Osmanlı Devletinde İttihat ve Terakki Cemiyetine Götüren Siyasî veToplumsal Dönüşümler—2 - rahle.org

Osmanlı Devletinde İttihat ve Terakki Cemiyetine Götüren Siyasî veToplumsal Dönüşümler—2 - rahle.org

Osmanlı Devletinde İttihat ve Terakki Cemiyetine Götüren Siyasî veToplumsal Dönüşümler—2


Facebookta Paylaş
Tweetle

Bekir YOLCU

 

Kuruluş:

İttihat Terakki Cemiyeti (Fırkası), 3 Haziran 1889 yılında İttihad-i  Osmani Cemiyeti olarak, Askeri Tıbbiye öğrencisi olan İshak Sukuti, İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, Mehmed Reşid ve Hikmet Emin tarafından II. Abdülhamid’i tahttan indirmek amacıyla kuruldu. Örgütün teorisyeni Abdullah Cevdet’ti. Cemiyet, İtalyan Carbonari örgütünü model alarak teşkilatlandırılmıştı.

İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin temellerinin atıldığı Askeri Tıbbiye okulunun birçok öğretmeni Rum ve Ermeni’ydi. Maarif Nezareti’nde Isaac Amon, Telif ve Tercüme Heyeti üyesi Elias Choki, Teftiş Heyeti üyesi Soma Welich, Sağlık Müfettişi Moise Franco, Fransızca Umum Müfettişi Dr. Spitzer, Anatomi Profesörü Elias Cohen, Dermatoloji Dr. Pepo Akihoti, Nöroloji Profesörü Samuel Abravaya, İç Hastalıkları Profesörü Samuel Kohen, Anatomi Profesörü Mişon Ventura, Hukuk Profesörü Moiz Kohen, Maliye Müderrisi Leon Schönmann, Ceza Hukuku Müderrisi Avram Galanti’ydi.  Ayrıca bu okulun kütüphanelerinde materyalist birçok Avrupalı yazarın kitapları da bulunmaktaydı. Türk aydını, batılılaşma serüveninde kolay yoldan Batı sistem ve düşüncesine, daha doğrusu Batı üstünlüğünün sihrine ulaşmaya çalışmış, bu sistemin künhüne vakıf olmaya girişmemişti. Fikri, sosyo-kültürel açıdan gelişim seyrini, ihtiyaçlara çözüm nazariyelerini çok fazla irdeleme gereksinimi hissetmemişler ya da algılayamamışlardı. Bu nedenle de Batı bilim ve felsefesinin nitelikli temel eserleri ve düşünürlerine yönelmekten; bunları tanımak, özümsemek, benimsemek ya da bunlarla hesaplaşmaktan ziyade, Batıya benzemenin kolay yolu olarak pozitivizm gibi daha çok sosyolojik nitelikli yöntem ve eğilimleri tercih edilmişlerdi. Ne Marks, Engels, Descartes ne de Kant ve Hegel Osmanlı aydınının gündeminde yoktu. Köklü çözümler üretecek fikri donanımdan uzak, öykünmeci yaklaşımlarla çok da sosyal gerçekliğini anlayamadıkları batıdan aldıkları kurumlarla ülkeyi kurtarıp bu kurumların aydınlarını yetiştirebileceklerini düşünüyorlardı.  Tıbbiye’nin kuruluşunda öğrenim dili Fransızcaydı. 1844’te bu okulu ziyaret eden Mac Farlane’e göre, okulun kitaplığı o güne dek görmediği materyalist eserlerin bir koleksiyonunu ihtiva etmekteydi. Burada:  Barone d’Holbach, Diderot, Ludwig Buchner gibi yazarların materyalist eserleri çokça mevcuttu.  II. Abdulhamid döneminde medreselerin ıslahının yapılıp, modern kurumlar haline dönüştürülememesi- tabii bu durumun bir süreç olduğunu unutmamak gerekir- ve bu kurumların daha çok atalet ve köhnelikle tanımlanıp dini anlayışla mezcedilmesi sonucunda bunların yerine kurulan batılı eğitim kurumları, batıcı ve maddeci hocaların inisiyatifin de gelişerek hem ülkenin kısa zamanda parçalanmasına hem de Abdülhamit’in tahtan indirilmesine yol açmıştı.

İttihat Terakki’nin kurucularından İbrahim Temo, Arnavut; Mehmed Reşid, Çerkes; Abdullah Cevdet ve İshak Sukuti ise Kürt’tü. Cemiyetin kurucularından ve teorisyenlerinden olan Abdullah Cevdet, “içtihad” özgürlüğünün savunmasını yaparak muhalif bir söylem geliştirdi. A. Cevdet, şer’i hukukun belirleyici olduğu bir zeminde yanlış referanslardan hareketle doğru bir yol takip edilemeyeceğini daha sonraları ortaya koyduğu çözüm yollarıyla ortaya koyacaktı. İlk kez laiklik, Latin alfabesinin kabulü, giyim kuşam inkılâbı, tekke ve zaviyelerin kapatılması, kadın hakları gibi sorunlara değinecek; hatta Avrupa’dan damızlık getirilerek Türk ırkının ıslah edilmesi gibi garip fikirleri savunacaktır.

Cemiyet çevresinde daha çok pozitivist fikirler revaç bulmuştu. Cemiyet tüm muhalif söylemine ve batılılaşma isteğine rağmen temel Osmanlı paradigmasından kopmamış; kalınmak, devleti kurtarmak, birliği korumak ve parçalanmayı durdurmak gibi söylemleri hiç dillerinden düşürmemişlerdi. Bu nedenle merkeziyetçi dayanışmacı, aktivist, seçkinci, otoriter bir ideolojiyi geliştirmişlerdir. Cemiyet, sosyal Darwinizme yakın demokrasiye karşı kuşkuludur. Radikal değil muhafazakârdır, ütopyaları değil ideolojileri vardır.

Yurt Dışında Örgütlenme Çalışmaları

Cemiyet 1894 yılında, Paris’te bulunan -pozitivist Auguste Comte’nin takipçisi- Ahmet Rıza ile temasa geçer.1892 yılında Paris’e gitmiş olan Ahmet Rıza, 1895’ten itibaren Jön Türklerin en önemli yayın organı olan Meşveret’i yayınlamaya başlar. Meşveret’in kurucuları arasında Selanikli bir Yahudi olan Albert Pua, Rum Aristidi Paşa ve Lübnanlı bir Maruni olan Halil Ganem de bulunmaktaydı. Ancak zaman içerisinde Ahmet Rıza Batıyı eleştirmeye başlayacaktır: “İlim sahasında bu kadar titiz davranan âlimlerin prensiplerini böylesine ucuza satacaklarını tasavvur edemezdim. Din tesirinden kurtulmanın şahikasına eriştiğini sandığım kimselerin hala Hıristiyanlığın damgasını taşıyan fikirlerin esiri olduklarını gördüm…”der.  Ahmet Rıza giderek Mizancı Murad’ın demokrasiye karşı kuşku ve eleştirilerine yaklaşarak siyasal seçkincilik ve otoriteryanizme yaklaşacaktı. Mısır’da bulunan ve Mizan dergisini yayınlayan İslamcı Murat da bu dönemde cemiyete katıldı. Cemiyet’in adı 1895’te Ahmet Rıza’nın tavsiyesiyle Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirildi. Cemiyetin ismi daha çok pozitivizmin ‘düzen içinde ilerleme’ sloganından etkilenmişti. Cemiyetin Paris, Cenevre, Berlin ve Londra’da şubeleri açıldı. Cemiyet Avrupalılar tarafından da “Jön Türkler” diye isimlendirilmeye başlandı.

1896’da, Ahmet Rıza’ya karşı olan örgüt mensupları, Avrupa’ya gelen Mizancı Murad’ı cemiyetin liderliğine getirdiler. Bu da cemiyetin politikalarında bir değişimin işaretiydi. Cemiyet büyüdükçe Osmanlı reel politiğinin genel çerçevesine yerleşmekteydi. Fakat Batının fikri ve sosyo-kültürel zemininde Osmanlı reel politiğini anlamak ve anlamlandırmak ve hatta emperyal güçlerin yönlendirmelerinin yanında, plan ve projelerinin merkezinde yer almak, İTC için çözümü oldukça zor hatta zorluğundan daha büyük hatalar ve yanlışlar örgüsüne dönüşmek demekti. Cemiyet 1896 ve 1897 yıllarında Abdulhamid’e karşı başarısız iki darbe girişiminde bulundu. Bu gelişme üzerine tutuklamalar ve sürgünler yaşandı.

Cemiyetin yayın organlarından anlaşıldığına göre, temelinde otoriter eğilimini ve niteliğini koruyan bir burjuva ideolojisi ekseninde, İslamcılıkla batılılaşma meczedilmeye çalışılmaktaydı. Avrupa’ya umutlarını bağlayan bu Osmanlı aydınlarının genel olarak emperyalizm hakkında ve özelde ise Osmanlı’nın sömürülmesi hakkında ciddi bir analiz ve fikirleri bulunmamaktaydı. Onlara göre sorunların temelini Abdulhamid’in yönetimden uzaklaştırılması oluşturmaktaydı. Daha sonrası için ciddi bir projeleri yoktu. Abdulhamid gidince sorunların çözüleceğini zannetmekteydiler. İşte bunun için kendileriyle işbirliğine giriştikleri azınlıklar ve Avrupalılar, Abdulhamid sonrasında Osmanlı’nın parçalanması ve sömürüsünü daha da hızlandırmıştı. Yaşanan bu gelişmeler Osmanlı muhalif aydınlarının fikriyat ve analizlerinin ne denli yetersiz ve Batı’yı kavramaktan ne denli uzak olduğunu ortaya koymaktaydı. Cemiyetin Avrupa hakkındaki görüşlerinin romantikliği ve sığlığı neredeyse körlük derecesine varmıştı. Nitekim 1889’da İngiliz’lerin Boerlere (Güney Afrika) karşı kazandıkları zafer üzerine, İngilizlere tebrik telgrafı çekmeye çalışırken tutuklanacaklar hatta okullarına İngiliz bayrağı asmaya kalkacaklardı. Yine bir grup Batıcı aydın tarafından çıkarılan Servet-i Fünun dergisi çevresinde kümelenen ve seçkinci bir sanat anlayışını savunan Recaizade Ekrem ve kadrosu da Boerlere karşı girişilen tenkil  (ortadan kaldırma, yok etme) hareketine destek için 1900’de İngiliz elçiliğine bir ziyarette bulunacaktı. Nasıl Abdulhamid kendi politikalarıyla kendi mezarını kazmışsa, Jön Türkler de kendi politikalarıyla kendi mezarlarını kazacaklardır. Abdulhamid’in siyasal gerçekliğine karşı aşırı baskıcılığı ve otoriteryanizm de ısrarı zorunlu olarak bir İttihat ve Terakki ile sonuçlanacak; ülkeyi kaosa ve parçalanmaya sürükleyen koşulları oluşturacak; ayağı yere basmayan özgürlükçülük, imparatorluğu oluşturan tüm ulusların ayrışarak Türkler’in emperyalizm karşısında yalnız kaldığı bir süreçle sonuçlanacaktı.

Cemiyet mensupları 1896’da Cenevre’de Osmanlı İhtilal Komitesi’ni kurdular. 1897’de ise Cenevre’de İshak Sukuti, Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet, Nuri Ahmet… tarafından Osmanlı gazetesi çıkarıldı. Jön Türkler tarafından muhtelif ülkelerde 95 Türkçe, 8 Arapça, 12 Fransızca bir de İbranice olmak üzere toplam 116 gazete çıkarılmıştır.

1897’de Osmanlı devletinin Yunalılar karşısında kazandığı zafer sarayın prestijini artırırken, Cemiyet mensuplarını da kararsızlığa sürükledi. Abdulhamid’in çağrısına uyan Mizancı Murat ve arkadaşları yurda dönerken; Ahmet Rıza grubu bu çağrıya uymayarak mücadelelerini yurt dışında sürdürmeye devam ettiler. Ülkeye geri dönenlere tekrar baskı uygulanması üzerinde yurt dışına çıkmak zorunda kaldılar. Öte yandan İngiliz hayranı olan Damat Mahmut Paşa ve oğulları Prens Sabahattin ve Lütfullah, 1902 yılında Ankara-Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlara verilmesi ve Almancı politikaların ağırlık kazanmasıyla ortaya çıkan hanedan içi anlaşmazlıklar sonucu yurt dışına(Paris) çıkacak ve Jön Türk Kongresi’nin toplanmasına öncülük edeceklerdir. Prens Sabahaddin Batı kültürüyle eğitim görmüş tipik bir aristokrat ve burjuvaydı. Bireyci, Adem-i merkeziyetçi ve ıslahatçı düşüncelere sahip olmanın yanında İngiliz politik geleneğini tasvip etmekte ve benimsemekteydi.

Sabahattin ve Lütfullah beylerin, yani her şeye rağmen saray mensuplarının (Osmanlı hanedanı üyelerinin) öncülüğünde toplanan Jön Türk Kongresi, 1902 yılında Paris’te çalışmalarına başladı. Ancak kongrede azınlıklarca desteklenen Sabahaddin ve Lütfullah beylerin özgürlükçü bir devrim için Batılı ülkelerin Osmanlı devletine müdahalesini savunmaları cemiyeti ikiye böldü. Prens Sabahattin ve taraftarları, Osmanlı Hürriyet Perveran Cemiyeti adında yeni bir örgüt kurdu. Ahmet Rıza ve arkadaşları ise Terakki ve İttihad Cemiyetini oluşturarak Şuray-ı Ümmet adlı bir gazete çıkarmaya başladılar. Prens Sabahaddin kanadı, bölgesel özerklik, yerinden yönetim, bireysel girişim ve kişisel özgürlükleri savunurken; İttihatçı kanat merkeziyetçi, Türkçü, seçkinci ve otoriter bir anlayışla Alman Friedrich List’in milli iktisat düşüncesini savunmaktaydı. Oysa Sabahaddin kanadı, İngiliz iktisadı görüşü olan serbest( liberal) ticaret anlayışına sahipti. Bu gelişme,  İngiliz emperyalizminin önünü açma çabasının bir sonucu olarak Osmanlı aydının bir kısmını tesir altına almıştı. Oysa yeni teşekkül eden Alman burjuvazisi daha çok, kapalı ve kendini savunmaya yönelik bir iktisadi eğilime sahipti. 1906 yılında Prens Sabahaddin Teşebbüs-i Şahsı /Adem-i Merkeziyet Cemiyetinin programını yayınladı. Her iki kanat da meşrutiyetçi ve laik eğilimlere sahipti. İslam birliği düşüncesini reel politik açısından uygun bulmazken, bir sosyal gerçeklik olarak İslamiyet’in varlığını teyit etmekteydi. Bu nedenle birinci planda Osmanlı devleti güçlendirilmeli, halkı cehalet ve sefalete duçar eden müstebit yönetim tasfiye edilmeliydi. Prens Sabahaddin’in eleştirileri ve programı daha kuramsal ve derinlikli analizlere dayanırken; İttihatçı kanadın eleştirileri tepkisel ve sistemin özünden ziyade Abdulhamid ve kadrolarını tasfiyeye yönelikti. Her iki kanat da ulusal bir burjuvazi yaratılması hususunda hem fikirdiler. İngilizler de uzun vadeli bir politika olarak bu fikri desteklediler. Sömürülerini ülkedeki siyasal iktidara dayandırmaya çalışan Almanlara karşı, İngilizler ulusal bir burjuvaziye dayandırılacak bir sömürü yönetiminin daha rasyonel ve verimli olacağı inancındaydı. Nitekim kimi çalkantılara rağmen İngiliz politikası meyvelerini Cumhuriyetten sonra devşirmeye başlayacaktır. Öte yandan daha bu yıllarda İngiliz genelkurmayı, Anadolu demiryollarının (dolayısıyla sömürü ağının) yönetimini Almanya’ya; Suriye’yi Fransa’ya ve Bağdat-Körfez hatlarını ise İngilizlere vermeyi amaçlayan bir bölüşüm raporunu hazırlanmıştı bile. İngiliz planındaki ana etken ise, o yıllarda varlığı ve önemi fark edilmiş olan petrol yataklarına egemen olma düşüncesiydi.

Türk Siyasetinin İçindeki İTC

1906’da Selanik’te, Talat başkanlığında kurulan, çoğunluğu subaylardan ve daha yeni oluşmakta olan milli burjuvazide yer kapmaya çalışan Yahudi azınlıktan oluşan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, 1907 yılında İttihatçı kanatla birleşerek- bu yıl içerisinde- tüm muhaliflerin katıldığı ikinci bir Jön Türk (Türk Liberalleri) kongresi düzenlediler. Bu kongrede alınan kararlar: Toprak bütünlüğü savunulacak, saltanat korunacak, mevcut yönetim yıkılarak Meclis-i Mebusan toplanacak, Kanun-i Esasi yürürlüğe sokulacak, kongre kararları gizli kalacak, yönetimin yıkılması için direniş hareketleri (askere gitmemek, vergi vermemek, propaganda faaliyetlerini hızlandırmak, davaya ihanet edenlerin katledilmesi vb.) başlatılacaktır. 1907 de Reval de bir araya gelen İngiliz ve Rus heyetleri Osmanlı devletinin parçalanması ve etnik nüfus dağılım durumunu görüşmeye başlayınca, padişahlıkta direnen -tek Avrupa ülkesi olan- Osmanlının da Meşrutiyet’e geçmesi sorunu acilleşecek ve neredeyse politik gerçekliğin zarureti haline dönüşecektir. Öte yandan 9 Haziran 1908’de, Rus ve İngiliz hükümdarlarının Reval’de, Osmanlı Devleti’nin bölüşümü için yaptıkları müzakere İTC’nin genç subaylarını harekete geçirdi. Ülkenin çeşitli yerlerinde ayaklanmalar oldu. Özellikle Selanik ve Makedonya’da çoğalan ayaklanmalar, Enver ve Niyazi beylerin milli taburlar oluşturarak dağa çıkmaları sonucu askeri bir ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanmayı bastırmaya çalışan Şemsi Paşa katledildi. Osman Paşa kaçırıldı ve 23 Temmuz’da Manastır’da Enver Paşa tarafından meşrutiyet ve hürriyet ilan edildi. Bu gelişmeler üzerine Abdulhamid, Kanun-i Esasiyi yeniden yürürlüğe soktu ve Said Paşa’yı Sadrazamlığa getirdi. 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi ve birçok ilde örgütlenen İTC, Kasım ayında yapılan seçimleri kazanarak Meclis-i Mebusan üstünde denetim kurdu. Fakat İTC, Cemiyet-Fırka ikilemini devam ettirdi. Cemiyet faaliyetlerini illegal alanda sürdürürken; Fırka, legal alanda Cemiyet’in siyasal sözcülüğünü ve temsilciliğini yapıyordu. Bu ise ordunun ve orduya dayanan jakoben (tepeden inmeci) batıcı radikalizmin günümüze kadar süren politik iktidarı denetleme işlevinin stratejisini olmuştur.

Yapılan seçimde üyelerin 147’si Türk, 60’ı Arap, 27’si Arnavut, 26’sı Rum, 14’ü Ermeni, 10’u Slav ve 4’ü de Yahudi’dir. S. Yerasimos’a göre İTC, örgütsel yapısı itibariyle daha çok bir Türk-Yahudi ittifakı görüntüsü vermektedir. Türkler bu ittifakta yetkin bir askeri güç, Yahudiler ise yönetici beyin, girişim imkânı, para ve Avrupa basınından sağlanacak destek pozisyonundaydı. Diğer azınlıklar gibi Yahudiler de İttihatçı devrimin akabinde gözlerini bir yurt arayışına, Filistin’e dikeceklerdir. İTC’nin en önemli merkezi olan Selanik’te, 1908 yılında nüfus dağılımı şöyledir: %27 Türk, %40 Yahudi, %13 Rum, %3 Bulgar ve geri kalan nüfusta Levanten azınlıklardan oluşmaktaydı.

Prens Sabahaddin 14 Eylül 1908’de Ahrar (Hürler) Fırkası’nı kurarak seçimlere girdi ancak bir mebus çıkarabildi. İTC’nin merkeziyetçi ve Türkçü politikalara yönelmesi üzerine 50 civarında mebus Ahrar Fırkasına geçti. Azınlıklarla kardeşçe yaşama hülyaları çok uzun sürmemiş 1908 de Bulgaristan bağımsızlığını ilan ederken, Avusturya Bosna-Hersek’i Yunanistan da Girit’i aldı. İTC’nin siyaseti sonrasında birkaç ay içinde II. Abdulhamid’in 33 yıllık iktidarı döneminden daha fazla toprak kaybedildi.

Bu dönem içerisinde İTC’de aradıklarını bulamayan örgütün kurucuları İbrahim Temo ile Abdullah Cevdet, Osmanlı Demokrat Partisi’ni; Arnavut ve Arap mebuslar ise Mutedil Hürriyetperveran Fırkası’nı kurdular. Ahali Fırkası ise, İTC’den ayrılan bir grup ulema tarafından kurulan meşrutiyetçi-muhafazakâr bir partiydi. İleriki yıllarda ise Selanik’te -özellikle Yahudiler tarafından- Sosyalist işçi Federasyonu ile 1910 yılında Hüseyin Hilmi tarafından Osmanlı Sosyalist Fırkası kuruldu. Yine bu dönemde Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Cemiyet-i Naciye-i Milliye teşkilatları kuruldu. Volkan gazetesi yayınlanmaya başladı. Mizancı Murat ihtilal sonrasında İTC tarafından dışlandı. İTC üzerindeki egemenlik, doğal ve geleneksel Osmanlı anlayışı uyarınca artık aydınların değil, askerlerin denetimine geçti Muhalif oluşumların çoğalması ve etkinliğinin artması İTC’yi hırçınlaştırarak iktidar üzerinde ki baskısını artırmaya başladı. 13-Şubat 1908’de Sadrazam Kamil Paşayı hükümetten düşürdü. Zaten muhalefeti harekete geçirerek 31 Mart ayaklanmasına yol açan süreci başlatan da İTC’nin bu tedricen iktidarı kendi denetimine alma çabasıdır. Bu süreçte İTC karşıtı Hasan Fehmi ve diğer bazı İTC karşıtları suikastler sonucu öldürüldü. Ordu içerisinde ise mektepli-alaylı çekişmesi sürerken; buna birde devrimci Makedonyalılarla Saray yanlısı İstanbullular arasındaki gerilimler eklendi. İktidar çevresinde ortaya çıkan boşluk; İTC, Ahrar Fırkası ve saray arasında doğan gerilim, bir yandan İTC’nin suikastları, öte yandan Volkan Gazetesi çevresinin provokasyonları, 31 Mart Vakasının patlak vermesine yol açtı...

Kaynakça:

1. Osmanlı Devletinde Islahatlar, Ebubekir Sofuoğlu, Gökkubbe Yay.

2. Osmanlı Çağı ve Sonrası, Ümit Aktaş,  Anka Yay.

3. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, Şerif Mardin, İletişim Yay.

4. Jön Türklerin Yükselişi, M. Naim Turfan,  Alkım Yay.

5. Tarih Üzerine, Friedrich Nietzsche, Say Yay.

6. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Kazım Karabekir, Emre Yay.

7. Yakın Tarihin Gerçekleri, İlber Ortaylı, Timaş Yay.

8. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Erik Jan Zürcher, İletişim Yay.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ