? Eş ve çocuklarımızla aramızda olumlu bir bağ ikame edecek olan, rikkate dayalı bir üslup ve bunu esas alan davranışlar bütünüdür. Çoğunlukla, çocukların hatalarına karşı sinirli ve kontrol dışı tepkiler veriyoruz. Çocukların, anne-babaların sabrını zorladığı muhakkak, fakat unutulmaması gereken bu tepkilerin bir şeyi değiştirmediği aksine daha da kötü bir hale dönüştürdüğüdür. Gergin bir ortamda ve durmadan eleştirilerek büyütülen çocukların kimlikleri ve ahlaki oluşumları maalesef olumsuz olmakta. Yine unutmamak gerekir ki, aile içi huzuru, eşler arasındaki bağı kuvvetlendiren güzel ve ince bir üslubu oluşturmak beylerin ve hanımların ortak yükümlülüğüdür.
Yine anne babaya karşı hareketlerde, Kur’an’ın koyduğu uf bile dememek, azarlayıp, bağırmamak ve onlara kerim davranmak emri (İsra-23) rikkat üzere bir ilişkinin ayet ile direkt bizlere emredildiği başka önemli bir alandır.
Bu ve buna benzer bir yığın örnek verilebilir. Aslına bakarsanız, bunların çoğu kul hakkına taalluk eden haller. Rikkat bu düzeyin bir sonraki aşaması. Yani hakka taalluk etmeyen durumlarda ince olmaktan bahsediyoruz. Yoksa zaten kul hakkına giren bir konudan pazarlıksız kaçmamız gerekiyor. Hayata dair diğer konularda ise rikkat gibi irfani bir duruş ile kendimizi ve toplumu en güzel şekilde inşa etmek zorundayız.
Rikkatin hâkim olduğu bir toplum, Asr-ı Saadetin bir ütopya, tarihin derinliklerinde kalmış bir kesit olmadığını ve tekrar o ruh ile toplumların inşa edilebileceğini tüm dünyaya gösterecektir. Çünkü rikkat, bu anlamıyla, bir bütün halinde hayata çok derin bir bakışın ve o bakış ile yürümenin adıdır. İrfan ile yolunu ayırmış, dünya denilen bu devasa klinikte buhranlar içinde yol alan modern insanın ilacı da bu yürüyüş değil mi?