BABA BENİ YIKA VE TEMİZLE - rahle.org

BABA BENİ YIKA VE TEMİZLE - rahle.org

BABA BENİ YIKA VE TEMİZLE


Facebookta Paylaş
Tweetle

Emin OĞULCAN

 

21.yüzyıldayız. Bilim ve teknoloji inanılmaz bir çılgınlıkla ilerliyor. İnsanlığın rahatını(!) sağlamak için, alabildiğine çılgın bir şekilde fedakârlık göstererek(!) bizim için koşuşturuyor.

Yaşlı dünyamız bu olan bitenleri nasıl seyrediyor veya yorumluyor bilmem ama yıprandığını gayet iyi biliyor. Kirlenmenin boyutları tamir dahi edilemeyecek muazzam derecelere varmakta ve biz çevremizi yaşanamaz hale getirdiğimizin farkına yeni yeni varıyoruz. Günümüzde insanlar belki de sayılamayacak kadar çok yoldan çevreyi bozmakta, tahrip etmektedirler. Gittikçe artan miktarlarda üretim yapan endüstrinin ihtiyacı olan hammaddelerin tabiattan temini sebebiyle, tabii kaynakların müsrifçe tüketilmesi; üretim süreci esnasında ortaya çıkan ve kirlilik yaratan yahut toksit özellik taşıyan atıkların tabiata bırakılması; kentlerle birlikte daha çok artan evrensel atıklar; ister savaş ister barış maksadıyla kullanılsın, nükleer güç üretimi sonucu ortaya çıkan radyoaktif kirlenme; daha fazla ürün almak maksadıyla kullanılan fakat zamanla zararı faydasını geçen suni gübreler ve tarımsal ilaçlar, ozon tabakasının delinmesine yol açan ve piyasadaki çeşitleri 50 bin'den fazla olan kimyasal ürünler, insanoğlunun tabiatı tahrip vasıtalarından ilk anda akla gelenlerdir.

Neticesinde hava, su ve topraktaki ekolojik dengeler bozulmuş, topraktaki bakterilerden, ana karnındaki bebeklere, bitkilere, insanlara kadar bütün canlıları olumsuz şekilde etkilemiştir ve canlıların ölmelerine sebebiyet vermiştir. Sanayi atıkları, kimyasal atıklar, radyoaktif sızıntılar, poşetler...(modernizme ait ne varsa) etrafta görmeniz için çok çaba sarf etmenize gerek yok, başınızı sadece sağa sola çevirin yeter. Bir çikletin 400 yıl gibi bir sürede tabiata geri dönüşeceği tahmin edilmektedir. Ayrıca bir litre petrolün bir milyon litre temiz suyu içilmez hale getirdiği hesaplanmıştır.

Bütün bu anlatılanlar şu anlatılacaklara mukaddime mahiyetindedir:

Ya zihinsel kirlenmemiz, ya kavramsal kirlenmemiz...

Bunların boyutlarını anlatmak ve tahmin etmek bile mümkün değil. Radyoaktif bir sızıntı gibi zihnimize, kavramlarımıza hiç fark ettirmeden giren ve işleyen; onu(insan hücresini tahrip ederek savunma mekanizmalarını yok eden ve kansere dönüştüren hastalığın ortaya çıkışı gibi ) kanserli bir kavram (zihin) haline getirerek öldüren kirlenme yok mu? Binlerce, milyonlarca zihnin ölümüne yol açmıyor mu? Tıpkı bir atom bombası gibi...

İşte bütün bunları bu zihinsel kirlenmeye, kavramsal kirlenmeye dikkatlerimizi çekebilmek için söyledik ve böyle bir girişi uygun gördük. Ben inanıyorum ki nasıl maddi kirlenme çok tehlikeli boyutlardaysa, kavramsal kirlenme de aynı tehlikeli boyutlara varmıştır. Tek farkı birinin çabucak hayatımızda madden gözlenmesi, diğerinin hayatımızda gözlemlenemeden yavaş yavaş hayatımızı mahvetmesi.

Yukarıda değinilen maddi kirlenmeleri temizleyebilmeniz mümkündür. Herhangi bir sebepten dolayı hastalığa maruz kalmış birisini ilaçlarla tedavi edebilirsiniz. Size itiraz etmez, kullandığınız yöntemleri, teknikleri, ilaçların içeriğini bilmesine, inanmasına uğraşmanız için gerek bile yoktur. Tedaviyi hemen kabul eder. Ama ya kavramsal kirlenme, onu temizlemek öyle kolay mı? Tıbbi olarak bir iğneyle zihindeki mikrobik kirlenmeyi yenmeniz mümkün değildir. O kişiye anlatmak, anlatmak, anlatmak hem de güzel bir şekilde anlatmak, ikna etmekten başka çareniz yoktur.

İnsan nedir, nasıl yaratılmıştır? Bu suale bütün ideolojiler "belirli bir evrimin bir tabiat kanununun sonucunda ortaya çıkan varlık" diyerek cevap vereceklerdir. İhtilaf ettikleri mesele, bu evrimin şekli, sebepleri ve şu anda hangi noktada olduğudur. İnsanı tarif ederken bile ortak bir üsluba sahiptirler: İnsan konuşan hayvandır, insan düşünen hayvandır...

Bu tarifleri kendilerince nasıl yaparlarsa yapsınlar insanoğlunun, konuşan ve düşünen bir varlık olduğunda herkes hemfikirdir.

İnsanlar arasındaki iletişim dille olur. Dil, kelimelerden ve kelimeler arasındaki mantıklı dizimden meydana gelir. İnsanlar arasındaki sağlıklı iletişim ise kelimelere yüklediğimiz anlamlarla kurulur. Aynı kelimeden farklı şeyler anlaşılıyorsa, ortada sağlıklı bir iletişimden söz edilemez. Sağlıklı iletişimde kelimelere yüklenen muhtevadan herkes aynı şeyi anlar ve aynı yorumu yapar.

Bazılarının "taş" dediğinden bazıları "değnek" anlıyorsa, orada bir iletişim kurulamıyor demektir. (Yani bir erozyondan, kirlenmeden söz edebiliriz.)

İslam dünyasında ve Türkiye'de yaklaşık iki yüzyıla yakın bir zamandan beri, düşünce hayatımızda yer tutan kelimeler (ki bu kavramların bazıları hayati nitelikte olanlardır...)asıl muhtevalarından boşandırılmış (kasıtlı olarak) kullanılmaktadır.

Şüphe yok ki kavramlarla düşünüyoruz. Kavram tanımlanmış, çerçeveleri belirlenmiş düşüncelerin ifadesidir. İnsan kafasındaki kavramlar deneylerle oluşup yerleşir. Bir kavramın bize mal olabilmesi için onu birçok defa kişisel deneyimlerden geçirmemiz gerekir. Çocukların, özellikle konuşmayı yeni öğrenmiş 2-3 yaşlarındaki çocukların konuşmalarına dikkat ederseniz kelimeleri yerli yerinde kullanamadıklarını görürsünüz. Hele çocuk yeni bir kelime öğrenmişse, o kelimeyi çoğu kez yanlış ya da yersiz kullanabilir. Büyükler, çocukların bu tür konuşmalarını gülümseyerek dinlerler. Yanlış kullanılan kelimelerle gaf yapılır. Ama çocuk, denemeleriyle bir kelimenin nasıl kullanılacağını öğrenir. Böylece o kavram çocuğun kafasında yerleşir.

Bir kavramı kendimize mal etmek, onu hayatımızın bir parçası haline getirmek kolay değildir. Günümüzde hemen herkesin "İslam" üzerinde şu veya bu biçimde konuşmalarına rastlıyoruz. İslam'a ilişkin kavramlar yerli yersiz kullanılıp durmaktadır. Bu kavramların yerine oturabilmesi için İslam'ı hayatımızın bir parçası haline hatta tamamı haline getirmemiz gerektiği açıktır. Yoksa, çoğu kez olduğu gibi yanlışlıklara düşülmesi kaçınılmazdır. İslam'ın buyruklarından, yasaklarından anlaşılması gereken şeyler, onu yaşayarak öğrenilir. Kitap üzerindeki şeyler uygulamaya, kişisel yaşantımıza intikal etmedikçe, öğrendiğimiz hususların kafamızda belki bir nesne değeri olabilir, ancak onu ne derece kendimize mal ettiğimiz hususu belli olmaz. Bir kavramı kendimize mal edebildiğimizi ileri sürebilmek için hayatımızın her safhasında, karşılaştığımız her türlü şart altında o kavramı tasarruf edebilip edemediğimize bakmalıyız. O kavramı kişisel yaşantımızda çeşitli fizik ve zihin deneylerimizden geçirmeliyiz. Değilse o kavram, kafamızda iğreti olarak duruyor demektir. Bir gün geri vereceğimiz bir emanet gibi. Yani onun üzerinde istesek de tasarrufta bulunamayız.

Anlaşabilmemizin temel şartı birer kanun maddesi gibi kelimelerin, kavramların ilk sözlük anlamlarını kabul etmemiz ve ona göre kullanmamız gerekir. Bütün bu anlatılanların ışığında neden Ebu Cehil'in İslam'ı kabul etmediği açıktır herhalde. Çok iyi bildiği bir kavramı kabul ederse neleri yapması gerektiğini gayet iyi biliyordu(anlatan da anlatılan da).

Bu niçin böyle oluyor? Yani herkes aynı kelimeleri kullandığı halde niçin ve nasıl olup da farklı anlamlar kastedilebiliyor? Diyebiliriz ki bugün dünyada kavramlar keşmekeşinden( kirlenmesinden) doğan zararlardan payını en çok alanlar, sanırım Müslümanlardır. Müslümanlara sadece kendilerine ait terimlerin asıl anlamları unutturulmakla kalınmamış bir de bu terimler çok yaygınlaşmış bir biçimde saptırılarak (kirletilerek) kullanılmıştır. Bazı kelimeler (kavramlar) öylesine mıncıklanmış, hırpalanmış, yalama edilmiş ki, insan onları kullanmaya çekiniyor. Yalama olmuş bir yive bir vidayı takmaya çalışmak ne kadar boş bir eylem ise kirlenmiş, yalama edilmiş kavramlarla bir fikri tutturmak o kadar zor hale gelmiş durumdadır.

Netice olarak diyoruz ki, İslam dünyası aynen bir bebek gibi ana sütü yerine bakkaldan alınan süt ve biberonla beslenmek zorunda bırakılmıştır. İslam dünyası ana sütünden ve ana sıcaklığından uzak, yapay olarak beslenmiş ve beslenmektedir. Böylece Müslümanlar asıl anlamları saptırılmış kelimelere bakarak kendilerine ait kavramları anlamakta güçlük çekiyorlar, hem de İslam'ı başkalarına anlatırken güçlüklerle karşılaşıyorlar.

Bu zihinsel ve kavramsal kirlenmeye karşı, asıl kaynaktan, ana sütünden ve sıcaklığından beslenmek için yola çıkmış bulunuyoruz. Gayret bizden, başarı ancak Allah'tandır.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ