Ebû Lübâbe, Eshâb-ı Kiram’ın meşhurlarındandır. İkinci Akabe bîatında, Medine’den gelenler arasında Ebû Lübâbe de vardı.
Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah'tan gereği gibi korkanlar (müttakiler) için hazırlanmış bulunan cennete koşun! Onlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever. Ve onlar çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah'tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı Rableri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, ebedî kalacakları cennetlerdir. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir! (3/133-136)
Rabbimiz müttakilerin vasıflarından bazılarını, darlıkta ve bollukta Allah yolunda harcamak, öfkeyi yenmek, insanları affetmek, günahlardan derhal tevbe etmek ve günahta ısrar etmemek olarak sıralıyor. Bu vasıfların tariflendiği yukarıdaki ayetler de günümüz insanın kaybettiği ve ne yazık ki kaybettiğinin farkında bile olmadığı bir özellik dikkatimizi çekiyor; günahlardan dolayı derhal bağışlanma dileme ve aynı işi bile bile devam ettirmeme. Bu hususta Ebu Lübâbe’nin başından geçenler ve kendisinin tavrı, yolunu arayan müslümanlann, önlerini aydınlatıyor.
Ebû Lübabe hazretleri, Eshâb-ı Kirâm’ın meşhurlarındandır. İkinci Akabe bîatında, Medine’den gelenler arasında Ebû Lübabe de vardı. Peygamber efendimiz onlardan şu hususlarda biat (söz) aldı:
“Allah-ü Teâlâ’dan başka ilâh olmadığına, benim de Allah'ın Resûlü olduğuna şehâdet getirip, namazı kılacağınıza, zekât vereceğinize, neşeli ve neşesiz zamanlarınızda sözlerime itaat edeceğinize, emirlerime tamamen boyun eğeceğinize, darlıkta da varlıkta da muhtaçlara yardımda bulunacağınıza, hiçbir kınayıcınm kınamasından korkmaksızın, Allah yolunda, Allah için hak ve gerçeği söyleyeceğinize, iyiliği emredip, kötülükten alıkoyacağınıza bîat etmeli, bana kesin söz vermelisiniz. Şahsıma gelince; bana her yönden yardım edeceğinize, yanınıza vardığımda; kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden, beni koruyacağınıza da söz vereceksiniz".
Bundan sonra Peygamber efendimiz onlara “Aranızdan, her hususta, kavimlerinin, benim yanımda temsilcisi olacak 12 kişi seçiniz. Hz. Musa da İsrâiloğullan'ndan 12 kişi almıştı.” buyurdu. İşte bu on iki kişi arasında Ebû Lübâbe de vardı. Ebû Lübâbe Peygamber efendimizin birçok gazalarına katıldı. Bunların ilki olan Bedir gazasında büyük kahramanlıklar gösterdi. Ebû Lübâbe Beni Kaynuka, Sevik ve Hendek gazalarına da katıldı. Benî Kureyza gazâsına da iştirak etti. Peygamberimizle Benî Kureyza Yahudileri arasında bir anlaşma vardı. Buna göre, Mekke müşrikleri ile yapılan Hendek Muharebesinde Müslümanlarla beraber, Medine’yi müdafaa etmeleri gerekiyordu. Fakat Benî Kureyza, bu müdafaaya yanaşmadıkları gibi, müşriklerle iş birliği yaptılar. Bununla da yetinmeyip, Medine’ye baskınlar yaptılar. Hendek gazasında, on bin kişilik müşrik ordusunun büyük zayiat vererek geri çekilmesi Kureyza Yahudilerini hayal kırıldığına uğratti. Sonra Medine’ye iki saatlik mesafede bulunan kalelerine çekildiler.
Peygamber efendimiz, Hendek savaşından dönüp, evine geldi. Üzerindeki silâhı çıkardı. Öğle vakti idi. Yıkandıktan sonra, buhurlanmak için buhurdanlığını getirdi. Bu arada, atlas ile örtülü bir katır üzerinde ve başında sarık olduğu halde Cebrail (as) geldi. Sarığının ucu iki omzunun arasında ve üzerinde zırhtan gömlek vardı. Peygamber efendimize, kendisi ve diğer meleklerin silâhlarını çıkarmadıklarını, söyledi. Bundan sonra Hz. Cebrail Râsûlullah’a şöyle dedi: “Ya Muhammedi Kalk onların üzerine yürü.” Peygamberimiz “Kimin üzerine yürüyeyim?” diye sorunca Cebrail “İşte oraya” diyerek, eliyle Benî Kureyza tarafını gösterdi. Râsûlullah “Ashâbım çok yoruldular. Birkaç gün dinlenmeleri nasıl olur” buyurunca, Cebrail (as) “Ya Muhammedi Allah-ü Teâlâ, hemen Benî Kureyzâ kabilesi üzerine yürümeni emrediyor. Ben şimdi yanımdaki meleklerle beraber, Kureyza Yahudilerinin kalelerine gidiyorum. Allah-ü Teâlâ onları helak edecektir” dedi Hz. Cibril gidince, Peygamber efendimiz Hz. Bilâl'e “İşitip, itaat eden kişi, ikindi namazım Benî Kureyza yurdundan başka yerde kılmasın” diye seslenmesini emretti. Peygamber efendimiz ve Ashâb-ı kirâm silahlandılar. RâsûlAllah efendimiz Hz. Cebrail’in izini takip ederek yola çıktılar. Benî Kurayza Yahûdilerinin olduğu yere geldiler. Kalelerinin çok yakınma kadar yaklaştılar. Benî Kureyza Yahûdüeri iyice muhasara altına alındı. Muhasara son derece şiddetlenmişti. Yahudiler, Râsulullah (as) 'tan kendilerine (bugünkü Filistin topraklarında bulunan) Eriha'ya göç etmeleri için izin vermesini istediler. Ama Râsulullah (as) buna izin vermedi ve sahabeden Sa'd bin Muaz (r.a.)'m hükmüne razı olmalarım istedi. Bunun üzerine onlar, Peygamber efendimizden kendisiyle görüşmek üzere Ebû Lübâbe ’yi istediler. Ebû Lübâbe’nin çoluk çocuğu ve mallan Benî Kureyza yurdunda idi. Peygamberimiz, Ebû Lübâbe’yi onların yanma gönderdi. Ebû Lübâbe yanlarına varınca, onu karşıladılar. Kadınlar ve çocuklar ağlaşarak, kendilerine acındırmağa, çalışarak yardım bekliyorlardı. Yahûdiler, Ebû Lübâbe’ye “Muhasara bizi mahvetti. Muhammed (sav) müsaade etse de buradan çıkıp, Şam’a veya Hayber’e gitsek, bizim çarpışmağa gücümüz yok”, “Ey Ebû Lübâbe, biz teslim olursak bize ne yapılacak” diye sordular. O da elini boğazına götürmek suretiyle kesileceklerini ifade eden bir işaret yapmıştı. Ebû Lübâbe “Vallahi onların yanından da henüz ayrılmamıştım ki, bu hareketimle, Allah’a ve Resulüne karşı iyi bir iş yapmadığımı anlamıştım.” dedi. Salâhiyetti olmadığı, gizli kalması gereken bir şeyi söylemişti. Ama bir kere ağzından çıkmıştı. Ebû Lübâbe bu duruma çok üzüldü, çok pişman oldu. Göz yaşlan sakalını ıslattı. Kalenin arkasından bulduğu bir yolla, doğru Medine’ye gidip Mescid-i Nebeviye girdi. Kendisini direğe bağlattı.
Mescid-i Nebevi’de kendini direğe bağlatan Ebu Lübâbe, Allah-ü Teâlâ hakiki bir tövbe nasip edip, tövbe edinceye kadar yerinden ayrılmayacağını, böyle olmadan Râsûlullah’ın yüzüne bakamayacağını, yemin ederek, artık içinde Allah ve Resulüne karşı hata işlediği bir memleketi görmek istemediğini söyledi. Ebû Lübâbe’nin düştüğü bu hata ile ilgili olarak şu âyeti kerîme nazil oldu. “Ey iman edenler! Allaha ve Resulüne hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin.” (Enfal 27)
Ebû Lübâbe Râsûlullah’ın zevce-i mutahharası Ümm-i Seleme’nin kapısı önündeki direğe kendisini bağlatmıştı. Hava bir hayli sıcaktı. Bir hafta hiçbir şey yemeyip, kulakları işitemeyecek hale geldi. Ebû Lübâbe bu durumları yaşarken, müslümanlar da onun, Yahudilerin kalesinden dönmesini bekliyorlardı. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen Ebû Lübâbe dönmedi. Nihayet durumdan haberdar olunup, Râsûlullaha arz edildi. Peygamber efendimiz “Eğer doğruca, yanıma gelseydi, bağışlanmasını Allah-ü Teâlâ'dan dilerdim. Mademki, o kendisini bağlatmış, artık Allah-ü Teâlâ tövbesini kabul edinceye kadar onu bulunduğu yerde bırakırım” buyurdu. Ebû Lübâbe bu şekilde direğe bağlı olarak altı gece kaldı. Ancak, her namaz vaktinde bağlan çözülür, namazını kıldıktan sonra, yine direğe bağlanırdı.
Peygamberimiz Ümm-i Seleme’nin odasındayken, Ebû Lübâbe’nin tevbesinin kabul olduğuna dair âyet-i kerîme nâzil oldu. Ayet-i kerimede “Onlardan diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler ve (evvelce yapmış oldukları) iyi bir ameli sonradan yaptıkları başka bir kötü (nifak) ile karıştırdılar. Olur ki, Allah, onların tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah, Gafur'dur (çok bağışlayıcı), Rahîm dir” buyruldu.
Ümm-i Seleme validemiz, seher vakti Peygamber efendimizin güldüğünü işitti. “Niçin gülüyorsun Ya RâsûlAllah!” diye sordu. O zaman, Ebû Lübâbe’nin tövbesinin kabûl olduğunu buyurdular. Ümm-i Seleme müjdeleyeyim mi? Ya Râsûlullah!” diye sordu. “Olur! Müjdelemek istiyorsan, müjdele” buyurdu. Bu haberi duyan herkes, iplerini çözüp salıvermek için Ebû Lübâbe’ye doğru koştular. Ebû Lübâbe bunu kabul etmedi.” Vallahi! Râsûlullah bizzat kendi eli ile beni bırakmadıkça buradan ayrılmam” dedi. Peygamber efendimiz namaza giderken, uğrayıp salıverdiler. Ebû Lübâbe direğe ince, sağlam bir iple bağlanmıştı. Onun için ip, onun iki kolunu kesmişti. Uzun zaman bu kesikler geçmedi. İz olarak kollarında kaldı.
Rabbimiz kulların her türlü zaaf ve kabiliyetlerini en iyi şekilde bildiğinden, insanoğlunun günah işleyeceğini bilmekte ve ondan asla günah işlememesini beklememektedir. Bunun yerine insanoğlundan beklenen, günah işlememe gayreti göstermesi ve eğer bilerek veya bilmeyerek bir hata işleyecek olunursa da derhal tövbe etmesi ve bunu bir alışkanlık haline getirmemesidir. Tövbe salt bir pişmanlık cümlesi değil kalpten doğan ve dile yansıyan bir arzudur. Ebu Lübâbe Rabbi’ne bu arzuyu ifade edebilmek için, tövbesini fiili ile desteklemiş ve mükâfat olarak ta bağışlandığı müjdesini nebinin ağzından duymuştur.