Orhan Çolak
Önce bu tamlamanın ikinci kısmına bakalım. Dönüşüm dediğimizde hayatımızdaki hangi şeyler bundan müstağni kalabiliyor ki? Küreselleşmeyle birlikte her şeyin birbirini etkilediği, ezdiği, başkalaştırdığı, dönüştürdüğü ilişkiler sistemi içinde yaşıyoruz. Kapitalist rasyonalite, (hala hayatta kalabilmişse) insanlığın “irrasyonel” mirasından en ufak bir kalıntı bırakmamacasına hükmünü icra ediyor. Değerlerimiz, toplumsal aidiyetlerimiz, içinde yaşadığımız mekânlar (şehirler) hızla başkalaşıyor.
Bu hızlı değişimlerin yaşandığı çağımızda, başarılı olmak tek geçer akçe haline gelmiş durumunda, inceliklere ayıracak vaktimiz yok. İncelikler piyasada bir kıymet ifade etmiyor (Halkla ilişkiler – PR amaçlı, bir proje(!) olarak sergilenen incelikler dışında). Durumu kristalize etmek için söylüyorum affınıza sığınarak, “başarılı bir öküz” olmak hiç de imtina edilecek bir hal olarak değerlendirilmiyor, aksine hırsla arzulanan bir hal bu. İşe yarar yöntemlere odaklanmışız, hedefe ulaştıran ipuçlarına.
“Sufi ibn-ül vakt’ tir” diye bir tabir var. Yani, geçmiş zaman ve gelecek zamana bakmaz, geçmişte ne olmuş ve gelecekte ne olacak, bunlara bakmaz, şimdiki zamanın haline göre hareket eder, anlamında söylenmiştir bu söz. Çağımızda insanlar uzun vadeli hesapların ışığında, geçmişte yaşadıkları acıların tutuşturduğu intikam hislerinin ışığında yaşıyorlar. Bulunduğu anı, o anın sorumluluğu ve dikkatleriyle yaşamaktan uzağa düşmüş durumda. Sanki elleri, geçmiş ve gelecek tarafından prangalara vurulmuş durumda, ruhunun derinliklerine inemeyecek ve acınacak bir halde. Bu ahvalde, insanın diğer bir insana, tabiata, bitkilere ve hayvanlara, eşyaya nasıl muamele edeceğini tahmin edebiliriz.
Zamanımızın popüler kültür mekânlarından Ekşi Sözlük’ te rikkat kelimesi için şu entry’ leri buldum:
“bu kelimenin dil hazinemizden çalındığı gün, hakikat de ülkemizi terk etmiştir.”
“1930, 1940'lı yıllarda yayımlanmış romanlarda çok sık rastladığım kelime.”
1950’ leri de içine alacak şekilde uzatabiliriz bunu belki, ama bir neslin son temsilcilerinin aramızdan ayrılışı ile zannımca bu kelime ve içerdiği bütün zenginlik de elimizden uçup gitti.
Örneğin şu satırlar Safiye EROL’ dan:
“En fakir bir saksı bile gönlüme rikkat ve muhabbet verir, ister ortadan kesilmiş beyaz sıvalı bir teneke, ister tahta fıçı olsun, saksı değil mi?”
Keza şu satırlar da, 1955 tarihli bir romanından:
“Gençliğinin bütün gürbüz teşneliğiyle, ana baba sevgisine doyamamış kalbinin masum rikkatiyle bekliyor.”
Şimdilerde bu üslubu, bu bakışı bulmak zor, zamanımız hız çağı, aksiyon çağı, sabah koşturarak işe gitmeler, akşam yine koşturarak ev gelmeler, gündelik hayatın hay huyu içinde debelenmeler ve unutulmuş kalpler, bakımsız bırakılmış kalpler. Bu hayat düzeninin, bu yaşama biçiminin başka bir şey üretmesi mümkün mü.
Son olarak sözlükteki karşılıklarının zıtlarını sıralayalım rikkatin, belki daha anlaşılır hale gelir anlatılmaya çalışılan şey: acımasız, kaba, taş kalpli, katı.