Ebubekir Armağan
Son dönemlerde gündeme gelen-getirilen kürtaj; yani anne karnındaki ceninin/yavru insanın, hayatına çeşitli tıbbi yöntemler uygulanarak son verilmesi mevzusunda tartışmalar dini ve seküler/profan bir düzlemde, iki ayrı kutupta, farklı argümanlarla cereyan etti, ediyor.
Müslümanlar ve bir takım vicdan sahipleri meseleyi “ceninde olsa anne karnındaki bir varlığın hayatına son verilmesinin cinayet olduğu” vurgusu ile tartışırken, öte tarafta seküler/profan düzlemde hayat sürmeye devam eden ideolojik gruplar ve benzeri bir takım güruh, beden üzerinde yegâne hak sahibinin kendileri olduğu iddiası ile birlikte özgürlük söylemleri ile tartışmaya katıldılar.
Kürtaj, salt hukukun bir meselesi olarak, özgürlük, hak, bağımsızlık ya da cinayet gibi bir takım hukuki terimlerle tartışmaya açılırsa şayet, meselenin boyutunun bütünüyle bir aydınlığa kavuşması mümkün olamayacaktır, en azından biz Müslümanlar açısından.
Kürtajı/yavru insanın hayatına kastetmeyi bir hak olarak savunan zihniyet, meseleyi hiçbir surette tıbbi veya hukuki olarak tartışmamaktadır. Onlar meseleyi yukarıda zikredildiği gibi özgürlük, bağımsızlık ve beden üzerindeki mülkiyet hakkından (!) yola çıkarak irdelemektedirler. Öyle ya! Beden onundur, dolayısı ile istediği her şeyi bedeni üzerinde uygulama hakkına sahiptir.
Modern insanın en büyük yanılgılarından birisidir bu. Teknolojik imkânları her geçen gün artan insanoğlu, emeği ile ortaya koyduğu ürünü kendi yaratmış gibi görmekte ve bununla dünyaya, Allah’a meydan okumaktadır. Bir kadın ve bir erkeğin birleşmesi neticesinde kadının rahminde bir yavru insanın meydana gelmesini de bunun gibi okumaktadır. O çocuğu kendisi üretmiştir. (Bu tutum bizlerin dahi sözlerine yansımıştır. Bir aile çocuk sahibi olmak istiyorsa şayet “yapmak” fiilini kullanmak suretiyle adeta çocuğu var edenin kendileri olduğu iddiasını dillendirmektedirler, çoğunlukla farkında olmadan…)
Eğer kendi yapmışsa (!) o halde onu öldürebilir de. Bunda hiçbir beis de görmez. Çünkü karnındaki insan yavrusunun sahibini kendisi olarak görmektedir, kendi bedeninden bir parça olarak. Onun üzerinde her türlü uygulamayı, vahşi operasyonları kendine hak olarak görebilir.
Müslümanların meseleyi ele alış tarzı ise hukuki ve tıbbi olmaktan öteye geçmemektedir. Hatta mesele tıbbi bir takım verilere dayanılarak, anne karnında insan yavrusunun hayatına son verilirken nasıl korkup refleks verdiğinden bahsedilerek dramatize edilmektedir. Elbette bu da gereklidir; lakin meselenin derinliğini izahtan varestedir.
Kürtaj meselesi basit bir tıbbi o p e r a s y o n d a n ziyade aslında arka planında varlık/eşya tasavvurunun; yani bir dünya görüşünün şekle bürünmüş halini yansıtmaktadır. Bu tarih boyu süre gelen Tevhid-Şirk arasındaki kadim kavganın günümüzde dışa yansıyan halini ortaya koymaktadır.
Tevhid, insanın, her şeyi yoktan var eden Allah’ı, kendisi ve hemcinsi ile kendisi ve hayvanat ile kendisi ve nebatat ile kısacası eşya ile kurduğu münasebette, ilişki biçimini belirleyen olarak Allah’ı tayin etmesidir. Kısacası Allah’ı varlığının her aşamasına müdahil kılma eylemidir. Bu mana da “insanın ve eşya”nın Meliki, Rabbi ve İlahı olan Yüce Allah, insanın eşya ile olan münasebetinde belirgin ve kesin sınırlar çizer. Bu O’nun mutlak hakkıdır; çünkü her şeyi yoktan var etmiştir.
İnsanın prototipi olan Hz. Âdem ve Havva’ya da: “Siz ikiniz cennete yerleşin. Orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın.” (Bakara, 35) emri doğrultusunda, eşya ile olan münasebetlerinde bir sınır olduğu hatırlatılmış, özgür olabilecekleri; lakin Allah’tan bağımsız olamayacakları gerçeği ile imtihan edilmişlerdir. Eşya üzerinde yegâne tasarruf hakkı Allah’a ait olduğu vurgulanmıştır. Hz. Âdem ve Havva ise Allah’ın sınırlarını ihlal ettikleri için ilk yurtlarından uzaklaştırılmışlardır.
Aynı şekilde Kur’an’da kıssaları geçen bahçe sahipleri, Karun, Nemrut gibi kişiler Allah’ın kendilerine vermiş olduğu mülkleri üzerinde yegâne tasarruf sahibi olarak kendilerini gördükleri ve Allah’tan bağımsız olduklarını zannederek günaha bulaşmış, yeryüzünde Allah’ın kendilerine verdikleri ile fesat çıkarmışlar ve bundan dolayı cezalandırılmışlardır.
Şirk ise Tevhidin tam zıddı olarak, insanın eşya ile münasebetini, heva ve hevesine tabi olarak dizayn etmesi tutumudur. Müşrik hiçbir zaman Allah’ı hayatına müdahil kılmaz. Allah’tan başka her şey vardır onun hayatında: ideolojisi, ekonomik özgürlüğü, kurumları vs. Şirk bulaştığı her yerde kaosa, parçalanmışlığa ve felakete yol açar. Devlete girer, onu parçalar, insanı ruhbeden olarak parçalar, hayatı kamusal-kamusal olmayan olarak parçalar. Bunun örneklerini insanlık tarihi boyunca görmek mümkündür.
Bu durumda kürtaj, işte bu Tevhit ve Şirk penceresinden okunduğunda sağlıklı bir zemine oturabilir. Müslümanlar meseleye şu gözle bakarlar, bakmalıdırlar: eşyanın tümünde olduğu gibi beden üzerinde de tasarruf sahibi Allah’tır. İnsanın kendi bedenim diye varsaydığı nesne kendinin değil Allah’ındır. Kadın ise rahminde Allah’ın yarattığı insan yavrusunun emanetçisidir, sahibi değil. O’nu oraya yerleştiren Allah’tır. Türlü evrelerden geçirerek onu ete ve kemiğe büründürüp ruhundan üfleyen de O’dur. Şu halde Allah’tan başka hiçbir kişi, kurum, ideoloji, sözüm ona hukuksal bir takım gerekçeler insana emanet verilen beden üzerinde tasarruf hakkına sahip olmamalıdır. Müslümanlar buna karşı durmalıdır; çünkü bu da Tevhidin gereğidir.
Bu durumda “kürtaj/yavru insanın hayatına cinayet ile son verme tutumu” Allah’ın mülkü üzerindeki tasarruf hakkına bir başkaldırı, bir itirazdır. Şu halde mesele salt bir cinayet meselesi değil, apaçık bir meydan okumadır, şirktir.
İnsanın özgürlüğünden söz etmek mümkündür. İnsan bir bebeği öldürecek kadar özgürleşebilir.(!)Bir hayvan gibi, hatta bir hayvandan daha aşağı bir yaşamda sürebilir. Fakat insanın yaşadığı hayatında bağımsız oluşundan ise asla söz edilemez. İnsan ya hevasının peşinde, ideolojilerin, kurumların, kişilerin ya da dünyanın müptelasıdır.
Bu durum insana, kendisini sınırlayacak bir gücün olmaması durumunda, sınırsız özgürlük anlayışını, sözüm ona kimseye bağımlı olmadığı hissini verebilir. Kürtajı savunanların kendi özgür ve bağımsız kararları olduğunu söylüyorlar. Fakat bu tutumları aslında, hevalarına, inandıkları ideolojilerine, ya da dünya görüşlerine bağımlı olduklarının nişanesidir.
“Bedenim üzerinde iznim olmadan kimsenin tasarruf hakkı yoktur” diyerek, feminist bir argümanla salvolar savuran kürtaj savunucuları, insan bedeni üzerinde ikiyüz yıldır ideolojilerin, ideolojileştirilmiş bilimin yol açtığı tahribatı görmezden gelmektedirler. Onlar insanın varoluşsal anlamda bağımsızlığından söz etmektedirler aslında. İnsanın hakikat ile olan bağını yok saymaktadırlar. Allah’a uzak, hâşâ Allah’tan bağımsız ama O’ndan başka her şeye bağımlı…
Oysaki ölüm insanın en büyük bağıdır. Tıpkı doğumunda olduğu gibi ölümünde de seçme özgürlüğü yoktur. Gün gelir ve ipi çekilir insanın. Dolayısı ile ontolojik olarak bir bağımsızlıktan söz edilmesi imkânsızdır. Allah insanın ne yapıp ne ettiğini görmektedir, her an gözetme halindedir. Tevhit ise haddi zatında her türlü bağımlılıktan, Allah’a sığınmak ve O’na bağımlı olmaktır. Bu ise insanı gerçekten ve mutlak manada özgür ve bağımsız kılar.
Gerçekte kendini özgür zanneden kürtaj savunucuları belki de mutlak anlamda özgürlüğün tadını alamadıkları için anne karnındaki “ceninden/yavru insandan” hırslarını çıkarma girişiminde bulunmaktadırlar. Yoksa hangi aklı başında zihniyet, selim kalp sahibi insan böylesine vahşeti masum bir davranış olarak niteleyebilir?
Sonuç olarak kürtaj bilimsel bir takım veriler ile desteklenip dramatize edilerek karşı çıkılıp, salt “birinin ölümü” olarak değerlendirilemeyecek kadar derin bir mesele olarak karşımızda durmaktadır.
Kürtaj bir tarih boyu süre gelen şirk medeniyetinin meydan okumalarından biridir. Kürtaj şirkin doğal bir neticesidir. Müslümanlar olarak bizlerde, elbette ki “bir insanın ölümü” olarak da bakacağımız bu meseleyi daha derinlemesine okumak ve daha derinlikli / nitellikli olarak karşı çıkmakla mükellefiz.
Kürtajı savunanlar ve anne rahmindeki cenini/yavru insanı katledenler muhakkak Allah’ın huzuruna havale edilecekler ve hesapları görülecektir. Kendilerine, kendilerinin vahşice katlettikleri bebeklere tercihlerini sormadıkları gibi, sorulamayacaktır. O gün soru sorulacak olanlar masum, günahsız şekilde katledilen bebeklerdir.
“Güneş katlanıp dürüldüğünde, Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde, Gebe develer salıverildiğinde, Vahşi hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, Denizler kaynatıldığında, Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde, Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda, "Hangi günah sebebiyle öldürüldü? diye. (Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında, Gökyüzü sıyrılıp alındığında, Cehennem tutuşturulduğunda, Ve cennet yaklaştırıldığında, Kişi neler getirdiğini öğrenmiş olacaktır.” (Tekvir, 1-14)