Recai BAHADIR
Kendilerine ilim verilenler görürler ki, Rabbinden sana indirilen gerçektir ve aziz ve hamid [Allah’ın] yoluna iletmektedir.(Sebe suresi 34/6)
Yoksa senin için “Allah'a karşı yalan uydurdu” mu derler? Allah dilerse senin kalbini mühürler, batılı da yok eder, hakkı kelimeleriyle gerçekleştirir. Doğrusu O, kalplerde olanı bilendir.(Şura/24)Biz o(Kur'a)nı hak olarak indirdik ve o, hak ile inmiştir. Seni de ancak bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.(isra/105)
Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir kelime, kökü (yerde) sabit, dalları semada olan güzel bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Habis(kirli, kötü) bir kelime de; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan habis bir ağacın durumu gibidir. Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah, zalimleri de şaşırtır ve Allah, dilediğini yapar.( İbrahim/24-27)
“Biz onu arapça bir kur’an olarak indirdik ki akledesiniz (= inna enzelnahu kuranen arabiyyen lealleküm ta’kılun).”(Yusuf 12/2)
“Biz, akledesiniz diye onu arapça bir Kur’an yaptık (= inna cealnahu kur’anen arabiyyen le alleküm ta’kılun).” (Zuhruf 43/3)
Kelimeler gökteki yıldızlar gibidir. İnsanlar yüzyıllarca yıldız haritaları ile yollarını buldular. Böyle bir yıldız haritasından, keyfi olarak bir yıldız silinir veya başka bir yıldız ile yeri değiştirilirse o harita artık ne işe yarar?
Bir bilgisayar yazılımında, önemli bir iki kodun yanlış yazılması veya yazılması gereken kod yerine başka bir kod yazılması durumunda, nasıl bir sonuç açığa çıkar?
Her alanda (psikolojik, sosyolojik, siyasal, ilmî ) olgu ve olayların “hakk’a”, “gerçeğe” en yakın ifade edilebilmesinin yolu nedir?
LİSAN NEDİR?
Lisanı ifade etmek istersek;
Lisan; kullanım çerçevesi belli olan kelimelerden meydana gelen ifade aracıdır.
Lisan; insanlar arasında düşünce ve duyguların iletilmesinde kullanılan bir araçtır.
Lisan; gerçekliği anlamada ve ifade etmede kullanılan bir araçtır.
Biz bu üç tanımdan en fazla üçüncü tanıma dikkat çekmek istiyoruz.
LİSANLARIN KARŞILAŞTIRILMASI
Lisanların karşılaştırılması için öncelikle lisanların temel kavramlarının açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Aksi takdirde, yapılacak kıyaslamalar sathi kalacak ve fazla anlam ifade etmeyecektir. Temel kavramların kıyaslanmasının ardından kelime ve kavramların çeşitliliği ve temel kavramlarla bağlantıları açısından değerlendirilebilir. Bir lisanın temel kavramları, o lisanın temsil ettiği hayat tarzının temel prensipleri hakkında köklü bilgiler verir.
GERÇEKLİK İLE KASTEDİLEN NEDİR?
Algılama ve ifade seviyeleri açısından gerçekliği
-
Mikro âlemin gerçekliği
-
Duyularla doğrudan algılanabilen mekân ve zamanın gerçekliği
-
Makro âlemin gerçekliği
-
Doğrudan veya vasıtalı olarak algılanabilen mekân ve zamanın dışındaki gerçekler olmak üzere dört başlık altında toplayabiliriz.
LİSANIN İŞLEVİ (İFADE GÜCÜ)
Gerçekliğin en karmaşık yapıları bile lisanla (kelimelerle) ifade edilebilir. Bu ifadeler doğrudan ifadeler olabileceği gibi mecazi ifadeler veya meseller şeklinde de olabilir.
Güçlü bir lisan, kavramları sayıca çok olan, hem de bu kavramlar arasındaki bağlantıları tutarlı olan lisandır. Ancak böyle bir lisan gerçekliği en doğru şekilde ifade edebilir.
Güçlü bir lisan, temel kavramları ile diğer kavramları arasındaki bağlantıları sağlam olan lisandır.
Gerçekliği en iyi ifade gücüne sahip bir lisanda, gerçekliğin en küçük ayrıntılarını ifade etmeyi sağlayacak yeni kelimeler o lisanın kendi kavramsal yapısı içerisinden türetilebilir.
PROBLEM ÇÖZME VE LİSAN
Bir problemin çözümünde en önemli safha problemin doğru şekilde ifade edilmesidir. Problemi ifade etmek problemin çözüm alanını, yani çözümün nerede aranacağını tespit etmek demektir. Doğru bir lisan ve ayrıntılı bir kavram sistemi problemi doğru ifade etmek için gereklidir ve ancak bundan sonra çözüm aşamasına geçilebilir.
LİSANIN BOZULMASI
Bütün kelimeleri gerçekliği doğru ifade etmede kullanılabilecek bir lisanın bazı kelimelerini iptal etmek, o lisanı gerçekliği ifade etme açısından zayıflatır. Lisanın temel kavram yapısında meydana getirilecek değişiklikler veya başka kavram sistemlerinden yapılacak aşılamalar ise lisanın gerçekliği ifade etme özelliğini çok daha fazla azaltır ve hatta yok eder.
Bir lisanda, gerçekliği doğru ifade etmede kullanılan bir kelime iptal edildiği zaman, onun yerine mutlaka başka bir kelime geçer. Bu şekilde iptal edilen her kelime lisanın gerçekliği ifade özelliğini bozar.
Kavram kaydırma ve indirgeme ile lisan basitleştirilerek aslında gerçekliği ifade gücü azaltılmış olur. Çarpık kullanım yani kelimeleri yerinde kullanmayarak da lisan bozulur.
İslam medeniyetinin başlangıç safhasından hicri dördüncü yüzyıla kadar, Kuran’ın Kerimin kelime ve kavramları lisanın temelini oluşturuyordu. Peygamberimiz (s.a.v) tarafından bizzat bu lisan öğretilmişti ve bu lisan kullanılıyordu.
Hicri dördüncü yüzyılda farkında olmadan başlayan bozulmalar üç farklı şekilde ortaya çıkmıştır.
-
Bu bozulmaların ilki eski Yunan düşüncesinin temel kavramlarından “varlık”, “akıl”, “cevher” ve “araz” kavramlarının Müslümanların lisanında yer almaya başlaması ile olmuştur. Müslümanların temel kavramlarının içini boşaltan ve yerine farklı kelime ve kavramları koyan bu bozulma büyük bir bozulmadır.
-
İkinci büyük bozulma ise bazı temel kavramların yeniden tarif edilmesi şeklinde olmuştur. Örneğin “İlm” kavramının yeni bir tarif ile parçalanması ”din ilmi”, “dünya ilmi” gibi.
-
Üçüncü bozulma ise Kuran-ı Kerimde kullanılmış olan birçok kelimenin yerine, tek bir kelime kullanılarak, dikkatsizce kavram indirgemesi yapılmasıdır. Örnek olarak yaratma ile ilgili ondan fazla kelimenin bir iki kelime ile ifade edilmesi gibi.
Şimdi bu üç farklı bozulma türünü daha ayrıntılı incelemeye çalışalım.
Birinci tür bozulmanın en çarpıcı örneği eski yunan düşüncesinin en temel kavramlarından olan “Varlık” kavramının Müslümanların lisanındaki “Hakk” (=gerçeklik) kavramının yerine geçmesidir.
Müslümanlar kelam ve felsefe tartışmalarında ve bu alanlarda ortaya koydukları eserlerde Kuran-ı Kerim de merkezi bir yer sahip “Hakk” kavramı “varlık” kelimesinin Arapça karşılığı olarak uydurulan “bulmak” fiil kökünden gelen “vücud” kelimesini lisanlarının merkezine yerleştirmişlerdir. (Akaid ve kelam kitaplarında Allah’ın vacib’ül-vücud oluşu(?), Allah’ın varlığının delilleri gibi)
Hâlbuki Kuran-ı Kerim de “hakk” kelimesi isim, fiil veya sıfat olarak yüzlerce kelimeyle birlikte gramer bağları içinde ayrıca kavramsal bağlar içinde geçmektedir. Bu kelimelerden bazı isimler şunlardır; Kitap/Kur’an, adalet, hüküm, mizan, din, ayetler, emr, ümmet, kavm, gökler ve yer, güneş ay ve yıldızlar.
Hakk kelimeyle yakın kavramsal bağ içinde geçen çok sayıdaki fiilden bazıları ise şunlardır. Görmek, şâhid olmak, işitmek, bilmek, tanımak, inanmak, söylemek, konuşmak, anlatmak, açıklamak, okumak, yaratmak, getirmek, belli olmak gibi.
Bunların hepsinden önemlisi Kuran-ı kerim de hakk kelimesinin, Allah (c.c)’ın sıfatı ve ismi olarak geçmesidir.(22/6, 24/25, 57/16)
“Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. Şüphesiz O, ölüleri diriltir ve O, her şeye kadirdir.”
“O gün, Allah onlara hak ettikleri cezayı verir. Onlar, Allah'ın hakkın ta kendisi olduğunu apaçık bilecekler.”
“İnananlar için hala vakit gelmedi mi ki kalbleri Allah'ın Zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalbleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?”
Ayeti kerimelerde de görüldüğü gibi yüce Allah (c.c) kendisini “hakk” kelimesi ile ifade etmektedir. Eski Yunan düşüncesinden lisanımıza sokulan “varlık”(vücud) kelimesiyle ifade edilmeye çalışılan “Allah’ın varlığı” veya zıddı olan ifade bizim lisanımızda çok da anlamlı olmayan ifadelerdir. Çünkü yüce Rabbimiz kendisini bu kelime ile tanıtmıyor. Ve “varlık” kavramı da belirli bir süre için yaratılmış şeyler için kullanılır. Yüce Rabbimiz kendisini Hakk ile tanıtıyor.
Ve “HUVEL HAKK” O Hakk’tır diye buyuruyor. Bizler de tekrar ediyor ve diyoruz ki evet “HUVEL HAKK” O Hakk’tır.
İkinci tür bozulmaya örnek ise ”ilm” kavramının “din ilmi”- “dünya ilmi” şeklinde parçalanarak kullanımının bozulmasıdır.
Kuran-ı Kerim de ve hadis kaynaklarımızda bulunmayan bu ayrım “dünya ilmi” diye adlandırılan fen ilimlerinin zamanla değersiz sayılmasına ve ihmal edilmesine yol açmıştır. İslam dünyasının parlak bir başlangıçtan sonra astronomi, matematik, kimya, tıp, fizik gibi alanlarda çalışmaların giderek azalmasının birinci sebebi temel kavramlardan uzaklaşma ise ikinci sebebi de ilm kelimesindeki bu parçalanmadır. Moğol istilası ve kütüphanelerin yakılması gibi faktörler ise diğer faktörler olarak sayılabilir.
Üçüncü tür bozulmaya örnek olarak kavram indirgemeciliğini verebiliriz. Kuran’ı Kerim de kâinatın ve canlıların yaratılışı ile ilgili olarak şu kelimeler kullanılmaktadır; halaga, fatara, fetega, felega, ahya, sevva, savvere, besse, bene’a, nebete, ceale, enşee, zere’a, refea, elga, enzele. Bu kelimeler Kur’an- kerim de belirli şekillerde kullanılmakta hiç biri diğerinin yerine kullanılmamaktadır. Bu kelimelerde yapılan kavram indirgemeciliği yaratılışla ilgili Rabbimizin verdiği bilgilerin kaybedilmesine yol açacak gerçekliğin bilgisi ile kitap arasındaki bağıntı zayıflayacaktır. Başka bir örnek olarak da Kuran-ı kerimde zamanla ilgili geçen; hıyn, an, vakt, saat, yevm, şehr, sene, asr, dehr, ecel kelimelerinin meallerde birbirinin yerine kullanılmasını verebiliriz.
Kavram indirgemeciliğinin bilgiyi nasıl etkilediğine fizik biliminin terimleri ile başka bir örnek verelim. Klasik mekanik üç temel kavrama dayanır. Kütle(m), uzunluk(l), ve zaman(t). Bu üç temel kavram yardımı ile birçok yeni kavramın nasıl tanımlandığını görelim;
Hız=uzunluk / zaman, ivme=hız / zaman, kuvvet=ivme x Zaman, moment(tork)= kuvvet x uzunluk, Momentum=kütle x hız, enerji=kütle x hız2, güç=kuvvet x yol/zaman
Şimdi bu işlerden az anlayan veya anlamayan birileri çıkar ve “aslında hız, ivme, kuvvet, moment, momentum, enerji, güç büyüklükleri birbirine yakın şeylerdir, aralardaki farklar çok da önemli değildir, hepsinin yerine kuvvet diyelim” derse ne olur? Bu yaklaşımla en fazla bir iki tane fizik problemini çözebilir, birçok problemi ise çözmek bir yana problemi anlamak bile mümkün değildir.
Kur’an-ı kerimin kelimeleri gökteki yıldızlar gibidir. Gökyüzünü okumayı bilen astronomlara veya eski denizcilere yıldızlar nasıl yol gösteriyor ve böylece istedikleri limana ulaştırıyorsa, yüce Rabbimizin kelimeleri de gerçekliği öğrenmek isteyenler için yol göstermeye devam etmektedir.
Kur’an-ı Kerim de bulunan kelimelerin Müslümanlar tarafından kullanılıyor olması bu kelimeleri doğru kullandığımız anlamına gelmeyebilir. Lisan ve dolayısıyla düşünce ve inançlar kendi haline bırakıldığında bozulmaya uğrar. Bu bozulma farklı inanç ve düşünce yapısındaki kesimlerin bilinçli faaliyetleri sebebi ile olabileceği gibi biz Müslümanların lisanımıza gerekli özeni göstermememizden de kaynaklanabilir.
Diğer bir bozulma türü de bozuk davranışlarını kendi kendilerine ve başkalarına kabul ettirmek isteyen kimselerin kelimeleri değiştirmeleri veya tamamen lisanlarından silmeleridir.
LİSAN YOLUYLA BÜYÜLEME VEYA BÜYÜLENME
Lisan yoluyla büyülenme lisanın nasıl kullanılacağını bilmeyenlerin kolayca içine düşebilecekleri bir durumdur. Farklı şekiller de karşımıza çıkabilir.
Temel inanç ifadeleri için “Ben şöyle şöyle inanıyorum” demek anlamlıdır.
Hipotez ve teoriler için “Ben şu şu teorilere veya hipotezlere inanıyorum” demek ise anlamsızdır.
Mesela; Darwin’in evrim teorisi adı üstünde bir teoridir ve “Ben evrim teorisine inanıyorum” demek anlamsızdır. Çünkü teoriler için “şu an için geçerli” ya da “teoriye göre” denilerek cümleler kurulduğunda bir anlam ifade ederler.
Daha tehlikeli bir büyüleme yöntemi ise özellikle son yıllarda Roman, hikâye ve sinema alanında “yüzüklerin efendisi” ve “Harry Potter” gibi seri halinde devam eden Roman veya sinema filmlerinde temel inanç ifadelerini masallarla karıştırmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır. “Bir varmış bir yokmuş” şeklinde başlayan masallarda olduğu gibi, bir masal olduğu ifade edildiğinde masallar güzeldir. Ama bu Roman veya filmlerde gerçek ile masal bilinçli olarak birbirine karıştırılarak sunulmaktadır.
Bir diğer büyüleme şekli de şiir ile Kur’an-ı Kerim ayetlerinin iç içe olduğu, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin meallerinin şiirin bir malzemesi olarak kullanılmasıdır. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim bir şiir kitabı değildir.
Müslüman lisan âlimlerimizin daima dakik bir şekilde Müslümanların lisandaki kelimelerin bozulmaması için büyük bir gayret göstermesi gerekmektedir.
KUR’AN-I KERİMİN KELİMELERİNİN ANLAM ALANINI TESBİT METODU
Müslümanların lisanında ve buna bağlı olarak da zihinlerinde Kur’an-ı Kerimin kavramsal yapısı bozulmuş olsa bile, Kur’an-ı Kerimin kendi kelime düzeni içinde herhangi bir bozulma gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmeyecektir. Lisanın önemi ve lisandaki bozulmanın farkında olan Müslümanların özellikle de âlimlerin, kitaptaki kelimelerin gramerini anlamak için çalışmalar yapmak ve temeli sadece kitabın kelime ve kavramlarına dayalı lisanımıza geri dönmek için çaba sarf etmeleri gerekmektedir. Böyle bir lisan olayları basitleştirmekten veya karmaşıklaştırmaktan uzak bir şekilde, Melikü’l Hakk olan gerçek Melik’in gösterdiği şekilde yani gerçekliği nasıl ise öyle görebilme imkânına bizleri ulaştıracaktır.
Kur’an-ı Kerimin kavramsal yapısı içinde bir kelimenin anlamlılık alanını tespit etmek için
-
Önce kelimenin ve türevlerinin geçtiği tüm ayetler sıralanır.
-
İncelenen kelime muteber tefsir kaynaklarında ve Arapça lügatlerde nasıl manalandırılmış bakılır.
-
İncelenen kelime kitap’ta isim mi, sıfat mı yoksa fiil mi tespit edilir. Sıfat, isim ve fiil hallerindeki kullanımlarına göre anlam çerçevelerine göre sınıflandırılır.
-
Kelime isim halinde geçiyor ise hangi fiil ve sıfatların uygulandığı tespit edilip buna göre anlamlılık alanı çıkartılmaya çalışılır.
-
İncelenen kelimenin hangi bağlamlarda geçtiği tespit edilmeye çalışılır.
-
Kelime fiil halinde geçiyor ise hangi özneye bağlı olarak hangi şahıs zamirlerinde geçtiği belirlenir. Fiiller hangi tümleçlere (nesnelere) uygulanmış tespit edilir ve listesi çıkarılır.
-
Ayetin manasını önemli ölçüde etkileyen kelime anahtar kelimedir. Anahtar kelimenin yanında sıkça kullanılan kelimelerde diğer anahtar kelimelerdir. ( mesela, kada( ) ve musahharat kelimeleri emr kelimesine bağlı olarak geçen anahtar kelimelerdir.)
-
Önemli bir başlık da Kur’an-ı Kerim de araştırdığımız kelimeye “yakın anlamlı” ve “zıt anlamlı” olarak görünen kelimelerin tespit edilmesidir.
Kitap’ta geçen kelimelerin bu gün de kullanılıyor olması doğru kullanılıp kullanılmadığı noktasında daha dikkatli olmayı gerektirebilir. Bazen bir kelimenin gündelik kullanımdaki anlamının bir kenara bırakılarak araştırılması daha sağlıklı sonuç verebilir.( örnek olarak “Millet” kelimesi Osmanlı–İslam medeniyetinin kavram yapısı içinde “gelenekler/davranış biçimleri/kültür” anlamında kullanılıyor, bu kelime o dönemde hazırlanmış Fransız ve İngiliz lügatlerinde “kültür/gelenek” olarak anlamlandırılıyordu. Daha sonra Ziya Gökalp ve takipçileri “Millet” kelimesini, Fransız ihtilalinin temel kavramlarından olan “ulus” kelimesi ile aynı manada kullanmaya başladılar. Bugün de Millet kelimesi yanlış bir şekilde Kur’an-ı Kerim deki “kavm” kelimesi yerine kullanılmaktadır. 20.yy başında “cemiyeti akvam/kavimler topluluğu) olarak doğru bir şekilde kullanılan kavram, daha sonra “Birleşmiş milletler” olarak yanlış bir şekilde isimlendirilmeye başlanmıştır. Arap ülkelerinde de benzer bir kavramsal bozulma ile “Ümem’il Müttahide/Birleşmiş ümmetler” denilmektedir.)
HAKK KAVRAMININ FARKLI KULLANIMLARI
HAKK ve BİLMEK
Yoksa O`ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: Delilinizi getirin! (= kul haatu burhanekum) İşte benimle beraber olanların ve benden öncekilerin öğüdü budur. Ama çokları gerçeği bilmezler (= bel ekseruhum la ya`lemunel hakk), bundan dolayı da ondan yüz çevirirler. 21. 24
[Burada da “gerçek” (= hakk) ve “bilmek” (= ‘ilm) kelimeleri bir arada geçiyor.
Onları ancak gerçeklik olarak yarattık (= ma halakna huma illa bil hakk). Fakat [insanların] çoğu bilmezler. 44/39
Her ümmetten bir şahit çıkardık, “Delilinizi getirin!” dedik. Bildiler ki, gerçeklik, Allah`ındır (= fe alimu ennel hakka lillah), ve uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitmiştir (= ve dalle anhum ma kanu yefterun). 28/75
[O gün gerçekliğin Allah’ın olduğunu bildiler. Bu ayetten gerçeklik hakkında bir şey daha öğreniyoruz: Gerçeklik, hayaller gibi kaybolup gitmez. Göklerin ve yerin durup dururken kaybolup gitmemesi gibi. ]
SAATİN HAKK OLDUĞUNU BİLMEK
Burada “inananlar ondan korkar ve onun gerçek olduğunu bilirler” ifadesinde saatin gelmesiyle mizan ortadan kalkınca birincil emr ile alışageldiğimiz düzenin ortadan kalkması dehşet verici bir durum meydana getiriyor. En ufak bir yer sarsıntısının bile insanda korku ve dehşet uyandırabildiğini düşünecek olursak, şiddetli iki sarsıntı arkasından gelecek dehşeti daha iyi anlayabiliriz. Aşağıdaki ayet Allah’ın gökleri ve yeri zevale (= çöküşe) karşı tutmakta olduğunu beyan ediyor:
İLM VERİLENLER KİTAB’IN HAKK OLDUĞUNU GÖRÜRLER
Kendilerine ilm verilenler görürler ki, o Rabbinden sana indirilen gerçektir ve aziz ve hamid [olan Allah`ın] yoluna iletmektedir (= ve yera-llezine utul ilme ellezi ünzile ileyke min rabbike huvel hakk). 34/6
[Bu ayette de “gerçek” (= hakk) ve “görmek” (= yera) fiilleri aynı ifadede geçiyor. “Kendilerine bilgi verilenler Kitab’ın gerçek olduğunu görürler (= yera), ” deniliyor. Bu görme nasıl oluyor? Bunun bilgiyle olduğu açık. Demek ki, “kendilerine bilgi verilenler” onun gerçek olduğunu hem biliyor, hem de görüyor. Bunun üzerinde iyi düşünmek lazım. ]
KİTAB’IN HAKK OLDUĞUNU BİLMEK
Ve kendilerine ilm verilmiş olanlar onun Rabbinden [gelen] gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler (= güvensinler?) (= li ya’lemellezine utul ‘ilme ennehul hakka min rabbike). Böylece kalpleri ona saygı duysun. Şüphesiz Allah iman edenleri mutlaka doğru yola iletir. 22/54
[Demek ki, “kendilerine ‘ilm verilmiş olanlar” (= utul ‘ilm) o Kitab’ın Allah’tan gelen bir gerçek olduğunu bilebilirler. Bu da yukarıda “hakk” ve “ilm” kelimelerinin geçtiği ayetlerle ilgili ilgili tespitleri kuvvetlendiriyor. Yalnız burada “utul ‘ilm” kim? Bunlara bilgi nasıl veriliyor? Bunu araştırmak lazım. ]
Allah size Kitab`ı açıklanmış (= mufassalen) olarak indirmiş iken O`ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitab`ı verdiklerimiz onun Rabbin tarafından gerçeklik olarak indirilmiş olduğunu bilirler (= ya`lemune ennehu munezzelun min rabbike bil hakk). Bundan kuşkulananlardan olma (= fe la tekunenne minel mumterin). 6/114
Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, [bunu göremeyen] kör bir kimse gibi olur mu? Ancak sağduyu sahipleri ibret alır (= e fe men ya’lemu ennema unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huvel a’ma) 13/019
… Kendilerine Kitap verilenler bunun Rablerinden [gelen] gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir (= ve innellezine utul kitabe le ya’lemune ennehul hakku min rabbihim) 2/ 144
Hakk(=gerçek), Rabbindendir, artık kuşkulananlardan olma (el hakku min rabbike ve la tekunenne minel mumterin). 2/147
VAAD’İN HAKK OLDUĞUNU BİLMEK
Böylece Biz onu annesine geri verdik ki gönlü aydın olsun, üzülmesin ve Allah`ın va`dinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çokları bilmezler. 28/13
Kâfirler, “Allah, ölmüş kimseyi diriltmez ” diye olanca yeminleriyle yemin ettiler; hayır bu, Allah’ın kendisi üzerine hakk olan bir vaadidir (= bela va’den ‘aleyhi hakka); insanların çoğu bunu bilmezler. 16/38
HĀLEGA BİL HAKK
Güneşi ışık ve ayı da nur yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya menziller düzenleyen O`dur. Allah bunları ancak gerçeklik olarak yaratmıştır (= ma halakallahu zalike illa bil hakk). Bilen bir kavim için ayetleri ayrıntılı olarak açıklamaktadır (= yufassilul ayati li kavmin ya`lemun). (10/5)
[Bu ayette de güneş ve ayın gerçeklik olarak yaratılmış olduğu ifade ediliyor ki, bunların, idealistlerin zannettiği gibi birer hayalden ibaret olmadığı anlaşılıyor. ]
Biz, gökleri ve yeri ve bunlar arasındakileri oyun-eğlence için yaratmadık! (= ve ma halaknas semavati vel ‘arda ve ma beynehuma la’ıbiyn).
Onları ancak gerçeklik olarak yarattık (= ma halakna huma illa bil hakk). Fakat [insanların] çoğu bilmezler. 44/38-39
KELİME VE HAKK
Yoksa onlar: “Allah`a yalan mı uydurdu, ” diyorlar? Hâlbuki Allah dilese senin kalbine mühür basardı. O, batılı mahveder ve KELİMELERİYLE gerçeği güçlendirir. O, sinelerin özünü bilir (= ve yemhullahul batıle ve yuhikkul hakka bi kelimatihi). 42/24
(kalbin mühürlenmesi, batılı mahvetmek, kelimelerle gerçeği güçlendirmek)
Burada dikkat çeken bir husus, Allah`ın kelimeleri ile gerçeği güçlendirmesidir (=yuhikkul hakk). “Kelime” kavramı ile “emr” kavramı arasındaki ilişkiyi düşünecek olursak, gerçeğin kelimelerle nasıl ortaya çıkabileceğini daha iyi anlayabiliriz. Bilindiği gibi, Allah, gökleri ve yeri emri ile yönetmektedir. Emri ise kelimelerle ifade edebilmektedir.
BEYYİNE VE HAKK
Ehli Kitap`tan birçoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra (= min ba’di ma tebeyyene lehum-ul hakk), sırf içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra inkâra döndürmek isterler. Allah EMRini getirinceye kadar onları affedin, hoş görün. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir. 2/109
HİDAYET, HAKK, ADALET
Yarattıklarımız içinde hakka (= doğru olana) ileten ve onunla adaleti sağlayan bir ümmet vardır (= yehdune bil hakki ve bihi ya`dilun). 7/181
HAKK’DAN HOŞLANMAMAK
Yoksa “Onda bir delilik var, ” mı diyorlar? Hayır, o [Peygamber] kendilerine gerçeği getirdi, fakat çoğu gerçekten hoşlanmıyorlar (= bel caehum bil hakki ve ekseruhum bil hakki karihun). 23/70
ZANN VE HAKK
Onların bu hususta [meleklerle ilgili] bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zann ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz (= innez zanne la yugni minel hakki şey`a). 53/28
“Allah`ın vaadi hakk’tır(=gerçektir) (inne va`dalahi hakkun). O Saat üzerine de rayb( kuşku) yoktur, ” dendiği zaman: “Saat nedir, bilmiyoruz. Onu sadece bir zan olarak algılıyoruz (= in nazunnune illa zanna). Biz ona inanmıyoruz, ” demiştiniz değil mi? 45/32
[Başka ayetlerde Kitab da gerçek olarak nitelendiriliyor. Onda da kuşku (= rayb) yok: (32./1-2) Elif lam mim, tenzilül kitabi la raybe fihi min rabbil âlemin). Bazı meallerde şüphe (= şekk) ve rayb (=kuşku?, olasılık?belirsizlik?) kelimeleri birbirine karıştırılıyor, buna dikkat etmek lazım.
HAKK İLE ŞAHİTLİK EDENLER, ŞEFAAT ETMEK
O`ndan başka yalvardıkları şeyler şefaat [yetkisine] sahip değillerdir. Ancak bilerek gerçeğe şahitlik edenler hariç (= illa men şehide bil hakki ve hum ya`lemun). 43/86
Bu da dikkat çekici bir ayet. Şefaat yetkisine sahip olacakların, “bilerek gerçeğe şahitlik edenlerden” olduğu ifade ediliyor.
HAKKI SÖYLEMEK (MANTIK)
Gökte de rızkınız ve size vaadedilen vardır (= ve fis semai rizkıkum ve ma tuaduun). 51/22
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu, sizin konuştuğunuz gibi gerçektir (= fe ve rabbis semai vel ardi innehu le hakkun mislema enneküm tantıkun). 051. 023
Yukarıdaki ayetleri dikkatle incelediğimiz zaman şunları görüyoruz: Gökte (=semada) vaad edilen nedir? Diye soracak olursak, “Andolsun siz bir tabakadan diğerine çıkarılacaksınız, ” vaadini hatırlıyoruz. Buradaki “tabaka” kelimesini bazı müfessirler “bir dereceden başka bir dereceye çıkarılacaksınız, ” diye anlamışlardır. Ancak bu anlayış doğru olamaz, çünkü Kur’anda bu manada geçen ayetlerde “derece” kelimesi kullanılmıştır. Ayrıca şu ayette: “Yedi göğü tabakalar halinde yarattı (= haleka seb’a semavatin tibaka)” tabaka kelimesi çoğul olarak geçmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, insanlar göğün bir tabakasından diğerine çıkarılacaktır. Bu çıkış hangi tabakalar arasında olmuş veya olacak, onu düşünmek lazım.
Ayrıca, son ayette “nataka” ve “mantık” kelimesinin türevi olan “tentikun” kelimesi geçmektedir ki, bu sadece “konuşmak” olarak çevrilemez. Bu kelimenin tam manasını bulmak gerekiyor. Aşağıdaki iki ayette de bu kelime geçiyor:
… Katımızda gerçeği söyleyen bir Kitap vardır (= ledeyna kitabun yentıku bil hakk), onlara asla haksızlık edilmez (= ve hum la yuzlemun). 23/62
[Burada neden yentıku kelimesi kullanılmış? Hâlbuki Kur’anda “yekulu” (= söylemek), “yunebbiu” (= anlatmak), yükellimu (= kelimelerle ifade etmek, konuşmak), yakıssu (= hikâye etmek) gibi kelimeler var. Acaba “yentiku bil hakk” ifadesi “gerçeği sistemli, birbirine bağlantılı şekilde söyleyen” diye anlaşılabilir mi?]
Genel hatları ile verilen bu araştırma metodu bireysel çabalar yanında özellikle farklı alanlarda çalışmalar yapmış Müslümanlar tarafından ekip çalışmaları halinde yapılması gerekmektedir.
Ekip halinde yapılması gereken çalışmalara örnek olarak Şakir KOCABAŞ’ın “Kur’an-ı Kerim de madde ve uzayların yaratılışı, Kur’an da hakk kavramı, kitapları incelenebilir.
Her şeyin en doğrusunu yüce ALLAH(c.c) bilir.
Hamd âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’adır(c.c).
(*) Bu yazı bir Mü’min ve muvahhid olduğuna şahitlik ettiğim rahmetli hocam Şakir KOCABAŞ ın kitaplarından (özellikle Kur’an da hakk kavramı, emr kitabı, madde ve uzayların yaratılışı ve bazı makalelerinden) derlenerek hazırlanmıştır.