İdealle Gerçek Arasında Siyaset - rahle.org

İdealle Gerçek Arasında Siyaset - rahle.org

İdealle Gerçek Arasında Siyaset


Facebookta Paylaş
Tweetle

Fikri Gülsoy 

 

 

İnsanların idealindeki dünyaya ulaşmak ve kurduğu dünyayı korumak için ortaya koyduğu çabaların bütününü siyaset olarak tanımlayabiliriz. İdealdeki dünyanın kurulmasına kadar olan süreçle idealdeki dünyanın kurulması sonrası süreç birbirinden epeyce farklılık arz ediyor. Kurulan dünyanın mevcut dünya içindeki konumu da önemli bir unsur. Kurulan dünya mevcut dünyadaki güç dengeleri bakımından yetersiz olup da idealdeki değerlerin aksine davranılmasına  “reel politik” deniliyor. İdealdeki dünya kurulana kadar olan süreçte veya idealdeki dünya kurulduktan sonra ortaya çıkan yanlış politikalar, sebebine göre farklı algılamaları ortaya çıkarıyor. Eğer bu yanlış politikalar asıl değerlerle doğrudan çelişiyorsa ve zaruret yoksa burada güdülen siyasetin meşruluğu geçersiz/tartışmalı hale gelirken bu hatalı siyaset asıl değerlerle doğrudan çelişmeden ve zaruri bir nedenle harici sebeplerle öyle olmak zorunda olan şeylerse daha mazur görülebilir bir durum arz ediyor.

Küreselleşen dünyada politik alanda mutlak güçten bahsetmek mümkün değil. Böyle olunca da bölgesel güçler, büyük güçler, birlikler veya diğer bazı oluşumlar dünya siyasetinde etkili olabiliyor. Dünya üzerinde gerçekleşen gelişmelerde çoğu zaman farklı unsurların etkisi nedeniyle doğrudan tek gücün görüşü geçerli olamayabiliyor. Çoğunlukla en etkili gücün politikasına daha yakın sonuçlar ortaya çıksa da diğer unsurların etkileriyle etkili güç dahi kendi siyasetini güdemiyor. Ancak bu duruma rağmen kendi ana siyasetine en yakın politika uygulayabilenler de yine en güçlülerdir. Görece zayıf olan ülkeler ana siyasetlerine uzak politik adımları atmaya daha fazla maruz kalıyorlar. 

Bugün İslam dünyası için sorun temelde güç meselesidir. Müslüman dünyanın dışındakiler için ise öncelikle doğru/hak siyaseti gütme problemi söz konusudur. Peygamberimizin (sa) bildirdiklerinden kötülüğe gücümüz yetiyorsa elimizle, yetmiyorsa dilimizle, buna da gücümüz yetmiyorsa, kalbimizle buğzederek engel olmamız gerektiğini öğreniyoruz. Bu durumda biz Müslümanlar için gücümüz yetiyorsa kötüyü engellememek söz konusu olamaz. Eğer kötülüğe sözlü olarak müdahale ediyorsak bu demektir ki elimizle engelleyemiyoruz. Eğer kötülüğe ses çıkaramıyorsak, demek ki söz söyleyemeyecek kadar zayıf durumdayız.

Müslümanlar için durum böyledir. Çünkü Müslüman kötüyü, kötü bilen kişidir. Ama kâfirin daha temel bir sorunu var: Kötüyü kötü olarak bilmiyor. Bu yüzden kâfirin siyasetinin hakkı/doğruyu bulması muhaldir. Kâfir için siyaset olarak bir hakka bağlanma endişesi olmadığından bir tutarlılıktan da bahsetmek ihtiyacı söz konusu olmuyor. Kâfir siyasi çizgisinden saptığında tek kaybı çıkarlarıdır. Gücü yetseydi de ana siyaseti uygulasaydı daha fazla kar edecekti belki. Müslüman ise ana siyasetinden ayrıldığında haktan da uzaklaşmış olmaktadır. Politik faydaların ötesinde hakka uygun siyaset güdülmesi meselesi vardır öncelikli olarak.

Dolayısıyla biz Müslümanlar gücümüz yetse dahi kâfirler gibi siyaset yapmayız. Gücümüz yetse de, gücümüz yetersiz de kalsa hakka bağlı kalmak durumundayız.

Kâfirler için de siyasî bir çizgiden bahsedilebileceği iddia edilebilir belki. Bugün dünyanın genelinde demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi ekseni etrafında ya da Avrupa Birliği, Kopenhag Kriterleri vb. kimi referanslarla dünya ülkelerinin kendilerini bir çerçeve içerisinde hareket ettikleri izlenimi veriliyor. Ancak Afganistan, Çeçenistan, Irak, Filistin ve Bosna’da yaşananları düşündüğümüz zaman bu çerçevenin insanlığın tümü için geçerli olmadığını görüyoruz. 

Kâfirler hakikatle ilişkisiz bir siyaseti dünyada hâkim kıldıklarından karada, denizde ve havada huzur yok günümüzde. Kendi düşüncelerini, hırslarını, şehvetlerini, tamahlarını, benliklerini tek itici/belirleyici unsur olarak kullandıklarından üretilen politikalar insanlığın hayrına olmuyor. Güdülen siyasetin hakka aykırılığı durumu ilk ve en önemli sorun olarak saklı kalmak kaydıyla diğer taraftan da güdülen siyaset sonucunda ortaya çıkan dünya insanı mutlu etmiyor. Güdülen politikalar neticesinde -kendi ana siyasetleriyle uyumlu olduğu halde- ekonomideki faiz unsuru nedeniyle dünya üzerinde pek çok ülke ve kişi ağır borç yükü altında sürekli sömürülüyor. Eğitimde vahye dayalı bilgi reddedildiği için ortaya çıkan insanlar merhametsiz, vicdandan yoksun oluyor, sağlıkta türedi ve tedavi edilemeyen hastalıklar ortaya çıkıyor, gıdada üretilen ürünler insanı besleyecek yerde genetiği bozulduğu için gıdanın kendisi hastalığın sebebi olabiliyor bugün. Şehirlerimizin yapısı insanı ferahlatan, huzur veren bir yapıdan uzak olduğu gibi trafiğiyle, gürültüsüyle, keşmekeşliği ile adeta bir bunalım nedeni. Ortaya çıkan sanayi toplumu modeli ve onun sonucu oluşan teknoloji insanı kuşatmış ve şeyleştirmiştir bugün. İnsan teknoloji ve hız karşısında etkisizleşmektedir her geçen gün.

Müslümanların ortaya koydukları siyasetle oluşacak sonuçların insanı yüceltmesi gerekiyor. Burada siyaseti ve onun etki alanını geniş düşünmek gerekiyor. Örneğin aile içinde veya işyerinde güttüğümüz ana yaklaşımdan tutun da arkadaş çevresi, sohbet ortamı, büyük ticari faaliyetler, büyük yatırımlar, toplumsal ilişkiler, cemaat ilişkileri ve devletlerarası ilişkilere kadar çok büyük bir alanı içine alan bir durumdan bahsediyorum.

Nihayetinde güttüğünüz siyaset, sizin kimliğinizin sonuçlarıdır, yaşadığınız hayattır. Müslümanların ortaya koyduğu hayatın insan ilişkilerinde güven ve nezaketi oluşturan, aile ilişkilerinde dayanışmayı yansıtan, ekonomide her türlü haksızlıktan ve yalandan uzak hakkaniyete uygun sonuçları ortaya çıkaran, eğitimde Allah’a yaklaştıran, Allah’ın yardımına sığınan bir insan modeli oluşturan, bilimde, sanatta, sanayide haktan uzak hiçbir yaklaşımı benimsemeyen bir siyasi görüşün sonuçları olması gerekiyor.

Hayatın bütününü ve bütün yönleriyle etkisi altına alabilen siyasetin bir ana görüş, temel yaklaşım, kurucu irade olarak ele alınması gerekiyor. Bu durumda da Müslümanların çağın vicdanı olmaları, vahiyden yoksun insanların aksine hakikate aykırı olan her türlü durum karşısında duyarlı olup vaziyet almaları gerekmektedir. Bu farkındalık uluslararası bir zulümde de olabilir, ticari ilişkilerdeki bir haksızlıkta da olabilir, bir yetimi-fakiri gözetmede de olabilir, kardeşine karşı yüz ekşitmesi gibi daha küçük bir durumda da olabilir. Ama hayata karşı temel bakışımızı yansıtan siyaset, bizim bu durumlar karşısında ne oranda hakikate uygun tavırlar ortaya koyduğumuza bağlı olarak hak siyaset olabilir. Çünkü siyasetle kastedilen yaşanan şeylerdir, bilinen şeyler değildir.

Müslümanların ortaya koyacağı siyasetin işaretlerini, yaşama zevkini bırakıp yaşatma idealiyle hareket etme yaklaşımında bulabiliriz. Hatta bu yaşatma ideali, sahabe örnekliklerinde gördüğümüz gibi, kendileri ihtiyaç içerisindeyken dahi başkasını düşünmek gibi yüksek davranış örneklikleriyle somutlaşmıştır. Yine, bizim siyasî geçmişimizde, şahsî zevk-i sefalar peşinde oyalanmamak öyle ince bir anlayış halini almıştır ki, Hz. Ömer’in hilafetinde Dicle kenarında kurdun kaptığı koyunun hesabını verme şuuruyla hareket etme seviyesine yükselmiştir.

Müslümanlar ve İslam Dünyası için iki temel sorun var bu süreçte: Dünyada hâkim güç oluncaya kadar haktan sapmadan bir siyaset güdebilmek, gücü eline alınca da zulüm yapmayarak yine hakka bağlı kalmak. Bu basit cümlenin yaşanması pek de kolay bir şey değil maalesef. Hem iktidar olana kadar olan süreçte hem de sonrasında meydana gelen çok sayıdaki örnekleri düşündüğümüzde meselenin çok zor bir iş olduğunu görüyoruz.

Gücün elde olmasıyla birlikte ortaya konması gereken siyaset daha net ve herkesçe kabul edilebilir bir durum iken sisteme tam hâkim oluncaya kadar olan aşamada izlenmesi gereken siyaset daha tartışmalı bir durum arz etmektedir. Sisteme tümüyle hâkimken adil olmaktan başka her durum sorunlu olacaktır.

Fakat henüz sisteme bütünüyle hâkim değilken ortaya konacak siyaset daha istikametsiz, istikrarsız, dönemsel, fevri, çelişkili, karmaşık, sonuçları daha yıpratıcı, hırpalayıcı, yok edici veya uzlaştırıcı olabiliyor. Böyle bir bu durumda, içerideki hâkimiyet dahi mutlaklıktan izafiliğe kayabilmektedir.

Zayıf durumdayken ortada zaruret de varsa ne yapılmalı sorusuna verilen cevaplara göre farklı politik, sosyal ve tarihsel sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Müslüman dünyasının dünya siyaseti içindeki durumu da zayıflığa uygun görünmektedir. Bu durumda dünyada ana siyaset kâfirlerin elinde olduğundan ve adaletten uzak olduğundan dolayı Müslümanların cephesinden dünya üzerinde her an düzeltilmesi gereken bir şer karşımızda duruyor. Eksik olmayan şerler karşısında eldeki her nevi imkânı kullanarak fiili düzeltme ameliyesini ortaya koymak bir yolken, yeterli güç olmadığından sözlü uyarı veya kalbi buğzla yetinmeyi tercih etme de diğer bir ihtimal olarak zaman zaman kişiler, cemaatler, örgütler veya devletlerce tercih edilmektedir. Her iki ihtimal de kendi içinde avantaj ve dezavantajlar barındırmaktadır. Kimden gelirse gelsin her türlü kötülüğe misliyle ve fiilen cevap verme içinde azimet gibi hayatî bir unsuru da barındırdığı için, talipleri eğer sabredebilirlerse hak karşısında mesuliyetten kurtulmaktan tutun da şehadet gibi önemli mevkilere ulaşmaya kadar birçok nimeti içinde barındırmaktadır.

Ancak bu seçenek de gerek bu işe talip olanların sabredememeleri gerekse de toplumun diğer kesimlerinin aynı bilinç halini taşımıyor olması nedeniyle sosyal problemlere neden olabilmektedir.

Her halükarda zulme açıkça karşı koyuşlar asırlarca, zulüm karşısında durmak isteyenler için önemli bir ilham kaynağı olmuştur. Zulme hemen başkaldırı tercih edilmediği durumda güdülecek siyaset,  önce sabır, sonra imkân bulunduğunda da müdahale etmek (temekkün) şeklinde olabilecektir.

Bu iki durumda nasıl siyaset güdülürse yetersizdir nasıl siyaset güdülürse imkânlara uygun davranılmıştır sorusuna herkesin kabul edebileceği cevaplar verebilmek pek mümkün değildir.

Her kişi, kesim, toplum veya devlet kendince bir kararla ortaya bir siyaset koymaktadır ve bu kararı da doğru kabul etmektedir. Ancak bu kararlardan hangileri isabetlidir bunu kesin olarak tayin etmek mümkün değildir.

Genel olarak şu tespitte bulunabiliriz: Hakkı ayakta tutan ve her türlü haksızlığa karşı duran bir siyaset sonucunda bedel ödemek söz konusu olduğunda, bireysel ve kolektif şuuru düşük olan topluluklar, şartlara teslim olma durumuyla daha fazla karşılaşılırken, şuurun yüksek olduğu topluluklarda daha fazla direniş olduğunu görebiliyoruz.

Eğer genel bilinç seviyesi düşükken siyaseti belirleyenler yüksek değerlere bağlı olmayı gerektiren kritik kararlar alırlarsa burada ciddi toplumsal travmalar yaşanacaktır.

Eğer kötülük karşısında hiç risk almayan bir siyaset hayata hâkim olursa bu durumda da Müslüman olarak varlığımız önemsiz ve anlamımız kuşkulu hale gelecektir. Akabinde de kötülüğün bize sirayeti gibi çok tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalabiliriz.

Bir taraftan güç dengelerini gözetmeden ortaya konan siyasetle birlikte başarısızlıklar söz konusu iken diğer taraftan da tepkisiz kalarak zulmedenlere meyletme tehlikesi vardır. Müslümanların “reel politik” in katı duvarlarından kurtulup imanlarından kaynaklanan bir ruhla vicdanlarının sesine kulak vererek haksızlıklara karşı koyacak bir siyaseti hayata geçirmeleri gerekiyor.  Arada bir denge noktası vardır ve bu imkânla açıklanmaktadır.

İnsanı, tarihi, coğrafyayı, toplumu, bugünü, dünü, dini, ekonomiyi, savaşı bilen basiretli Müslümanlar bu konuda isabet edebilirler; imkânlarının yettiği her kötülüğü ortadan kaldıracak, imkânlarının yetmediği hiçbir kötülüğe de -tasvip etmeden- karşı koymayacak bir siyaseti güdebilirler. 

Yaşadığımız günler karanlığın en koyu olduğu günlerdir. Zulümler hayatımızın her anına sirayet eder hale gelmiştir. Siyasetten aileye, askeriyeden çarşı pazara, hukuktan eğitime, devlet yönetiminden ekonomik ilişkilere kadar her alanda gayri İslamî yaşantılarla karşı karşıyayız.

Böylesine karanlık bir çağda hareketini Allah’ın yardımına dayanmadan ortaya koyanların işi sonuçlandırmaları imkânsız görünmektedir. Haksızlıklar karşısında Allah’la beraber karşı koyabilenler sonuç alabileceklerdir. Başarılı olacaklardır diyemeyiz, işi nihayetlendirebileceklerdir.

Sabırla geçmesi gereken karanlık devirlerde hiçbir şey yapamadan ömrü istikamet üzere sürdürmek dahi Allah’ın yardımıyla olabilir ancak.  İslam’ın haksızlıkları düzeltici en küçük hamleleri dahi önemli hale gelmektedir bu süreçte. İşin bir ucundan başlamadan işin bitmesi mümkün değildir.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ