İnfak - rahle.org

İnfak - rahle.org

İnfak


Facebookta Paylaş
Tweetle

Fatih PALİT

Allah'ı ve ahireti unutarak dine karşı kayıtsızlaşma; ahlaki ve dini değerlere yabancılaşma anlamını taşıyan dünyevileşme müslüman fert ve toplumları çok yakından ilgilendiren varoluşsal bir problemdir. Bu sebeple dünyevileşmekten kurtuluş, hayati önem arz etmekte, dünyevileşmeye karşı önerilen çareler de ayrı değer taşımaktadır. Bu çerçevede dünyevileşmeye bir çözüm olarak infak erdemi merkezi konuma sahiptir.

Dünyevileşme dini düşünce, uygulama, inanç ve kuralların kişisel ve toplumsal anlam ve önemini yitirme süreci olarak yorumlanabilir. Sosyal, kültürel, ekonomik ve benzeri etkenlerle, insanların, hayatı sadece dünya ile gerçeği ise algı­lanan, görülen, tecrübe edilenle sınırlaması, varlığı tek boyutlu algılaması, kendilerini Allah'tan bağımsız (müstağni) görerek kendi öz benliğine yabancılaşması ve gaflete düşmesidir.

Diğer bir ifadeyle dünya-ahiret dengesinin dünya lehine bozulması, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanın esfel-i safiline düşüş serüvenidir.

Kur'an-ı Kerimde, genelde kâinatın, özelde ise dünyanın anlatımına bakıldığında, ayetlerin içeriği üç ana konu etrafında özetlenebilir. Birincisi, kâinat bir yönüyle Yüce Allah'ın zatına ve esmasına işaret eden ayetlerdendir. İslam, kâinattaki her nesneyi birbirinden bağımsız olarak değil bir tevhid içinde tanımlar. Hatta mahiyeti içerisine yerleştirilmiş kanunlar doğrultusunda hareket ettiği için, Allah'ın emrine itaat ve onu tesbih ettiklerinden dolayı, tüm evreni Allah'a itaat eden (müslüman) olarak tasvir eder. Görmez misin ki, göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini? Her biri kendi tesbihini ve duâsını bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir.(nur 41)

İkinci olarak dünya, insanların hangisinin daha güzel ve ahlaki amellerde bulunacağını ortaya çıkarmak için yaratılmış bir sınav alanı, insanın iradesini kullanarak sorumluluk alma ve varoluş sürecidir. Başka bir deyişle, dünya insan için, imar etmesi, üzerinde medeniyetler kurması ve emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker ile ıslah etmesi gereken bir vazife zeminidir. “Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur. (mülk 2)

Kısaca dünya, nebevi ifadeyle, ahiretin tarlasıdır.

Esas üzerinde durulacak olan dünya hayatının menfi yönü ise, naslarda, kişiyi Allah'ı anmaktan ve yaratılış gayesinden uzaklaştıran ve alıkoyan bir oyun ve eğlence, aldatıcı gelip geçici fani bir meta, insanları büyüklenmeye, dolayısıyla da özüne yabancılaşmaya ve imtihanı kaybetmeye götüren bir yaşam biçimi ve süreci olarak nitelenmektedir.

Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez. (Muhammed 36)

İnsan Allah merkezli bir varlık görüşünden hareketle kendisini ve çevresini değiştirme başarısı gösterirse Vahyin hakiki amacına uygun olarak Allah'a teslim olur. Yok, şayet insan kendisini merkeze alan bir dünya görüşünden hareketle varlığa bakacak olursa nefsinin zebunu olur, kendisiyle ve çevresiyle çatışır ve tahrip eder. Kur'an anlatımında bu dünyevileşme süreci "yeryüzüne çakılıp kalma" olarak tasvir edilmekte, arka planında ise, ahiretten vazgeçip sadece dünya hayatına sarılma ufuksuzluğu ve kişilik kaybının varlığına işaret edilmektedir:

"Ey iman edenler! Size ne oldu ki 'Allah yolunda seferber olunuz' emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp, çakılıp kaldınız? Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama iyi biliniz ki dünya hayatının zevki ahiret hayatının yanında pek az bir şeydir" (Tevbe, 38).

Bu ayet-i kerime, tarihsel olarak, Tebuk seferi için seferberlik ilan edildiğinde insanların sıcak yaz gününde, meyvelerin olgunlaştığı, insanların rehavete daldığı bir zamanda Bizans gibi bir güce karşı orduya çağrıldıklarında bazı inananların dünyanın cazibesine kapılarak işi ağırdan almaları tembellik ve uyuşukluk göstermeleriyle ilgili nazil olsa da müslümanları ve İslam medeniyetini bekleyen büyük tehlikeye karşı bir uyarı niteliğindedir.

"Onlara, kendisine ayetlerimiz hakkında ilim nasip ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet o adam bu ilme rağmen o ayetlerimizden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o ayetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık, lakin o yere saplandı ve hevasının esiri oldu. Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini sarkıtıp solur. İşte bu ayetlerimizi yalanlayanların misalidir. Bu kıssayı anlat belki düşünüp ibret alırlar" (A'raf, 175-176)

Burada karakteri sergilenen ilim verildikten sonra dünyevileşmiş kişi (Ümeyye ibn Ebi's-Salt) prototipi penceresinden ilahi nitelikli bilgiden uzaklaşarak, şeytanın kurulu dünyasında yeryüzü saltanatına, maddeye ram olmuş modern zihniyeti, sekülerleşmiş insan tipolojisini seyredebiliriz. Dinden ve vahiyden sıyrılmak suretiyle insanoğlu, varlığını tehdit eden düşmanlarına karşı en temel korunağını, zırhını ve barınağını kaybetmiş ve düşmanlarının yani şeytanların arkasına takılarak dünyalık peşinde koşarken özüne yabancılaşmıştır. Artık onu uyarmakta, uyarmamakta birdir. Kalbi ve vicdani reflekslerini yitirmiş; inkar, artık onun için huy ve seciye halini almıştır. İhtiyaç ve zaruretten ötürü değil, nefsinin kötü huyundan ve hırsından dolayı hep çirkin işleri yapar.

"Allahın sana ihsan ettiği bu servetle ebedi ahiret yurdunu mamur etmeye gayret göster, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilik et, sakın yeryüzünde bozgunculuk arzu etme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez"

"Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez." (Kasas, 77)

Bu ayet, İslam'ın dünya ve ahirete bakışını ve ikisi arasındaki ilişkiyi değerlendirişini özlü bir şekilde anlatır. Burada İslam'ın hayat anlayışı, ahireti aramak dünyayı unutmamak, Allah'ın bize verdiği ihsan ettiği şeylerden diğer insanlara vermek ve yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkarmamak şeklinde dört ilkede özetlenmektedir

İnfak, lugatta bir şeyin "bitip tükenmesi" ve "geçip gitmesi" manalarına gelen n-f-k maddesinden türetilmiş bir isimdir(İbn faris, Mu'cemu Mekayisi'l-luğa, Mısır 1969; V,454-455; İbn Manzur, Lisanü'I-Arab, Beyrut 1990, 'nfk"md.)

“bitirmek, tüketmek, malı harcamak, elden çıkarmak, sarf “etmek anlamlarına gelmektedir.

İnfâk: “Malı elden çıkarmak, yani harcamaktır.” İbn Mes’ud’a göre ise, “kişinin ailesinin geçimi için harcadığı maldır.”

İnfâk: İbn Cüreyc ve Said b. Cübeyr’in görüşüne göre: “Farz olan zekâtla beraber nafile veya müstahap olan harcamalara” denilir.

Elmalılı Hamdi Yazır ise infâkı maddi ve manevi olarak şu şekilde tanımlamaktadır: Maddi olarak infâk, zekat ve diğer sadakalar ve armağanlar, yardımlar ve vakıf gibi fukaraya ve sair iyilik ve hayırlar için mal sarf etmek gibi bütün malî ibadetleri kapsamaktadır ki Kur’an’da “Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: Hayır olarak infâk edeceğiniz, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu kuşkusuz bilir” (bakara 215) gibi ayetlerle ayrıntılı şekilde ele alınmaktadır. Manevi olarak ise infâk, ihtiyaç sahiplerine makamdan, ilimden, nasihatten, yol göstermeden, nefse hizmetten, izzet, ikram ve ağırlamadan, kalp iradesinden, hatta saygı-sevgi ve selamdan yapılan her hangi bir hayrı da kapsamaktadır.

Elmalılı Hamdi Yazır, infâkı maddi ve manevi iki kısma ayırdıktan sonra onu, iktisadi yönden de zararlı ve faydalı infâk diye de iki kısma ayırmaktadır: “Zamanımızda iktisat ilmiyle uğraşanların ‘istihlak = konsumasyon, tüketim’ dedikleri infâk, genelde iki türe ayrılır. Birisi ferdî, sosyal hiç bir menfaat ilgisi olmayan boş, zararlı ve pis infaklardır ki tamamen boş bir tüketim olan bu infakları Hak Teâla yasaklamış ve insanları ondan sakındırmıştır. Diğeri, her hangi hayati bir menfaata yönelik olan hayır infaklardır ki malları hayata dönüştürmek demek olan bu infâklar, aslında tüketim değil, üretimin gayesidir. Bu üretim, ne kadar genel, ne kadar temiz ise, değeri de o kadar yüksektir. Çalışmalarını Allah katında ebedi hayata dönüştürüp de, dünya ve ahiretin korku ve hüznünden kurtulmak isteyenler bu hayra, bu ahlaka, bu sosyalliğe ve bu iktisat yoluna girmeli. Bununla orantılı olan kazanç ve üretime çalışıp gayret etmelidir. (Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 204.)

İnfâk: Zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır. Zekat, infâkın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür.

İnfâk: “Kalbin, nefsin tezkiyecisidir. İnfâkta diğer insanlar için menfaat ve yardım, mevzuu bahistir. En güzelini seçip onu diğer insanlara sunmak, kalbin temizlenmesini, nefsin paklanmasını tahakkuk ettiren, başkalarını tercihe o yüce manayı veren şey infâktır.”( Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 457.)

İnfâk: “Malın azından veya çoğundan olmak üzere iyi ve müstehap bir fiil olmakla beraber, altında istek ve sevgi yatan bir hayırdır.” Maddi ve manevi olarak yapılan her türlü hayra da denilir.( Tabatabâî, el-Mîzân fî Tefsîr’il-Kur’an, I, 94.)

İnfâk: “Allah’ın verdiği servet, güç, zekâ, ilim gibi her türlü zenginlikten bir kısmını Allah yolunda ve/veya muhtaç olanlara geçimlik olacak şekilde, sadece Allah rızası için ve kimseyi minnet altında koymadan verme, harcamadır.”( Ali Ünal, Allah Kelâmı Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İzmir, 2007, s. 1415.)

Elmalılı Hamdi Yazır, infakın mecaz yoluyla mal ve mülkün dışında ilim öğretme gibi manevi şeyleri de kapsayacağını belirtmektedir. Nitekim Hz. Peygamber "Güzel söz sadakadır." buyurmak suretiyle infakın sadece mal ile sınırlı olmadığını ifade etmiştir.

Sonuç itibariyle, yapılan bu tanımlamalardan hareketle infâkı şu şekilde tanımlayabiliriz: İnfâk, Alah’a itâat ve ibadet amacıyla ve genel olarak iyilik niyetiyle yapılan, kişinin kendisine, ailesine, akrabalarına, eşine dostuna ve ihtiyaç sahiplerine kısacası İslama ve Müslümanlara, hatta bütün insanlığa faydası olan, mal, mülk, para, makam, ilim, nasihat, yol gösterme, nefse hizmet, izzet, ikram ve ağırlama, kalp iradesi, hatta saygı-sevgi ve selam gibi maddi-manevi her türlü hayrı, yardımı, harcamayı ve davranışı içine alan; gerek zorunlu infâk (ailenin geçimi, zekat), gerekse gönüllü infâk (sadaka, yoksulu doyurma, yedirme) gibi ibadet ve davranışları içine alan dinî ve ahlakî bir davranış biçimidir.

Kur'an'ın ahlak anlayışını yansıtan kavramsal çerçevenin merkezinde ise, "birr" kavramı vardır. Bu çerçevede infak, "birr" kavramının anlam sahasının özellikle de mali yönunü ifade eden bir ta'bir olarak algılanabilir. "Birr" kelimesi, 'iyiliği ve hayrı geniş olmak' demektir. Rağıb el-İsfehani b-r-r maddesinin aslında büyük ve geniş kara parçaları için kullanıldığını, zamanla genişlik anlamından dolayı, hayır ve iyilikteki fazlalığı ifade etmek için de kullanılmaya başlandığını belirtir. O halde "birr", çok itaatkâr ve kullukta titiz olmaktır ki bu yönüyle "takva" kavramıyla da iç içedir. Her ikisinin de karşıtı fucur terimidir. Ayrıca birr kelimesi, yüksek bir ahlaki mertebeyi ifade eder.

''Birr" (iyilik), yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirmeniz değildir. Lakin birr, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden, hoşlandığı malını Allah'ı hoşnut etmek için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında kalıp hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, namazı hakkıyla ifa edip zekatı veren, sözleştiği zaman sözlerinde duran, hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde, savaşın sıkıntıları sırasında sabreden kimselerin davranışlarıdır. İşte onlardır iddialarında samimi olanlar ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan takva sahipleri." (Bakara, 177)

"Sevdiğiniz mallarınızdan infak etmedikçe "birr" mertebesine ulaşamazsı­nız. Bununla beraber her ne infak ederseniz Allah onu bilir." (Al-i İmran, 92)

İnfakın ıstılahi bir manası da, cihada hazırlık ve dinin nusreti için mal ve mülkünü sarf etmektir. İnfakta harcama yapılacak miktar ve sarf edilecek yerler, Zekât ta olduğu gibi belirli ve muayyen olmayıp geneldir. Bundan dolayı pek çok ayette infak İslam'ın muzafferiyeti ve tebliği için yapılan harcamaları ifade eder. Bu çerçeveye, bir avuç hurma vermekten büyük ordular hazırlamaya varan yardım miktarları ve çeşitleri girmektedir. "Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır." (Hadid, 57 /10).

İnfaktaki genelliği ve genişliği gösteren bir husus da verildiği yerlerdeki genişliktir. İnfak vacib ve farz nevinden infakları kapsamakla beraber, Allah'a kurbiyet maksadıyla, kişinin malından nafile olarak tasaddukta bulunmasını da ifade ettiği belirtilmişti. Aynı zamanda infakın fakirlikte, zenginlikte, bollukta darlıkta, belirli bir vakitle sınırlanmayan gece ve gündüz yapılabilen harcama ve mali yardımları da kapsadığı görülmektedir.

"O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar. Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışlarda bulunanları sever ''Mallarını gece ve gündüz gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler." (bakara 274)

Uhud savaşında şehid olan yaşlı ve malı da çok olan Amr b. Cemuh, bir ara, Resullullah'a gelerek mallarımızı nerelere vereceğiz, nelere harcayacağız diye sormuştu. Bunun üzerine şu ayet nazil olmuş­tu; "Sana, kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal, ana baba, akrabalar yetimler yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir. Hayr olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.

Dünyevileşme serüveninde mühim noktalardan birisi, dünyevi şeylerin, özellikle de servetin insan psikolojisi üzerindeki etkisi, diğer bir ifadeyle dünya metaı’ın insan aklı ve duygusuna negatif baskısıdır. Kur'an bu durumu "istiğ­na" kendini yeterli görme, tanrıya muhtaç olmama, tuğyan ve ifsad olarak tasvir eder. Kendine yetme bir başkaldırıyı, tuğyanı, fesadı ve neticede inkârı sinesinde barındırır.

Dünya meta'ının insan üzerindeki söz konusu menfi boğucu baskısına karşı, insanın sinesini imana ve yüzünü uhrevi âleme yöneltici en mühim faktörlerden birisi infaktır.

Kur'an'da mü'min olmakla infak etmek arasında sıkı bir ilişki kurulur. Vermek (infak), kişiyi iman etmeye götüren önemli bir etken, yine cimrilik, inancın önündeki mühim bir engel olarak anlatılır. Riyadan uzak, insanların başına kakmaksızın, Allah rızası gözetilerek ve inanarak yapılan bir infak kişinin imanını kuvvetlendirdiği, yakinini artırdığı gibi, onun ahlaki kişiliği ve psikolojik yapısında da önemli etkilerde bulunmaktadır. İnfak eden bir kişinin kalbi daha fazla duyarlılığa sahiptir. İnfak eden bir müslüman, dini öğretilere karşı daha şuurlu, inancının gereğini daha yoğun hisseden, yaşayabilen ve ahirette de yaptıklarının karşılığını kat kat görecek bir insandır: "Allah'ın nzasını kazanmak ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile, bir çisenti düşer (de yine ürün verir). Allah, yaptıklarınızı görmektedir"(Bakara, 265)

Mülkünü başkalarıyla paylaşabilmek ve yardımlaşmak, kişiye kulluk bilincinde yardımcı olan bir faktördür. Zira cimrilik ve cimriliği besleyen ve doğuran insandaki bencillik duygusu (Şuhh) ve mal-mülk hırsı, ubudiyeti ve insanın ebedi kurtuluşunu baltalayan önemli etkenlerden, engebelerden ve sarp geçitlerden biridir

…Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç açık bir yoksulu doyurmaktır. (beled-11-16)

"O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Teğabün, 16)

Ruhun yahut kalbin sahip olduğu ilahi kabiliyetler, cimrilik, istiğna ve inkâr gibi şeylerle körelmeye, başkalaşıp dünyevileşmeye başladığında toplum da kendisini ölüme götürecek olan bu sürece katılır, dünya hırsı, bencillik, israf, lüks ve servetle şımarmış, fertler, kitlelerin yozlaşmasını ve özüne yabancılaşmasını tetikler.

Toplumlardaki dünyevileşmeyi, dolayısıyla da yozlaşmayı ve çürümeyi hazırlayan temel faktörlerden birisi, israf ve lükstür. Yani infakın, (verme kültürünün) doğru ve sıhhatli gerçekleşmemesidir. Bu durum ya infakın ihmaliyle ve terkiyle, ya da lükse, israfa ve savurganlığa dönüşmesiyle olur. Bir toplumda, infak terk edilirse o cemiyet helak sürecine girmiş demektir.

İşte siz böylesiniz. Allah yolunda infâk etmeye davet edilirsiniz, buna rağmen sizden bir kısmınız cimrilik yapar. Ve kim cimrilik yaparsa o takdirde sadece kendi nefsi için cimrilik yapar. Ve Allah Gani’dir (zengindir). Ve sizler fakirsiniz. Ve eğer siz (haktan) dönerseniz, (sizi) sizden başka bir kavimle değiştirir. Sonra onlar sizin gibi (cimri) olmazlar. (Muhammed 38)

İnfak eden kişi ve amacı açısından bakıldığında öncelikle infakın sırf Allah rızası için gerçekleştirilmesi gerekmektedir:

''Ve derler ki, biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden bir karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz." İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır. (Rum 39)

Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz. (bakara 272)

İnfak eden kişinin yaptığı hayır ve harcamaları, insanlara gösteriş veya riya için yapmamalı ve yaptığı iyiliği de başa kakmamalı, muhtaçların üzerinde manevi nüfuz ve baskı aracı olarak kullanmamalıdır:

Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah'a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağanak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez. (bakara 264)

İnfakın, "birr" olabilmesinde veya ahlaki değerinin tespitinde diğer bir nokta infak edilen şeylerin kendi cinsinin temiz, iyi ve kalitelisinden olmasıdır. Zira insanların, kendi nefisleri için tercih etmeyecekleri değersiz ve bayağı şeyleri Allah için tasadduk etmemeleri gerekir. Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde layık olandır. (bakara 267)

Konunun ahlaki çerçevesini oluşturan bir başka ilke ise, yapılan harcamanın israfa dönüşmemesidir. Zira infak bir harcamakla beraber, asla bir savurganlık; hesabını bilmeme ve israf değildir. Geniş imkân sahibi olan, geniş imkânlarından infâk etsin.

Ve kim, üzerindeki rızkı az ise, o takdirde Allah’ın ona verdiğinden infâk etsin. Allah kimseyi, ona verdiğinden fazlası ile mükellef (sorumlu) tutmaz. Allah, zorluktan sonra kolaylık verecektir. (talak 7)

"Rahmanın kullan, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisi arasında bir denge tuttururlar. (Furkan 67)

İnfak-isar ilişkisi;

İsâr Arapça bir kelime olup sözlükte 'bir nesneyi ihtiyar eylemek', tercih etmek, seçmek, yeğlemek, bir şeyi diğerinden üstün tutmak, öne geçirmek, ikramda bulunmak, malını cömertçe vermek gibi anlamlara gelir

İsâr kelimesinin terim olarak anlamını Seyyid Şerif Cürcânî (ö. 816/1413): "Yarar sağlama ve zararı def etme hususunda insanın başkasını kendisinden önde tutmasıdır k i bu, kardeşlikte son noktadır" şeklinde tarif etmiştir. Buna göre îsâr bir fedakârlıktır. Îsâr, "Başkalarının hak ve menfaatlerini kendi hak ve menfaatlerinden önde tutmaktır." İbnü'l-Arabî (ö.543/1148 ) îsârı şöyle tarif eder: "Îsâr, insanın ahiret mutluluğunu elde etmek amacıyla başkalarını dünya mutluluk ve hazlarında kendine tercih etmesidir. Bu tutum kuvvetli iman, sağlam sevgi ve meşakkatlere karşı sabırlı olmaktan ileri gelir." Hasan Basri Çantay da şöyle tanımlar: "Îsâr; kişinin kendisi muhtaç iken âharın ihtiyacını daha önde görerek onun yardımına şitâb etmesi (acele etmesi, koşması) demektir. Biz buna 'ferâğat-ı nefs, diğerkâmlık' diyoruz.

Haşr Sûresi'nin 9'ncu ayetinin ışığında îsâr'ı şöyle tarif edebiliriz: "İsâr, kendisi ihtiyaç içerisinde olan bir müminin, din kardeşinin ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarından önde tutması, yardım ve diğer hususlarda din kardeşini kendisine tercih etmesi, bunu yaparken de dünyevî çıkar ve menfaatler değil, sadece Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu gözetmesidir." Büyük mutasavvıf Ebû Hafs Haddâd'a (ö. 260/874) îsâr ve diğerkâmlık nedir, diye sorulunca: "Dünya ve ahiret işlerinde kardeşlerinin menfaatlerini kendi menfaatinden önde tutmaktır" diye cevap vermiştir.

"Ve şunlar ki, onlardan önce yurdu hazırlayıp imana sahip oldular, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler, onlara verilenlerden nefislerinde bir kaygı duymazlar, kendilerinin ihtiyacı olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Her kim de nefsinin hırsından (cimriliğinden) korunursa, işte onlardır o kurtuluş bulanlar!" (haşr 9)

Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve daha başkaları Ebu Hureyre'den şu rivayeti nakletmişlerdir: "Resulullah (s.a.v)'a bir adam geldi, "Ya Resulullah! "Bana zaruret isabet etti" yani açlıktan dermansız kaldım." dedi. Resulullah (s.a.v) yakınlarına haber gönderdi, ancak onların yanlarında hiçbir şey bulunmadı.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (asv), "Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun." dedi.

Derhal Ensâr'dan bir zât ki Ebu Talhâ olduğu zikredilmiştir- ayağa kalktı "Ben Ya Resulullah" diye cevap verdi. Ve adamı alıp hemen evine götürdü. Sonra da hanımına "Resulullah'ın misafirine ikram et" diye tenbihde bulundu.

Hanımı, "Vallahi benim yanımda bir kız çocuğumun yiyeceğinden başka bir şey yoktur." dedi. Kocası da ona, "O halde kız çocuğu akşam yemeği istediği zaman onu uyut, kandili de söndürüver, Resulullah'ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiştiriverelim." dedi. Ve gerçekten öyle yaptılar.

Sonra o misafir, Resulullah (asv)'ın yanına vardı ve ona, "Bu gece Allah falan ve falandan son derece hoşnut oldu." dedi. Allah Teâlâ da onların hakkında bu âyeti indirdi. "Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile onları kendilerine tercih ederler." (Buhari, Tefsiru Sure 59/6; Müslim, Hac, 475)

Hâkim, İbnü Merdûye ve Şuab'da Beyhakî, İbn Ömer'den (r.a) şöyle rivayet etmişlerdir: "Resulullah'ın sahabilerinden birine bir koyun başı hediye edildi. O da, "Kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır." dedi ve hediyeyi ona gönderdi. O da bir başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaştı ve nihayet yine öncekine dönüp geldi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. (Hakim, Müstedrek, II, 484)

Hâkim, Tirmizî, Ebu Ya'le ve İbnü Merduye Enes (r.a.)'den merfuan rivayet etmişlerdir: "İslâm'ı, cimriliğin mahvetmesi gibi hiçbir şey mahvetmez." (Alusi, Tefsir, XXVIII,53)

İbnü Ebi'd-dünyâ, İbnü Adi, Hakim ve Hatib Enes (r.a.)'den rivayet etmişlerdir: Enes demiştir ki, "Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ Adn cennetini yarattı ve ağaçlarını eliyle dikti ve sonra ona konuşmasını emretti. O da "Muhakkak müminler felâha ulaştı." (Müminûn, 23/1) dedi. Allah Teâlâ da buyurdu ki, "İzzet ve Celâlim hakkı için sende hiçbir cimri bana komşu olamaz." Sonra da Peygamber (s.a.v) ilgili ayeti âyetin okudu." (Tirmizi, Birr, 41; Feyzu'l-Kadir, II, 441) Ahmed b. Hanbel, Edeb'de Buharî, Müslim Beyhakî Câbir b. Abdullah (r.a.)'den rivayet etmişlerdir

"Allah yolundaki bir toz ile cehennem ateşinin dumanı bir kulun içinde ebedî olarak bir arada bulunmaz. İman ile cimrilik ve kıskançlık bir kulun kalbinde ebediyyen birleşmez." (Kenzu'l-Ummal, III, 7386)

Görüldüğü gibi îsâr bir fedakârlık ve cömertliktir. Cömertliği ifade eden kerem, cûd, sehâ, ihsan gibi başka kelimeler de vardır. Fakat îsâr cömertliğin en üst derecesidir. Cömertliğin ilk derecesi sehâ (sehavet), sonra cûd, sonra da îsâr gelir. Malının bir kısmını verip, bir kısmını bırakana sehâvet sahibi, malının çoğunu verip kendisi için az bir kısım bırakana cûd sahibi, sıkıntılara göğüs gerip yiyeceği hususunda bile başkasını kendisine tercih edene îsâr sahibi denir.

îsârın en güzel örneklerini Resûlüllah (s.a.v.)'in hayatında görüyoruz. Resûl-i Ekrem'den bir şey istenildiği zaman hiç boş çevirmez, şayet istenilen şey kendisinde varsa ona ihtiyacı da olsa verirdi. Yanında verecek bir şey yoksa ailesine gönderir, ailesinde de yoksa sahabe-i kiramdan birine havale ederek onun ihtiyacını gidermeye çalışırdı. Buna aşağıdaki misalleri arzetmek istiyoruz: Ashaptan Büreyde b. el-Eslemî evlenir, fakat düğün ziyafeti vermek için bir şeyi yoktur. Resûlullah (s.a.v.)'e gelerek durumunu arz eder. Resûlüllah onu muhterem eşi Hz. Aişe validemizin yanına göndererek, evde sepet içerisinde bir miktar taam/ hurma var, onu sana versin, der. O da gidip Hz. Aişe'ye durumu anlatır. Hz. Aişe sepetle hurmayı verir. Hâlbuki Resul-i Ekremi'n evinde o gün bu hurmadan başka yiyecekleri bir şey yoktu.

Hicretin on üçüncü yılında Hz. Ebu Bekir'in hilafeti döneminin son günlerinde Bizanslılarla İslam ordusu arasında, bugün Ürdün sınırları içerisinde bulunan Yermük'te çetin bir savaş başlamış, Hz. Ömer'in hilafetinin ilk günlerinde Müslümanların zaferiyle neticelenmişti. Bizanslılar büyük kayıplar vererek mağlup olmuşlar, Müslümanlar da üç bin şehit vermişlerdi. İşte Huzeyfetü'l-Adevî Yermük vakasında bizzat yaşamış olduğu bir olayı şöyle anlatıyor: "Yermuk vak'ası günü kimi canlı yatan, kimi cansız serilen müslüman cesetleri arasında amcamın oğlunu arıyordum. Yanımda azıcık su vardı. Şayet henüz ölmemişse hem bir ik i yudu m içiririm, hem de yü­zünü gözünü silerim, diyordum. Nihayet kendisini baygın bir halde buldum: "Su ister misin?" dedim. Gözleriyle: "Evet" cevabını verdi. Lakin bu arada öte taraftan bir inilti işitildi. Amcazadem suyu ona götürmemi işaret etti. Gittim, baktım k i Hişam b. As imiş. Tam ağzına bir iki yudum su vereceğim anda biraz arkadan bir inilti daha duyuldu. Bu sefer de Hişam suyu içmekten vazgeçerek, gözleriyle "ona götür", dedi. Ben de o son nefesin geldiği yere gittim, lakin bîçareyi ölmüş buldum. Hemen koşarak Hişam'ın yanına geldim, baktım ki ölmüş. Amcazademe koştum, o da ölmüş.

Görüldüğü gibi bir yudum suya son derece ihtiyaçları olan bu üç zattan her biri diğerini kendine tercih ediyor, böylece suyu içemeden üçü de şehadet şerbetini içiyorlar.

Sahâbeden Câbir -radıyallâhu anh-, İslâmʼın getirdiği bu kardeşlik ufkundan bir misali şöyle anlatmaktadır: “Ensâr (Medîneli müslüman sahâbîler), hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırır, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafa hurma dallarını koyarak o tarafı çok gösterir, (îmanlarını korumak için evlerini ve yurtlarını terk edip hicret eden Mekkeli) Muhâcirler’e; «–Buyrun, bu hurmaların hangisini tercih ederseniz alın.» derlerdi. Onlar da çok görünen hurma yığını Ensâr kardeşlerimizin olsun diye, az görünen yığını alırlar ve böylece hurmanın çoğu yine Muhâcirler’e gelirdi. Ensâr da bu yolla az olan kısmın kendilerine kalmasını sağlamış olurlardı…” (Heysemî, X, 40)

 

İnfâk ile îsâr arasındaki ilişkiyi incelediğimizde öncelikle görüyoruz ki bu iki kelime, hiçbir ayette birlikte kullanılmamıştır. Lugat anlamlarını incelediğimizde de bu iki kelime arasında bir bağ olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak ıstılahî anlamda aralarında bir anlam ilişkisi olduğu görülmektedir. Şöyle ki: “O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda infak ederler, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” Bu ayette infâk edenlerin rahat oldukları zamanlarda da sıkıntılı oldukları zamanlarda da infâk ettikleri ifade edilmektedir. Bir insanının infâk etmesi demek kendi elinde olan maddi ve manevi imkânlarından başkalarına verebilmesi demektir ki bu da başkalarını kendi nefsine tercih etmek, onları kendinden önce düşünmek ve daha öne alarak daha üstün tutmak demektir ki bu olaya da zaten ‘îsâr’ denilmektedir. Özellikle insanın sıkıntılı anlarında kendi ihtiyacı olduğu halde başkaları- na infâk etmesi onları kendi nefsinden ne kadar üstün ve öncelikli tuttuğunun ve kendi nefsine tercih ettiğinin açık göstergesidir ki bu durum da tam bir ‘îsâr’ olayıdır. Zira kişinin başkasını kendi nefsine tercih ederek ona kendi ihtiyacı olduğu halde yaptığı her türlü ‘îsâr’ davranışı da aynı zaman da infâktır diyebiliriz. Netice itibariyle, infâk ile îsar arasında sıkı bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Hatta bu kelimelerin ıstılahî olarak hemen hemen aynı anlamlara geldiğini söylesek yanılmış olmayız. Zira Kur’an’da birçok kavramı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak oldukça zordur. İşte îsar ile infâkı da kesin çizgilerle birbirinden ayırmak oldukça zor görünmektedir.

ÖZETLE;

  • İman ile infak arasında organik bağ vardır.

Allah’a ve Rasulü’ne iman edenler; infakı ahlak edinmiştirler. İçlerinde hiçbir hüzün, keder, pişmanlık ve burkuntu olmadan Allah yolunda sarf ederek infakta bulunurlar. Bu onlara tat ve saadet verir. Vermekten haz duyarlar ve bilirler ki verdikçe, infak ettikçe, Allah hoşnut olacak ve hoşnut edecektir. Buna iman eden infak eder. Bunun içindir ki infak ispattır. Tıpkı Cihad’ta canlarını Allah için vermek gibi. Yoksa gerçek iyilik (Birr)  Allah’a kulluk yapıyormuş gibi davranarak, ibadetleri sadece şekli formatları içinde işlemek değildir. Çok sevilen canı Allah için verebilme fedakârlığı, meyledilen malı Allah için harcayabilme öz verisidir.                    

“Peygamber, sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken, size ne oluyor da  Allah’a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki sizden sağlam bir söz de alınmıştı. Eğer inanacak kimseler iseniz.”

“Size ne oluyor da, Allah Yolunda infak etmiyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten önce harcayanlar ve savaşanlar  diğerleriyle bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı va’detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

  • İnfak Güven duymanın semeresidir.

“Kim Allah’a güzel bir borç verecek ki, Allah’ta onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok değerli bir mükâfat versin.”

 “Mümin erkekler ve mümin kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir; ’Bu gün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, ebedi olarak kalacağınız cennetlerdir.’ İşte bu büyük başarıdır.”

  • İnfakla ilgili üç tavsiye vardır:

1-Bollukta ve darlıkta harcamak.

2-Sevilen meyledilenden harcamak. 

3-Gizli ya da açıktan infak etmek.

  • İnfakın adabı ise üçtür:

1-Allah için harcadığını çok görmemek. 

2-Allah Yolundaki harcamadan pişmanlık duymamak.

3-Allah Yolundaki harcamayı Başa kakmamak.

İnanıyorsanız  tam bir güven duymalısınız. Güven ise Allah Yolunda infakı gerekli kılar.

  • İnfak sadakattir. Tasdik edip onaylamaktır. Ecrini ahiret yurdunda görmek için, elindekini  vermek, harcamak imanın  görünen vechidir.

  • İnfakla Allah’a güzel bir borç verilmiş olunmaktadır.

Bunun için, gönül hoşnutluğu içinde vermek, kırmadan, utandırmadan, sıkmadan, Allah’a verdiğini farz ederek, verdiğin kişiden hiçbir beklentiye girmeden vermek gerekmektedir.

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar ki onlar, yüzlerindeki nurdan tanınırlar, Allah’tan gereği gibi sakınırlar ve O’nu hoşnutluğunu gözetecek bir yaşam tarzını Vahiyle inşaa ederek cahiliyeden ayrılırlar. İşte Bunlardır başarıyı yakalamış olanlar, büyük mükâfatta onlarındır.

 

 

Faydalanılan kaynaklar;

  1. http://www.turkishstudies.net/Makaleler/1580601817_21G%C3%BCmr%C3%BCk%C3%A7%C3%BCo%C4%9FluS%C3%BCleyman-sos-411-434.pdf

 

  1. https://ramazan.diyanet.gov.tr/Archive/2014/Files/2014/Makale/Doc._Dr._Durak_Pusmaz_-_Comertlik_ve_Fedak%C3%A2rligin_Zirvesi_Isar.pdf

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ