Yirminci yüzyılda bu topraklarda yetişmiş en önemli edebiyatçılardan biri olan Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’dan sonraki 2. romanı olan bu kitap İletişim Yayınları arasından çıkmaktadır ve 472 sayfadır. Post-modern tarzda kaleme alınmış bu eser Türk edebiyatını zenginleştirmiştir. Halen edebiyat çevreleri tarafından, bu topraklarda yazılmış, bilinç akışı yöntemini en iyi kullanan edebi eserlerden sayılmaktadır.
Afşar Timuçin, Atay’ın bu kitaptaki tarzı ile alakalı şunları söyler: “İnsan yaşamının olgularını daha çok ruhsalımızın olgularını doğdukları anda saptamaya ve belirlemeye çalışan, bu olguları önceden iyice düzenlenmiş, ilkeleri ve kuralları iyice belirlenmiş bir mimarlığın yasalarına göre değil de kendiliğindenliğin savruk çarpıcılığına göre ve bir çeşit çağrışım düzeninde ama elbette tasarlanmış bir çağrışım düzeninde bir araya getiren bir anlatım tekniği geliştirmişti.”
Romanın baş kahramanı Hikmet Benol’dur. Hikmet en önemsiz görünen hadiseleri bile oyun (tiyatro oyunu) haline getirerek, çevresine bu oyunları aktaran entelektüel bir kişidir. Hikmet çalışmayan, eşinden ayrı yaşayan bir adamdır. Yazar kitap çıkmadan önce verdiği bir röportajda bize onu şöyle tanıtır:
“Selim’le oldukça güç bir tip, yani olumlu insan -bir bakıma denemiştim. Şimdi sürekli olumsuz bir tip düşünüyorum. Küçük hesapların olumsuzluğunu. Kimsenin okumadığı kitapları okuyan, kötü yaşayan bir adam. (...) Aşağılık bir adam. (...) Hikmet farkında. Fakat kötülüklerine engel olamıyor.”
Aslına bakılırsa Atay’ın diğer kahramanları gibi Hikmet de bir anti-kahramandır. Topluma rol model olamayacak tarzda bir adamdır. Hikmet kendi bunaldığı dünyasından kurtulmak için bir gecekondu mahallesine taşınmıştır. Burada alt komsusu dul kadın Nurhayat Hanım ve üst komsusu emekli Albay Hüsamettin Tambay’la birlikte yaşamaktadır. Roman karakterleri bu üç şahısın tanıdıkları ve evin çevresinde bulunan esnaftan oluşmaktadır. Hikmet iç çekişmelerini sürekli albaya anlatmaktadır; bazen bunu kafasında yapmakta (kendi kendine) bazen de gerçekten albaya anlatmaktadır. Hikmet her ne kadar ‘kötü’ olsa da sürekli kendisiyle hesaplaşan bir insandır. Bu aydın insanın kendisine, çevresine, topluma yaptığı eleştiriler bir bakıma o dönemki aydın kişilere yöneltilmiş eleştirilerdir. Aydın kişinin bunalımlarını, gel-gitlerini ironi yeteneği ile romana aktarmış Atay.
Klasik roman üslubunun dışında olan bu eserin değerli olan yönü olay örgüsünden ziyade, yapmış olduğu psikolojik ve sosyolojik tahlillerdir. İnsanın kendisi ile çekişmesini; yalnızlığın, anlaşılamamanın hissettirdiği şeyleri; insanların kendine yabancılaşmasını kendine özgü dile ile anlatmıştır. Kitabın 14. kısmı olan Büyük Oyun’da “ülkemiz büyük bir oyun yeridir” diye başlayıp ve ülkemizin kendine özgü durumundan, bizim gibi az gelişmiş ülkelerinden durumundan bahsederken şu sosyolojik tespitlere yer vermektedir:
“Afla birlikte şartları da düzeltmek gerekiyor albayım. Yoksa serbest bırakılanlar ümitsizlikten, yapacak başka bir şey yapmadan yaşanamayacağı için, iyi bir şey yapmasını öğrenmedikleri için ve kötü bir şey yapmaktan başka çareleri olmadığı için aynı suçları tekrar işlerler. Genel af, aslında değişik bir işkence yoludur. Yoksa affederler miydi? Dünyada bedava hiçbir şey yoktur albayım.”
15. kısım olan “En Büyük Hazinemiz Aklımızdır”da ise insanın çoğunlukla farkında olmadan yaptığı kendini gösterme çabasına ise şu cümlelerle eleştiri getirir: “Nurhayat Hanım hiç söze karışmaz; aman işte biri konuşmağa başladı varlığını ortaya koydu, dur ben de bir şeyler söyleyeyim kişiliğimi göstereyim gibi küçük çabalamalar içinde değildir dul kadın.”
Oğuz Atay’ın bu güzide eseri insan zihninin kıvrımlarında seyahat etmeyi seven okurun beğeneceği türden bir kitap olarak karşımızda durmakta.
Oğuz Atay kimdir?
1934’de Kastamonu’da doğmuş, 1957’de İTÜ İnşaat Fakültesi’ni bitirmiş, üç yıl sonra Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olmuştur. 1975’de doçentlik unvanını almıştır. Henüz 36 yaşında ilk romanı “Tutunamayanlar” ile Türk edebiyatında bir dönüm noktası olarak görülmüş ve TRT Roman Ödülü’nü kazanmıştır. Bunu “Tehlike Oyunlar” adlı romanı takip etmiştir. Öykülerini “Korkuyu Beklerken” adlı eserinde toplamıştır. Hocası Mustafa İnan’ın hayatını, “Bir Bilim Adamının Romanı” adlı biyografisinde anlatmıştır. Devlet Tiyatrosunda sahnelenen bir de oyunu mevcuttur. 1977 yılında vefat etmiştir...