Takva toplumu anlayışına uygun olarak yapılan işlerde, ortalamayı değil kaliteyi önemsemeliyiz. İş yapma şeklimiz, o işin en iyi yapılma şekli olmalıdır. ... Bunlar kişisel ve toplumsal bağlamda müslümanları tehdit etmektedir. Bunlara karşı uyanık olup, O kutlu elçinin (s.a.v) çizdiği ahlaki yüceliğe yönelmekten başka çıkar yol olmadığı aşikardır ... Tarzımız, olabildiğince açıklık olmalıdır. Bunun kendine güvenin bir işareti olduğu unutulmamalıdır. İnsanları gizeme çağırmamalıyız / gizem peşinde koşan insanların tercihi olmamalıyız ... Bu görevinin müslümanlar tarafından yerine getirilmemesi dünyadaki mevcut kaosun sebebidir Takva toplumu anlayışına uygun olarak yapılan işlerde, ortalamayı değil kaliteyi önemsemeliyiz. İş yapma şeklimiz, o işin en iyi yapılma şekli olmalıdır. ... Bunlar kişisel ve toplumsal bağlamda müslümanları tehdit etmektedir. Bunlara karşı uyanık olup, O kutlu elçinin (s.a.v) çizdiği ahlaki yüceliğe yönelmekten başka çıkar yol olmadığı aşikardır ... Tarzımız, olabildiğince açıklık olmalıdır. Bunun kendine güvenin bir işareti olduğu unutulmamalıdır. İnsanları gizeme çağırmamalıyız / gizem peşinde koşan insanların tercihi olmamalıyız ... Bu görevinin müslümanlar tarafından yerine getirilmemesi dünyadaki mevcut kaosun sebebidir
Geçen ay içinde dergimizde gerçekleştirdiğimiz ahlak konulu yuvarlak masa toplantısının çözümünü yayınlıyoruz:
[Abdullah Eğilmez] Arkadaşlar, bir din denildiği zaman öncelikle ahlak akla gelirken, günümüzde, dinin mensuplarının kamusal alandan talepleri daha çok akla gelir oldu. İslam algılayışımız açısından ahlakın neresindeyiz? Öncelikle ahlak ve ahlak kavramı ile ilintili kavramları konuşalım:
[Üsve Furkan] Ahlak, huylar, seciyeler, mizaçlar anlamına gelir. Hulk, huluk kelimesinin çoğul şeklidir. İnsanın beden ve ruh sağlığı ile alakalıdır. İnsanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır. Arkadaşlar, ahlak kavramını incelerken karşımıza; kişilik, mizaç, karakter gibi kavramlar çıkar. Kısaca onlara da değinmek istiyorum:
Kişilik: Bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu kendine özgü, diğer bireylerden ayırt edici, sürekli, tutarlı, yapılanmış ilişkiler bütünü olarak ifade edilir.
Mizaç: Mizacın nasıl oluştuğu konusunda, psikologlar ihtilaf etmişlerdir. Fakat genellikle mizacın, doğuştan gelen genetik özelliklere, organik bir yapıta bağlı olduğu kabul edilir. Bu nedenle değişmesi çok zordur. Örneğin, Troid bezinin az ya da çok çalışması bireyin hareketli ya da durgun olmasına neden olur derler. Hz. Ebubekir'in İslam olmadan önceki mizacı ile İslam olduktan sonraki mizacı, Hz. Ömer'in İslam olmadan önceki mizacı ile İslam olduktan sonraki mizacı. Peygamber (sav) öldürmeye gelen Hz Ömer (sav), İslam olduktan sonrada "Bırak ya Rasûlullah vurayım kellesini" demeye devam etmiştir. İşte bu mizaçtır.
Karakter: toplum tarafından kazandırılan ve toplumca olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirilen davranışların sürekli hale gelmesidir. Dürüstlük, yalancılık, misafirperverlik gibi.....
Nasıl oluştuğu konusunda yine ihtilaf vardır. İlk yaşlardan itibaren toplum tarafından yapılan yüklemelerle oluştuğu fikri yaygındır.
Konuya birde felsefi açıdan bakalım isterseniz: Felsefeciler, ahlakı, iyi ile kötünün ne olduğu üstüne düşünerek cevaplamaya çalışırlar. Şu sorular ahlak felsefesinin temel kavramlarıdır:
İyi-kötü nedir? Özgürlük nedir? Erdem nedir? Vicdan nedir? Ahlakî eylem nedir?...
Ahlak var mıdır, iyi ya da kötü müdür, evrensel ahlak yasası var mıdır sorularıyla kendine yol çizmektedir. Evrensel bir ahlak yasası var mıdır? sorularına vardır diyenler olduğu gibi yoktur ahlak bir aldatmacadır diyenler de olmuştur.
Kuran-ı Kerim'de Ahlak kelimesi direk olarak yer almamakla birlikte biri "adet ve gelenek" ve diğeri terim anlamıyla ahlak manasına almak üzere ahlakın tekili "hulk" geçmektedir.
[Abdullah Eğilmez] Günümüzde ahlaki düzey ne durumdadır ve mevcut ahlaki yapı müslümanları nasıl etkilemektedir?
[Mehmet Ara] Öncelikle içinde yaşadığımız çağdaki hakim ahlak anlayışın tahlilini yapmakta fayda var. Ekonomik ve siyasi açıdan güçlü olan batı medeniyetinin ahlaki yapısı, tüm dünyayı etkilemiş bir halde. Özellikle iletişimin inanılmaz boyutlarda geliştiğini düşünürsek bu etki tarihte olmadığı kadar etkin ve şaşılacak boyutlarda. Uzun uzadıya çağımızın tahlili yapılabilir -ki bu bağlamda birçok çalışma da mevcut- fakat burada kısaca tespit ettiklerimizi sıralayalım:
Adaletsiz: Dünyadaki gelir dağılımı ve kaynakların paylaşımı göz önüne alınırsa bu rahatlıkla görülecektir.
Zalim: Günümüzde, gerek fert, gerek toplum ve gerekse uluslararası düzeyde hukuk, insan onuru ve her türlü kutsal rahatlıkla çiğnenebilir haldedir. Dünyada yapılan onca zulüm ve haksızlık karşısında toplum ve devletler sessizce onaylarak bu zulme ortak olmaktadırlar.
Süfli: Yaşamda tek amacın, mümkün olduğunca zevk, sefa sürebilmektir anlayışının temel ahlaki prensip olduğu bir ahlaki düzey hakim durumdadır. Bu uğurda hiçbir kural ve ölçü tanınmaz halde.
Yalancılık: Hakkı saptırıp batılı güzel gösteren bir çağ.
Göz boyayıcı: Doğruyu yanlış, yanlışı doğru yapmakta mahirlik ve yüzsüzlük.
Kısacası zalim, acımasız, süfli bir hokkabaz olarak insanın nefsini ilah haline getiren kötü bir çağdayız.
Tabi ki bu kirlilikten müslümanlarda maalesef paylarını alıyorlar. Birçok alanda parçası haline geldiğimiz toplumsal hayat bu kirliliği artırıyor. Tespit edebildiğimiz kadarıyla en temel tehlikeli etkiler şöyle sıralanabilir:
Aşırı dünyevileşme: Buradaki aşırı kelimesini özellikle kullanıyorum. Dünyadan pay almak yada rızık için çalışmanın çok ötesinde bir anlayış hakim olmuş durumda. İlk devir müslümanların bu yukarıda saydığımız en temel ihtiyaçlar için bile çalışmayı ölçülendirdiği ve fazlasını dünyevileşme olarak algıladıklarını düşünürsek günümüz müslümanlarının hali ortaya çıkacaktır. Mal yığma, ölüm korkusu, dünya sevgisi bu tehlikenin en temel belirtileri olarak göze çarpıyor.
Bireysellik: İslamın her daim altını çizdiği paylaşım, kardeşlik gibi imanın olmazsa olmaz ilkelerinin terki. Yoksulu ihtiyaç sahibini görmeme yok sayma hastalığı.
Tüketim kültürü: Belki de en tehlikeli etkilerden biri bu. İhtiyaç-israf dengesinde terazinin şaşması olarak karşımıza çıkan bir durum bu. Kapitalist kültürün tüm dünyayı müptelası haline getirdiği bu hastalık, İslamın temel kavramlarından olan zühdün ortadan kalması şeklinde temeyyüz ediyor.
İlkesizlik: Kişisel ve toplumsal olarak bir takım menfaatler için kolayca tavizler verebilmek ve bunu erdem gibi çağın gereği gibi gösterme kaypaklığı. Bu kimlik bunalımının başlamasına ve sonuçta İslamın manipüle edilmesine de katkı sağlayan bir durumdur.
Yukarıda saydığımız maddeler ve bunlardan ortaya çıkan çeşitli etkiler kişisel ve toplumsal bağlamda müslümanları tehdit etmektedir. Bunlara karşı uyanık olup, O kutlu elçinin (s.a.v) çizdiği ahlaki yüceliğe yönelmekten başka çıkar yol olmadığı aşikardır.
[Abdullah Eğilmez] Bu etkilerden korunmak ve gerek imani gerekse ameli olarak kendilerini geliştirmek için müslümanların cemaat olarak bulunmaları gerekmekte. Peki, cemaat halinde yaşarken dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
[Yakup Yılmaz] Ahlakı, kişinin yaratıcısına, insanlara, eşyaya ve kurumlara karşı nasıl davranacağını belirleyen kurallar şeklinde tanımlamak istiyorum. Cemaat ahlakı, cemaat içindeki bir ferdin yapması ve yapmaması gerekenleri, haklarını ve sorumluluklarını belirtir.
Buradaki ilişkide, ferdin cemaate, cemaatin de ferde karşı ahlakı olmak üzere iki madde olarak değinmek istiyorum: Ferdin ahlaki vasıfları şöyle sıralanabilir:
Cemaate dahil olma.
Temel anlayışları ve dayanaklarını öğrenme. Anlayış ve pratiklerin birbirlerine uygunluğunu gözetleme ve denetleme
Bilgilenme ve kendini geliştirme
Anlayış ve pratikleri tek başına iken de yerine getirme
İtaat / Sadakat sahibi olma. Allah ve Resulüne kayıtsız-şartsız ve cemaat önderlerine de Allah ve Resule itaat üzere oldukları sürece itaat etme. Kendi şartlarına göre mazeretler üreterek değil, isteneni yapma noktasında bütün sınırlarını zorlayan ve itaat etmenin bir ibadet olduğu ve Hak üzere oldukça ecrin olduğu; itaatsizliğin günah olduğunun bilinç ve endişesi taşınmalıdır. Öndeki kişiler ile ilgili, "ne derse doğrudur" veya "bir hikmeti vardır" anlayışı yanlıştır. Yapılan her iş bilinç süzgecinden geçirilmelidir; bununla beraber, bu durum ukalalık veya usulsüzlüğü getirmemelidir.
Dikey veya yatay iletişimde taşınan saygı ve tevazu, hem iletişimin hem de ilişkilerin seviyesini yükseltir.
Cemaat kültürünü aktarma konusunda bilinçli ve istekli olma.
İstişare kararlarını sahiplenmek.
Öncülerden olmayı, takva toplumunun üyesi olmayı istemek. Bunun pratiklerini yerine getirmeye hazır ve istekli olmak.
Her bir birey, kendi kişiliği ile bu yürüyüş içinde yer alır ve kendisi olarak yürür. Ancak temsil ettiği toplumun değerlerine halel getirecek davranışlarda bulunamaz.
Cemaati temsil ettiğinin bilincinde olma ve cemaati sahiplenme, koruma. Öneri ve eleştiri getirme.
Sorumluluk Allah'a karşı olduğundan, dünyevi bir ödül veya ceza beklemeden elini taşın altına koymalıdır.
İslami temeli olmayan, davete zarar veren davranışlardan ve kişilik özelliklerinden vazgeçilmelidir.
Cemaatçiliği, parçalanmayı değil ümmet anlayışını, vahdeti gündemde tutmak / anlayışların bulandırılmasına da izin vermemek.
Cemaat ise temelde şu ahlaki değerlere sahip olmalıdır:
Cemaatin devamlılığını sağlayacak eğitim çalışmaları düzenleme. Bilinçli itaatin sağlanması, körü körüne bağlılığın engellenmesi için gerekli eğitim çalışmalarının yapılması cemaatin sorumluluğudur. Yoksa yanlışların düzeltilmesi, oto kontrol mekanizmasının işlerlik kazanması sağlanamaz.
Doğru kişilerden oluşma, liyakat ve ehliyete dikkat etmek.
Bilgilendirme / haber verme.
Denetleme
Öncelikle haberdar olma mümkün ise çözüm bulma.
Öneri ve eleştirileri dikkate alma.
Toplum oluşturma.
Asgari müştereklerimiz olan eğitim davet vb konularda herkesin katılımcı olmasını sağlamak
Üstünlük ancak takva iledir. Fertler arasında ayrım gözetmemek
Fedakârlık/vefa bütün fertlerini cennet genişliğinde bir vefa ile sahiplenmesi. Kişiye değil eyleme tavır alması, desteklemesi veya yasaklaması, elemanını kaybetmeye değil kazanmaya yönelik bir anlayış içinde olunması.
Cemaat kardeşlik konusunda eşitlik ve adalet kavramlarına dikkat eder. Sorumlulukların yerine getirilmesinde eşit, sorumlulukların belirlenmesinde adaletli bir iş bölümünü uygular.
Her bir konuyu, o işin ehli kim/kimler ise onlarla enine boyuna konuşmak, fayda ve zararını; hayır ve şerrini mütalaa etmektir. Bir kurum değil, bir yönetim şeklidir.
İslami temel değerlere aykırı duran, iman ve takva sınırlarını zorlayan hal, düşünce ve hareketlerde bulunan veya cemaatin şahs-ı manevisine zarar veren bir davranışta bulunan kişiler cemaat hukukunun dışına çıkarılır.
Fert veya cemaat olarak tarzımız, olabildiğince açıklık olmalıdır. Bunun kendine güvenin bir işareti olduğu; yapılan yanlışların gizlenememesi gibi bir riski/güvenceyi de beraberinde taşıdığı unutulmamalıdır. İnsanları gizeme çağırmamalıyız / gizem peşinde koşan insanların tercihi olmamalıyız.
Takva toplumu anlayışına uygun olarak yapılan işlerde, ortalamayı değil kaliteyi önemsemeliyiz. İş yapma şeklimiz, o işin en iyi yapılma şekli olmalıdır.
[Abdullah Eğilmez] Cemaat içinde sahip olunacak ahlaki değerler oldukça önemli kuşkusuz ama toplumun geneli ile ilişkilerde nasıl bir ahlaki tavra sahip olmalı müslümanlar? Bu konuda özellikle ticaret ahlakını önemsiyorum. Ticaret ahlakı nasıl olmalı?
[Ensar Kara] Öncelikle ekonomik faaliyetlerimizin hayatımızdaki yeri ve önemi nedir? Bu konuya değinmek istiyorum.
Ahlak ekonomik mücadeleden ayrıldığında ekonomi, sosyal sistemdeki istikrar ve dengeyi temin gücünü kaybeder. Ekonomik mücadele ahlaki sınırlamalardan yoksun kalırsa metaryalizme gayri ahlakiliğe ve bozulmaya bu da neticede toplumun ekonomik istikrarının yok olmasına neden olur. Dolayısıyla ekonomi sosyal hayatı direkt olarak etkiler.
İnsanın sosyal,kültürel,yaşamsal vs. faaliyetleri gibi ekonomik faaliyetleri de dünyada yaşadığı sürece geçimini sürdürebilmek için yapması gereken zorunlu faaliyetlerdir. Bu zorunluluğun yanı sıra bir de Allah'ın müslümanlara yüklediği bir görevdir ekonomik faaliyetler. Nitekim Kasas suresi 77. ayet-i kerime de Allah (c.c) şöyle buyuruyor. "Allah(c.c)'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara ,dünyadan da nasibini unutma Allah(c.c) sana nasıl iyilik ettiyse sende öylece iyiylik et ve yeryüzünde bozgunculuk isteme çünkü Allah(c.c) bozguncuları sevmez."
Ayet-i kerimeye dikkat edilecek olursa ekonomik faaliyetler ile ilgili bize önemli ipuçları verdiği görülecektir. İlk olarak Allah(c.c) daha işin başında "Allah(c.c)'ın sana verdiği" diyerek insanı uyarıyor. Yani senin birşeyin yok iken Allah(c.c) sana her türlü ikramda (akıl, beden, mal vs.) bulundu. Sen bunları sermaye yaparak çalışacaksın ve unutmayacaksın ki bunlar sana Alemlerin rabbi olan Allah(c.c) tarafından verildi. İkinci olarak ekonomik faaliyetlerin amacı ahiret yurdunu aramaktır, dünyadan nasibini almak da unutulmamalı lakin amaç edinilmemelidir. Üçüncü olarak ekonomik faaliyetlerden elde edilen kazanımlar (en geniş anlamda) iyilik olarak insanlara sunulmalıdır. Son olarak da eğer bu kurallara uygun hareket edilmezse yeryüzünde bozgunculuk oluşacaktır ve Allah (cc) da bozguncuları sevmez.
Allah, bize yüklediği halifelik görevi ile bu ayet-i kerimedeki "iyilik et" emri ekseninde düşündüğümüzde ekonomik faaliyetleri fıtri ihtiyaçlarımızı gidermenin yanı sıra Allah'ın bize yüklediği bir sorumluluk olarak düşünmeliyiz. .
Bu görevinin müslümanlar tarafından yerine getirilmemesi dünyadaki mevcut kaosun ve Allah(c.c)'ın kullarına verdiği nimetlerin adaletli bir şekilde dağıtılmamasının sebebidir.
Bu kaosa sebep olan beşeri ideolojilerden komünizm, insanın her türlü şahsi sermaye birikimini ve ticari faaliyetini yasaklarken; kapitalizmde tam tersini öngörerek hiçbir sınır koymaksızın sermayenin şahsi birikimini teşvik etmektedir. Her iki sistemin de dünyada ekonomik adaleti sağlamaktan ne kadar uzak olduğunu pratik olarak görmekteyiz. Bu nedenle bunların teorik yanlışlıkları üzerinde durmayacağım.
[Abdullah Eğilmez] Peki İslam, ekonomik ahlakı nasıl şekillendiriyor?
[Ensar Kara] İslam'da insanların ekonomik faaliyetleri, ne komünizm-deki gibi tamamen yasaklanmış ne de kapitalizmdeki gibi tamamen serbest bırakılmıştır. İslam insanların ekonomik faaliyetlerini ve bunlar sonucu kazanımlarını belli kurallara bağlayarak sermayenin tekelleşmesini ve diğer insanlara karşı baskı unsuru olmasını engellemiştir. Yeri gelmişken bu konu ile alakalı bir ayeti hatırlatmak istiyorum. "Allah'ın o feth edilen şehir hakkında peygamberine verdiği fey Allah'a, peygamber'e peygamberin yakınlarına yetimlere yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki bu servet sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın diye."
İslam diğer sistemlerden ayrı olarak vaaz ettiği miras hukukuyla; Şahsi servetin kişinin çocukları ve eşinin dışında diğer akrabalarına da paylaştırılmasını vaaz ederek sermayenin tekelleşmesinin önüne geçmiştir.
Zekat ve infak müessesesi ile fakirlerin zenginlerin malları üzerindeki hakları alınarak sosyal adalet sağlanmış, aynı zamanda zengin ile yoksul arasındaki husumet önlenmiş, verenin dünyaya bağlılığının azalması sağlanmıştır.
Son olarak bir hususu hatırlatmak istiyorum: Tüm bu güzel hasletlere sahip ahlaklı ekonomik faaliyetler İslam'ın bütününden ayrılamaz. Toplumsal olarak ekonomik ahlaktan söz edebilmek ve bunu uygulayabilmek için İslamın bir bütün olarak, tüm hayat alanlarındaki kurallarının da uygulanması gereklidir.
[Abdullah Eğilmez] Katılımınızdan dolayı teşekkür ederim.