Mehmet Kürşat
Ahlak Sabretmek, her türlü halin Rablerinin bir imtihanı olduğunu bilen insanların, etraflarına bu gözle bakmasıdır aslında. Bu anlayış kadere imanın bir gereğidir.
İnsanların varlık nedeni nedir?
Bu soruya verilebilecek pek çok cevap olsa gerek. Birilerine göre tüketmek-üretmek, birilerine göre çoğalmak, birilerine göre savaşmak veya gününü gün etmek. Verilebilecek o kadar çok cevap var ki, saymakla bitecek gibi değil.
Hemen her insanın kafasında bu soruya verilmiş bir cevap var. İşte burada Müslümanlar ile diğerlerini ayıran nokta ortaya çıkar: İnsanın varlık nedeni Allah’a kulluktur. Bu cevap, insanın varlık sebebi için söylenebilecek en isabetli ve güzel olan cevaptır. Zaten, Rabbimiz ve İlahımız olan Allah (cc) da “Ben insanlar ve cinleri yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56) buyurarak bu cevabı bizzat ortaya koymuştur.
Öyle ise kul olmak nedir? Nasıl izah edilir? Nasıl yerine getirilir? Bu sorular, verilen cevabın ilk anda akla getirdiği ve mutlaka cevaplanması gereken ve cevaplanmadığı takdirde ilk cevabın anlamsız kalacağı ikincil sorulardır.
Elbette Rabbimizin Kitabı ve Habibinin Sünneti bu soruların cevabını en açık şekilde vermektedir. “Allah’tan (cc) başka ilah yoktur ve Muhammed (as) onun kulu ve elçisidir.” diyerek, ibadetleri yapmak, helallere yönelip haramlardan kaçmak ve her türlü musibete, engele ve zorluğa karşı direnmektir kulluk. Kulluğun gerektirdiği ve Rabbimizin, içinde olduğumuz hal ne olursa olsun bizden beklediği davranışlar var.
Kulun kendisinden beklenen davranışları yapmak için gösterdiği gayrete Sabır denir. Elmalılı Hamdi Yazır sabrı, acıya katlanmak, onu geçirmek için dayanmak ve karşı koymak olarak tanımlar. Her felahın, her başarının anahtarı sabırdır der. Ona göre baştaki darlığın sıkıntının geçmesi için Allah’ın (cc) yardımını celbedecek sebeplerin başında sabır vardır.
Rabbimiz bizzat kendisi Bakara suresinde 45 ve 153. ayetlerde sabırla ve namazla yardım dilememizi emretmiyor mu? Ve yine Rabbimiz Asr suresinde hüsrana uğrayacak olan insanlığın içinden, iman edip salih amel işleyenleri ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenleri müstesna tutmuyor mu? İşte burada merkeze alacağımız sorulara geliyoruz:
Sabır nedir? Nelere sabretmeliyiz? Niçin sabretmeliyiz? Ve nasıl sabretmeliyiz? Buhari’nin Sahih’inde geçen bir hadisi şerifte Resulullah (as) şöyle buyuruyor: “Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür.” Hz. Ömer’in (ra) Ebu Musa el-Eş’ari’ye (ra) yazdığı bir mektupta, sabır hakkında şu ifadelere rastlanır: “Ya Ebu Musa! Sabra devam eyle. İyi bil ki sabır ikidir; biri diğerinden efdaldir: Musibetlere sabır güzeldir; lakin Allah’ın haram kıldıklarından sabredip uzak kalmak daha efdaldir. Yine iyi bil ki, sabır imanın kıvamıdır. Bu sebepten takva, yani Allah’ın yasaklarından korunup kaçmak, iyiliklerden, ihsanlardan efdaldir. İyilikler, ihsanlar hep güzel şeyler. Fakat günahlardan korkup kaçmak, iyiliklerin, ihsanların ta kendisi ve daha da efdalidir.”
Bu iki ifadeden de anlaşılacağı gibi sabır bir Müslümanda mutlaka olması gereken ve olmazsa olmaz bir özelliktir. Çünkü sabredemeyen insanlar ve onların oluşturduğu cemiyetler, Allah (cc), onları denemek için mallarından, canlarından ve ürünlerinden kıstığında ve onları korku ve açlıkla karşı karşıya bıraktığında gerektiği gibi davranamayarak acele ederler ve Rablerinin müjdesinden mahrum kalırlar. (Bakara: 155)
Musibetlere sabır, isyan etmemek, rabbe yönelip dua etmek, hamt edebilmek şeklinde tezahür eder. Sabredebilen kişi musibetler karşısında şu üç şey için Rabbine hamd edebilen kişidir. Başına gelenlerin imanı ile alakalı olmaması, daha kötü bir hal ile karşılaşmamış olması ve sabrının karşılığında günahlarının af olunacağının vaad edilmiş olması.
Rabbimizin haram kıldıklarından sabredip uzak durmak nasıl olur?
Kişinin haramlardan kaçması, helallere yönelmesi ve farz ibadetleri yerine getirmesi, kişinin hayatının doğal seyrini değiştirmiyorsa (örneğin zaten içki içmeyen bir insanın içki içmemesi gibi) bu durum kişiye ağır gelmez. Lakin yapılan işler ve kaçınılan haramlar kişiye bedel ödetecek ve kişinin nefsini zorlayacak bir hal alırsa, (başlarını örttükleri için zulme uğrayan ve okullarına alınmayan, aynı zamanda ailesi ve çevresinden sürekli açması yönünde telkin alan, belki de nefsi de istediği halde Rabbinin isteklerini yerine getirmek için direnen Müslüman kızların hali gibi) işte o zaman sabra duyulan ihtiyaç açıkça ortaya çıkar. O an, Rabbimizden sabrı üzerimize sağanak yağmurlar gibi yağdırmasını istemenin vaktidir.
Hastalandığında, yaralandığında, sevdiklerini kaybettiğinde, malına zarar geldiğinde sabredebilen Müslüman ibadetlerini yerine getirmede, nafile ibadetleri çoğaltmada, iyiliği yakalamada, dini yaşamada ve bu esnada karşılaştığı sıkıntılara katlanmada da sabrını ortaya koyabilmelidir. Sabretmek, her türlü halin Rablerinin bir imtihanı olduğunu bilen insanların, etraflarına bu gözle bakmasıdır aslında. Bu anlayış kadere imanın bir gereğidir. Olan her şey olmuştur ve artık geriye dönüp onları değiştirmenin bir yolu da yoktur. Gerçekleşen hadiselere, kaza ve kaderin gerçekleşmesi olarak bakabilen fertler, olaylar karşısında ani tepkiler göstermekten, sonradan pişman olacakları işler yapmaktan ve sözler söylemekten, kendilerine ve içerisinde bulundukları cemiyetlere zarar verecek davranışlardan kaçınmakta zorlanmazlar. Onlar öfkelendiklerinde ayakta iseler otururlar ve oturuyorlarsa uzanırlar, sözün özü biraz beklerler, düşünürler, ilk tepkinin geçmesinin ardından aklıselim ile karşılık verirler. Gerektiğinde susabilmek, gerektiğinde uzaklaşabilmek, kaçabilmek, katlanabilmek veya her şeyini kaybetmeyi göze alarak ileri atılabilmek, mallarını ve canlarını cennet karşılığında Rablerine satabilmek, konuşabilmek hep sabrın ürünüdür.
Bu anlayış onları, evladını yitirdiğine hüznünü Rabbine havale eden Yakub’un, her türlü felaketi göğüsleyen Eyyub’un, kardeşi tarafından öldürülen Habil’in, Calut’un ordusunun karşısına dimdik çıkan Talut’un ve ordusunun, ateş çukurunun yanında sırada bekleyenlerin, mancınığın içinde Rabbine yönelen Halilullah’ın, çarmıha gerilmek istenen Ruhullah’ın, Kâbe’de kafasına deve işkembesi dökülen, Taif’te taşlanan, hendek kazarken karnına taş bağlayan, Huneyn Günü canını hiçe sayıp ileri atılan, müşriklere kafa tutan Resulullah’ın, canlarını satanların, etleri demir taraklarla kemiklerinden ayrılanların, kafaları testerelerle koparılanların, zulümler karşısında mağaraya sığınanların, boykot sırasında deve derilerini kaynatıp suyunu içenlerin, “Rabbimiz Allah’tır!” dediği için öldürülenlerin mirasçısı kılar.
Hattı zatında hiçbir aklıselim göz göre göre ateşe atlamaz (Ashab-ı Uhdud gibi), ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesine razı olmaz (Firavn’ın sihirbazları gibi), kendilerinin bin katı bir ordunun karşısına çıkmaz (Talut’un ordusu gibi), kendini ateşe fırlatacak bir mancınığa oturmaz (Hz. İbrahim gibi), evlerini barklarını terk edip bilmedikleri bir yere hicret etmez (Ashab-ı Güzin gibi), malının tamamını infak etmez (Hz. Ebu Bekir gibi) vesselam...
Bu örnek şahsiyet ve toplulukları bu amelleri yapmaya sevk eden amil nedir? İstisnasız tamamı “KÜLFETTEKİ NİMETİ GÖRMÜŞLERDİR”.
İçine atıldıkları ateşi cennetin kapısı olarak görmeseler, harcadıkları mallarını, Cennet’te sonsuz nimetler olarak alacaklarını idrak etmeseler, Allah’a isyan eden bir elin ve ayağın varlığındansa, kulluğu gereği kesilmiş bir el ve ayağın, kendini Rabbe giden yolda taşıyacağını fark etmese, zahmetli göçü, rahmetli geleceğin müjdesi olarak algılamasa, devasa orduların Allah’ın gücü karşısındaki aczini idrak etmese ve o mancınığın kendisini rıza-i ilahiden başka bir şeye atamayacağını bilmese, kim katlanır bu sıkıntılara?
Sabır önüne çıkan imtihanlar karşısında, Rabbinin kendisinden beklediği davranışı göstermektir. Sabır umulan sonuçların oluşması için fiille yapılan bir duadır. Sabır katlanmak değil, külfetteki nimeti görmektir. Sabır öfkeyi yenmektir. Sabır İslam davetçisini en müstesna azığı, ona sunulan en kıymetli nimettir.
İnsanlar kavramlarla düşünürler ve anlaşırlar. Tarih boyunca belirli anlayışların ve dinlerin tahrifleri, her zaman, onların dayandıkları temel kavramların içlerinin boşaltılması veya içeriklerinin başka şekillerde doldurulmasıyla olmuştur. Hıristiyanlığın tahrif sürecinde Hz. İsa’nın getirildiği konum, bunların en barizlerindendir. İslam dinini tahrif edip onu toplum hayatından dışlamayı düşünenler, hem kendi kaynaklarını hem de bazı Müslümanları kullanarak, dinin temellerini oluşturan birçok kavramı (içeriğini değiştirerek veya insanların lügatlerinden bu kavramları dışlayarak) tahrif etmişler veya etmeye çalışmışlardır. Tağut, rab, ilah, şehadet, zikir ilk akla gelenlerden…
İslam dininde belirleyici bir yeri olan sabır kavramı da tahrif bombardımanına uğrayan kavramlardandır. Sabır, kimi zaman her şeye, her halükarda katlanmak, susmak, sineye çekmek olarak tanımlanmış ve pısırıklıkla eş anlama getirilerek İslamî muhalefetin önü kesilmiştir. Bu tür anlayışı benimseyen insanlar, var olan İslamî veya gayri İslamî her türlü otoritenin zulümlerine sessiz kalarak kendi hallerinde bir yaşam sürmüşlerdir.
Kimi zaman da sabır lügatlerden tamamen çıkartılarak, insanların daha aceleci, her şeyin hemen olmasını isteyen ve yaşarken idrak etmeyi bekleyen kimselere dönüşmesine sebep olmuştur. Neticede düşmanlarının oyunlarına çabucak gelen, kolayca yönlendirilebilen, vakti gelmeden tavır koyan ve kolayca pes eden topluluklar doğmuştur.
Resulullah’ın Ebu Cehil’e defalarca gittiğini unutup, ilk çağrıya cevap alamayınca bıkan davetçiler… Sabrı sadece savaş yazıldığında geri durmamak olarak algılayan, Resulullah ve sahabesinin boykot yıllarında sergiledikleri sabrı göremeyen mücahitler…
Tevbe kapısını unutup günahlarını bahane ederek davadan vazgeçen fertler... Her insanın hata yapabileceğini bildiği halde yapılan hatalardan dolayı yılgın düşen eğitimciler...
İşte bütün bu sayılanlar bu anlayışın ürünleri! Belki de bu anlayış, onların temel hedeflerinin, Allah’ın rızasını kazanmaktan başka noktalara doğru kaymasına sebep olmuştur.
Sabrı doğru kavramak, sonuçta Rasulullah’ın ve sahabesinin oluşturduğu topluluğu doğuracaktır. Her şeyi vakti henüz gelmedi diye ertelemek ne kadar yanlışsa, vakti gelmeyen şeyleri yapmak da o kadar yanlıştır.
Sabır gerçekte nedir?
Sabır, amellerin hedefi, Allah’ın (cc) rızasını kazanmak olarak tanımlandığında, ondan gelen mesaj layıkıyla okunduğunda ve alınan her bir mesajı hayata geçirmek gaye edinildiğinde, kolayca kazanılabilecek bir haslettir.
Kur’an’da şöyle geçer:
“Sabredenlere, felaketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer: 10)
“Fakat sabredip (kendisine yapılan kötülüğü) bağışlayanın işi, işte bu, benimsenmeye değer işlerdir.” (Şura: 43)
“Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin.” (Al-i İmran: 200)
“Ey iman edenler! Sabırla ve namazla yardım dileyin. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 153)
“İçinizdeki mücahitlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar elbette sizi deneyeceğiz.” (Muhammed: 31)
Hadislerde şöyle geçer:
“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa şayandır. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim)
“Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman, (sabredip) ecrini Allahtan bekleyen mü’min kulumun katımdaki karşılığı cennettir.” (Buharî)
Gerek ayetlerde gerekse de hadislerde ortaya konan hakikat ve vaadler, sabrı bir yaşam haline getiren ve bu yolda çaba sarf edenler içindir. Sabırlı insanın, ahirette alacaklarının yanı sıra dünyada insanlar arasında da alacağı birçok mükâfatı vardır. Gerek ailesinin, gerekse de içinde bulunduğu topluluğun dirlik ve düzeni bunlardan sadece bir tanesidir.
Sabrın olduğu bir yerde asla barınamayacak bir kavram varsa, o da öfkedir. Öfke ile hareket eden insanlar çokça pişmanlık duyarlar ve telafisi mümkün olmayan hataları işleyebilirler. İslamî bir toplumun fertleri arasındaki kardeşliğin temel dayanaklarından birisi de öfkenin yenilmesidir. Öfkeyi yenmek, sadece haksız olunan durumlar için değil aynı zamanda haklı olunan durumlar içinde bir zarurettir.
Buharî’de geçen bir hadiste Resulullah: “Gerçek babayiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiğinde nefsine hâkim olabilendir.” buyurmuştur. Tirmizî’de geçen başka bir hadiste ise: “Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi Allah, kıyamet günü herkesin gözü önünde çağırır, huriler arasından dilediğini seçmekte serbest bırakır.” buyurarak öfkeyi yenmenin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir.
Her insanın öfkeleneceği hadiseler farklı farklıdır. Asıl olan insanın öfkesini yenebilmesi ise de bir defa öfkelendikten sonra sakinleşebilmek (ki bunun yolu şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak’tır) ve öfkeli iken işlenen hatalardan geri dönebilmek de çok önemlidir. Kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında ise merhametli olmak Müslümanların temel vasıflarındandır. Her iki vasıf da öfkeden arınmış ve neyi, ne için yaptığını bile insanlarda barınabilecek hasletlerdir. Her halimiz iyi düşünülerek alınmış bir kararın sonucuysa ve karşılaşacağımız engellere karşı kuşanılmış sabrımız varsa, işte o zaman Allah’ın razı olacağı bir konuma gelmişiz demektir. Ne yapmalı?
O halde, Rabbimizin rızasını kazanmak, onun vaad ettiklerine ulaşabilmek ve sabrı bir hal olarak üzerimize alabilmek için her bir ferdin ayrı çaba göstermesi gerekir. Sabrı kazanmanın yolu, Resulullah’ın, sahabenin ve geçmişte sabredip mükâfatlara erişenlerin hayatında tanımlanmıştır. Bu örnek hayatlara baktığımızda, örnek
şahsiyetlerin nasıl inşa edildiğini görebiliriz. Allah’ı çokça zikretmek, salih amelleri terk etmemek, tefekkür, kişinin aczini idrak ve itiraf etmesi, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden bir topluluk olmak, sabrı kuşanan bir neslin inşasında kullanılacak temel girdilerdir. Unutulmaması gereken bir şey varsa o da: Her bir insanın imtihanı ayrı ayrıdır ve herkes kendi yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumlu tutulacaktır.
Duamız: Rabbimiz, rızanı kazanmak için mücadele edenlerin, özellikle de nefislerine ağır geldiği halde, kıymetli şeylerini senin yolunda feda edebilenlerin üzerine sabır yağdır. (Âmin)