İki Zıt Kavram: Ma’ruf ve Münker - rahle.org

İki Zıt Kavram: Ma’ruf ve Münker - rahle.org

İki Zıt Kavram: Ma’ruf ve Münker


Facebookta Paylaş
Tweetle

Ebrar PINAR

 

Her şey zıddıyla kaimdir. İki kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Pozitif ve negatif iki yönlü bir dünya. Soğuk-sıcak, doğru-yanlış, iyi-kötü, zengin-fakir, vs. bu listeyi olabildiğince uzatmak mümkün. Bu ikilemlerin her kutbunda diğerinin varlığını aşikar eden ve diğerini olumlu veya olumsuzlayan bir yönü var. Aslında zıtlıkların varlık sebebi de bundan başka bir şey değil. İçinde bulunduğumuz durumu tanımlarken veya tercih yaparken hep bu ikilemlerden faydalanıyoruz. Hayatımıza yön verirken, tercihlerimiz ne denli önem arz ediyorsa zıtlıkların hayatımızdaki önemi o denli artıyor. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu düşünürsek zıtlıkların pozitif kutbunda yer almamız gerektiği bilinciyle hareket etmemizin elzem olduğunu daha iyi idrak edeceğiz.

- Maruf Nedir?

Sözlükte; bilinen, tanınan, iyi muamele, tatlı dil, ihsan ve İslâm’ın hoş gördüğü her şeydir.

Dinî terim olarak Ma’ruf; İslâm’ın hükümleri, genel prensipleri ve emirleri uyarınca yapılması ve söylenmesi gereken her söz ve fiildir.

İsfehânî ma’rufu: “Akıl ile dinin hoş ve uygun gördüğü her amelin adı...”

Fahruddin er-Râzî: “Allah’a îmân.”

Hamdi Yazır: “Muktezây-ı din olan tâatullah” olarak tanımlamışlardır.

Buradaki tanımlardan belki en manidarı İsfehani’nin tanımıdır. Akıl ve dinin ortak paydasında değerlendirildiğinde olumlu görülen her türlü eylem “ma’ruf” olarak adlandırılır. Velev ki eylemin faili Müslüman olmasın... Peygamber Efendimizin (sa) dönemin müşrik şairlerinden Ümeyye b. Ebi’s-Salt için “Şiiri iman etti, ama kendisi kafirdir.” sözü bu konu ile ilgili manidar bir örnektir.

- Münker nedir?

İsfehani’nin tanımından yola çıkacak olursak marufun zıddı olarak münkere “akıl ve dinin hoş ve uygun görmediği her ameldir” dememiz yanlış olmayacaktır.

Akıl ve din hiçbir zaman çelişmemiştir. Evreni yaratan kudret sahibi Halık olan Allah, yarattıklarına bir ilahi nizam vermiştir. Bugün fen dediğimiz şey, esasen Allah’ın evrene koyduğu yasalardan başkası değildir. İnsanların sosyal hayatta benimsedikleri genel kabul görmüş kurallar silsilesi de Allah’ın insan fıtratına nakşettiği genel prensiplerdir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, hırsızlığı, zinayı, adam öldürmeyi meşru ve övünülesi bir eylem olarak gören bir topluluk bulamazsınız. Bu kötü fiilleri işleyenler dahi yaptıkları eylemin yanlış olduğu bilincine sahiptir. Zira kötü ve iyi ameller yaratılışımızdan itibaren bilinçaltımıza kodlanmıştır. İnanç bu noktada belirleyici bir role sahiptir. Nefis çoğu kez münkeri telkin eder. İnanç nefisle mücadelede en etkin silahtır. İnançsız veya inancında zafiyet olan bir insanın münkere (kötüye) yönelmesi daha muhtemeldir. Ancak bilinçaltında kodlanmış iyiye ve doğruya meyilli duruşunu kaybetmemiş olanlar müstesna.

Misal olarak Filistin davasında sembolik bir isim haline gelmiş olan, İsrail buldozerleri tarafından zulme karşı kıyamı sırasında ezilerek vahşice katledilen insan hakları aktivisti Rachel Corrie’yi vermek mümkündür. İşte bu olay bir Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker örneğidir. “Emr-i bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l-münker” denildiğinde, sadece; “şunu yap, bunu yapma” söylemlerini anlamak bu ifadeyi kısır bir manaya hapsetmek olacaktır. Zira ehli İslam, eylemleri ile de doğru ve yanlış telkininde bulunan örnek şahsiyettir. Zulüm karşısında kıyam eder, mazlumun yanında safını belli eder. Elindekini mazlum ve mağdur kardeşleriyle paylaşarak Allah’ın yeryüzündeki rahmet sembolü olur. Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker, eylemselliğe yönelik bir söylemdir esasen. Bizler onu en kısır manasıyla anlamak istesek dahi bu böyledir.

Konforlu döşekler üzerinde oturarak insanlara fetva vermek değildir emr-i bi’l ma’ruf. Pasif iyi, iyi değildir. Sadece söylemlerle veya yaptığı ibadetler ile cenneti kazanma gayreti nafile bir çabadır. İnsanın tek imtihanı ibadetlerini yapıp yapmadığı üzerinden olacak olsaydı, insan dünya gibi kaosun hiç bitmediği bir aleme gönderilmezdi. Velev ki gönderildi, bu zıtlıklar hayatımızda olmazdı. Öyleyse b Zira, “Ey peygamber kalk ve inzar et!” hitabı, “Kalk ve mesajı ilet!” demekten çok öte bir manaya sahiptir… “Kalk ve insanlara varlığımı haber ver, kız çocuklarını diri diri gömenlere itiraz et, zulme karşı koy, ancak şunu unutma bu mesaj başına çok iş açacak; işkence görecek, aşağılanacak, horlanacak, ambargoya maruz kalacaksın. Söylediklerin inkarda direnenlerin hoşuna gitmeyecek, söylediklerin ve yaptıkların bu dünya hayatında sana pek çok şeye mal olacak. Buna rağmen mesajı al ve muhatabına ilet.” demektir. Peygamberler tarihine baktığımızda gördüğümüz çileli hayatlar emri bil marufun hakiki manasıdır.

İyiliği emretmek bütün peygamberlerin ortak görevidir. Çünkü her peygamberin risaletini kavmine tebliğ zorunluluğu vardır. Böylece iyiliği emretme görevi nübüvvetin odak noktasını oluşturmuştur. Nitekim şu ayetler de iyiliği emretmenin önemini vurgulamaktadır:

Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104)

Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 3/110),

Uygun olanı emreden, fenalığı yasaklayan ve Allah’ın yasalarını koruyan mü’minleri de müjdele.” (Tevbe, 9/112)

İyilik ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Mâide, 5/2)

Bizler de safımızı, eylemlerimizin gölgesindeki söylemlerimizle, maruftan yana belli edelim.

 

Bizlerin namaz, oruç, hacc gibi ibadetler dışında da bir misyonumuz var: Hakkı duyurmak!

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ