Orhan ÇOLAK
Namaz biz Müslümanların en temel kulluk vazifelerimizden biridir. Aynı zamanda, hidâyet nasib olduktan sonra kulluğumuzu her an hatırlayabilmek için namaza muhtâcız.
Namaz Allah Teâlâ ile kul arasındaki karşılıklı bir konuşma, dolayısıyla bir zikirdir. Hakkı zikreden kimse hiç kuşkusuz Hakla oturmuş, Hak da onunla oturmuştur. Kudsi bir hadiste Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Beni zikrettiği zaman onunla[kulumla] beraberim.” (Buharî, Tevhid 15).
Namaz Allah Teâlâ ile kulu arasındaki karşılıklı konuşmadır. Allah Teâlâ “beni zikrediniz ki, ben de sizi zikredeyim” buyurur. Namaz, Allah Teâlâ ile kulu arasında ikiye ayrılmıştır: Yarısı Allah’a, yarısı kula aittir. Sahih bir hadiste böyle zikredilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Namazı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı bana, yarısı kuluma aittir. Kuluma istediği verilecektir.” (Müslim, Salat 38). Namazda Fatiha Sûresi’ni okumanın farz olmasının gerekliliği buradan bilinir. Fatiha’yı okumayan kimse, Allah Teâlâ ile kulu arasında bölünmüş namazı kılmış değildir.
Hanefi mezhebine göre namazın vaciplerinden biri de namazda Tahiyyat duasını okumaktır.
Sözlükte “şehâdet getirmek, tahiyyata oturmak; şahitlik istemek” anlamlarına gelen teşehhüd, fıkıh terimi olarak namaz kılarken ka‘dede kelime-i şehâdeti içeren Tahiyyat duasını okumayı ifade eder. Sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde “tahiyyetü’s-salât, hutbetü’s-salât” adlarıyla anılan Tahiyyat’a daha sonraki dönemlerde bu metnin sonundaki kelime-i şehâdetten dolayı teşehhüd ismi verilmiştir. Hz. Peygamber teşehhüdü namazlarda okumuş ve okunuş biçimini Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi ashabına öğretmiştir.
Tahiyyat, salavat ve tayyibat hakkında değişik açıklamalar yapılmış olmakla birlikte İbn Nüceym bunların sırasıyla kavlî, bedenî ve malî ibadetler şeklindeki yorumunu daha isâbetli bulur.
Tirmizî teşehhüd konusunda nakledilen en sahih hadisin İbn Mes‘ûd rivayeti olduğunu, sahâbe ve tâbiînin büyük çoğunluğunun bununla amel ettiğini belirtir: ““Selamlar, salâtlar ve iyi şeyler Allah’a aittir. Ey Peygamber! Allah’ın selamı, rahmeti, bereketleri senin üzerine olsun. Selam, bize ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve peygamberi olduğuna tanıklık ederim.”
Teşehhüd, gerçekte huzura [Allah karşısında bulunma bilinci] ulaşmak demektir. Çünkü kelime, [görmek anlamındaki] şuhûd kelimesinin tefaul babıdır. Şuhûd ise, huzur demektir. İnsana namazında huzur sahibi (bilinçli) olmak emredilmiştir.
“ey-yühe [ey]”, uzaklık bildiren çağırma edatı olmaksızın zikredilmiştir. Bunun nedeni insanın namazda peygambere yakın olmasıdır. Bu nedenle, ikinci tekil şahıs zamiriyle peygambere hitap edilmiştir. Tahiyyatı okuduğumuz anları Peygamberimize yakınlığı hissedebileceğimiz anlardan biri olarak kıymetlendirebiliriz.
Bereketler, artıştır. Hz. Peygamber’e “Rabbim! Bilgimi artır.” (Tâhâ, 114) demesi emredildi. Namaz kılan, bu selamlamada Hz. Peygamber’e sanki şöyle der: “Allah’ın selamı ve Allah’a dair senin bilginin artmasını gerektiren rahmeti üzerine olsun. Bu bilgi Allah katındaki en şerefli haldir.”
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Evlere girdiğiniz vakıt Allah tarafından mübarek, hoş bir sağlık olmak üzere kendilerinize selâm veriniz.” (Nûr, 61) Namazdaki bir hâle girmek, büyük bir binadaki odalara girmeye benzer. “Bu selam, Allah katından mübarek ve temiz bir selamdır.” Selamın Allah katından olduğunu söylemekle Allah Teâlâ, kulu mübarek katından kendine bu mübarek selamı getiren bir elçi yapmıştır.
“Selam üzerimize olsun” derken namaz kılan çoğul zikredildi. Bu, farz namazda cemaat olarak bir ve bütün olmanın hissedilebileceği anlardan biridir. Diğer yandan namazda Allah’ın hakkı ile birlikte Allah’ın kullarının da bir hakkı vardır denilmiştir. Her kim namazları terk ederse teşehhütte “Selam, bize ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun” demek vacip olduğu için geçmiş ve kıyamete kadar gelecek ne kadar mümin varsa cümlesinin hakkını ihlal etmiş olur şeklinde açıklanmıştır.
Namaz kılan, kendisine verdiği selamı peygambere verdiği selama bağlamayıp onu müstakil cümle olarak söyler. Bu durum Peygamberimizle olan ilişkimiz ile Müslüman kardeşlerimizle olan ilişkilerimiz üzerinde ayrı ayrı tefekkür edip yoğunlaşmamıza imkân tanır.
Namazda ve başka durumlarda peygambere salât ü selam getirmek, namaz kılan kulun Hz. Muhammed’e gıyabında dua etmesi demektir. Güvenilir bir rivayette “Gıyabında kardeşine dua eden kimseye bir melek “bir katı da sana” diye dua eder.” (Müslim, Zikir 86) buyurulur. Allah’ın peygamberi gıyabında dua etmeyi emrettiği gibi Allah Teâlâ da “Ey iman edenler! Peygambere salât ve selam getirin” ayetinde bunu emretmiştir. Bu emrin hedefi, meleğin duası nedeniyle ümmeti içinden peygambere dua edenlere bu iyiliğin dönmesini sağlamaktır.
Peygamberimizin ashabına Kur'an'dan bir sure öğretir gibi öğrettiği rivayet edilen teşehhüd bu yönleriyle, kurtuluşun anahtarlarını bize işaret eden hazinelerimizden biridir.