Kendimizi Bilmek Üzerine - rahle.org

Kendimizi Bilmek Üzerine - rahle.org

Kendimizi Bilmek Üzerine


Facebookta Paylaş
Tweetle

Bilgin BOZKURT

 

Günümüzde “maddî bilgi” daha önceleri hiç olmadığı kadar önemli bir hale geldi. Fakat insan, eşyanın bilgisi peşinde koşarken en önemli olanı, kendisi ile ilgili bilgiyi, gözden kaçırdı. Teknoloji çağının hızı ve kapitalizmin elindeki Modernitenin karmaşası içinde boğulan insan, özelde İslamî bir hayat tarzını benimsemiş kişiler, istemeseler de bu selin önünde sürüklenmekteler. İnsan -zekâsı ilerlemiş olsa da- artık akletme yetisini kaybetmiş durumda. Ortalıkta tefekkürün sadece ismi var artık…

Hayır, “Çağın yumruğunun altında şamar oğlanına dönmüş insana bir tokat da ben atayım” değil niyetim. Hatta ben onu biraz da aklama niyetindeyim. Çünkü içinde sürüklenmeyi kendi seçmediği bir selin koynunda küçük çabalarıyla kurtulamıyor diye onu suçlu bulmayacağım. Fakat şu da bir gerçek ki, içinde bulunduğumuz durumun bizi insan olma şerefinden alıkoyduğunu da okuyucuyu üzmek pahasına dile getirmekten kaçınmayacağım.

İnsan olarak kendimizi bir hayvandan veya gelişmiş bir biyolojik robottan ayıran özelliğimizin “şuurlu hareket edebilme” yetimiz olduğunu söyleriz. Peki, günlük hayatımızın en fazla % 5’ini şuurlu yaşadığımızı söylesem fazla mı abartmış olurdum sizce? Fakat gerçek bu…

İnsanı psikoloji biliminin malzemesi yapan ön hüküm, elimizde yeterli veri olduğunda insanın neyi seçeceğinin önceden öngörülebileceği düşüncesidir. Psikoloji ve sosyoloji çeşitli faktörlerin insan ve toplum davranışlarındaki etkisini belirlemek üzere veriler toplamakta, istatistik verileri regresyon analizinden (İki ya da daha çok değişken arasındaki ilişkiyi ölçmek için kullanılan analiz metodu) geçirerek hangi faktörün hangi sonuç için, ne derece etkili olduğunu araştırmaktadır. Bu faktörlerin neler olduğuna değineceğim. Ama şu anda dikkatinizi toplamak istediğim nokta; “Aslında gerçekte seçmediğimizi, sadece faktörlerin etkisinde sürüklenen gelişmiş biyolojik varlıklar olduğumuzu öngören bu bilim dallarının, elde ettikleri sonuçların, üzerimizde uygulandığında sonuç vermesi ne ifade etmektedir?” sorusudur.

Söylendiği gibi seçtiğini zanneden ama seçmeyen varlıklar mıyız? Her gün önümüze sunulan binlerce seçenek ne o halde? “Hangi televizyon kanalını izleyeceğimi, hangi gıda ürününü satın alacağımı, iyilik ya da kötülük yapmayı, yanımdan geçen birine gülümsemeyi veya somurtarak geçmeyi ben seçmiyor muyum?” diyebilirsiniz... Evet seçmiyorsunuz... Şöyle kendimizi bir gözden geçirelim: “Kimiz biz ve bütün bu davranışlarımız neyin ürünü?”

Örneğimizi Müslüman bir birey olarak seçelim. Günümüz Müslüman bir bireyinin iç dünyasını birlikte otopsi masasına yatıralım. Söz konusu örnek, bütün Müslümanları temsil etme noktasında % 100 kapsayıcı olmayabilir, fakat çoğunluğu temsil ettiğini düşündüğümden böyle bir örnek üzerinden gideceğim. Nedir günümüz standart Müslümanın davranışını oluşturan temeller?

İrdelemeye geçmeden önce bir noktayı daha ayırmak ve farklılığını ortaya koymak isterim. Bu nokta, kişinin ilk iman ettiği zaman dilimidir. Bu dilimde Müslüman, tam da aslında olması gerektiği gibidir. Allah’a karşı derin bir teslimiyet ve rikkat, içindeki ve dışındaki dünyayı yeni tanıyan bir bebeğin samimiyet ve hayretindeki gibi bir hayata bakış, her an almaya açık bir zihin ve hissetmeye nazır bir kalp. Aslını kavradığı bir ayeti-hadisi hayatına uygulama noktasında samimi, ciddi ve net bir yaklaşım. İzleyen, hayatın içindeki ve kendi içindeki ayetleri gözleyen yürüyen bir mucize... Gerçek bir insan... Evet, bu kişi, aşağıda değerlendireceğimiz Müslüman bireyden farklıdır. Şimdi gelin diğer Müslüman’ı ele alalım birlikte.

Davranışlarımızı Neler Belirler?

a. Psikolojik/Sosyolojik Faktörler:

- İslami çevrede edindiğimiz veya okuyarak öğrendiğimiz ve zamanla tarz oluşturan adap ve muaşeret kuralları ve İslamî değerler…

- Aslı itibarıyla İslamî olsun ya da olmasın, çevremizden edindiğimiz ve zaman içinde bilinçsizce kopyaladığımız tavırlar, giyim tarzımız, üslubumuz...

- İçinde yaşadığımız toplumdan kaynaklanan ön kabuller, örf, değerler ve şehirsel yapının etkileri…

- Ailevi/akrabasal görevler ve beklentilere cevap verme güdümüz…

- Medya öğretisi yoluyla edinilen rol kalıpları…

 - İş hayatı ve sorumlulukların baskısından doğan rol kalıpları…

- Çocukluktan itibaren aldığımız eğitim…

- Toplumun bizim gibi insanlara karşı geliştirdiği tavra bir reaksiyon olarak gelişen psikolojinin etkileri...

b. İç Güdüsel Faktörler:              

- Yarışma/Üstünlük güdüsü

- Şehvet güdüsü

- Öfke güdüsü

- Kendini koruma güdüsü

- Faydayı arzulama, zahmetten ve zarardan kaçma güdüsü...

c. Genetik /Biyolojik/Zeka Kapasitesi Faktörleri:

- Vücut özellikleri…

- Genetik Hastalıkların veya biyolojik yapının etkileri…

- Kavrama gücü ve yordamının etkileri...

d. Duygusal Faktörler:

- Korkular/Endişeler…

- Bağımlılıklar…

- Asabiyet/Sahiplenme…

- Sevgi/Tutku...

Ne dediğini bilen bir materyalistle görüştüğünüzde; o, insanın aslında seçmediğini, yukarıdaki -sadece ilk akla gelenlerini saydığımız- faktörlerin etkisinde kararlar verdiğimizi söyleyecektir. Eğer seçmiyorsak haklıdır da... Ona göre eğer seçmiyorsak, iyilik ya da kötülük de söz konusu değildir. Kaosun kurbanları, bir trajedyanın çaresiz oyuncuları söz konusudur onun için. Böylece cennet ve cehennem gibi kavramları da rafa kaldırır. Gün bugündür, ye iç doy, başka hayat yok mantalitesinin kucağına atlayarak konuyu kapatır. Ona göre inanç da çevresel faktörlerin etkisinde ortaya çıkmış bir kandırmacadır.

Şimdi söylemek istediklerimizi biraz daha net bir hale getirmek için temsili sahneler kuralım. Birlikte hayali bir karakteri ele alalım.

Sahne: 1

Sabah: 06:00

Bay E’nin telefonuna kurduğu gürültülü alarm çalar. Uykunun onu götürdüğü belirsiz yerden dünyaya dönen bilincinin ilk algıladığı bu yüksek ve rahatsız edici sestir. İlk his hemen içinde belirir: Kalkmak istemiyorum... Saat acımasızca çalmaya devam eder. Kalkmak zorundayım... diye başka bir his oluşur ikinci olarak. Saatten öç alırcasına kapatır saati ve Keşke biraz daha uyuyabilseydim. Dün gece geç yattığım için pişmanım. Zaten hep böyle oluyor.. .diye ardı ardına gelen düşünceler ve içi içe girmiş hisler bir anda üşüşmeye başlar. Henüz yeni başlıyordur bu boğmaca ve bilinç uykuya dönünceye kadar artarak devam edecektir. Namaz için abdest alınır. Su soğuktur. İçimizdeki his bir kedinin sudan nefret ettiği gibi sudan nefret etmektedir o an. Yataktan kalkmış vücudun sıcaklığını bıçak gibi kestiğinden suya değmek istemiyordur.  Sudan bir an önce kurtulmak istercesine abdestini alır. Aklına abdesti düzgün almakla ilgili öğrendikleri bir an gelir ama sudan ve üşümekten çabuk kurtulma isteği bu fikri çabucak boğar ve abdest hızlıca bitirir. Namaza dururken akıldaki ilk şey namazın biteceği andır. İftitah tekbiriyle birlikte namazı bitirmeye odaklanılır ve biraz da içten içe “Bu saatte ve bu kadar uykuluyken namaz kılmak zorunda olmanın can sıkıcılığı”nı düşünür. Hızlı hızlı gerçekleşen rükunlar sırasında aklına bugün yapmayı planladıkları, endişeleri, unutup o anda hatırladığı birtakım görevleri... üşüşmeye başlar ve kendine geldiğinde oturuştadır. Bir yandan çabucak buraya ulaşmanın gizli hazzını yaşarken bir yandan da namazı zayi etmenin yüküyle yüzleşmek onu bir çatışmaya iter.

Sabah: 06:15

Namaz bitmiştir. Şimdi bir an önce üstünü giymelidir. Pencerenin önündeki güneşliği hafifçe kaldırıp havaya bakar. Yağmur yağıyordur. Hava gri bir tondadır ve sanki sokak ölü gibidir. Dışarısının soğukluğunu daha pencereden bakarken hissetmiştir. İçini değişik bir bunaltı kaplar. Karamsar bir bulut zihninin üzerine çökmüştür. Bugün çok da güzel bir gün değildir ve buna katlanmak zorunda olmak can sıkıcıdır. Üstünü giyer ve kahvaltı yapmadan evden çıkar. Arabaya biner. Soğuk koltuğa oturduğunda içi hala sıcak yatağa dönmeyi, umutsuz olduğunu bile bile istemektedir. Arabayı çalıştırır ve içindeki isteksizlikle ağır ağır ilerlemeye başlar. Yol boyunca bütün trafik kurallarına uyar. Zaten gitmek istemediği için hızlanmak da istemiyordur içi. Hem hava kasvetlidir. Kasveti dağıtmak için radyodan bir müzik açar. Müzik kafasında cirit atan, birbiriyle alakalı alakasız, birbirinin üstüne atlayan düşüncelerin boğuculuğundan kurtulmak için iyi bir seçenektir. Slow bir parça seçer. İçinde bulunduğu duruma bu parça gider. Sağından solundan geçip giden diğer arabaları önemsemiyordur. Makas atarak giden arabanın arkasından bakarken içinde umutsuzca kıvılcım atan öfkeye, kendine ve ona duyduğu acıma hissi tarafından bir kova su boca edilir ve öfke büyüyemeden söndürülür. İş yerine varır ve kapıdaki görevlinin beklenti dolu gözlerini görünce kendisini selam vermek zorunda hisseder. Gülümsemeye zorlayarak kendini selam verir. Görevini yapmış olma hissiyle ofise geçer. İş değil bir parça dinlenme ve huzurdur tüm ihtiyacı. Sıcak çay eşliğinde poğaçasını yudumlarken iş yerindekilerin konuşmalarını dinlemektedir. Ama kendisi konuşmak istememektedir hala. İşlerle uğraşmaya başladıkça konuşmak zorunda kalır ve yavaş yavaş hareketin içine doğru girer. Artık kendi içindeki hiç bir şeye dikkat edemeyecek kadar dış uyaranların etkisi altındadır. Konuşanlara cevap vermekte, sorunlara çözüm düşünmekte, esprilere gülmekte, can sıkan şeylere tepkiler vermektedir...

Sahne: 2

Bay E, dün gece erken yatmıştır. Belirsizlikten geri dönmekte olan bilinç bir ses duymaktadır. Bu Bay E’nin rahatsız edici alarmdan sıkılıp kurduğu daha hoş sesli yeni alarmıdır. Adeta “Hadi kalk canım.” diyen şefkatli bir ses gibi gelir bu ses kulağına. Bilinç hemen uyku durumunu kontrol eder. Şöyle bir nefes alırken, “Hmm... İyiyim iyiyim... Uykumu almışım.” diye geçirir içinden. Sıcak yatak hala tatlıdır. Ama ondan ayrılmak o kadar da zor değildir bugün. “Onlar ki namaz kılmak için yataklarından ayrılırlar...” diye düşünüp iyi bir Müslüman olduğu gibi bir fikre kapılır. Namaza kalkmıştır ve kılmak istiyordur. Ama uykusunu almış olmanın yarattığı farkı hiç düşünmeden söyler bunu. Aslında bu cümleyle yüzleşse, daha dün kötü bir Müslüman’dır o halde. Abdestini almak için lavaboya gider. Evde bugün doğalgaz açıktır. Sıcak suyla abdest alır. Suyun sıcaklığının verdiği gizli zevk onu abdesti soğuk suyla aldığından çok daha yavaş almaya iter. Her uzvunu yıkarken artık daha dikkatlidir ve tam yıkamaya çalışır. Şu uzvu yıkarken böyle, bu uzvu yıkarken şöyle söyleniyordu diye zihnini kontrol ettikten sonra içinden dualar eder. Ama soğuk suyla abdest alırken bu istek çok da canlanmamıştır içinde. Üşümekten kurtulmak daha ağır basmıştır. Sıcak su takvayı mı artırmıştır acaba? Uykusunu aldığı için namaz kılarken daha ayıktır. Rükunların daha farkındadır. Arada bir namazı bitirmeye odaklanarak otomatik pilota bağladığını anlayıp yavaşlamaya ve okuduğu ayetlerin-duaların anlamlarını aklından geçirmeye-idrak etmeye çalışır. Fakat çok sürmeden yine otomatik pilotta bulur kendini. Kaç kılmıştım, bir mi? iki mi? diye bir an düşünecek olsa da “İkidir iki, evet evet ikideyim!” diye geçirerek içinden namazın sonuna gelir. Bu namaz da çok iyi olmamıştır ama olsun. En azından dünkü namazdan iyidir. Saat kaçtır? O… geç kalıyordur. Çabuk üstünü giyinmelidir. Perdeyi aralayıp dışarıya bakar ve... İşte yazdan kalma harika bir gün onu beklemektedir. Yeni doğan güneşle aydınlanan havada bulut bile yoktur. Sokakta sakin sakin yürüyen insanlar ve koşuşan köpek anında bir rahatlama hissi yaratır üzerinde. Farkında olmadan dudaklarının uçları hafifçe yukarı kıvrılır. Hızlıca üstünü giyer. İçinden gelen şarkı söyleme isteğini hiç bastırmaz ve mırıldanmaya başlar. Lavaboya girip saçını şöyle bir eliyle düzeltir ve evden çıkar. Asansöre biner. Aslında bugün merdivenden inse de olurmuş diye geçirir içinden. Zira asansörde beklemek onu sabırsızlandırır. Asansör iner inmez hızlıca çıkar ve arabaya doğru hızlı adımlarla yürür. Demin mırıldandığı şarkıyı mırıldanmayı bıraktığını fark eder ve işe geç kalmak üzere olduğu bilgisinin moralini bozacağından içten içe korkarak tekrar mırıldanmaya başlar. Ama bu sefer ilk seferki gibi doğal gelmemiştir. Olsun, moral bozmak yok, devam der içinden. Bugün hızlı gitmek istiyordur. Tam hızını almış giderken yanan kırmızı şıklar sinirlerini bozar. Oysa tam da içinden geldiği gibi hızlı gidecekken çıkan engeller can sıkıcıdır. Yandaki arabanın ondan daha hızlı kalkış yaptığını ve bunu bilinçli yaptığını hissettiğinde içinde onunla yarışmak gibi bir his uyanmıştır. Bir yandan “Buna değmez” derken diğer yandan herkesi geçmek istemektedir. Bir araba, iki, üç derken sonunda dayanamaz ve kendini biriyle yarışırken bulur. Trafik canavarı, trafik kazaları ve sonuçlarıyla ilgili bildikleri aklına gelirken yavaşlaması gerektiğini düşünmektedir ama diğerini geçme isteği çok daha baskındır. Yarışmak artık geri dönülemez durumdadır. Adrenalin seviyesi yükseldikçe yarışa daha da kapılır ve artık kalbi çok hızlı atmaktadır. Hızı kontrol edebileceği seviyenin üstüne çıktığında içinde korkular ve endişeler çığlık atmaya başlamıştır. Bir şey olmayacağı telkiniyle kendini yatıştırmaya çalışır. Sonunda bir an için kontrolü kaybeder ve bir kazadan kıl payı kurtulur. Elleri titremekte kalbi fırlayacakmış gibi atmaktadır. Bütün enerjisi soğurulmuştur. Yavaşlar ve yaptığı şeyin anlamsızlığını düşünür. Artık işe kadar ortalamanın biraz altında bir hızda gider ama hala kendine gelememiştir. Kapıdaki görevli ona bakmaktadır. Ama o, yaşadığı olayı ve ölüme bu kadar yaklaşmış olduğunu hissetmenin rahatsızlığını yaşadığından görevliye bakmayı akıl edemez. Selam vermeden geçer. Ofise girer girmez rahatlamak için bir fincan çay alır ve arkadaşlarıyla konuşmaya başlar. Yaşadığı olayı ve diğer sürücüye ne kadar sinirlendiğini anlatır. Bugün bunu birçok kişiye anlatacak, biraz daha sinirlenecek ve dolayısıyla bugünkü her şey bu ruh halinden nasiplenerek yaşanacaktır...

Umuyorum ki, dış faktörlerin seçimlerimiz üzerindeki derin etkilerini anlatması açısından bu iki sahne bizim için faydalı olmuştur. Örnekte vurgulandığı gibi ruh halimiz, dolayısıyla da seçimlerimiz, uykumuzu alıp alamamamızdan, ortam sıcaklığından, hava durumundan, beklentilerden, güdülerden… ve daha sayamayacağımız onlarca faktörden her an etkilenmektedir. Kendimize bugün verdiğimiz sözleri tutacak gücü yarın, hatta birkaç saat sonra, içimizde bulamamamızın sebebi de bu etkiler ve etkilerin içimizde devreye soktuğu yeni “ben”lerimizdir.

Peki, insan gerçekten seçmez mi? Bir Müslüman ve anlama inanan bireyler olarak elbette bu soruya “Elbette insan seçer.” şeklinde cevap veririz. Evet, insan seçer. Ama seçtiğimizi sandığımız şeylerin çok büyük bir kısmını gerçekte seçmeyiz. Konu girift ve genişçe ele almayı gerektirdiği için bu yazımızda sadece bu kadarını söyleyerek bırakalım…

Takip eden yazılarda “Gerçek şuur nedir? Gerçek seçim nedir? Şuuru nasıl fark ederiz? Şuurlu olmaya giden yol nedir?” soruları üzerinden devam edeceğiz inşaallah

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ