Birey, Toplum ve Siyaset Üzerine - rahle.org

Birey, Toplum ve Siyaset Üzerine - rahle.org

Birey, Toplum ve Siyaset Üzerine


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Abdullah Eğilmez

 

 

Müslüman adlandırması, bir bireyin kimliğinin ifadesidir. Bu isimlendirme birey için yapılır. Kur’an’ın “Yalnız Müslüman olarak can verin” hitabı bu birey oluşa dairdir.  Zira imtihan dünyasının tamamlanışından sonra el-Baki olanın mizan terazisi önündeki muhasebesi de bu birey oluşun amelleri üzerinden olacaktır. Başka bir bireyin hesabı -sizin bireye iradî dâhiliniz olmadıkça- yansıtılmayacaktır.

Kainat karşısında zerre nisabında olan bir insan için bu yaşam süresinin katlanılabilir olması, emsalleriyle birlikte yaşamasını zorunlu kılmaktadır.  İnsan bir toplum içinde yaşarsa kendini güvende ve sükunda hissedebilecektir. Cemaat  ya da yurt, “sakin olunan yer” demektir bir boyutuyla. İnsan, toplumu fıtrî olarak oluşturur. Toplumda yapıp edegeldiği şeyler, diğer bireylerin etkileşimi ile şekillenmektedir. Kendisi ile ilgili yaşamsal bir menfaatin sağlanabilmesi, ancak bu toplumsal yaşam formunun sürdürülebilmesine bağlıdır. Bu menfaat bir şekilde sağlanamadığı zaman, bireyin toplum ya da en azından toplumdaki bazı bireylerle olan iletişim şekli ve birlikteliği başkalaşacaktır.

Toplum ise; ortak endişe ve ihtiyaçları olan bireylerin birbirlerinin sinerjilerinden faydalandıkları, birbirlerinin ihtiyaçlarını giderdikleri, ortak iyiliklerin temin edildiği yerdir. Bu şekildeki bir toplum algısı bireylerin çatışan ya da birbirini tamamlayamayan ihtiyaçlarının yönetilebilmesini gerektirir: Bireyler arasında dengenin bozulmaması ve toplumun toptan sükunetinin muhafazası adına, kısaca güvenliğin oluşturulması adına ortak bir mutabakatla teşekkül eden üst organizmaya gebedir. Bu organizma toplumda özgürlük ve adaletin teminatı misyonuna haiz olmalıdır. Ayrıca bunu sağlayacak erke de sahip olmalıdır.

Bu durum genellikle iki şekilde kendini gösterir: Devlet İktidarı ve/veya Karizmatik Önderlik. Karizmatik Önderlik müessesesinde bireyler kalben ikna oldukları önderin anlam dünyasında hayatlarının ahengini ararlar. Bu ilişkide söz konusu önderle gönüllü bir birliktelik oluşur ve bozulan dengeler, bireyin söz konusu dünyadan manevî bir ceza alması ya da kopuşuyla kontrol altına alınır. Devlet İktidarında ise adalet, eğitim,  ve yönetim şekilleri kurumsallaştırılmıştır.  Toplum adına devlet organizasyonuna sahip olanlar iktidar ya da otoriteyi temsil ederler. 

Hangi sistem olursa olsun, otorite, topluma kendi algısı üzerinden muamelede bulunur. Toplumun farklı seslerinin otoritenin renginin kendi rengi olması talebi, insan olmanın kaçınılmaz sonucudur. Şu halde, insanların mensubu oldukları toplumun menfaatlerinin temini için iktidarı ve otoriteyi şekillendirme, yönlendirme talebi fıtrî bir sonuçtur.  Genel anlamda “iktidar etme sanatı” olarak nitelendirilebilecek siyaset kurumu toplumda bu talebin karşılığıdır.

...

Siyaset konulu çalışmalar kavramın iki sözlük anlamına vurgu yapmaktadır:  Siyaset kelime olarak Arapça seyis (at terbiyecisi) kökeninden türemekle beraber içeriği Yunanca politika (yönetim sanatı) kavramı ile doldurulmuştur. Seyisin yaptığı ata (objeye) yön vermek iken, politik olanın yaptığı Polis’i (Şehri) yönetmektir. Kelimelerin terimsel anlamları çok da farklı olmamakla birlikte,  anlam uzayları oldukça farklı algılanabilir. Birisi bir gidişe yön verme çabası iken, diğeri şehri yönetme işini tanımlar. Yani bugünkü anlamda kullanılan siyaset kelimesi bir boyutuyla batıda Platon’dan beri analiz edilen devlet ütopyasının, yönetim modellerinin kavramsal zeminine eklemlenmiş bir kavram gibidir. Osmanlı’da kullanılan “bir devlet büyüğünün infazı” anlamındaki siyaset kelimesinden daha derin anlamı olmaması da dikkate alındığında, kelime bu boyutuyla politikanın tercüme karşılığı, bizden bir etiket şeklinde olduğu görülmelidir. Şu halde siyaset “toplumu yönetme ve güç kullanma sanatı” ve “bu sanat etrafında yürütülen faaliyetler” şeklindedir.

Siyaset ile birlikte menfaat çatışmalarının yaygın olarak eşleştirilmesi, belki politika kelimesinin pole (kutup) kelimesine yakınlığı ile de ilgilidir. Zira çoğu zaman menfaatler ve öncelikler ya bir birey/grubundur ya da diğer bir birey/grubun olacaktır. Söz konusu menfaate sahip olmak isteyenler bunu temin edebilmek için çatışmak zorunda kalacaktır. Çatışmada güç kullanılır ve “güçlü” olan  kazanır. Devlet İktidarının olduğu yerlerde ise en büyük güç devlet’tedir.

Bireylerin çatışarak kaos oluşturması devlet açısından anarşidir. Devlet, bireylerin güç kullanıp adalet ve özgürlük ortamının bozulmasına müsaade etmez. Bu nedenle de birey ve grupların bu güçle boy ölçüşecek şekilde güçlenmesine fırsat tanımaz. Kendi ya da grubu için menfaat sağlamak isteyenlerin uzun soluklu talepleri devlet gücüne sahip olmak üzerinedir. Büyük toplumlarda ortak değer sayısı kadar menfaat tanımı ve maslahat algısı vardır. Değerlerin farklılaştığı yerlerde toplumu oluşturan insanların çoğu ötekileşmiştir, nesneleşmiştir. Aynı değerleri paylaşan insanlar kendilerini aynı toplumdan kabul ederler.  Ötekilerin iktidar otoritesini kullanması bireyin topluma olan aidiyetinin anlamına aykırıdır. Birey ve mensubu olduğu toplum bu güce sahip olma, bu güçle temsil edilme mücadelesi de siyaset tanımının içerisine girmiştir.

Özellikle aşkın değerlerin, yüce bir imanın üst kimlik olmadığı insan grupları için ötekilerin iktidardan uzaklaştırılması toplum olmanın en temel gereği olacaktır.  Yani “İktidara sahip olmak için her şey mubahtır” şeklindeki Makyavelist algı siyasetçinin karakteri şekline gelmiştir.

Bu iki durum yani bir yandan siyaset kavramının antik Yunan’da doğması ve başka bir medeniyetin düşünsel hasılası olması, diğer yandan da kavramın dramatik bir şekilde iktidara sahip olma mücadelesi şeklinde tezahür etmesi, seküler rengi öne çıkarmaktadır.

İktidarın toplumun ortak iyiliğini ve adaleti temin ederek sağlaması gereken toplumsal barış ve sükunet ortamının iktidar çatışmaları ile karşılaşmasında bir boyutuyla rekabetin toplumsal kaliteyi artırması beklenmektedir. Diğer yandan bu durumlarda -ve tarihin kahredici çoğunluktaki örneklere şahitliğiyle- kaos ortaya çıkmıştır. Düşünürler buna çözüm aramış, sentez fikirler ortaya çıkmıştır: Siyaset ve ahlakîlik tartışılmıştır.

Tevhid Tarihine baktığımızda bu konuda doğrudan siyaset kavramını göremesek de, bugün siyasetle,  özellikle teorik zeminde ifade edilen siyasetle, ifade edilen şeyin çoğu karşılıklarını görürüz. Yani Müslümanlar iktidar olmuşlar, iktidarın bürokrasisini oluşturmuşlar, iktidarın ve halkın yönetimi ile ilgili icraatlarda bulunmuşlardır.

İslam bir siyaset kurumu oluşturmamıştır. Daha aşkın değerler önermiştir. Hayata Tevhid ve İman ekseninde bakılmasını,  bilmeyenlere Tevhide Davetin yapılmasını, davete muhatap olanların Özgürlüğünü,  Kardeşlik ve Ümmet Cemaati teşekkül edilerek Adaletin sağlanmasını prensip olarak ortaya koymuş ve nihai olanın Ahiret olduğunu öğretmiştir. Şu halde asıl mesele iktidar olmak değil tevhide iman’dır. İnsanlar arasında adaletle muamele etmektir. Hakka Davettir. Bütün amellerin hedefi Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Bu çerçevede dünyada bir Müslüman kişi açısından kaybedilen ya da kazanılan menfaatlerin anlamı bu rızayı kazanmaya etkisi boyutundan başkaca bir anlam ifade etmez. Mesele bir mevzi, zafer ya da menfaat kazanmak değil, rıza-i ilahi’yi kazanmaktır. Bu niyet sağaltılırken elbet dünyevi menfaat kazanım ya da kayıpları kendiliğinden olacaktır.

Müslüman kimliğinin gereği zikredilen bu amellerin toplumdaki karşılığı açısından bakıldığında bir kısmı iktidar ve otoritesinden beklenen faydalarla paralellilik arz etmektedir.  Bir Müslüman adil olabilir ama toplumda adaleti sağlayamaz.  Özgür olabilir, özgürleştirici bir talebi olabilir ama toplumda özgürlüğün sürdürülmesini sağlayamaz. Bunlar otoritenin ve erkin sağlayabileceği şeydir. İktidarlık müessesesinin nüfuz alanındadır.

İktidar yetkisini kullananlar da her halükarda bireylerdir. Bu bireylerin Adaleti, Özgürlüğü, Sosyal ahengi bir kimlik olarak sahiplenmeleri halinde aynı sonucun ortaya çıkması beklenir. Üstelik bu fayda bir bireyin kendi gayretiyle üretebileceğinden kat kat fazladır, etkindir.

Müslümanların cemaat olarak yaptıkları işler İlay-ı Kelimetullah için davet, din-i Mübin-i İslam’a hizmet ameliyesidir. Davet ve Adalet için muhataplarına kullanacakları dil, ulaşacakları vesileler  vardır. Söz konusu vesileler hizmetin mütemmim cüzüdür: İnfak etmenin vesilesinin sahip olunan mal olduğu gibi... Bu vazifeler bir taraftan siyaset olarak algılanabilir ama ameller niyetlere göredir.

...

Dine hizmet ve maslahatın temini adına her vesilenin meşru bir şekilde, makasıd-uş-Şeria’ya muvafık olarak kullanılması işin doğasının gereğidir.  Siyaset yoluyla da hizmet edilir. Günümüz açısından bakıldığı zaman siyaset kurumunun aktörleri  Müslümanların cemaatlerinden fazladır. Sistemin oluşturduğu siyasî mücadele alanı ile yetinildiğinde tüm aktörlerin ortak konsensüste bulaşabilmesi teorik olarak imkansız olmasa da mümkün değildir.  Dünya ölçeğinde iktidarlarda seküler algılar hakimdir ve aktörlerin  ezici çoğunluğu gayr-i İslamî taleplerin sözcüleridir.

Siyasî mücadelelerde aktörler öteki olarak gördükleri aktörlerin iktidara sahip olmasını veya yaklaşmasını engellemek için taktik mücadeleler yapmaktadırlar. Yani siyasî aktörler zaman zaman mevziler kazanmakta ya da kaybetmektedirler.

Özellikle iktidara sahip olma veya yön verme iddiasındaki siyaset kurumunun en temel motivasyon kaynağı toplum için arzulanan faydanın temininde her şeyin mubah olmasıdır.  Bu Makyavel önermesi ile “Haramlar bellidir, helaller de bellidir. Haramlardan uzak durun, ikisi arasında bulunan şüpheli şeylerden de kaçının” düsturunun kesişim kümesi sadece helaller alanında olacaktır. Oysa siyaset kurumundaki diğer aktörler için “helaller” diye bir sınır yoktur. Örneğin; Almanya, Türkiye’nin uluslararası arenada kendisine paralellik arz etmesi için Hariciye’yi şekillendirecek bürokratların yetişmesi için kendi nüfuz ve okul vs. imkanlarını kullandırabilir. Amerika, siyaseti gereği, Afganistan’da “Müslüman Mücahitlerin Rusya ile savaşmasını” arzulayabilir ve Cihad arzusundaki imkanı olmayan mücahitlerin gerekli silahlara kolayca sahip olabilmesi için kendi kaynaklarını da kullandırabilir.

Mücahitler açısından bakıldığında bu iş bir cihad olarak algılanmaktadır. Ama Amerika, kendi toprakları olmayan bir alanda Rusya’nın güçlenmesini engellemekte ve o topraklarda bir şekilde müttefik oluşturmakta veya birilerini manipüle ederek işini halletmektedir.  Bu örnekte pekala Ruslara karşı cihad etmek isteyen Mücahitler, Rusların düşmanı olan bir ülkeyi kışkırtarak kendilerine ucuz ve kolay silah buldukları düşünülebilir ya da aynı düşmana sahip iki grubun ittifakı olarak düşünülebilir. Her halükarda bu bir ittifak ya da siyasî antlaşma cihetindedir. Ancak siyasî antlaşmaların değeri  her iki tarafın müsavi olduğu, kolaylıkla yenişemeyeceği zaman vardır. Birinin kahredici bir güç, diğerinin az sayıda olan bir hizip olduğu koşullarda siyasî antlaşmadan bahsedilemez.

Ancak, global şartlar nasıl olursa olsun, Müslümanların planladıkları işler ile global bir siyasetin eylem beklentisinin paralellik arz etmesi mümkündür. Aralarında iradî organik bir ilişki olmadığı sürece bunun herhangi olumsuz bir tarafı yoktur.

...

Günümüz siyasî ortamında güçlü olanların küçük olanlara söz hakkı tanımadığı, üstelik başkalaştırdığı bir dünyada, Müslümanların siyaset aracılığı ile hizmet etmeleri çok zorlu bir iştir. Elbette meşru her vesile gibi, meşru sınırlar için siyaset ile de Allah’ın dinine hizmet edilmelidir. Ancak, keçiboynuzundaki şeker misali, bu vesile toplumda güçlü, etkin -gerçek anlamda- hakim olunabildiğinde  anlamlıdır.

Birinci dereceden İslam’a hizmet ve muttakî bir İslam toplumunun inşası derdindeki Müslümanların en değerli  ameli davettir. Müslümanların, Cemaatin bir taraftan  vesileleri tespit ve başkalarının manipülasyonuna gelmemek için cari siyaseti iyi okuma ve analiz yapması, diğer taraftan şekillendirilemeyen ve süreçlerine hakim olunamayan siyasî çalışmalar yerine Tevhide Daveti ve İslamî bilinçlenmeyi önceliklendirmesi gerekmektedir.®

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ