Kur’an-ı kerimde “düşünme” kavramı üzerine - rahle.org

Kur’an-ı kerimde “düşünme” kavramı üzerine - rahle.org

Kur’an-ı kerimde “düşünme” kavramı üzerine


Facebookta Paylaş
Tweetle

Gazi ÇOBAN

Yerine getirme yönüyle dilin hamdi “elhamdülillah” demek; kalbin hamdi iman etmek; azaların hamdi itaat etmek; aklın hamdi tefekkür etmek; hayatın hamdi ise onu Allah yolunda geçirmektir

Gökyüzü, tefekkür ve dua vesilesidir. Görünen alemden görünmeyen gayb alemine açılan bir kapı gibidir. İnsana düşen; bu muazzam yapı üzerinde düşünmek, Allah’ın azameti karşısında kulluğunu yalnız O’na hasretmektir.

Hz. Aişe (Ra)'den nakledilen şu hadis, Hz. Peygamber'in akla verdiği önemi belirtmektedir: Hz. Aişe bir gün, Hz. Peygamber'e: "Ey Allah'ın Rasulülü! İnsanlar dünyada birbirinden ne ile üstün olurlar diye sordum diyor. Hz. Peygamber de: "Akıl ile; kimin aklı üstün ise, onun diğeri üzerinde bir üstünlüğü vardır" şeklinde cevap veriyor ve aralarındaki konuşma şöyle devam ediyor: "- Ahiretteki üstünlük ne iledir? · - Akıl iledir. Peki, herkes kendi yaptığı iş ölçüsünde mükafat görmiyecek mi? -Ey Aişe! Her fert, ancak Allah'ın kendisine verdiği akıl kadar iş yapmayacak mıdır? Binaenallleyh, dünyada yaptığı işler, akılları nisbetindedir, ahiretteki mükafatları da bu işlere göre verilir."

Kur’ân-ı Kerîm’de “düşünme” anlamında çok sayıda kelime geçmektedir. Bu kelimelerden bazıları şunlardır:tefekkür”, “ ‘akl/te’akkul”,

zikr/tezekkür”, tedebbür”, te’emmül”, “nazar”,

“ /i’tibar, ibret”, “basîret” ve “ reviyye.”

Fahruddîn Râzî “düşünme” ve “anlama” mânâsına gelen kelimeleri, “ilim” kelimesinin müradiflerini sayarken zikretmektedir. O’nun ele aldığı kelimelerden bazıları Kur’ân’da da geçmektedir. 1

Peki “Düşünme” Nedir?

“Aklından geçirmek, göz önüne getirmek; bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etmek; zihniyle arayıp bulmak; bir şeye karşı ilgili ve titiz davranmak; akıl etmek, ne olabileceğini önceden kestirmek; tasarlamak; tasalanmak, kaygılanmak; farz etmektir.”

Düşünme, bir diğer tanıma göre; “kişinin öğrenme süreci içinde kazandığı kavramlar, kullandığı imgeler, düşünce ve hareketler, sözcük ve terimler gibi simgeler aracılığıyla gerçekleştirilen zihinsel faaliyet; çıkarsama, akıl yürütme, anımsama, kuşku duyma, isteme, hissetme, anlama, kavrama gibi, bilinçli bir biçimde gerçekleştirdiğimiz zihinsel faaliyetlerin herhangi biri; karşılaştırmalar yapma, analiz, sentez, bağlantı kurma ve kavram gibi işlemlerden oluşan zihinsel süreç”tir.

2. Kur’ân’da, Doğrudan “Düşünme” Anlamına Gelen Kelimeler:

 

1-Te‘akkul”

“Akl”, Sözlükte mastar olarak, “yakalamak, menetmek, alıkoymak, tutmak, engellemek, idrâk etmek, deveyi iple bağlamak (kösteklemek)’, cezbetmek, nefsin arzularını bağlayan yükümlülük” anlamlarına gelen bu kelimenin esas mânâsı, “bağlamak ve engel olmak”tır.

 

“Varlığın hakikatini idrâk eden, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç.”

“Maddeden şekillerin soyutlanarak, herhangi bir şeyin idrâki/algılanması”dır.

Bir kimsenin akleden bir kalbi olduğundan söz edilirse bundan onun anlayışının yerinde olduğu sonucu çıkar. Dil bilginleri akıl ile kalbi (fuâd) özdeş saymışlar ve kalb kelimesinin geçtiği deyimlerde bu kelimeyi akıl olarak anlamakta tereddüt etmemişlerdir.

Akl” kelimesinin asıl anlamının, “tutmak ve sımsıkı kavramak, bağlamak”

 

Akl” kelimesinin esas anlamı olan “bağlamak”tan maksat, “birbirine

uygun iki nesne veya iki kavram arasında bağlantı kurmaktır. Meselâ kalem ve

yazmak terimleri arasında uygun bir bağlantı/ilişki vardır. Bu suretle “kalem yazıyor”

önermesi, her zamanki gözlem ve deneylerimizce doğrulanmaktadır. Şu halde

felsefe açısından akıl, birbirine uygun nesneler arasında bağlantı kurmaktır.”

 

Ayet, aklını kullanmayanları tehdid eder;

“Allâh’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse îman edemez. Allâh, azabı/pisliği akıllarını

kullanmayanlara verir.” 2

‘Eğer biz dinleseydik veya akletseydik(geçmişle bağ kurarak ibret alsaydık) alevli cehennem halkı içinde olmazdık’ dediler.” 3

 

2-Tefekkür

Fahruddîn Râzî’ye göre “tefekkür”, mânâyı kalple aramaktır

“fikr” kelimesi, sadece kalpte bir sûreti meydana gelebilen şeyler için kullanılır. Bundan dolayı şöyle rivayet edilmiştir:

“Allâh’ın nimetlerini derin düşününüz fakat Allâh’ın zâtını düşünmeyiniz.” 4

Allâh, herhangi bir şekilde nitelendirilmekten münezzehtir. Allâh Teâlâ şöyle

buyurmaktadır:

“Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri)

hakkında hiç derin düşünmediler mi? Hem Allâh, gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.” 5.

Tefekkür; “İstenilen şeylere ulaşmak için eşyânın/var olan şeylerin mânâları üzerinde kalbin tasarrufu”dur.

 

3-Tedebbür

“Bir işin sonunu düşünmek, bir işin sonucunu göz önüne almak suretiyle, o işe dâir önlemler almak, tefekkür ve te’emmül etmek, izini sürmek, bir şeyin sadece dış görünen yüzüne değil, görünmeyen arka planında yatan sebepler hakkında düşünmek”

“bir şeyin üzerinde düşünmek, bir şeyin hakikatini, sonunu düşünüp, taşınmak ve o şeyin inceliklerini iyice anlamak” anlamına gelen bir kelimedir. “Tedbîr” kelimesi de bu anlamdadır. Zira “tedbîr”, “işlerin sonunu düşünmek” suretiyle önlem almaktır. Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in; “İlimsiz ibadette, anlayışsız ilimde ve tedebbürsüz/sonuçlarını düşünmeksizin (Kur’ân) kırâatinde hayır yoktur.” 6

 

“Hâlâ Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allâh’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.” 7

 

“Onlar Kur’ânı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?” 8

“tedebbür”, kalbin sonuçlar hakkında akıl yürütmesi iken, “tefekkür” ise kalbin deliller hakkında akıl yürütmesidir.

“tedebbür”; “Nazar/düşünme vasıtasıyla, kalbin, deliller konusundaki tasarrufudur.”

 

“Hâlâ Kur’ân (da beyân edilen hususların sonuçların)’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allâh’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.” 9

Tedebbür “bir işin sonucunu başından hesap etmek” anlamına gelir.

“tedebbür”işlerin arka planına ve sonuçlarına bakmak/işlerin sonuçları üzerinde nazar/düşünmekten ibarettir.”

 

“Tedebbür”ün esas anlamı, insanın geleceğe dâir hususları önceden düşünmeye başlamasıdır. İşlerin âkibetini, sonunu düşünmesidir. Dolayısıyla, Kur’ân’ın Türkçe’ye çevirilerinde bu kelimenin kök anlamına uygun çeviriler yapılması, âyetlerin derûnundaki mânânın daha doğru bir şekilde meâl okuru tarafından algılanmasını sağlayacaktır. Aksi halde “ efela yetedebberune ” ibaresini sadece “Onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı?” diye çevirmek yerine, “Onlar Kur’ân (’da anlatılan hususların) sonuçlarını düşünmüyorlar mı?” şeklinde kavramsal çevirisini yapmak; hem kelimenin kök anlamına sâdık, hem de Kur’ân’ın ruhuna daha uygun bir çeviri olacaktır.

Tedebbür, aklî, tezekkür ise naklî cihetlerde olması gerekir.

 

4-Tezekkür

Sözlüklerde “zikr”, bir şeyi telaffuz etmek, ezberlemek, ders edinmek, çokça okumak suretiyle bir şeyin hafızada tutulmasını kolaylaştırmak, hatırlamak, unutmamak, ezberlemek, istenilen bir şeyin zihinde yeniden canlandırılması, bilinen şeylerin devamlı olarakakılda tutulması” gibi anlamlara gelmektedir.

Kur’ân’da türevleriyle birlikte 292 âyette geçen “zikr” kelimesi, “Allâh’ı dille hamd, tesbîh ve tekbir şekliyle övmek; nimetlerini anmak, bunları kalple hissetmek ve tefekkür etmek; kulluğun gereklerini akıl, beden ve mal ile yerine getirmek; namaz kılmak, dua ve istiğfarda bulunmak, kevnî âyetler üzerinde düşünmek şeklindeki mânalarının yanı sıra Kur’ân, önceki kutsal kitaplar, levh-i mahfûz, vahiy, ilim, haber, beyan, ikaz, nasihat, şeref, ayıp ve unutmanın zıddı gibi anlamlarda da kullanılmıştır.”

 

Kur’ân’da, bu kavramın anlam alanının daha da genişletilerek özel anlamlar da kazandırıldığını görmekteyiz. “Zikr” kelimesi, “unutmamak, hatırda tutmak” gibi sözlük anlamlarını yansıtırken, Kur’ân’da ise, Allâh’ı, O’nun buyruklarını, mesaj ve uyarılarını unutmamayı, onları kişinin benliğinde yaşamasını ifade eder hale gelmiştir. Allâh’ın, genelde bütün mesajlarına özelde Kur’ân-ı Kerîm’e “ez-Zikr” denilmesi, vahyin, insanlara sürekli bir biçimde Allâh’ı hatırlatıcı hususları ihtiva etmelerindendir.

 

“Zikr”, insanın elde ettiği bilgilerikendisi vasıtasıyla koruyabildiği nefsin bir durumudur. Tıpkı “Hıfz” kelimesi gibi; fakat “Hıfz” bilginin elde edilmesi, “zikr” ise bahse konu bilginin akla geri getirilmesi anlamındadır.

“Genç,‘Gördün mü? Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. Doğrusu (hatırlamak

suretiyle) sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu...”10

“Beni hatırlayın/anın ki, ben de sizi hatırlayayım/anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin!”11

 

“Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü hatırlatmak, mü’minlere fayda verir.” 12

“Zikr”, insanın zâil olan şekilleri geriye döndürmeye çalışması sonucunda onların geriye dönüp, bu çabadan sonra meydana gelmesi ve zihinde onların yeniden canlanmasıdır.

 

“Tezekkür”; “nefsin, bilinen şeyleri hatırlamaya çalışması”; “zikr”ise, “istenilen sûretin, zihne dönmesi”

“Tezekkür klâsik tefsîrlerde genellikle “öğüt ve ibret almak, ders çıkarmak” anlamnda kullanılmıştır.

“Allâh’ı zikretmek/anmak şüphesiz en büyük ibâdettir.” 13

 

“Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde

gönülleri ve akılları iyi kavrayanlar için birçok belirti ve işaret vardır. Gönül ve

akılları iyi kavrayanlar o kimselerdir ki ayakta iken otururken ve yatarken sürekli

Allâh’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin düşünceye dalarlar ve

şöyle derler ‘Ey Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Sen boş şeyler

yaratmaktan münezzehsin. Artık bizi Cehennem azabından koru.’ ” 14

 

“Bu Kur’ân, âyetlerini(n sonucunu) düşünsünler ve akıl sahipleri (geçmişte olanları) hatırlayarak öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” 15

 

“O, öğüt/ibret almak isteyen ve çok şükredici olmayı dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir.” 16

“Onlar cehennemde, ‘Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte

olduğumuzdan başka ameller, sâlih ameller işleyelim’ diye bağrışırlar. (Onlara

şöyle denilir): ‘Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar

yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için

hiçbir yardımcı yoktur.” 17

 

 

“Şüphe yok ki Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğunda iyice düşünürler (derhal Allâh’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözleri açılır.” 18

 

5- “İbret” ve “İ‘tibâr”

Sözlükte: “ Bir nehrin bir kıyısından öbür kıyısına yani karşı tarafa geçmek, rü’ya tabir etmek, bir halden başka bir hâle geçmek, mâziden ders almak, gözyaşı”anlamlarında geçmektedir.

Kavram olarak; “ Bir hükmün hangi sebeple sabit olduğu hususunda fikir yürütmek ve benzerini ona katmaktır. Bu da kıyasın ta kendisidir.”

 

“Basîreti olanlar için bunda elbette alınacak ders/ibret vardır.” 19

 

“Allâh, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basîret sahibi olanlar için bir ibret vardır.” 20

 

“Şüphesiz bunda Allâh’a karşı derin saygıyla ürperen kimseler için büyük bir ibret vardır.”21 “Ey akıl/basîret sahipleri! İbret alın!” 22

Elmalılı, bahse konu âyet-i kerîme’yi; “Düşünün de ibret alın ey görecek gözü olanlar.”şeklinde Türkçe’ye çevirdikten sonra şu açıklamaları yapmaktadır:

“Ey görecek gözü, anlayacak basîreti olanlar bu vak’ayı, iki tarafın bu hallerini düşünün kendi ahvâlinizle mukayese edin de ibret alın, küfrün gadrin, kalb bozukluğunun Allâh’a karşı gelip de yalnız esbaba güvenmenin âkıbetindeki fecaati ve îmân ile mücahedenin şerefini ve Allâh’ın izzet ve hikmetini göz önüne getirin ve bundan kendi ahvâlinize intikal ederek ibret dersi alın da yalnız esbab ve âlâtın kuvvetine güvenmeyin, vazifenizi hulûsi kalb ile Allâh için yapıp, bütün tevekkül ve itimâdınızı tam bir îmân ile ancak ve ancak Allâh’a bağlayın.” Elmalılı âyet-i kerîme’de geçen “i‘tibâr”ın, “ibret almak, taaccüb ederek mütte’ız olmak/öğüt almak”23 anlamına geldiğini de belirtmektedir.

 

6-Nazar

Sözlüklerde “görme duygusu, bakmak ve düşünmek, te’emmül etmek/dikkati bir şey üzerinde yoğunlaştırarak düşünmek, beklemek” gibi geniş anlam yelpazesine sahiptir.

Rağıb İsfahâni, “Nazar, bir şeyi algılamak ve görmek için gözü ve ileri görüşü ona doğru çevirmektir. Bununla bazen derin düşünmek ve araştırmak da kastedilir. Bazen

de araştırma sonucu elde edilen bilgi manasında da kullanılır. Bu merakını/susuzluğunu gidermektir. Bu yüzden, “baktın ama göremedin” denilir. Düşünmedin ve merakını/susuzluğunu gideremedin demektir.

Nazar, bir şeyin göz ya da fikir/düşünme vasıtasıyla kavranmasıdır. Bir mânânın anlaşılmasında bu iki husûsa yani göz ve fikre birlikte ihtiyaç vardır. Nitekim çok küçük bir yazıyı önce gözle, sonra da zihnen incelemek gerekir. Çünkü okunan çok ince bir yazıyı

kavramak, onun anlamını kavrayabilmenin de bir yoludur. Anlam bilgisine

götüren delâlet yöntemi de böyledir. Nazar’ın aslı, mukâbele/karşı karşıya

olmaktır. Gözle nazar, gözü, görülene; kalble nazar ise, fikri düşünülene

çevirmektir. Yumuşak olanı sert olandan ayırt etmek için dokunmak suretiyle de

nazar edilir. Bir insana rahmetle nazar etmek, ona rahmetle yönelmektir. Nazar

gerçekleşen şeye doğru olur.

 

“Nazar”, hedy (aydınlanma) arzusudur; “Baktım ancak herhangi bir şey görmedim.” sözleri buna delildir. Dikkat edilirse, “baktım” kelimesi “nazar” ile ifade edilirken, “görmek” ise “ru’yet” ile ifade edilmektedir

 

Allâh Teâlâ buyurur:

“De ki: Göklerde ve yerde neler var, (ibret nazarıyla) bir baksanıza. Fakat âyetler ve

uyarılar, inanmayan bir topluma hiçbir fayda sağlamaz.” 24

 

“Develerin/bulutların nasıl yaratıldığına (ibret nazarıyla) bakmıyorlar

mı?/düşünmüyorlar mı?”25

“Derken (İbrahim as) yıldızlara bir baktı da: Ben gerçekten hastayım, dedi.”26

müfessirler, “Nazar”ın Kur’ân’da dört anlam da geçtiğini, bu anlamlardan birisinin de “Tefekkür ve İ‘tibâr” olduğunu beyan etmektedirler. Onların beyanlarına göre “nazar” kelimesinin, “tefekkür ve i‘tibâr” anlamında geçtiği âyetlerden bazıları şunlardır:

“Develerin/bulutların nasıl yaratıldığına (ibret nazarıyla) bakmıyorlar mı?/düşünmüyorlar mı?” 27

 

“Göklerin ve yerin melekûtu(sınırsız hükümranlık ve nizamı) hakkında düşünmezler mi?..”28

 

“Bunları meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman (ibret nazarıyla)bir bakın.. Şüpheszi bunda inanan bir topluluk için (Allâh’ın varlığını) gösteren ibretler vardır.”29

 

Kısaca söylemek gerekirse, Kur’ân âyetlerinde geçtiği şekliyle “nazar”, nesnelere, olaylara sadece bakmak anlamında değil, aynı zamanda; “mânâya yoğunlaşmak, aklî, mantıkî çıkarımlarda bulunmak suretiyle düşünmek” gibi anlamlara gelen, geniş kapsamlı bir kelimedir.

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alâmetler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?”30

 

7-Basîret

Sözlüklerde,“görme, idrâk etme, müdrike kalb kuvveti, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelmektedir.

Basiret kudsiyet nûruyla aydınlanmış kalbin; maddî ve mânevî varlığın hakikatini kavrama gücü” diye tarif edilmektedir.

Basîret kelimesi, biyolojik olarak, göz organının görmesi anlamından daha çok “kalb

gözü” olarak kullanılır.

Kur’anda şu anlamlarda kullanılmıştır;

birincisi; “Kalble görmektir.”

 

Bu anlam şu âyetlerde geçmektedir:

“İçlerinden sana bakanlar vardır. Fakat körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa, sen mi doğru yolu göstereceksin?” 31

“Kör ile gören bir olmaz.” 32

İkincisi ise; “ibret almak”tır ve şu âyette bu anlamda geçmektedir:

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alâmetler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?”33 Yani “hâlâ ibret almıyor musunuz?”

 

“Basîret” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de, “görme” anlamı yanında “hakikati

keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” 34 mânâlarında

da kullanılmış ve bu bakımdan mânevî körlük veya dalâletin zıddı olarak

gösterilmiştir.

“De ki: ‘Size Allâh’ın hazineleri elimdedir,demiyorum; ğaybı/görünmeyeni de bilmiyorum; size, ‘ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.’ De ki: ‘Kör ile (kalp gözüyle)gören bir midir?’ düşünmüyor musunuz?” 35

“Şüphesiz, Rabbinizden size (kalp)göz(üy)le görülecek belgeler gelmiştir. Artık kim gözünü

açar hakkı idrâk ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse

kendi zararınadır. Ben sizin başınızda bekçiniz değilim.”36

“basîret kalbte meydana gelen tam idrâk/anlama mânâsında bir isimdir.

“O gün insan, kendisine karşı bir basiret (sahibi)dir/kendi aleyhine şahittir.”37

yani “insanın, bizâtihî kendisi hakkında tam bir bilgisi vardır”demektir

Beydâvî’ye göre beden için basar ne ise, ruh/nefs için basîret de odur. Çünkü hakîkat, basîret sayesinde ruhta tecellî eder.

Eşyâ ve olayların gerçek yüzünü keşfeden ve kendileri için gerekli ibret dersini çıkaran “basîret sahiplerinin /ulu’l-ebsâr” denilir.

“Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allâh yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları baş) göz(ü) bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı.

Allâh da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basîreti(kalp gözü açık) olanlar için bunda da elbette ibret vardır.” 38

“Allâh geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Basîreti(kalp gözü açık) olanlar için bunda da elbette ibret vardır.” 39

“Ey Muhammed!) Onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman (Alay ederek) derler ki: ‘Onu (da) bir yerlerden derleyip toplasaydın ya.’ De ki: ‘Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. Bu (Kur’ân âyetleri), Rabbinizden gelen basîretlerdir/gönül/kalp gözlerini aydınlatan nurlardır. İman edecek bir topluluk için bir hidâyet kaynağı ve bir rahmettir.” 40

“Andolsun, ilk nesilleri yok ettikten sonra Mûsâ’ya-düşünüp ibret alsınlar diye- insanların kalp gözünü açan deliller ve bir hidâyet rehberi ve bir rahmet olarak Kitab’ı/Tevrat’ı verdik.”41

Taberî’ye göre “efela tubsirune” âyetinin mânâsı şudur: “Allâh’ın varlığı ve birliğine dâir insanın içinde ve dışında bulunan birçok delili görmenize rağmen hâlâ bunlar üzerinde kalb

gözüyle görüp de tefekkür etmiyor musunuz? Yaratıcınızın vahdâniyetine dâir hakikati bilmiyor musunuz?”

 

8-Firaset

Sözlükte, “ata binmek, bir şeyi çiğnemek, bir şeyi iyice incelemek, araştırılan, incelenen bir meselede isabet kaydetme, bir işte acele etmeme, ihtiyatlı davranma, bir işi iyice düşünüp

taşınma, ileriyi önceden görme, sezme, öngörü ince görüş sahibi, hassas olmak, keşfetme, sezme, ileri görüşlülük, anlayışlılık, çabuk seziş, bir işte acele etmemek, ihtiyatlı davranmak, müşavere etmek’

Bir hadîs-i şerîfte

Mü’minin firâsetinden sakının. Çünkü o Allâh’ın nûru ile bakar. (Hz. Peygamber sav, daha sonra “Mütevessimler için bunda ayetler vardır.” 42 âyetini okudu).” Bu

hadîsin bazı varyantlarında şu ibareler de vardır:

“Âlimlerin firâsetinden sakınınız. Zira onlar Allâh’ın nûruyla bakarlar. O (firâset) Allâh’ın âlimlerin kalplerine ve dillerine koyduğu bir şeydir.”

Allâh’ın, kalbine attığı bir nur sayesinde, kulun hakkı bâtıldan, doğruyu

yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayırmasına ve muhataplarının karakterlerini teşhis

etmesine “ilâhî firâset” adı verilmiştir.

“Allâh tarafından insana üflenen rûhun”43

firâsetin kaynağı olduğuna işâret eden sûfîler, Hz. Ömer Radıyallâhu Anh’in bazı âyetler daha nâzil olmadan, o âyetlerin ibarelerini söylemesini, Hz. Osman Radıyallâhu Anh’in yanına gelen bir kişinin

gelmeden önce harama baktığını anlaması üzerine onun, “Hz. Peygamber

Sallallâhu Aleyhi ve Sellem vefat ettikten sonra vahiyle mi karşılaşıyorum!” diye hayret etmesini ve Hz. Osman’ın “Bu vahiy değil firâsettir.” demesini firâsetin

mümkün ve meşrû olduğuna delil saymışlardır.

Kur’ân’daki; “ Şüphesiz, bütün bunlarda, düşünüp görebilen/işaretlerden anlam çıkarmasını bilen kimseler için çıkarılacak nice dersler vardır.”44 âyetinde geçen “Tevesseme” kelimesini; “teferrese” kelimesiyle tefsîr etmektedirler.

Zikredilen bu âyetteki “ mutevessimin” kelimesini müfessirler şu şekilde

açıklamaktadırlar: “Bir şeyin dış görünüşünden, hâricî özelliklerinden yola

çıkarak, o şeyin hakikatini, özünü anlamak için gereken dikkat ve duyarlığı

gösteren kimseler demektir.”

 

Aşağıdaki ayetlerde geçen “ta’rifu/arefte” kelimesinin de “feraset anlamında kullanıldığı ifade edilmiştir.

“(Sadakalar) kendilerini Allâh yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya

güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları

zengin sanır. Sen onları sîmâlarından/yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey)

istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allâh onu bilir.” 45

 

“Biz dileseydik, onları sansa gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, konuşma tarzlarından da tanırsın. Allâh yaptıklarınızı bilir.” 46

 

9-Ru’yet/Reviye

Sözlükte, “ilim, kalbin görmesi”

 

Reviyye” ise “Bir şey hakkında düşünmek, tefekkür ve te’emmül etmek”

Reviyye; “Bir konuda uzun tefekkür etmek demek olup ‘bedîhe’nin zıddıdır. Reviyye nazarın son aşaması, bedîhe ise ilk aşamasıdır. Bu nedenle doğru ve çabuk karar verme yeteneğine sâhib biri için, “onun ilk anda kavrayışı, başkasının en sonunda kavradığı gibidir.’ denilir.

Reviyye, düşünme sürecinde, kişinin görüş ve kanâatini doyurması, son noktaya kadar giderek inceden inceye düşünmesidir.

Râğıb İsfahânî “ru’yet”kelimesini oldukça geniş bir şekilde ele almaktadır.

P O’nun tesbitlerine göre ru’yet; “görünen şeyi fark etmektir”. Bu da nefsî güçlere göre farklı kısımlara ayrılır.

Râğıb Isfahânî’nin tesbitlerine göre “rae ” fiili iki mef’ûl aldığında “ilim”

mânâsına gelir. Meselâ;

“Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilen (Kur’ân’ın) hakk olduğunu ve onun mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık Allâh’ın yoluna ilettiğini görürler/bilirler”47

Kur’ân-ı Kerîm’in, aynı mastardan türeyen “Eraeytum/Gördünüz mü?, görmüş gibi bildiniz mi?’, “Elem tera/Görmedin mi?, Bilmedin mi?” şeklinde birçok defa tekrar edilen kullanımlarında gözlemin yanı sıra düşünmeye davet iması da sezilebilmektedir.”

 

“Yine O (Yüce Zât’ıma karşı küstahça): ‘ Şu benden üstün tuttuğunu gördün mü (nesi

var ki onu benden üstün kıldın, üstün tuttuğun kişi bu mu söyler misin?) Andolsun

eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun zürriyetini, pek azı hariç, kökünden

tutup sürükleyeceğim’ demişti.” 48

“De ki: ‘[Bu dünyada] Allâh’ın azâbına çarptırıldığınız zaman yahut Son saat gelip çattığında

Allâh’tan başkasına yalvardığınızı gördünüz mü/düşündünüz mü? [Söyleyin bana,] eğer doğru sözlü insanlar iseniz!” 49

“Gökyüzünde Allâh’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı?

Onları gökte ancak Allâh tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler

vardır.” burada “i’tibar/ibret ve öğüt almak”tır anlamındadır.50

“Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi/düşünmedin mi? Dileseydi, onu

durgun yapardı. Sonra nasıl güneşi ona delil kıldık (gölgenin görünmesini, ışığa bağlı kıldık)?”51

“Onlara yol göstermeleri için yalvarsanız, işitmezler; sana baktıklarını sanırsın, oysa görmezler.” 52

“İnsanları Kıyamet koptuğunda sarhoş görürsün (yani zannedersin). Hâlbuki

onlar sarhoş değildirler.”53

 

10-Te’emmül

Te’emmül, "bir nesne hakkındaki düşünceyi zihinde yoğunlaştırma, dış dünyanın etkilerinden olabildiğince soyutlanarak ilahi ve ezeli hakikatler üzerine yoğun biçimde düşünme, aklı iyi kullanabilme, mevcut deliller üzerinde derin düşünme" demektir.54

 

Değerlendirme

a-Düşünme kavramı, çok boyutludur ve Kitab-ı Kerim, zikredilen tüm yönleriyle geniş bir perspektifle insanı düşünmeye davet eder.

b- Düşünme; hadd-i zatında kulluğun bir veçhidir ve ibadet addedilmiştir.

c-Kur’an-ı Kerim, farklı olayların ve eşyanın, hangi açılardan düşünülmesi gerektiği konusunda yol göstermektedir. “neyi” “nasıl düşünmeli” soruları cevapsız kalmaz.

d-İbadetin ruhunu ortaya koyan “hikmet”, düşünme faaliyetinin meyvesidir.

e-Düşünmenin bittiği noktada, insan da biter.

f-İnsan, düşünce ufkuna açılmadan hayatı-varlığı-nefsini sahih olarak anlamlandıramaz.55

 

 

 

 

 

 

 

 

1-Bahse konu kelimeler şunlardır: 1) İdrâk, 2) Şuur, 3) Tasavvur, 4)Hıfz, 5) Tezekkür/Hatırlamak, 6) Zikr, 7) Ma’rifet, 8) Fehm, 9) Fıkh, 10) ‘Akl/Akletmek, 11) Dirâyet, 12) Hikmet, 13) İlme’l-Yakîn, Ayne’l-Yakîn, Hakka’l-Yakîn, 14) Zihn, 15) Fikir, 16) Hads/Sezgi, 17) Zekâ, 18) Fıtnat, 19) Hâtır, 20) Vehm, 21) Zann, 22) Hayâl, 23) Bedâhet, 24) Evveliyyât, 25) Reviyye (Uzunca bir tefekkürden sonra meydana gelen bilgidir.), 26) Kiyâset (Nefsin daha faydalısını bulup çıkarabilmesidir.) 27)Tecrübe, 28) Re’y, 29) Firâset.

2- Yûnus 10/100

3- Mülk, 67/10.

4- Zeynuddîn ‘Irâkî ye göre hadis zayıftır

5- Rûm 30/8

6- Dârimî, Mukaddime 29 (c.I, s.76, Hadîs No:303-304).

7- Nisâ’ 4/82

8- Muhammed 47/24.

9- Nisâ’ 4/82.

10- Kehf 18/63

11- Bakara 2/152

12- Zâriyât 51/55.

13-Ankebût 29/45

14- Âl-i İmran 3/190-191

15- Sâd 38/29

16- Furkân 25/62.

17- Fâtır 35/37

18 A’râf 7/201

19-Âl-i İmrân 3/13

20- Nûr 24/44.

21- Nâziât 79/26

 

22- Haşr 59/2

23- Elmalılı,.VII, s.4814

24- Yûnus 10/101

25- Ğâşiye 88/17

26- Saffât 37/88-89

27- Ğâşiye 88/17

28- A’râf 7/185.

29- En’âm 6/99

30- Zâriyât 51/20-21

31- Yûnus 10/43

32- Fâtır 35/19

33-Zâriyât 51/20-21

34 Bkz. Krş. En’âm 6/50, 104; Hûd 11/24; İsrâ 17/72; Neml 27/81.

35-En’âm 6/50

36- En’âm 6/104

37- Kıyâme 75/14

38- Âl-i İmrân 3/13

39- Nûr 24/44

40-A‘râf 7

41- Kasas 28/43.

42-Hicr 15/75

43- Hicr 15/29; Secde 32/9; Sâd 38/72

44- Hicr 15/75.

45- Bakara 2/273

46- Muhammed 47/30

47- Sebe 34/6.

 

48- İsrâ 17/62

49-En’âm 6/40

50- Nahl 16/79

51- Furkan 25/45

52- A’râf 7/198

53- Hacc 22/2

54 Kur’anda bu kelime geçmemektedir

55-Bu yazı için geniş ölçüde, “KUR’ÂN’DA “DÜŞÜNME” ANLAMINA GELEN BAZI KELİMELER ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME -Ali Galip GEZGİN” adlı makaleden faydalanılımıştır

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ