RİKKAT İÇİMİZDE - rahle.org

RİKKAT İÇİMİZDE - rahle.org

RİKKAT İÇİMİZDE


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

M. Murat

 1.

Rikkat kelimesini sözlüklerden çıkarıp hayatımıza taşımak ne kadar mümkün?

Belki de soruyu şöyle sormalıyız: rikkat, sadece masal ve hikâyelerde, şiirlerin mısralarında, kitapların sayfalarında kalacak bir hayal mi, yoksa gerçek hayatta can bulabilir mi?

Öyle ya; Seyyid Nesimi dahi öyle diyor meşhur şiirinde:

Seyrimde bir şehre vardım

Gördüm sarayı güldür gül

İmdi, bu mısralarda bahsedilen bir rüyada görülen midir; yoksa rüya şeklinde anlatılan bir hakikat tasviri midir?

Dikkatle okuduğumuzda engin bir gönül deryasından süzülen hakikat damlalarının dimağımıza dokunduğunu fark ederiz:

Bir şehirdir ki arzulanan, sarayı yani idaresi Peygamber sevgisinden alınmış rikkatle kurulmuştur. O şehrin idarecileri, halkı yönetirken kırıp dökerek değil; bir Peygamber şefkatinden devşirilmiş incelikle yönetirler..

İyi de yöneticilerin böyle olmalarının asıl kaynağı nedir? Neden başka şehirlerde “Çatık kaş, hükümet dedikleri zat” diye tasvirlenen abus suratlı yönetim varken, bu şehirde insanlarına bir gül nezaketiyle davranan yönetim vardır?

Üstad, bunun cevabını şiirinin ilerleyen mısralarında veriyor:

Gül alırlar gül satarlar

Gülden terazi tutarlar

Gülü gül ile tartarlar

Çarşı pazarı güldür gül

Şehrin insanları, hayatlarını nezaket üzerine devam ettirirler. Öyle ya, gül alıp gül satılan bir pazardan ancak gül kokusu yayılır, pazarda gezen insanların üzerine. Alış-veriş yapmasa da o pazardan geçenin üzerine gül kokusu siner.

Gül alıp satmak, odun alıp satmak gibi değildir. Nezaketle gerçekleştirilen bir fiildir. Kaba sesle “gülcü geldi” diye bağırılmaz; sessiz sedasız beklenir. Madem odun değil de gül satılmaktadır; satıcının gönlü dahi gül inceliğindedir.

Gelene nezaketle bir gülü tutar gibi “hoş geldiniz” denir. Gelene neden geldin denilmez; madem gelmiştir; hoş gelmiştir, safa getirmiştir. Hem madem gül almaya gelmiştir, demek ki gönül ehlidir ve dahi kırılıp dökülmeden nezaketle muamele görmelidir.

Gidene dahi bir gül goncası takdimi inceliğiyle “Allaha emanet olunuz, güle güle gidiniz” denir. Hem dahi gidene “niye gittin” denilmez. Madem gül pazarından gitmektedir, demek ki gönül ellerinin yolcusudur; yolu açık olsun diye dua edilir.

Terazi dahi aynı nezaketle tutulur; adaletle tartılır her şey. Hak, Hak üzere yerine getirilir, her bir hak sahibine hakkı istemesine gerek kalmadan verilir. Madem teraziler Hak üzere tartarlar; Hakk hatırına inceden inceye tutulur.

Hem dahi bu şehirde her bir fert nezaketle davranır ve nezaketle mukabele görür. Madem gül, gül ile tartılmaktadır; demek ki her fiil derin bir nezaketle ifa edilmekte; mukabil her eylem de aynı incelikle edilip eylenmektedir. Her eylem, bir gönül yağmurunun inceliğinde meydana gelmektedir.

Bütün bu incelikler, Muhammedî bir sevdanın eseri olarak “sesinizi O’nun sesinden fazla yükseltmeyin” fermanından neşet eder. Hayatın bütün safhaları, başı-sonu, evi-barkı, amiri-memuru, çarşısı-pazarı.. El-hâsıl bütün ferdî ve sosyal hayat, bu incelikle ilmek ilmek işlenir ve ortaya bir nezaket medeniyeti çıkar: Gül Şehri.

***

 

2.

Gül Şehri, en evvela Müslümanın gönlünde hayat bulmalı.

Öyle ya; madem “Gül kokulu Peygamber'i” bütün sevdiklerimizden daha çok seviyoruz, O’nun şehri olmalı, gönlümüz. Gönlümüzdeki her imge, bir Gül esintisi taşımalı.

Ya da şöyle söyleyelim: O gönül öyle olmalı ki, o gönle kaba-saba hiçbir şey girememeli. İnceden inceye denetlenmeli, her kapıya gelen; sonra içeri alınmalı.

Ya bu nasıl olacak; o vakit?

Gönülleri, insanın sudan yaratılmış olması hakikatine bakar ve Muhammed Mustafa sav ayinesidir. O gönüle bakan, orda Muhammed Mustafa sav’i görür.

Bir mecliste biri “Muhammed” dese, sağ ellerini yüreklerinin üstüne koyar, deruni bir hürmetle “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed” derler. Bunu derken gönülleri titrer; gözleri buğulanır.

Gönül dediğin suyun bulut halidir; her daim yağmur olup yağmaya hazırdır derler. Âleme rahmet olup yağmaya hazır bir gönül. Öyle bir yağmur ki, gül goncasına konduğunda şebnem olacak; onun güzelliğine güzellik katacak. Üzerinde toz toprak var ise yuyacak, yıkayacak ama güle zerrece zarar vermeyecek. O kadar nezaketle inecek gökten; nazikçe konacak gülün üzerine.

Aynen öyle mi olmalı? Evet, aynen öyle olmalı. Madem her kul, Allah Teâla’nın kuludur; Gül Şehri’nde her kulun gönülde bir yeri vardır, kıymetlidir. Her varlık, madem Allah Teâla’nın isminin bir tecellisidir; Gül Şehri’nin insanlarının gönlünde bir yeri vardır, değerlidir.

“İncinmeyeceksin” sırrıyla “incitmeyeceksin” sırrını bir eylemiş gönüllerin diyarıdır; Gül Şehri. Dışa doğru hiçbir varlığa “öte git” demeyecek kadar nazik; içe doğru bütün dikenlere gül aşkına eyvallah diyecek kadar engin. Her varlığa derin bir incelikle muamele ederken; kendi namına hiçbir şey beklemeyen ve dahi yapılan her kabalığı dahi hoş gören gönüllerin diyarı...

***

3.

Gül Şehri’nin insanları dedik de; bu insanların akılları da gönülleri gibi ince midir; latif midir?

Akıl bu; kendini Âdemden üstün gören İblisten bile üstün görecek kadar kendini beğenir de nerde duracağını kimse tahmin edemez. İlimden ilim, fikirden fikir, hikmetten hikmet türetir de kendini yanılmaz kılavuz sanar.

Ne yapmalı, şu vakit?

Gül Şehrinde insanlar “eller yahşi, men yaman / eller buğday, men saman” diyerek akıllarını hizaya getirmişlerdir.

Orda insanların akılları, insanın topraktan yaratıldığı hakikatine bakar. İnsan madem topraktan yaratılmıştır; akıl toprağı ince elekle elenmeli. Taş gibi olmamalı; yumuşacık olmalı. İçinde zararlı ne varsa ayıklanmış olmalı.

Taşa tohum edilmeyeceğimin bilinciyle akıl toprağı gönül yağmuruyla inceltilmeli. Akıl dahi bir nezaket gergefiyle işlenmeli. Muhakemesi, muhasebesi, bilinci, niyeti, hedefi, tefekkürü, tedebbürü, el-hâsıl her eylemi incelikle gerçekleştirmeli.

Bu incelikteki aklın muhakemesi, hak ve hakikat üzere çalışır; adaletle hükme varır. Bundandır ki zulme ve zalime asla meyletmez. Hatta o kadar ki “zalimin talim ettiği yola minnet eylemem” derken; öte yandan “hak yoluna girenlerin/ asa olsam ellerine” diyerek haklıya bende olur.

Muhasebesi, ahiret esaslıdır. Sanki mahşer günü kurulmuş “kıst” terazisinde kendi amel defterini tartmaktadır. Nefsini suçlu, benliğini avukat, aklını savcı, vicdanını hâkim yaparak kendi kendini hesaba çeker ve yargılar. Kendini hesaba çekmekten vakti kalmaz ki başkalarının hesabıyla uğraşsın.

Bilinci, Kur’an ile şekillenmiştir. Niyeti ve hedefi Kuran'a göre belirlenmiştir. Kuran'ın değer verdiklerine değer verir; vermediklerine vermez.

Tefekkürü, bir iman yolculuğudur. İnsanları ve yaptıklarını değil; kanattaki sergilenen ayetleri okur; onlarla dolar; onlarla doyar.

Bütün bunlar, ince elenmiş akıl toprağına ekildiğinden, semeresi çer-çöp olmaz; bereketli buğday başakları gibi saf ve kıymetli olur.

***

4.

Belki de cevabı zor olan soru budur: Nasıl konuşmalı?

Eskiler dilin kemiği yok demişler. Niye öyle demişler? “Çiğ süt emmiş insanoğlu, ne konuşacağını, nasıl konuşacağını bilmez de, sözün nereye gittiğini pek dikkate almaz da öylesine konuşuverir” demek istemişler. Hem dahi, “dilin kemiği yok, dikkat edin, dilinizi kendi haline bırakmayın, zabtedin” demek istemişler..

Hem dahi iki Cihan Serveri Efendimiz sav; “iki dudağı ile iki bacağı arasına sahip çıkacağına garanti verene Cennete kefilim” buyurmamış mıdır?

Madem öyledir; ne yapar ya Gül Şehri’nin insanları; nasıl konuşurlar?

Derinden derin bir gönül ve inceden inceye bir akıl olunca ağızdan da hikmet dökülür. Hem hikmet dahi o kadar nezaketle sudur eder ki, söyleyen sözün sahibi olmadığını bilir; dinleyen de sözün taciri olmadığını.

Her söz, boğazın dokuz boğumundan geçerken dokuz kere tartılır; sonra iki dudakta iki kere kontrol edilip son şekli verilir; sonra kelimeye sese dökülerek muhataba ikram edilir. İkram bu; hoydana hoydana olmaz ki. Nasıl bir yudum su bile kristal bardaklarda veya gümüş kâselerde ikram edilir; söz dahi öylece kıymetle ikram edilmeli değil midir?

Gereksiz sözler, adı üstünde gereksizdir ve Gül Şehri’nde gereksiz şeylere yer yoktur. Bu nedenle malayani sözler kimseden zuhur etmez.

Kalp kıracak veya akıl karıştıracak sözler dahi hiçbir ağızdan zuhur etmez. Bu tür sözlere karşı ağızlara ve dahi kulaklara kilit vurulmuştur. Ne söylenir, ne duyulur.

Muhatabını “kendinden daha iyi bir kul” görmenin verdiği tevazu ile her bir kula saygı ile davranmak, o saygıdan doğan nezaketle hitap etmek; nasıl baha biçilmez bir güzelliktir?

***

5.

Eskiler, Müslüman için “Kâbe gönüllü” tabiri kullanırlar.

Düşündüğümüzde bunun isabetli bir ifade olduğunu görürüz. Kâbe kadar rağbet görecek, herkesin teveccühünü kazanacak; buna rağmen engin bir tevazu sadeliğinde, bir “hiç” kadar sade arz-ı endam edecek. İlaveten her geleni kabul edecek; O’nun kulları arasında hiçbir ayrım gözetmeyecek..

Ya Nasıl olacak bu hal?

Bunun cevabını şaire bırakalım:

O erler ki, gönül fezasındalar,

Toprakta sürünme ezasındalar. 

Yıldızları tesbih tesbih çeker de,

Namazda arka saf hizasındalar.

 İçine nefs sızan ibadetlerin,

Birbiri ardınca kazasındalar.

 Günü her dem dolup her dem başlayan,

Ezel senedinin imzasındalar.

 Bir ân yabancıya kaysa gözleri,

Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

 Her rengi silici aşk ötesi renk;

O rengin kavuran beyzasındalar.

 Ne cennet tasası ve ne cehennem;

Sadece Allah'ın rızasındalar. 

  Bundan sebep yolda yürürken dahi bir gül yaprağına basarak yürür gibi nazikçe yürürler, o güzellik diyarının sakinleri. Kibirlenip böbürlenmek şöyle dursun; “nazar-der-kadem” tevazusuyla her adımlarını kendi yüreği üzere yürüyen bir derviş inceliğiyle atarlar.

***

6.

Hayatı, Efendisine sadık bir kul kıvamında yaşamak ne güzeldir.

“sana inandım, sana güvendim” diyerek başlayan; “işlerimi sana havale ettim” ile devam eden; “Yönümü sana dönüyorum” ile sonlanan bir kulluk kıvamı.

“Hoştur bana senden gelen

Ya gönca Gül, yahut diken

Ya hilat ü yahut kefen

Kahrında hoş, lütfunda hoş” diyebilecek bir kulluk iklimi..

Ya nasıl olacak bu kıvam, şu vakit?

Zordur, herkesin kendini hem kendinin hem de başka şeylerin efendisi saydığı/saydığı bir vakitte efendilikten vaz geçmek ve kulluğa yükselmek.

Zordur, her şeyin akçe ile alınıp satıldığı ve herkesin akçe sevdasına düştüğü bir pazarda akçe yerine sevap derdine düşmek.

Zordur, “camide Müslüman, ofiste demokrat” olmanın itibar gördüğü bir ortamda, her zaman ve zeminde Müslüman olmayı seçmek.

Ve zordur, kulluğu en büyük paye, çıkılacak en yüksek makam, erişilecek en ulvi hedef, uğruna her şeyin feda edileceği en kıymetli sevda bilmek.

Ve kolaydır, Gül Şehri’nde kul olmak.

Çünkü Gül Şehri’nde her kul, bir gül inceliğinde kulluğunu yaşama sevdasındadır. Kulluk, istekle ve aşkla icra edilir; gereklilikler bile isteye yerine getirilir.

İstekle icra edildiğinden olsa gerek; kulluğun her bir eylemi, tadıyla tuzuyla yerli yerinde olur.

Diyelim namaz kılacaksa bu şehirde bir kul; bunu “kalbi mescide asılı kalmış” bir âşık olarak kılar. Namazdan çıkıp ayakkabılarını giyer; yola giderken namazı özler; “ezan okunsa da tekrar namaza gelsem” diye iç geçirir.

Diyelim infak edecekse bu şehirde bir kul; bunu sevdiğinden selam gelmiş de ondan para istemiş, o da bu isteği yerine getiriyormuş hissiyle verir. Verir, verdim diye de sevinir. “Verene şükür; verdiğini vermeyi nasip edene şükür” der, sevincini kâinatla paylaşır.

Diyelim davet yapacaksa bu şehirde bir kul; bunu ateşe düşmüş bir kelebeği kurtarmaya çalışan çoban yüreğiyle yapar. “İki-üç kelam söyleyeyim de olsun bitsin” diye değil; can-ü gönülden çalışır, insanları cehennem ateşinden kurtarmak için.

Ve kolaydır, Gül Şehrinde kul olmak.

Çünkü Gül Şehrinde her kul, hakiki olarak kulluk derdindedir. Hal böyle olunca da her kul ötekinin ayinesi haline gelir.

Her kul, kardeşinin hekimidir; onun dertlerine deva, günahlarına tevbe olur.

Bir kul diğer kula baktığında onun yanlışlarını değil; kendi yanlışlarını görür. Kardeşini iyi görür de kendi iyi yönlerini unutur; kendini eksik bilir. Kendini eksik bildikçe de iyileşir; yolu iyiye varır, iyiliğe ulaşır.

Ve kolaydır, Gül Şehri’nde kul olmak.

Çünkü Gül Şehri’nde diller zikirdedir; her yerden zikir mırıltıları salınır âleme. Sanırsın alem-i melekûtdur da, melâike-i kiram hazeratı Rablerini hamd ile tesbih etmektedirler.

Gönüller ibadetdedir; namazlar, oruçlar, haclar, zekatlar, infaklar, sadakalar,.. Sanırsın yeryüzü mescid olmuş, her varlık da saf tutmuş, ibadet ediyor.

Eh, değil mi ki bu şehirde her kul bir meleğe benzer; o halde dikkat etmeli, asla incitmemeli.

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ