Namaz ve Cemaat - rahle.org

Namaz ve Cemaat - rahle.org

Namaz ve Cemaat


Facebookta Paylaş
Tweetle

Emin ÜZÜMCÜ

“Camisiz bir semtin Müslüman semti olup olmadığı tartışılabilir bir meseledir. Çünkü namazsız Müslüman olamaz, camisiz de namaz olmaz. (Nureddin Yıldız, Namaz Muhasebesi)

     Namaz tevhitten sonra ikinci sırada yer alan olmazsa olmaz bir ibadettir. Diğer ibadetlerden farklı bir şekilde cemaat halinde toplu olarak eda edilir. Cemaat ise toplanmak bir araya gelmek, bir ve beraber olmak, topluluk olmak gibi anlamlara gelir. Fıkhi bir terim olarak ise namazı topluluk halinde kılmak demektir. İslam tevhit, namaz ve cemaat dinidir. Tevhit ve namazın yokluğunda dinin var olduğundan bahsedemeyiz. Cemaatin yokluğunda ise dinin uygulanabilirliğinden bahsetmemiz oldukça güçleşir.

     İslam dünyasının her bir köşesinde günde beş defa okunan ezanlar müminleri camiye, cemaate, birliğe davet etmektedir. Nitekim ezan, “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilân etmek” (Çetin, Abdurrahman, Ezan, TDV İslam Ansiklopedisi) anlamlarına gelir. Ezan, namaz vaktinin girdiğini ilan etmiş olmakla birlikte müminleri de camiye çağırmaktadır. Ezanı işiten bir kimsenin camiye gidip cemaate katılması gerekir. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.) kendisine gelerek namazı evde kılmak için izin isteyen Âma bir sahabeye ezanı işitip işitmediğini sormuş, evet cevabını alınca da “O halde davete icabet et, cemaate gel” buyurmuştur. (Müslim, Mesacid 255.) Bu hadisi şeriften hareketle kimi alimlerimiz cemaatle namazın vacib olduğunu ifade etmişlerdir.

     İçerisinde yaşadığımız çağ bizleri birçok açıdan kuşatmakta birçoğumuz kendisiyle dahi bir an baş başa kalamamaktadır. Herkesin bir meşguliyeti, bir yoğunluğu var. Modern yaşam, şehir hayatı ve bahsi geçen meşguliyetler bizleri kendimizden, ailemizden, çevremizden ve Rabbimizden uzaklaştırmakta, bu süreçte yapılan birçok eylem dostlar alışverişte görsün kabilinden yapılmakta, bundan en önemli ibadetimiz olan namazda maalesef nasibini almaktadır. Tabiri caiz ise varlık sebebimiz olan namaz, hak ettiğinden çok daha az bir ilgiyle ve çok daha az bir iltifatla karşılaşmakta hatta çoğu zaman alışkanlık haline gelmiş bir eylem olarak ifa edilmektedir. Uzun ve yoğun mesailere kurban edilmekte, dar vakitlere hapsedilmektedir. Oysaki namaz nübüvvetin ilk yıllarından itibaren sürekli olarak cemaatle kılınmıştır. Müşriklerin tüm baskılarına ve yıldırma politikalarına rağmen müminler Allah Rasulü (s.a.v.)’in imametinde namazlarını Erkam’ın evinde cemaatle kılmışlardır. Yine aynı şekilde Allah Rasulü aleyhisselatüvesselam veda haccı dönüşünde rahatsızlanmış, artan hastalığına ve tükenen takatine rağmen mescide gelerek Ebu Bekir efendimizin arkasında cemaatle namazını eda etmiştir. İbn Mes’ud (r.a) şöyle demiştir: “Yarın Allah’a Müslüman olarak kavuşmak isteyen kimse, namazlara ezan okunan yerde devam etsin. Şüphesiz ki Allah Teala sizin peygamberinize hidayet yollarını açıklamıştır. Şayet siz de cemaati terk edip namazı evinde kılan şu adam gibi namazları evinizde kılacak olursanız, peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz sapıklığa düşmüş olursunuz. Vallahi ben, nifakı bilinen bir münafıktan başka namazdan geri kalanımız olmadığını görmüşümdür.” (Müslim, Mesacid 256-257.) Bir Müslüman olarak cemaatten ve camiden geri kalmamız söz konusu değildir. Muhakkak ki şeytan yoğun mesailer harcamakta bizi camiden ve cemaatten uzak tutmak için yoğun çaba sarf etmektedir. Bilinmelidir ki cemaatin terkine dair öne sürdüğümüz nedenlerin birçoğu gerçek nedenler değildir. Caminin ne yapısı ne uzaklığı ne de camide ki din görevlilerinin tavır ve davranışları bizleri cemiden uzak kalmaya sevk etmemelidir. Bilinmeli ki cami, ümmeti Muhammedindir. Kimsenin babasının dükkânı veya tapulu malı değildir. “Dininden şüphe etmediğimiz sürece, günahından veya tavırlarından ötürü imamlara küsüp mescidi terk etmeyiz. Mescide gidebiliyor olduğumuz sürece evde namaz kılmanın suç olduğuna inanırız.” (Nureddin Yıldız, Namaz Muhasebesi)

     İslam’ın ancak bir toplulukla yaşanabileceğini daha önce ifade etmiştik. Müslümanların cemaat olmalarının önemi cemaatle namaza verilen misliyle ecirden anlaşılabilmektedir. İnsan etkileyen ve etkilenen bir varlıktır. “Kalb, içinde bulunduğu vasatın rengine, şekline ve ahengine bürünür.” (Osman Nuri Topbaş, sadık ve Salihlerle beraber olmak Kişinin içinde bulunduğu ortam, birlikte zaman geçirdiği kimseler, yaşantısına ve dünya görüşüne etki eder. Müslümanların kendi gündemlerini oluşturabilmesi, kendi fikir ve düşüncelerini koruyabilmesi için kardeşleriyle birlikte geçirdikleri zamanı arttırmaları ve sık sık bir araya gelmeleri gerekmektedir. Günde beş vakit Müslümanlarla bir araya gelmek, aralarda oluşabilecek her türlü zihni ve kalbi bozulmayı engelleyecek adeta bir anti virüs görevi görecektir. Efendimiz aleyhisselam Ebu’d Derda’ya, bir yerde üç kişi olup da cemaatle namaz kılınmazsa şeytanın onları kuşatacağını söyledikten sonra, “cemaate devam et, çünkü kurt, sürüden ayrılanı yer” buyurmuştur. (Ebu Davud, Salat 46.) Müslümanların birlik ve beraberliğinden hiçbir taviz vermemesinin bir başka örneği ise savaş halinde dahi cemaati terk etmemeleridir. Savaş ki en zorlu hallerden biridir. Rabbimiz bu zorlu ortamda dahi namazın cemaatle kılınması emretmiştir. Savaş bile cemaat olmaya engel teşkil etmiyorsa bizim ileri sürdüğümüz bahanelerin gerçekte ne kadar geçerli bahaneler olduğu üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.

      Baştan sona bir edep ve adab numunesi olan yüce dinimiz, cami ve cemaate dairde birtakım edepler ortaya koymaktadır. Cemaate gelirken güzel ve temiz elbiseler giyilmesi, mümkünse güzel koku sürülmesi, dişlerin temizliği, soğan ve sarımsak gibi ağır kokusu olan ve diğer insanları rahatsız edebilecek gıdalar tükettikten sonra camiye gelmenin yasak olması öne çıkan belli başlı hususlardır. Ayrıca çorap temizliği, sigara kokusu gibi rahatsız edici kokulara dikkat edilmesi de cami adabındandır. Cami adabından da öğrenmekteyiz ki bir Müslüman asla, sadece kendisini düşünemez, ibadetinde dahi kardeşlerini hesaba katmalı, onlara zarar verecek tavır ve davranışlardan uzak durmalıdır. Yine aynı şekilde camide farklı huy ve karakterlerde olan Müslümanlar ile birlikte olmayı, her bir kardeşimizi sevmeyi, hatalarına, kusurlarına katlanmayı öğreniriz. Cemaatte oluşacak sosyal ortam Müslümanların birbirlerine olan muhabbetlerini ve ünsiyetlerini arttıracak, onlara kardeşliği ve İsar’ı öğretecektir. Bu vesileyle sevinç ve hüzünlerini paylaşacak, kendi içlerinde dayanışmanın ve yardımlaşmanın önemini kavrayacaklardır. Belki bir dertliye derman, belki bir hastaya ilaç, belki de hüzünlü bir kardeşlerine merhem olacaklardır. Tam da bu nokta da ifade edilmesi gereken bir diğer hususta şudur ki; özellikle küçük çocuklar camide oynayıp koştururken o esnada namaz kılan amcalarını istemeden de olsa rahatsız edebilmektedirler. Bu noktada onlara karşı sabır ve tahammül gösterilmeli, onların ümmetin çocukları olduğu unutulmamalıdır. Onlar İslam ümmetinin yarınları, umutlarıdır. Camide sevgi ve şefkat görmeli camiyi ve cemaati sevmeleri için azami gayret gösterilmelidir.

     Tüm iş ve programlarımızı namaza göre ayarlamalı, hayatımızın eksenine namazı koymalıyız. Bugün ümmet olarak en çok zaafa düştüğümüz hususlardan birisi de maalesef budur. Halk içerisinde “namazın kazası olur, çayın kazası olmaz” gibi hezeyanlar oldukça yaygındır. Oysaki asıl olan namazı ezanla birlikte cemaat olarak kılmaktır. Namazın ferdi olarak kılınması zaruri bir durumdur. Ayrıca namaz ferdi olarak kılınacaksa dahi mescitte kılınmalıdır. “Vaktinde abdest alıp mescide giden bir mü’min, cemaate yetişememiş olsa bile orada cemaatle namaz kılanların sevabının aynısını almaktadır. Cemaate katılmak için evden çıkan ama katılamayan bile camiden ecir kazanmaktadır. (Ebu Davud, 52)”( Nureddin Yıldız, Namaz Muhasebesi )

     Günün erken saatlerine denk gelen sabah namazı ve günün son namazı olan yatsı namazı da hassaten öneme sahip olan namazlardır. Uykunun bölünmesi ve sıcak yatağın terk edilmesinin zorluğu sabah namazını, günün yorgunluğunun üst düzeye çıkmış bir vakit olması ise yatsı namazını zor kılan unsurlardandır. Özellikle nefse ağır gelen bu iki vakitte cemaate devam edilmesi fazilet bakımından diğer vakitlerden daha üstündür. Efendimiz aleyhisselam; “Yatsı namazında cemaatte bulunan kimseye, gecenin yarısına kadar namaz kılmış gibi sevap vardır. Yatsı ve sabah namazlarında cemaatte bulunan kimseye ise bütün gece namaz kılmış gibi sevap vardır.” (Tirmizi, Salat 165.)  Sabah ve yatsı namazlarında cemaate devam etmenin faziletiyle ilgili olarak ise: “insanlar yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek bile olsa mutlaka camiye, cemaate gelirlerdi.” (Buhari, Ezan 9) Buyurmuşlardır. Bu iki vaktin fazilet, ecir ve sevap menbaı olması dışındaki bir özelliği de mü’min ve münafık arasında bir turnusol kâğıdı görevi görmesidir. Nitekim bir hadisi şerifte: “Münafıklara sabah ve yatsı namazından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur, insanlar bu iki namazda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaate gelirlerdi.” (Buhari, Mevakit 20) Burada dikkat çeken bir başka husus ise namazın ağır geldiği ifade edildikten sonra ecir ve sevap bilinseydi emekleyerek de olsa cemaate gelinirdi denmesidir. Böylece namaz ve cemaat bir ve beraber kabul edilmekte aynı şey gibi anlaşılmaktadır.

     Sonuç olarak camiye ve cemaate devam etmeli, camileri imar etmekten geri kalmamalıyız. “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namaza devam eden, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder…” (Tevbe, 18) “Mescitlerin imar edilmesi iki şeydir:

a)      Mescitlerin yapı olarak çıkarılması; toprağının, binasının oluşturulması

b)     İçinin doldurulması, varlığının hakkının verilmesi… Bu da, içinde namaz kılınması, Kur’an okunması, zikir yapılması, cemaat kavramının içinin doldurulmasıdır.”(Nureddin Yıldız, Namaz Muhasebesi)

Rabbimiz bizleri ve neslimizi camiye ve cemaate devam eden kimseler kılsın. (Âmin)

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ