Y.Emre KIRMIZILI
Ön Bilgi:
Bireylerin inanç ve pratiklerinde bir tür “süs” olarak addedilen ahlak, buradan öteye geçemediğinde; babadan kalma, donuk, pasif bir olgu kalıbına sokulur. “Ahlakî sınırlandırmalar ancak kültürel bir düzenleyicidir” denilerek küçümsenir; artık, dileyen dilediğini yapar bir hale gelir. Bilhassa zengin ve kodaman tabakasının başını çektiği müthiş bir rant göze çarpar bu “serbest ortam” içersinde. Çok geçmez, kısa bir süre sonra, bir tarafta çıkarcı-zorba tayfası oluşur, diğer tarafta ezilen-mazlum bir kesim… Neticede, İslam’ın va’z ettiği ahlak yaşantısı pratiğe dökülmediğinde ortaya çıkabilecekler, toplumsal bir çöküntüye de zemin hazırlar.
Oysa ahlak, özünde, herkese adil olan, toplumu adaletle yöneten ve ona hak ile hükmeden, tüm birey ve cemaatleri kapsayan bir hakikattir. O aynı zamanda insanı -sorumlulukları itibariyle- diri tutan, onu hareketlendiren, işlevsel ve eylemsel yönü olan bir cevherdir…
İçerik:
Kitabımız bu tespitlerden hareketle kaleme alınmış, birbiriyle ilintili 27 adet makaleden oluşan bir kitaptır.
“(Başlık tabiri burada) ahlakî ilkeleri olanların isyanı, talanı, Vandalizm’e sapmaları anlamında kullanılmamıştır. Bilakis ahlakın kendi umdeleri çerçevesinde doğrulması, ayaklarının üstüne basması ve yürümesi anlamındadır. Buna göre ahlak, bir teori veya ideoloji olmaktan çok, bir metod olarak ortaya çıkar.” (sf. 188-189)
Yazarımız Lütfi Bergen, her şeyden önce, siyer-i nebî’yi ana malzeme olarak kullanmakta; pek çok tespiti Muhammedî uygulama ve peygamberler tarihinden anahtar misallerle anlatmaktadır. Risalet öncesi ve sonrası gelişen bazı hadiselerden edindiği çıkarımları da günümüze taşımış...
Gayesi; ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiş bir peygamberin bu hareketini devam ettirebilmek, geçmişin ışığında günümüzü aydınlatmak ve sorgulamak, tüm bir çabayla “ahlak toplumu” oluşturabilmektir. Bunun için dikkatimizi çeker:
“Nebiler, toplumun ahlak dışılığını tamir etme misyonunu yüklenmişlerdir. Çünkü toplumsal ahlaksızlığın kökeni şirktir. Bu anlamda ahlak taleplerini karşılayacak söylemle ortaya çıkmazlar…” (sf. 10)
“Peygamberlerin davetinin içeriği toplumun ahlaksızlığını veya zulme uğramışlığını konu edinmiyordu. Fahişelere, proleterlere, kumarda aldatılmışlara, mazlumlara, kader mahkûmlarına yönelen kurtuluş çağrısı değildi. Ama nebiler ve ashabları “temiz” kalan, zulme güçleri yettiği halde zulmetmeyen varlıklar olarak tezahür ediyordu…” (sf. 11)
“Resuller ahlak davası gütmemekle beraber iman, tıpkı üzüm salkımındaki dane misali, küre-i cüz-i ahlak esasları vermiştir. Hiçbir resul (lâfzen) “ahlaklı olun” emrini vermediği halde, (kendi) ahlakıyla, ahlaksız bir yaşam şekline göz yummadı. Bu, imanın ancak kendi ahlakıyla var olabileceğinin kanıtı gibidir…” (sf. 29)
“İman ancak yüksek karakterli ve nefislerdeki zaafı kolayca aşabilen bireylerde tecelli edebilir. Bu cümleden hareketle, ahlak -bize göre- imanın aradığı bir şeydir ama hedeflediği bir şey değildir. Ve keza iman ahlaktır, ama ahlak iman değil.” (sf. 30)
Kitapta ayrıca, imanla birlikte iç içe olması beklenen ahlakın, yaşamın her anına ve meşguliyetine taşındığını söyleyebiliriz. Örneğin; kapitalizmde, iş hukukunda, devlet yasalarında, Marksist-komünist anlayışta, liberal ekonomide, tasavvufî arınmada, modernleşmede, vb. ahlakın yeri, tutumu, ilişkisi, irtibat ve yönelimi nedir? Ne olmalıdır? Nasıl gelişmelidir? sorularına nebevî bir metotla cevap aranıyor. Özellikle (Türk-İslam-Liberalist olarak tanımladığı) İslamcılığın ve İslamcıların sıkı bir eleştirisi yapılıyor.
Vurgu:
Yazara göre; Türkiye’nin son otuz yılına damgasını vuran teknolojik modern hayat saplantısı, “Müslümanım” diyen bireylerde kimlik çözülmelerine, akabinde fıtrî ahlaklarının tahribine ve zamanla çözüm adına bir şeyler ürettikleri zannına kapılıp gerçekte maalesef vahiyden-İslam’dan kopup gittikleri bir toplum meydana getirmiştir.
“Bence asıl neden İslamcılığın dünyevî emellerin kullanabileceği referansların tümünü kendi içinde barındırabilmesi, ama kendisinin toplumsal hiçbir kesimin “yaşam biçimi” şeklinde temayüz edememesidir.” (sf. 51)
Yine yazara göre;
Çektiğimiz şu sıkıntılar -yani ülkenin genelinde nüfuz bulmuş ahlak dışılık- artık beraberinde bir huzur getirmelidir. “İyilik kendi başına doğruluk ve ahlak halinde zuhur etmeli” ve bu davanın adamları, ahlakı bir kullanıcı, bir araç olmaktan ziyade, insan tabiatından gelen bir muharrik (harekete geçirici) olarak bilmeli, “ama biz peygamber değiliz ki, onun zorluklara göğüs germesi bize örneklik teşkil etmez” sözlerinin arkasına kaçınmamalıdır. Çünkü geçmişin sayısız “ahlak eri” ayakta durabilmeyi başarmış, “ahlak toplumu” oluşturabilmişlerdir. Ahlakın belli bir vatanının bulunmaması, belli bir coğrafyaya ve tarih ile sınırlandırılmaması, onun, her toplum ve her mekânda Müslümanı yeni ve atılımcı bir değişim rüzgârının merkezi konumuna itmesi anlamına gelmektedir. Öyleyse Müslüman, bu merkezde, sadece “iyiyi-doğruyu-adaleti” içinde barındırdığından bir güç ve izzet bulacak, aciz ve mustaz’af (ezilmiş) dahi kılınmış olsa, Allah’ın vaadinin nasıl gerçekleşeceğini görecektir.
Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de şöyle geçer:
“Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkâr eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.” (Nur, 55)
Lütfi Bergen Kimdir?
1964 Ankara doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Ticaretle uğraştı. Yazıları ilk kez Dergâh Dergisi'nde yayınlandı. Bilahare aynı yayınevinin Ülke dergisinde de haftalık yazılar yazdı. 1996'da yazılarını "Azgelişmişlik Üstünlüktür" ismiyle kitaplaştırdı. Yine aynı sene Haluk Burhan müstear ismiyle Umran Dergisi'nde yazmaya başladı. Buradaki yazılarını 1999'da "Ahlak Ayaklanması" kitabında topladı. Son dönemde yazılarını çeşitli internet sitelerinde ve HECE, HECE ÖYKÜ Dergisi'nde yayınlamaktadır.