Siyasete Giriş - rahle.org

Siyasete Giriş - rahle.org

Siyasete Giriş


Facebookta Paylaş
Tweetle

Y. Emre Kırmızılı 

 

Önsöz:

Biz bu çalışmamızda siyaset konusuna giriş mahiyet taşıyan teknik-ansiklopedik bir yazı hazırladık. Yer yer İslam ile Batı medeniyetini karşılaştırdık. Maksadımız konuyu derinlemesine incelemek isteyenlere bir nevi kılavuzluk etmektir. Bundan başka, bugün sokakta konuşulan siyaset ile İslam anlayışındaki siyasetin birbirinden ne denli farklılık arz ettiğini göstermek istedik. Hidayet ve muvaffakiyet Allah’a aittir.

A. Sözlükçe:

Siyaset: Aslı itibariyle Arapça’da “sase” (at bakmak) fiilinden türemiş bir kavramdır. Bu kelimenin İbranice’de “sus” (at) kelimesinden türediği de söylenmiştir. Nitekim ilk dönem Arap bedevileri, atı tımarlayıp terbiye eden kişiye bu sebeple seyis (at bakıcısı) derlerdi. İslam genişleyip yaygınlaşınca siyaset kelimesi de zaman içersinde zenginleşti ve “insan, ülke ve devlet yönetimi veya onu idare etme biçimi” manalarında kullanıldı. Osmanlı Hukuk Sisteminde sözcüğe birkaç ilave daha oldu; “cellâdın devlet adına uyguladığı idam, devlet icraatı ve devletlerarası münasebet ilmi” gibi…

Batı medeniyetinde “siyaset” kavramına denk gelen en yakın kelime “politika”dır. Eski Yunanca’da; “bütün haklarına sahip vatandaş” demek olan “polites” ve “kendisini savunabilen özgür insanların kalesi” demek olan “polis” (şehir devleti) kelimelerinden hareketle oluşturulmuş olan “politica” sözcüğü, özetçe; devlet sistemi (rejim) ve vatandaşlık hakkına dair tüm şeyler demektir. Kavram üzerine eser yazan ilk düşünürlerden olan Platon (Eflatun) ve öğrencisi Aristo, ortak bir tanımla; “halkını iyiye ve mutluluğa eriştirmek için devletin uyguladığı yönetim şekli”ni kısaca politika olarak adlandırdılar. Ulus Devlete geçişten sonra tanımda bir miktar genişleme oldu: Ünlü Fransız dilbilimci Paul Emile Littré, 1870 tarihli büyük sözlüğünde politikanın karşılığı olarak “devletleri yönetme bilimi” derken, Amerikalı dilbilimci Robert Barnhart, 1962 tarihli sözlüğünde “insan toplumlarını yönetme sanatı ve faaliyeti” demiştir.¹ Bugün bu tanımlar genel kabul görmektedir.

Devlet: Arapça asıllı bir kelimedir. Başlangıçta; “iki kabile kavga ettiğinde birinin diğerine galip gelmesi” manasında kullanılırken, zamanla “talih”, “saadet”, “güç” ve “zenginlik” manalarında kullanılmış, nihayet “bağımsız bir ülkeyi, önceden belirlenmiş bir yasa ile yöneten kurum veya özel bir topluluk” şeklinde tanımlanmıştır. Arapça’da siyasal gücü temsil eden “hükümet” kelimesi de bu manaya yakın durmaktadır. Devlet için; “özerkliğini kazanmış bir milletin, belirli hukuk kuralları çerçevesinde örgütlenmiş son şekli” veya “milletçe oluşturulan tüm kurumların en başı” şeklinde tanımlar da yapılmıştır.

Batı dillerinde görebildiğimiz kadarıyla temelde iki eksen üzere bir kullanım söz konusudur: Birincisi, kökü itibariyle eski Yunanca’da “politeia” kelimesinden türeyen ve “yönetim biçimi” manasına gelen “polity” (Lat., İng. İtal. ve Alm.) ve “politie” (Fra.) kelimeleri; ikincisi yine eski Yunanca’da “status” kelimesinden türeyen ve “mevki” manasına gelen “statu” (Lat.), “state” (İng.), “état” (Fran.), “stato” (İtal.) ve “staat” (Alm.) kelimeleridir. Muhtemeldir ki, ikinci mana Ulus Devlete geçişten sonra Batı’da modern dönemde oluşturulmuş yeni bir kavramdır ve bu yüzden ziyadesiyle organizeli-kurumsal bir içeriğe sahiptir. Nitekim Aristoteles, eserinde; “Devlet (=politeia), toplulukların en yücesidir.” derken, Amerika Devletler Hukuku Enstitüsü ise şu tanımı yapmıştır: “Devlet (=state), politik bir amaçla organize olan ve belli topraklar işgal eden (ele geçiren) fertlerin topluluğudur.”²

Siyaset Adamı: Devlet yönetiminde rol alan, yönetimi altındakiler için siyaset üreten veya cezai yaptırım hakkına sahip olan kimse (=siyasî), demektir. İslam tarihinde bu yetkiye sahip kimseler için yarım düzineden fazla kelime kullanılmıştır: “Halife”, “imam”, “melik”, “emir,” “sultan”, “nâib”, “âmil” ve “vâli” gibi… Bunlar vazife farklılığı ve derece itibariyle birbirinden ayrılırlar. Kabul görmüş en üst makamda ise şüphesiz “halife” yer alır. İslam siyaset hukuku ile ilgili eserlerde bunların çizgileri net olarak bildirilmiştir.

Batı’da ise; siyaset adamı tabiri temelde eski Yunanca’da “politicos” kelimesinden türeyerek günümüze kadar ulaşır: “Politico” (Lat. ve İtal.), “politician” (İng.), “poltiker” (Alm.) ve “politicien” (Fran.) Ancak ilginçtir, kelimenin günümüz sözlüklerinde geçen bir karşılığı daha vardır: “Çıkarcı”. Buradan hareketle şöyle denilebilir: Batı zihninde politikacı, genel itibariyle, önce ve daima kendi partisinin menfaatini düşünen, bunun için laf cambazlığına soyunan, halkı aldatan yahut aldatmayı iyi beceren kimsedir. Esasen birçok film, makale ve karikatürde bu bakış açısının izlerini sürmek mümkün…

Türkiye’de de durum benzer şekildedir. Yapılan ciddi anket çalışmalarına göre, “siyasetçilere güveniyor musunuz?” sorusuna “evet” cevabı veren kesim yalnızca %1,5 ile %3’lük bir orana sahiptir.³ Bu husus ayrı bir çalışmayı gerektirmektedir.

B. Kur’an ve Hadisler:

Siyaset, devlet ve hükümet gibi kelimelere baktığımızda, bunların lâfzen Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerde geçmediğini görürüz. Bunun sebebiyse, İslam’ın meseleye ehemmiyet vermemesinden değil, Müslümanlar tarafından bu kelimelerin ancak daha sonraları -hicrî III. yüzyıldan sonra- kavramsallaştırmasından kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde akıl, edep, tevhid, akide ve siyer gibi pek çok İslamî kavram daha böyledir. Bunların içerik olarak zengin bir mana taşımaları, Müslüman âlimlerin konu hakkında eser vermeleriyle başlar. Siyaset kelimesi de böyledir. Ne var ki, taşıdığı geniş mana itibariyle, Allah’ın ayetlerinde ve Resulullah’ın (sa) sözlerinde birçok yerde bu kavrama işaret eden ifadelere rastlamak mümkündür. 

Konu ile ilgili yazılmış eserlerde delil getirilen ayet ve hadisler şöyledir:

1. Ayetler:

“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa, 57-58)

“Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk…

Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın…” (Maide, 48-49)

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir…

Onlar zalimlerin ta kendileridir…

Onlar fasıkların ta kendileridir…” (Maide, 44-47)

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)

“Onlara din işi konusunda açık deliller verdik… Sonra da seni din işi konusunda açık bir yola koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.” (Casiye, 17-18)

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran, 104)

“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar Bana kulluk eder ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur, 55)

“O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En’am, 165)

“Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir.” (Hacc, 41)

Bu ayetlerden başka Allah-u Teâlâ, Kitabının değişik yerlerinde, yeryüzünde güç ve yetki verdiği kimseleri anar ve onları över… (bkz. Talut, Zulkarneyn, Hz. Davud ve Hz. Süleyman ile ilgili ayetler) Ayrıca yeryüzünde iktidar sahibi olmayı, tebaası Müslüman olan halk için, adalet ve iyilik (ihsan) üzere olmaya şart koşar. (bkz. adalet, ihsan ve hüküm kelimeleri ile ilgili ayetler)

2. Hadisler:

“Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden (idarenizin altında-kilerden) sorumlusunuz. İmam (yönetici) çobandır ve güttüğünden (ra’iyyesinden) sorumludur…” (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî)

“Kıyamet günü, insanların Allah’a en sevgili olanı ve mekân olarak en yakını adil imamdır; en sevimsizi ve mekân olarak en uzak olanı da zalim sultandır.” (Tirmizî)

“Adil yöneticiler mahşer gününde Allah’ın yüce lütfuna mazhar olacakların başında geleceklerdir.” (Buharî)

“Hükmünde ve velayeti altındakilere adil davrananlar, Allah katında nurdan minberler (koltuklar) üzerinde oturacaklardır.” (Müslim)

“İmaret emanettir ve hakkıyla yerine getirilmezse kıyamet gününde rüsvalık ve pişmanlıktır. Ancak onu hakkıyla ifa edenler böyle değildir.” (Müslim)

“Allah kıyamet günü yedi sınıf kimseyi Kendi gölgesi altında barındıracaktır. Bunların ilki, adaletli imamdır…” (Buharî ve Müslim)

“Emanet (işi ehli olana vermek) kaybedilince kıyameti bekleyin!” (Buharî)

Bu neviden rivayetleri genellikle hadis kitaplarının “Ahkâm”, “Hadd” ve “İmâre” bölümlerinde rastlamak mümkündür.

C. Konunun Önemi:

Yukarıdaki ayet ve hadisleri dikkate alan İslam âlimleri, siyaseti, Müslümanların asla terk edemeyecekleri (farz-ı kifâye mertebesinde) bir uğraş, sorumluluk ve ilim dalı olarak görmüş, bu ilmin kaybolması yahut Müslümanların siyasetle ilgilenmemesini toplumun refahı için tehlikeli addetmişlerdir. Bununla ilgili eserlerde çok şeyler söylenmiştir. Örneğin;

İmam Gazalî, İhyau Ulumi’d-Din adlı eserinde, insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli iş, sanat ve mesleklerle ilgili tasnif ve tahlilleri yaptıktan sonra şunları söyler: “Bu saydığımız sanatların en şereflisi ve aslı siyasettir. Bunun içindir ki siyaset sanatı, kaynağında diğer sanatların aramadığı bir olgunluk ister. Ve yine bunun içindir ki, bu sanatın sahibi, diğer sanatları kendine hizmet ettirir… Zira din, dünya ile tamamlanır. Din ile sultanlık arkadaştır. Din asıldır, padişah onu korur. Kökü olmayan her temelin yıkılmaya mahkûm olması gibi, mülkün tamamlanması ve korunması için de sağlam bir hükümete ihtiyaç duyulur.”

Siyasetü’l-Mülûk’ün yazarı sufî Ebu Necib Suhreverdî’nin de güzel bir benzetmesi var:  “Bu dünya bir bahçe gibidir”, der. “Bahçenin duvarları devlettir. Devlet de bir vilayete benzer. O vilayetin bekçisi ve muhafızı dindir. Din de, bir caddeden çeşitli sokaklara giden yollara benzer ki, bu yollar, devlet başkanının dosdoğru gideceği yollardır. Devlet başkanı, milletin çobanı, yani koruyucusu ve gözcüsüdür… Millet ise kendisine adaletli davranılınca devlet başkanlarına itaatli ve saygılı olurlar. Adalete gelince, bu öyle bir esastır ki, âlemin esası ve sağlamca yürümesi bununla sağlanır.”

Yine büyük fakih İbn Abidin Reddu’l-Muhtar adlı eserinde siyaseti önemine binaen şu şekilde tanımlar: “Dünya ve ahirette kurtuluşlarına vesile olacak yola irşad etmek için beşeriyetin salâh ve menfaatlerine çalışmaktır.”

Özetçe, İslam âlimlerine göre; Müslüman için imandan hemen sonra adil bir siyaseti (şer’î bir yönetimi) istemek gelmektedir. Zira imanı korumak için İslam hukukuna, İslam hukukunu (şeriatını) oluşturabilmek için de İslamî bir devlet ve yönetim anlayışına ihtiyaç duyulmaktadır. Bunu sağlayacak olan kişi (âmir, imam veya halife) ise, İslam hukukunu ve siyasetini iyi derecede bilmelidir. Nitekim İslamî bir devletin öncelikli amacı, Allah’ın Kitabında bildirdiği emir ve yasakları halkın arasında dengeli ve adilane bir şekilde uygulamak, her türlü fitnenin ve fücurun kökünü kazımak, aynı zamanda onların itikadî ve ahlakî eğitimlerini tamamlamaktır. Bu hususta siyaset, elzem bir araçtır.⁴

D. İlk Eserler:

Esasen siyaset sahasında yazılı ilk örnekleri, meşru dört halifenin çeşitli beldelere gönderdiği emirnameler teşkil etmektedir. Bunlar arasında en meşhuru, Hz. Ali’nin, Eşter Nehaî’ye yazdığı mektuptur. Bunun gibi, İmam Malik’in Harun Reşid’e yazdığı ve siyasî öğütler içeren mektubu da zikredilebilir. Müstakil manada ilk eser veren ise, miladî VIII. yy.da yaşayan Abdülhamid el-Katib’dir. Günümüzde fazla tanınmamakla birlikte, İslam-siyaset tarihinin bilinen en eski müellifidir; eserini 746 yılında yazar. Ancak o, siyasetin devlet yönetimi kadar, nefsin yönetimi olduğunu da söyler. Böylece siyaset kavramına erken dönemde bir ahlâk anlayışı yükler ve kendisinden sonra yazılan siyaset-nâmelerin bir nevi temelini oluşturur.

Din-devlet ve siyaset üzerine eser veren diğer Müslüman müellifler, tespit edebildiğimiz kadar, sırasıyla şu şekildedir:

Arap dil ve edebiyatçısı Abdullah b. Mukaffa (öl. 142/759), Abbasi veziri Tahir b. Hüseyin (öl. 218/833), müfessir ve kelâmcı İbn Kuteybe (öl. 276/889), siyasetçi Muhammed b. Haris Sa’lebi (IX. yy.), filozof ve mantıkçı Farabî (öl. 339/950), filozof Ebu’l-Hasen el-Âmirî (öl. 381/992), hekim ve filozof İbn Sina (öl. 428/1037), fıkıh ve usul alimi Ebu’l-Hasen Maverdî (öl. 450/1058), devlet adamı ve şair Yusuf Has Hacib (öl. 468/1077), hükümdar Keykavus b. İskender (öl. 477/1085), Büyük Selçuklu Devletinin veziri Nizamu’l-Mülk (öl. 485/1092), Hüccetu’l-İslam İmam Gazalî (öl. 505/1111), mutasavvıf Ebu Necib Suhreverdî (öl. 563/1168), edebiyatçı Sa’di Şirazî (öl. 691/1292), Şeyhu’l-İslam İmam İbn Teymiyye (öl. 728/1328), öğrencisi allame İbn Kayyım el-Cevziyye (öl. 751/1350), mutasavvıf Seyyid Ali el-Hemedanî (öl. 786/1384), tarihçi İbn Haldun (öl. 808/1406), hadis ve fıkıh alimi Musannifek Bistamî (Şahrudî) (öl. 875/1470) ve Osmanlı mütefekkiri Kınalızâde Ali Efendi (öl. 979/1572).

Bu isimlerin bir kısmı (İbn Mukaffa, Has Hacib ve Nizamu’l-Mülk gibi) konuyu, devlet adamına ahlakî öğütler vermek suretiyle işlemiş; bir kısmı (Farabî, İbn Sina ve İbn Haldun gibi) felsefî açıdan değerlendirmiş; bir diğer kısmı da (İbn Teymiyye, Maverdî ve Bistamî gibi) İslam yönetim hukukundaki şer’î kuralları dile getirmek şeklinde ele almıştır.

Batı’ya gelirsek; siyaset sahası ile ilgili olarak bilinen ilk eserin (Devlet) sahibi antik Yunanlı düşünür Platon’dur. (Eflatun, öl. MÖ. 347) Onun hemen ardından ise “Politika” adlı eseriyle öğrencisi Aristoteles gelir. (Aristo, öl. MÖ. 322) Bunlardan sonra Romalı devlet adamı ve şair Marcus Tillius Cicero (öl. MÖ. 43) “Devlet Üzerine” adlı bir eser yazar. Teokratik dönem boyunca Batı’da siyaset üzerine eser yazana pek rastlanmaz. Ta ki Machiavelli (öl. 1527) “Hükümdar” adlı bir eser yayınlatana dek. Ardından diğer düşünürler eser vermeye başlarlar: Thomas Moore (öl. 1535), Étienne de La Boétie (öl. 1563), Jean Bodin (öl. 1596), Spinoza (öl. 1677), Tommaso Campanella (öl. 1639), Thomas Hobbes (öl. 1679), John Locke (öl. 1704), Montesquieu (öl. 1755), Jean Jacques Rousseau (öl. 1778), Alexis de Tocqueville (öl.1859), Arthur Schopenhauer (öl. 1860), Karl Marx (öl.1883), Friedrich Engels (öl. 1895) ve Max Weber (öl. 1920). Bu isimlerin bir kısmı (Moore ve Campanella gibi) konuyu ütopik bir yaklaşımla ele alırken, bir kısmı (Rousseau ve Tocqueville gibi) salt hukuksal düzlemde, diğer bir kısmı da (Marx, Engels ve Weber gibi) ideolojik ve felsefî şekilde ele alırlar.

E. Hülâsa:

Siyaset denilince bugün medyada çıkan, kahvehanelerde konuşulan veya üniversitelerde tartışılan siyasetten başka bir olgu olduğunu bilmek gerekir. İslam siyasete, diğer ilim dalları gibi bir değer atfederek bakar, hatta toplulukların idamesi için onu elzem görür. Bu hususta hem Allah’ın ayetlerinde, hem Resulullah’ın (sa) sünnetinde, hem de Hülafa-i Raşidin’in hayatlarında yeteri kadar örnek mevcuttur.

İş böyle olmakla birlikte, cahiliye kültüründe yaygın olan anlayış, siyasetin kirli bir iş olduğu ve partizan hareketten başka bir şey olmadığı yönündedir. Bu durum Müslümanın siyasete olan ilgisini azaltmakta, devlet talebini unutturmakta ve maalesef onu zillete duçar kılmaktadır. Oysa İslam’ın şer’î yasaları (siyasetu’s-şeriyye) evrenseldir, ilahîdir ve bir bütündür, bölünme kabul etmez. Bu yasaları yüce Allah, elçisi Muhammed’e (sa) indirmiş; ister Batılı olsun, ister Doğulu olsun, hiçbir kültürel farklılık gözetmeksizin tüm insanlığa emretmiştir. Allah’ın siyaseti her ailenin, her topluluğun ve her devletin siyasetidir. Hukukçuların kendi kısıtlı akıllarıyla oluşturamadıkları kadar kâmildir. Bu sebeple asrın tesiri onda görülmez, zamanla eskitilemez…

Son olarak; şehit Seyyid Kutup, bu konu hakkında şunları söyler:

“İslam, insan toplumunda hakimiyetin Allah’ın ve O’nun sisteminin olmasını ister. Bu mutlak hakimiyeti Allah’ın yarattığı birinin eline almasını haram kılmıştır. Allah’ın nizamı dışında yapılmış bütün sistemleri yasaklar. İslam bunu açık bir küfür ve tam bir şirk sayar. İslam’ın bir şekli vardır: Allah’ın ilahlıkta tek ve nizamının -insan hayatını kontrol edecek- tek nizam olduğunu kabul etmek. 

Zira bu kabul, la ilahe illellah sözünün en yakın anlamıdır.”⁵

Dipnotlar:

(1): Bkz. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, “Siyaset” maddesi, madde yazarı: Bilal Eryılmaz, Risale Basın Yay. 1990, c: 3, sf: 423-425. Siyaset Bilinci, Yaşar Kaplan, Denge Yay. 1998. sf: 11-19. Devlet ve Politika, H. Mustafa Genç, Âlem Yay. 1995 sf: 184-187. Farabi ve İbn Haldun’da Siyaset, Lokman Çilingir, Araştırma Yay. 2009. Sf: 10-11.

(2): Bkz. Devlet ve Politika, H. Mustafa Genç, Âlem Yay. 1995 sf: 54-55.

(3): Bkz. Müslüman Zihinler, Riaz Hassan, Doğan Kitap, 2008. 4. Bölüm, sf: 137. Yerel Siyaset Dergisi, “Yerel Siyasetçiler Birer Kahramandır Ama 2” makalesi, makale yazarı: Erol Kaya, Nisan 2006. Siyasetçinin Yol Haritası, Hulusi Şentürk, Okutan Yay. 2006. sf: 11-16.

(4): Bkz. İslam ve Siyasî Duruşumuz, Abdülkadir Udeh, Pınar Yay. 1995. sf: 77-86. İslam’da Siyasî Sistem, Mevdudî, Özgün Yay. 1997. Sf: 42-44. Sosyal Hayatta İslamî Terbiye, Yusuf el-Kardavî, İlke Yay. sf: 67-68.

(5): Din Bu, Seyyid Kutup, Özgün Yay. 1999. sf: 43.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ