Takva Toplumu ve İslam Daveti - rahle.org

Takva Toplumu ve İslam Daveti - rahle.org

Takva Toplumu ve İslam Daveti


Facebookta Paylaş
Tweetle


İslam’ın bir toplumda ortaya çıkışının, yayılışının, müntesiblerin bağlılığının ve sapmalardan uzak durmasının ve bütün bir insanlığın İslam’la tanışmasının ve ona yönelmesinin tek yolu, davet yoludur.

Giriş:

Allah’ın biz Müslümanlardan oluşturmamızı istediği muttaki toplumun vazgeçilmez pratiklerinden biridir, davet. İlişkilerin takva esasına dayalı olarak gerçekleştiği bir toplumun oluşumu için birinci derecede ve tek yol, davet yoludur. Zira müslüman fertlerin beraberce oluşturmaları gereken takva esaslı bir hayatı birbirlerine gösterme ve öğretmeleri için bu yol/ davet yolu kaçınılmazdır.

İslam’ın bir toplumda ortaya çıkışının, yayılışının, organize olmasının müntesibi olan ferdlerin İslam’a bağlılığının sürekliliğinin ve sapmalardan uzak durmasının tek yolu davet olduğu gibi, bütün bir insanlığın İslam’la tanışması ve ona yönelmesinin de tek yolu, davet yoludur.

Hiç şüphesiz davetten maksadımız da en genel anlamıyla İslam’ın insanlara yönelttiği hidayet / kurtuluş çağrısıdır. İslam, bu çağrısını kendine teslim olmuş muttakiler eliyle diliyle yapar.

Kavramsal Arkaplan

Bir kulluk pratiği olarak ‘davet’ olgusuna yüklenecek kavramsal anlamlandırma çabası, sadece ‘davet’ kelimesine bağlı kalındığında hakkı ile gerçekleştirilemez. Kur’an-ı Kerim’in ‘davet’ olgusuna yüklediği anlam dünyası, salt ‘çağrı’ anlamından çok daha geniş ve kapsamlıdır, Kur’an-ı Kerim’e ilaveten Peygamber Efendimiz (as)’ın da bu olguya yönelik hem pratik, hem de teorik anlamlandırma çabasını göz önünde bulundurduğumuzda söz konusu kapsamın daha da genişlediği şüphesizdir.

Davet eden, davet edilen, davetin konusu v.b. hususlardaki her farklılaşma bize davet olgusunun arka planında gerçekleşen genişlemenin boyutlarını da gösterir.

Allah’tan insana, insandan insana, mü’minden mü’mine, mü’minden kâfire gibi çeşitli yatay, dikey ve çaprazlama davet ilişkileri de yine bize bu anlam genişlemesinin yönlerini gösterir. Bu bağlamda gerek Kur’an-ı Kerim’de ve gerekse Peygamberimiz(as)’in sahih sünnetinde yer alan ‘davet’ kavramının müteradifi konumundaki diğer olguları görmek bize ‘davet’ olgusunun anlam dünyasında bulunan genişliği anlamamıza katkı sağlayacaktır:

Tebliğ:

Hakkın ulaştırılması manasında kullanılan bu kavram davet öğretmenleri olan Peygamberlerin (as) temel gönderiliş gayesidir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok kereler ve özellikle Kur’an-ı Kerim’i bize ulaştıran Hz. Peygamber (as) hakkında ‘sana düşen apaçık bir tebliğdir’ şeklindeki ifadeler bu gayeyi açıkça ortaya koyar.

“De ki: Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz onun sorumluluğu kendisine sizin sorumluluğunuz da size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Peygamberin görevi açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” (1)

İrşad:

Rüşd sahibi önderlerin muhataplarını da yönlendirmekle yükümlü oldukları ‘rüştün’ yolunu aydınlatma, davetin bir başka veçhesidir. Rüşd, hidayetin kendisi anlamında kullanılır. (2)

“Daha önce İbrahim’e de şüphesiz rüştünü vermiştik.”(3) şeklindeki ilahi vurgu ve Musa (as)’ın buluştuğu ‘ilim sahibi kul’dan ‘rüştü’ kendisine de öğretmesi talebi (4) davetçinin ‘rüşt’ ile bağını da göstermektedir. Zira ‘raşit olanlar’ aynı zamanda ‘mürşit / irşat eden’ konumundadırlar.

“...Allah kime yol gösterirse o doğru yolu bulmuştur. Kimi de dalalette bırakırsa, ona da yol gösterici / mürşit bir veli bulmazsın”^)

Peygamber Efendimiz (as)’ın kıyametin yaklaştığı anda ortaya çıkacak sapkınlıklar ve karanlıklara karşı durmak için yolunda gitmemizi ısrarla istediği halifelerini Raşİt ve mehdi olarak tavsif etmesi de konuyu anlamada önemli bir veridir. (6)

Hidayet:

Doğruya sahip kılmak anlamında sadece Allah’a ait bir vasıf İken, doğrunun yolunu göstermek anlamında Peygamberler ve onların yolunu takip eden rehberlerin de vasfı haline gelmektedir.

“...her toplum için bir hadi (hidayet rehberi) vardır. "(7)

Tavsiye:

Davet, bilincine ve sorumluluğuna sahip herkesin kurtuluş şartlarından birisi olarak en geniş anlamda Asr suresinde karşımıza çıkar.

“Asra andolsun ki insan hüsrandadır. İman edip salih amelde bulunarak birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna”(8)

Va’z / öğüt, mev’iza:

Kur’an-ı Kerim aynı zamanda Allah'ın tanımlamasıyla bir mev’izadır.

“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt / mev’iza, kalplerde olana bir şifa, klavuz ve mü’minler için bir rahmet gelmiştir.”(9)

Hiç şüphesiz bu öğüt / mev’izayı insanlar sunan vaizler de davet öncüleridir ve bitip tükenmek bilmeyen bir öğüt çabası içindedirler.

“De ki: size tek bir öğüt veriyorum...”(10) Tezkire / hatırlatma:

Kendisi ‘zikr’ olan Kur’an-ı Kerim’in hatırlatıcı yönünün yanı sıra davet önderi Peygamberlerin de vazifesi — dolayısıyla onların yolunu takip edenlerin de vazifesi — hatırlatmadan başka bir şey değildir.

“Hatırlat, zira sen ancak bir hatırlatıcısın/ müzekkirsin”(11)

Nasihat:

Peygamber Efendimiz (as)’ın “din, nasihattir.” (12) şeklindeki tanımlamasının manaca zenginliği, davetle birebir buluşmasına sebebiyet verir. Zaten daha önce gelen davet öncüleri de kendi 

lerinin nasihatçi olduklarını ifade etmişlerdi. “Size Rabb'imin gönderdiklerini bildiriyor sizin iyiliğinizi istiyorum”(13) bu söz Nuh (as)’ın sözü olarak aktarılır. Diğer davet önderi Peygamberler (as) da aynı ifadeyi tekrar ederler: “Ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim”(14)

înzar ve Tebşir / Korkutma ve Müjdeleme:

Beşir ve nezir vasfına sahip davet öncüsü Peygamberler (as)’ın davet konulan içerisinde başı çeken bu iki kavram muhatapların dünya ve ahiret halleriyle uyarılıp aynı zamanda müjdelendikleri hasebi ile dikkatimizi çekmektedir. Zira hem uyan ve hem de müjde, her ikisi birden ve denge içerisinde bulunmaları İslam!a davetin temel argümanlan konumundadır.

“Şüphesiz biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. ”(15)

Emr bi’l-Ma’ruf, Nehyi ani'lMünker

Bir kulluk ameliyesi olarak ve hatta. varlığımızın — müslüman ümmet olarak varlığımızı — gayesi diye ifade edilen Emr bi'l-ma’ruf nehyi ani'l-münker, Kur’an-ı Kerim’in Allah’a davet edenlerden beklediği bir duruş bir tavır alış biçimidir. (16)

“Siz, hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir ümmet olun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. ”{17)

Bütün bunların yanında Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (as)’ın sünnetinde tezkiye, tathir, tenbih gibi 'davet’ olgusunun geniş anlam dünyasını sunan farklı sözlü ve fiili kavram ve durumlarda söz konusu edilebilir.

Davet Bilinci

Takva sahibi fertlerin davetçi kimliğini ve misyonunu ortaya koyan Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (as)’ın diliyle ‘davet yolunu’ şöyle ifade eder: “De ki: Benim yolum budur; Ben ve bana tabi olanlar, basiretle Allah'a çağırıyoruz..”(18)

Öte yandan yine Kur’an-ı Kerim, kendi ilahi üslubuyla söz konusu kimlik ve misyona sahip çıkanları şöyle methetmektedir: “Allah’a davet eden, Salih amelde bulunan ve ‘ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim var?”(19)

 

Kur’an-ı Kerim Hz. Adem’den başlayarak örnek gösterdiği bütün Tevhid önderlerinin ‘davet misyonunu’ ve bu misyonu taşıyan davetçi kimliğini ısrarla gözler önüne serer.

Kendisine muhatap olanların ve yolundan gidenlerin de aynı kimlikle davet misyonunu taşımalarını ister. Bu şekli ile Kur’an-ı Kerim, kapsamlı bir davet bilinci oluşturur. Rehberliğini kabul eden takva sahiplerinin de davet bilincine sahip olmalarım ve bu bilincin sorumluluğunu yerine getirmelerini ister. Aksine davrananları tehdit ve ilzam eder.

“Siz, hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir ümmet olun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. ”(20) “İsrailoğulları’ndan inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu Isa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu lanet onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir. Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini engellemiyorlardı. Şüphesiz yaptıkları ne kötü bir şeydi”(21) 

Bu ayetin tefsir mahiyetinde Peygamber Efendimiz (as) davet bilincine sahip muttakileri uyarmak için şöyle diyordu: “İsrail oğulları arasında zulüm yaygınlaştığı zaman onlardan biri diğerini günah işlerken görür ve önce nehiyde bulunurdu. Fakat ertesi gün o adamla oturup kalkabilmek, yiyip içebilmek için gördüğü günahtan engellemez olurdu. Bunun üzerine Allah onları birbirine düşürdü ve haklarında bu ayetin (5/78-79) gereğince muamele etti ve lanetledi.” Hadisi rivayet eden Ebu Ubeyde (r.a.) ilave ediyor: Hz. Peygamber (as) buraya kadar konuşurken bir yere dayanmıştı. Buraya gelince doğruldu ve: “Evet! Ya zalime engel olursunuz ve onu hakka çevirirsiniz, ya da bu durum sizin başınıza da gelir.” diyerek ikazda bulundu. (22)

Bu anlayıştan yola çıkarak görmekteyiz ki; ‘davet’ kulluk devam ettiği sürece devam edecektir. Ve biz biliyoruz ki kulluk ölünceye kadar devam eder. Buna binaen ‘davet’ her takva sahibi mü’min için aralıksız, fetrete uğramadan hayat boyu devam edecek bir kulluk ameliyesidİr.

Özellikle günümüz Müslümanları için büyük bir tehdit, risk ve anlayış ve pratiklerde sapma sebebi olan modem dünyanın kuşatması ve hayata yönelik modern algılama ve anlamlandırma biçimleri, davet bilincine yönelik engelleyici, terk ettirici, unutturucu ve saptırıcı saldırılarda bulunmaktadır. Bu saldırılar karşısında zayıf ve savunmasızmış gibi görünen Müslümanlarda ciddi bir davet bilinci erozyonu / korozyonu ve körelmesi gözükmektedir. Çok farklı şekillerde ortaya çıkan bu körelme, yaşadığımız topraklarda ortaya konan davet sürecine ciddi bir engel olarak da karşımıza çıkıyor.

Haddi zatında engelleyici sebepler hep vardı. Gerek fert eksenli zayıflıklardan ve cehaletten ve gerekse toplumsal yapıdaki çözülmelerden kaynaklansın, bu engelleyici sebepler bundan sonra da var olacaklar. Ama bizim burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, bu engelleyici sebeplerin modern versiyonlarıyla ve çağımız has bir şekilde ortaya çıkmış olması ve her anlayıştan müslüman’ın kabulüne mazhar olarak meşruiyet maskesi takmış olasıdır.

Davetin Gerekliliği / Farziyeti:

İnsanlığın Hz. Adem (as)’dan bu yana hemen her dönem ihtiyaç duyduğu, kendileri bunun farkında olsalarda olmasalarda, kurtuluş vesilesidir davet. Şeytanın Âdem (as)’a / insana düşmanlığıyla başlaya azgınlaştırıcı ve saptırıcı süreç insanlığın her bir davetçiye / kurtarıcıya ihtiyaç duymasına sebep olmuştur. Bu durum dün de, bugünde böyledir. Kendisini Âdem (as)’ın takipçisi gören herkes, bu ihtiyaca kulak vermek zorundadır. Daha önce zikri geçen Yusuf suresi 108. ayette de dile getirilen, Peygamber (as)’a tabi olanların yoluna uyduğunu iddia edenler, bunun kuru bir iddia olamayacağım ve ispata / pratiğe mecbur olduklarına da iman eder ve teslim olurlar. Bu yoldan gitmek yani davet yolunun yolcusu olmak, bir iman şartıdır.

Davet ve tebliğ vazifesini yerine getirmeyecek olan Peygamber (as)’ı ki hâşâ! Hepsi bundan münezzehtir — uyarıp tehdit eden Allah, tabi ki onların yolundan gittiğini iddia edenleri de aynı uyarıyla karşı karşıya bırakır. Çünkü Hakkın/ İslam’ın varlığı ve hayatiyeti Allah yoluna davetle mümkündür.

“Davetin gerekliliği ve bir görev olacağı hususunda emir ifade eden ve davetin faziletin belirten pek çok ayet ve hadisi şerif vardır. Kur’an-ı Kerimde İslam’a daveti Müslümanlara farz kılan birçok ayet-i kerime vardır. Bunlardan bir kısmı doğrudan doğruya Müslümanlara hitap ederken bir kısmında hitap, Rasulullah’a olmakla beraber şümulü bütün Müslümanlaradır. Cenab-ı Hakkın Resulüne hitabında aslolan, istisna edilmediği sürece bu hitaba ümmetinin de dâhil olmasıdır. Davette ise böyle bir istisna olmayıp Cenab-ı Hak bu İslam ümmetine Allah’a davet vazifesinde Rasulü Ekremine ortak kılarak ikramda bulunmuş, şeref bahşetmiştir.”(23)

En geniş manasıyla daveti iman ile bir tutan Hz. Peygamber (as) bu çerçevede bize şöyle buyurur: “Sizden herkim bir kötülük gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle (buğz etsin) ki bu imanın en zayıf haüdir.”(24)

Diğer bir hadisinde de Efendimiz (as) bu üç halin dışında bulunan kişide zerre miktarı iman olmadığını ifade eder. (25)

Yaşadığımız Çağ ve Davet:

İçinde bulunduğumuz çağın belki en önemli vasfı modernliktir. Hayat ve eşyayı yeniden anlamlandırması itibarıyla modernlik, birkaç asırdır insanlığı karşısında duran tercihlerden biridir. Özellikle batıda ‘aydınlanma’ ile başlayan ve her geçen gün yoğunlaşarak tüm dünyayı kuşatan ve etkileyen modernlik, hayatı ve eşyayı anlamlandırmanın merkezine inşam ve dolayısıyla heva, heves ve şehveti yerleştirmiş, böylece hak olsun, batıl olsun hayatin merkezinde İlahi bir gücün varlığını kabul eden tüm anlayışlara / dinlere başkaldırmıştır.

İnsanın apaçık düşmanı olan şeytan yaşadığımız çağda kendini modern bir kılıkla pazarlamış ve kendinden geçmiş insanlığın şaşkın bakışları arasında göreceli bir hükümranlık tesis etmiştir. Söz konusu sarhoşluk halinden Müslümanlara da payına düşeni almıştır.

Bütün zamanların en buhranlı ve karanlık dönemini yaşıyor, insanlık. Son Peygamber olarak Efendimiz(as)’ın gelmiş olması, O’nun işaret ettiği ‘kıyamet saatinin’ yakınlaşmış olması ve dile getirdiği alametlerinin gerçekleşiyor olması, öte yandan zulmün ve zulümatin perde perde her yanı kuşatması, mü’mininden kâfirine her inançtan insarın koşar adım zulme meyletmesi, bu durumun çok açık bir delilidir.

Söz konusu duruma bakıp yapılacak

şeyin kalmadığını vehmetmek, kulluğun gayesini, mü’min olarak varlığın amacını görmemek demektir. Zira iman etmekle şeref bulduğumuz ve kurtuluşu umduğumuz İslam ve onun tertemiz iki kaynağı, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber(as)’ın sahih sünned, bize kıyamete kadar devam edecek sorumluluğumuzu öğretir ve bunu terk edemeyeceğimizi bildirir. Çünkü Kur’an-ı Kerim ve sahih sünnet, geçerliliği ve belirleyiciliği kıyamete kadar sürecek iki kaynağımızdır.

Öte yandan karanlıkların derinleştiği ve bu karanlıkta görme yetisini kaybetmiş insanlığın azgınlık ve sapkınlığını daha da derinleşip çeşitlendiği modern çağ, her zamankinden daha çok kendisine hayat verecek bir nefese ve körlüğünü giderecek bir iksire ihtiyaç duymaktadır.

İşte bu nefes, müslümanların/ muttakilerin, ölülere hayat bahşeden İsa (as) nefesidir. Ve bu nefes, sağlam bir idrak ve iradenin sergileyeceği davet ameliyesidir.

Modem Hurafeler ve Davet:

Yukarda da dile getirdiğimiz gibi modem çağ, kendi algılayış ve anlayış biçimini üretti. Bu algılayış ve anlayış biçiminin üzerine yeni yaklaşımlar inşa etti. Burada söz konusu yaklaşımlardan bazılarının davetle ilintisini kurarak üzerinde özetle durmaya çalışacağız.

Öteki Olgusu:

Şüphesiz, hayatı anlamlandırmaya çalışan her anlayış, kendini bunun dışında tutmaya çalışan unsurları ‘öteki’ olarak belirler. Bu, hayatın kaçınılmaz kurallarındandır. İslam da tevhit tarihi boyunca aynısını yapmıştır. Kendi bulunduğu yeri konumlandırırken, bu durum kaçınılmazdır. “De ki: Hak geldi, batıl zail oldu. Batıl, yok olup gitmeye mahkûmdur. ”(26) İslam'ın ‘öteki’ diye belirlediği unsurlara karşı tavrı, ‘sizin dininiz size, benim dinim bana’(27) şeklindedir.

Modem dünyanın bu noktada sergilediği yaklaşım biçimi, görünüm olarak yukarıdaki tavırla aynıymış gibi gözükür. Ve bu durum pek çok Müslüman’ın ‘sizin dininiz size, benim dinim bana’ tavana tersten bakmasına neden olmaktadır.

İslam bu tava belirlerken kendini ve müntesiplerini kesinlik arz edecek bir konuma yerleştirir. Oysa modem dünyanın bu ifadesinde hiçbir belirgin ve kesin konum olmadığı gibi her şeyi göreceleştiren bir yaklaşım sergiler. Bir anlamda şöyle der:

-              Tamam. Sen ve ben, ikimiz de varız. Var olmamız doğru olabilirliğimiz anlamına da gelir. Dolayısıyla sen, sen olarak, ben de ben olarak varlığımızı devam ettirelim.

Oysa İslam bunu kabul etmez ve şöyle der:

-              Hayır; ikimizin de varlığı, ikimizin de doğruluğu anlamına gelmez. Ben, mutlak hakikatim ve sen batıl olansın sen yok oluncaya kadar, sana karşı açık

ve net bir tavır alıyorum.

Modern dünyanın eşyayı ve hayatı anlamlandırma ve algılamasının temelinde rölativizm / görecelilik, temel unsurdur. Bunun neticesinde ‘Hak’ ve ‘batıl’ birbirine karıştırılarak tek realite gibi sunulur. ‘Hak’ olanın mutlaklığı ve kaimliği karşısında kendini konumlandırmaya çalışan ‘batıl’, ancak bu yolla — telbis — kendi iğreti durumunu meşrulaştırmanın çabası içerisindedir.

Bu çerçevede Kur’an-ı Kerim, ‘öteki’ olgunun unsurlarının her halükarda yok olmasını dile getirmez. ‘Haklan’ belirleyiciliği kabullenildiği an, ötekini ‘öteki’ olmaktan çıkarır.

“Gerçekten İbrahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örneklik vardır. Onlar kendi toplumlarına şöyle demişlerdi:

Kesinlikle biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan beriyiz. Sizi reddediyoruz / yok sayıyoruz. Sizinle bizim aramızda ebedi bir kin ve düşmanlık vardır. Tâki bir tek Allah’a iman edinceye kadar...”(28)

Söz konusu tavır, diğer davet önderlerinde de açıkça görülür.

Diyalog:

İnsanları çağıracak bir davetin olduğu yerde diyalogun zorunluluğu da ortadadır. Bu zorunluluk hem işin tabiatından kaynaklanır ve hem de selim akıl bize başka bir yol göstermez.

Haddi zatında Kur’an-ı Kerim de öteki muhataplarım diyaloga çağırır ve hatta batıl olduklarım açıkça vurgulamakla beraber onlardan iddialarına delil getirmelerini ister.

Kur’an-ı Kerim’in davet ettiği diyalogun maksadı ortadadır; ‘ötekini’ değiştirmek. Müslümanların ortaya koyduğu Allah’a davetin de en genel gayesi, muhataplarda zihni ve kalbi, köklü bir değişim gerçekleştirmektir.

İslam daveti açısından durum bu olmakla beraber özellikle günümüzde ortaya konulan uluslararası etkinliklerde dile getirilen ‘dinler arası diyalog’ veya ‘kültürler / medeniyetler arası diyalog’ söylemlerini bu çerçevede ele alabilir miyiz?

Modern dünyanın hâkim unsurları tarafından yoğun bir şekilde dillendirilen söz konusu ‘diyalog’, müslüman camialarda da karşılık bulmakta ve hatta aktörlerin konumuna gelinmektedir.

En azında son iki asırdır modern dünyanın, İslam’a ve Müslümanlara yönelik tavır ve pratikleri göz önüne alındığında yukarıdaki soruya çok masum bir cevap arayışı mümkün gözükmüyor. Hele de son birkaç on yılda ortaya konulan pratikler uluslararası emperyalist projelendirmeler ile karşı karşıya olduğumuzu açıkça gösteriyor.

Bu durum bizi, işaret edilen ‘diyalog’ etkinliklerini modern dünyanın dayattığı demokrasi gibi parlatılmış hurafelerinden biri diye algılamaya götürüyor.

Hoşgörü:

Bir erdemlilik vasfı olarak ‘hoşgörü’, takva toplumu fertlerinin de üzerlerin de taşımaları gereken bir niteliktir.

Yeni ve örnek bir toplum inşasının öncüsü Hz. Peygamber Efendimiz (as) o güne kadar kalıcı ve belirleyici bir medeniyet ortaya koymamış Arap toplumundan —bir, iki lokal unsur haricinde bütün insanlığı aydınlatacak ve adına "Asr-ı Saadet’ denecek mükemmel bir takva toplumu’ çıkardı.

Câhiliyyenin yozlaştırdığı bireysel ve toplumsal hayatın tüm çirkinlikleri bu inşa sürecinde yok edildi. Fakat bu, asla kolay olmadı. Bu sürecin gerçekleşmesinde birinci etken Hz. Peygamber (as)’ın örnek kişiliği olmuştur. 0"nun muhataplarıyla kurduğu ilişki biçiminin güzelliği ve çekiciliği düşmanlarım bile takdire mecbur bırakmıştır.

Hz. Peygamber (as)’ın insanlarla kurduğu ilişki biçiminin en belirgin özelliklerinden biri O’nun müsamahakârlığı, affediciliği, hata ve kusurları örtücülüğü, yumuşak huyluluğu yani "hoşgörü’ sahibi olmasıydı. Şüphe yok ki bu yaklaşım tarzı etrafında insanların kenetlenmesini, pazarlıksız bağlılığının da en önemli sebebi idi.

“(Ey Peygamberi) Senin onlara yumuşak davranman, Allah'ın rahmetinin bir eseriydi. Zira eğer onlara karşı kinci ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı.

Artık onları bağışla ve affedilmeleri için dua et..”(29)

Bununla beraber Peygamber (as)’ın İslam'ın belirleyici olduğu tüm alanlara müdahale edici bireysel veya toplumsal tüm oluşumlar karşısmda son derece "celalli’ tavır takınması dikkate değer ve manidardır. O, hukukun çiğnenmesine asla göz yummazdı. Hatta bu durum, bir taraftan bakıldığında çok basit gibi görünen kimi durumlarda bile böyledir. Sol eliyle yemek yiyene sağ eliyle yemesini söyleyip de cevap aldığındaki tavrı bunun açık delilidir. (30)

Bu gün yoğun bir şekilde kullanılan "hoşgörü’ kavramı ise "diyalog’ kavramı misali, anlam buharlaşmasına uğramış / uğratılmış olarak, karşımızda duruyor. Günümüz itibariyle bize dayatılan "hoşgörü’ tam bir tavırsızlık demektir. "Ötekinin’ tüm itikâdi ve ameli sapkınlıklarına "hoşgörü’ ile yaklaşmak, "gavura gavur dememenin’ yeni versiyonu gözüküyor.

 

 

1-            24 Nur, 54

2-            Ragıp İsfehani, Müfredat

3-            Enbiya, 51

4-            18 Kehf, 66

5-            18 Kehf, 17

6-            Ebu Davut, Tirmizi

7-            13 Rad,7

8-            Asr, 1-3

9-            Rüşt Maddesi Buhari, İman

10-         34 Sebe, 46

11-         88 Ğaşiye, 21

12-         Müslim, İman

13-         7 A*raf, 62 27-

14-         28-mumtehine, 4

15-         48 Fetih, 8

16-         3 Al-i lmran,110

17-         3AM İmran,104

18-         Yusuf, 108

19-         41 Fussilet, 33

20-         3 Al-i İmran, 104

21-         5 Maide, 78-79

22-         İbn-i Mace, Fiten 20

23-         Rasulullahın İslam'a Davet Metodu A, önkal s. 149

24-         Müslim, İman -20

25-         Müslim İman 80

26-         10 Yunus, 57 29-kafirun, 6

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ