NEDEN BEN? - rahle.org

NEDEN BEN? - rahle.org

NEDEN BEN?


Facebookta Paylaş
Tweetle

Derya YILMAZ

“İstiridye komşusuna dedi ki: ‘İçimde büyük bir acı duyuyorum, ağır ve yuvarlak. Yüreğimi daraltıyor’. Öbür istiridye kurumlu bir tavırla cevap verdi: ‘Şükürler olsun göğe ve denize! İçimde hiçbir acı hissetmiyorum. Sağlığım yerinde, kalbimden kabuğuma kadar çok iyiyim.’ O sırada, bir yengeç geçti oradan, iki istiridyenin konuştuklarını duydu ve çok iyi olduğunu söyleyen istiridyeye şöyle dedi: ‘Gerçekten de sağlığın mükemmel. Ama komşunun yaşadığı acı, olağanüstü güzellikte bir inciden kaynaklanıyor.’” Bir inci, istiridyenin yüreğini delen bir kum tanesinin etrafında acı ile inşa edilir.  Bugün bizim canımızı acıtan imtihanlarımız acaba ne tür inciler inşa etmektedir yüreklerimizde?

Yüce Allah, Mülk Suresi 2. Ayette: “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için hayatı ve ölümü yaratan O’dur. O güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” buyurmaktadır. Bu ayet-i kerime, konforun hayatın sıradan bir parçası olarak algılandığı günümüzde, rahatının en küçük nedenlerle bozulmasına tahammülü olmayan insanın ‘neden imtihan ediliyoruz’ sorusuna ilahi bir cevap niteliği taşımaktadır. İnsan sınanır. Sevginin, aidiyetin, sorumluluğun gereğidir sınanmak.  Vakti zamanında dünya genelindeki tüm vezirlerin, sultanlarına olan bağlılıklarının sınandığı bir imtihan yapılacağı duyurulmuş ve tüm sultanlar vezirleriyle birlikte davet edilmişler. Vezirlerden, uzun bir yol boyunca koşmaları ve yolun bitiminde önlerine çıkan uçurumdan atlamaları isteniyormuş, uçurumun yüksekliği söylenmeden. Sırası gelen vezirlerden biri tüm gücüyle koşmuş, yolun sonunda, uçurumun kenarında durmuş ve sultanına demiş ki “Sultanım ben seni buraya kadar seviyorum”. Peki biz sultanımızı ne kadar seviyoruz?

Kur’an-ı Kerim’de dünyadaki sınanma sürecini ifade etmek üzere imtihan, fitne, bela ve musibet gibi farklı kavramlar kullanılmaktadır. Bu sürecin farklı kavramlarla ifade edilmesinin nedeni, her sınanma süreci ile kişi ve toplumlarda ortaya çıkması beklenen hikmetlerin birbirinden farklı olması olabilir. Sınanma sürecini ifade eden kavramlardan ilki olan imtihan, denemek, bilgiyi yoklamak, bir şeyin hakikatini öğrenmek için düşünmek gibi süreçleri içinde barındırır. Başımıza gelen olaylar yani imtihanlarımız, bizim varlık alemindeki yerimizi ve varoluş nedenimizi düşünmemiz için önümüze çıkan birer fırsat niteliğindedir. Bu süreci anlatmak maksadıyla kullanılan kavramlardan diğeri olan fitne kelimesi ise madenlerin saflığını anlamak için ateşte eritmek anlamına gelen fetn kökünden türemiştir. Buradan hareketle fitne, ayrıştıran, arındıran ve kişiyi olması gereken kıvama getiren bir imtihan sürecidir. Enfal Suresi 28.  Ayette: “Mal ve çocuklarınızın sizin için birer fitne olduğunu ve büyük mükafatın Allah katında olduğunu bilin” buyurulmuştur. Genelde sevilmeyen imtihanı ifade etmek için kullanılan bir diğer kavram ise bela kavramıdır.  Çoğu zaman içinden çıkılması zor durumları ifade eden bu kelime ayrıca herhangi bir şeyin eskimesini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Bu yanıyla bela denen imtihan biçiminin genellikle insanı eskiten, yıpratan yoran bir imtihan süreci olduğu söylenebilir. Kur’an-ı Kerim’de imtihan sürecinin anlatıldığı son kavram ise musibet kavramıdır. Ona uygun olan, ona gereken, ona isabet eden anlamlarına gelir. Bu kavram Türkçedeki ‘tam on ikiden vurmak’ deyimi ile anlatılmak istenen duruma denk düşmektedir. Demek ki musibet olarak ifade edilen imtihan türü, verildiği kişiye tam olarak uygundur ve gerekli zamanda, gerekli yerde başına gelmiştir. Her musibet, kişiye özel bir mesaj gibi algılanmalı, bu benim başıma neden geldi diye isyan edilmemelidir. İmtihanımızın nedeni kimi zaman Allah’ın gücünün her şeye yetebileceğini ve sebepler zincirinin bizim yapıp edebileceklerimiz için gerekli olduğunu unutuverdiğimiz bir gaflet anında ağzımızdan çıkıveren iddialı bir cümle olabilir. Allah bu vesile ile bize gücünün sebeplerin üzerinde olduğunu gösterir. Böyle birkaç kelimeden oluşuveren ancak haddi aşan kısacık bir cümlenin, benim hayat yolculuğumdaki imtihanlarımdan ikisinin nedeni olduğunu düşünüyorum. Şöyle izah edeyim, kanımda pıhtılaşmanın gerçekleşmesi için gerekli maddelerden bir kısmı yok ve bu nedenle birkaç kez ağır iç kanama tanısı ile hastanede yattım. Bu yatışlardan birisinde ağzımdan şu birkaç kelime çıkıverdi ‘En azından damar tıkanıklığından ölmeyeceğim!’.   Sonra ne mi oldu? Allah bana, vesilelere ihtiyacı olanın O değil ben olduğunu gösterdi. Doktorların nedenini anlayamadığı bir biçimde iki kez beyni besleyen damarlarda pıhtılaşmaya bağlı tıkanıklık oluştu ve bu pıhtılar, geride büyük hasarlar bırakarak yok olup gittiler. Bedeli biraz ağır olsa da bu imtihan bana, ağzımdan çıkan sözcükler konusunda ne kadar dikkatli olmam gerektiğini öğretti. Bana özeldi ve hedefi tam on ikiden vurmuştu. Ancak her imtihanı, yaptığımız hataların sonucu olarak ödememiz gereken bedeller biçiminde algılamak da tamamı ile doğru bir bakış açısı değildir. Bazen Rabbimiz bize ahiret hayatı için güzel bir mertebe taktir eder ancak bizim ibadetlerimizle bu mertebeye ulaşmamız mümkün olmayabilir. Böylesi hallerde musibetler, kendilerine sabretmek kaydıyla bizim için takdir edilen mertebeye yükselmemizi sağlayan birer kanat haline dönüşürler.

 Allah yarattığı kulunun potansiyelini bildiği için ona uygun olan imtihanı, olması gereken zamanda ve olması gerektiği kadarıyla verir. Tâbi tutulacağı imtihanı, kişinin seçebileceği bir dünya düşünün. ‘Kırk katır mı, kırk satır mı?’ diye sorsalardı bize, tecrübe etmeden önce hangisine gücümüzün yetebileceğini bilebilir miydik acaba? Oysa yerlerin ve göklerin Rabbi ve bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah yarattığı kulunun potansiyelinin farkındadır. Bu nedenle imtihan süreçlerinde başımıza gelenin bizi yaratanın izniyle olduğu ve gücümüzün üzerinde olsaydı merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ın bize bu imtihanı vermeyeceği unutulmamalıdır. Her kulun, kendi gücü doğrultusunda imtihana tabi tutulduğu gerçeği akıldan çıkartılmamalı ve ‘kardeşimin, komşumun, arkadaşımın imtihanı ne kadar da kolay! onlar benim başıma gelenlere asla katlanamazlardı!’ diye düşünülmemelidir. Bu ve benzeri söylemlere neden olan bakış açısı doğru bir bakış açısı değildir. Her birey farklı fiziksel ve ruhsal donanımla yaratılmıştır ve tahammül düzeyi diğerinden farklıdır. Benim taşıyabileceğim bir yükün, başka birini, altında ezebileceği unutulmamalıdır.

Dünya hayatında başımıza gelen sıkıntı ve iyiliklerin tamamı sınanma konusudur ve yüce Allah’ın Ed-Darr ve En- Nafi isimlerinin tecellilerinden başka bir şey değildir.

Ed-Darr olan Allah, elem ve zarar verici şeyler yaratan Allah’tır. Görünüşte zarar verici olan şeyler, hakikatte kulun terbiyesi ve iyiliği için gereklidir.  Bize isabet edip canımızı acıtan musibetler, uçurumun kenarına doğru ilerleyen bir koyun sürüsünün yönünü değiştirip sürüyü korumak için çoban tarafından atılan taşlara benzetilebilir. Görünüşte atılan taşlar isabet ettiği koyunların canını acıtır. Ancak tüm sürünün uçuruma yuvarlanmasını engeller. Sıkıntı verici hadiseler sonucu kişi sabır, metanet, cesaret, soğukkanlılık gibi meziyetler kazanarak olgunlaşır. Sadi Şirazi ne güzel söylüyor “Dertsiz adam yoktur, varsa da adam değildir” diye.

 Kimi zaman, bu ismin tecellisi olan darlıklar ve sıkıntılar Allah’ın sevdiği kullarını kem gözlerin bakışından korumak için örttüğü tül hükmündedir. Bazen yaşadıklarına bakıp tüm bunlara nasıl dayanıyor diye düşündüğümüz insanlar vardır. Oysa Allah, dışarıdan dayanılmaz görünen imtihanlara karşı kulunu merhametiyle kucaklayabilir. Hz. İbrahim’in içine atıldığı ateşi onun için gül bahçesine çevirmesini hatırlayın. Dışardan bakan onu alev alev yanan bir cehennemin ortasında sanırken o selamet içindeydi. Yani kimileri öyle imtihanlara tâbi tutulur ki içine düştüğü imtihanın ateşi dışarıdakilere korku salarken, onu yakmaz. İmtihanlarımızın bize verdiği sıkıntı onlara yüklediğimiz anlamla ilgilidir. Örneğin Antropolog Catherine Lutz, Güney Pasifik’teki İtaluk halkı üzerinde yaptığı çalışmada bu insanların depresyonu mutluluk arayışına zıt ve dolayısıyla değersiz bir durum olarak değil, içinde bulundukları durumları daha iyi anlamalarına yardım edecek bir duygu olarak gördüklerini göstermiştir. Bu durum deneysel çalışmalarla da destek bulmuştur.

Modern çağ, imtihanın neden olduğu acıyı hızla uyuşturmaya çalışmakta, bu tutum bizi acının hayatlarımıza katacağı anlamdan mahrum bırakmaktadır. Bize öğretecek çok şeyi olan imtihanlara hoş geldin diyebilmek gerekir. Mutluluk, acının her türlüsünden ne pahasına olursa olsun kaçınarak elde edilemez. Acılar ve sıkıntılar, farkındalığımızın artması için ödememiz gereken bedellerdir. Kemal Sayar’ın dediği gibi ‘Hayat bir hikmet şölenidir. Istıraplarımızdan öğrenmeye başladığımız gün, olgunluk yolculuğunda bir durağı geride bırakmışız demektir.’

Ben hiç kaybetmedim ya kazandım ya da öğrendim” diyen Nelson Mandela’nın siyahilerin özgürlük mücadelesi adına ömrünün 27 yılını hapishanede geçirdiği, bağımsız bir Bosna için ömrünü adayan Aliya İzzet Begoviç’in nasıl ‘Bilge Kral’ olduğu unutulmamalıdır. Yaşadığımız sıkıntılar bizi olgunlaştıran, bize öğreten ve bizi kemale erdiren eğitim süreçlerinin birer parçasıdır. Buğday başaklarının tarladan soframıza mis kokulu ekmekler olarak gelme sürecinde yaşadıklarını hatırlayalım; biçilerek köklerinden ayrılır, ezilerek kabukları soyulur, değirmende öğütülür, suda boğulur ve ateşe sürülürler kıvama gelmeden önce.  Altında ezildiğimizi hissettiğimiz hayat yüklerinin, insan buğdayını öğüten değirmen taşları olduğu, bu sürecin sonunda insanın mis kokulu ekmeklere dönüşeceği düşünülebilir. Bu süreçlere sabır, cennetin anahtarıdır ve sonunda cennet olan hiçbir şey şer değildir. Enbiya Süresi 35. Ayette “Her nefs ölümü tadacaktır. Biz sizi imtihan olarak hayır ve şerle sınayacağız, sonra da bize döndürüleceksiniz.” buyurulmaktadır. Allah’ın insanı imtihan etmesi hayırdır. İmtihan vesilelerini hayır ya da şer olarak algılamak ya da bu vesileyi şerre dönüştürmek insandandır. Örneğin Covid-19 hastalığına yakalanmak bir imtihandır. İnsana düşen bunun Allah’tan geldiğini bilip sabretmek, tedbir almak ve kurtulma yollarını aramaktır. Bunu yapmak yerine hiçbir şey yokmuş gibi hayatına devam edenler hastalığın yayılışını artırarak bu imtihanı şerre dönüştürür.

Allah resulü (sav); “Allah mümin için neyi takdir etmişse bu onun için hayırdır. Başına bir sıkıntı gelirse sabreder hayırdır. Başına bir iyilik gelirse şükreder hayırdır” buyurmaktadır. Acılarımız, ruhsal ve bedensel birtakım hastalıklarımız için bize sunulan ilaçlardır.  İlaçlar bazen acı ve sert olabilir. Ancak ilacı sunanın sonsuz merhameti unutulmamalı ve şifa bulmak için bu ilaçlar sükunetle kabul edilmelidir. Bazen bir dert bitmeden diğeri gelir, darlık imtihanı bir sağanak halini alır sanki. Bu durum, kişinin tek bir soruna takılıp kalmaması için bir nimettir aslında. Son aylarda peş peşe yaşadığımız musibetler bize bu gerçeği hatırlatır. Covid-19 salgınının en yoğun günlerinde meydana gelen İzmir depremi, tüm Akdeniz kuşağını saran orman yangınları, onların ateşi sönmeden Batı Karadeniz’de gerçekleşen sel felaketleri insana imtihan sürecinin sürekliliğini ve/fakat geçiciliğini hatırlatmalıdır. 1998 Ekim’inde, ülkemizde esmekte olan 28 Şubat rüzgarının etkisiyle, öğrencisi olduğum üniversitenin kampüslerine başörtüsü ile giriş yasaklanmıştı. Ailemle paylaşamıyordum çünkü başörtüsü takmaya başlamamı bile henüz içlerine sindirememişlerken bir de bu nedenle okula devam edemediğimi duysalar ne yaparlardı öngöremiyordum.  O dönemde ‘Ben ölürüm, bu okul bitmez’ deyip döktüğüm gözyaşının hesabını bilemiyorum. Sonuç mu? Ben ölmedim, biraz gecikmeli olsa da okul bitti. İnsana düşen ise yaşadığı bu süreçlerden ders çıkararak yoluna devam edebilmektir. İmtihan sürecinde sıkıntı devam ederken başlayan her güne, ‘yine bir gün’ diye değil ‘yeni bir gün’ diye bakmak ve sıkıntıların mutlaka geçeceğini unutmamak mücadele gücü verecektir. İnşirah suresi tüm hayatı imtihan olan bizlere müjde niteliğindedir. Allah bu surede bize her zorlukla birlikte bir kolaylık olduğunu müjdeler. Yüce Allah bu müjdenin geçtiği ayette sıkıntı-zorluk kelimesini sınırlılık ifade eden bir takı ile kullanmışken, kolaylık kelimesini sınırsızlık ifade edecek biçimde kullanmaktadır. Demek ki; sıkıntılar bir gün bitecektir, oysa bize sunulan imkân ve kolaylıklar sınırsızdır. Ve unutulmamalıdır ki “...Nerede olursanız olun O(Allah) sizinle beraberdir” (Hadid Suresi 4. Ayet). 

İnsan nefsine ağır gelen imtihanlardan biri de ölüm ve kaybetme korkusudur. Hiçlik insanı korkutur. Malını kaybetmek ve hiçbir şeysiz kalmak, sevdiklerini kaybetmek ve hiç kimsesiz kalmak korkusunu yenebilmenin ve bu imtihanda başarılı olabilmenin yolu ahiret inancı ve sahip olunan her şeyin emanet olduğunun bilinmesidir. Uzun zaman önce hastaneden taburcu olurken doktorumun benimle yaptığı konuşmayı hatırlıyorum. Sağlık durumumu açıkladıktan sonra tedavi sürecimle ilgili sonu ‘ölürsün’ ile biten üç seçenek sundu. ‘Ölümlerden ölüm beğen’ cümlesi, bilimsel olarak nasıl kurulur o gün öğrendim, çaresiz seçtim birisini. Derler ki sabır imtihanın ilk anındadır. Aradan yıllar geçip sindirdikten sonra tevekkülle anlatabiliyor olmak imtihanda başarılı olmak mıdır bilemiyorum? Ancak şunu biliyorum ki ölüm, insanın son kullanma tarihi değil yaşadığı hayatın meyvesidir. İnsanın hoşuna gidecek bir ölümü seçme hakkı vardır ve insan bu ölümü kendi mutfağında hazırlar. Nasıl ölmek istediğimize karar vermeli ve yaşamımızı ona göre planlamalıyız. Allah kulundan günah ve isyana, musibetlere ve kulluk etmeye sabretmesini bekler. Hayat bir sabır imtihanı, cennet ise hayatını emeğe dönüştürenlerin ödülüdür.

Sevinçli olduğunuz zamanlarda gözlerinizi yüreğinizin derinliklerine çevirirseniz, size sevinç veren şey uğruna bir zamanlar nice kederlenmiş olduğunuzu görürsünüz’ diyor; Ermiş kitabında Halil Cibran. Demek ki bugünün hüzün veren imtihanları, ucu yarının sevinçlerine açılan dar koridorlardan ibarettir. Peki bu dar koridorlardan çıkıp rahata erdiğimiz anda imtihanlarımızın bittiğine hükmedebilir miyiz? Ben eğitim ve çalışma hayatımdaki sıkıntılı süreçleri atlatıp, bugünkü konforuma ulaştığımda imtihanım son mu bulmuştu gerçekten? Yoksa sınavım, tarzındaki bir değişiklikle devam mı etmekteydi?  Hayatımızdaki her türlü hayır ve menfaat yüce Allah’ın En-Nafi isminin tecellisidir. En-Nafi olan Allah, hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan Allah’tır. Bu ismin tecellisi olan şeyler de Ed-Darr isminin tecellileri gibi birer imtihan vesilesidir.

Bu ismin tecellilerinden birisi olan maddi zenginliklerin tamamı özü itibariyle temizdir ve Allah’ın insana emanetidir. Sad Suresi 32. Ayette Hz. Süleyman’ın sahip olduğu atları severken kurduğu bir cümle dikkat çekicidir “Bana Allah’ı hatırlattığı için bu hayrı seviyorum.” Demek ki zenginliklerimiz bize Allah’ı hatırlatıyorsa sevilmeye değerdir. Ancak insanoğlunun serveti sevme nedeni genellikle onu harcama yeri ile ilgilidir. Malı kazanma biçimimiz kadar onu harcadığımız yer de imtihan konularımız arasındadır. İmkanlarına mahkûm olanlar, Allah’tan istemezler. Bu nedenle var ile imtihan, kişiye Allah’ a olan muhtaçlığını unutturan zor bir imtihandır. Duayı unutmamak ve şükür bu imtihan türünde başarının anahtarlarıdır. Her nimet bir sorumluluktur. Taha Suresi 131. Ayette Yüce Allah insanları sınamak için onlara verilen nimetlerden bahsetmektedir. Nimetin hakkını vererek şükrünü eda etmek gerekir. Lokman Suresi 12. Ayette Hz. Lokman oğluna; “Allah’a şükret, ona şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur, nankörlük eden de bilmelidir ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O her türlü övgüye layıktır.” diyerek nasihat etmektedir. Bugün insanlığın pençesinde kıvrandığı ruhsal yorgunlukların temelinde fark edemediği nimetler vardır. Nimetin farkına varıp onun şükrünü edememek, nimete sahip olamamaktan daha büyük bir mahrumiyettir.  Konfor imtihanını kazanmanın yolu elimize verilen imkanları fark edip, bu imkanları veriliş amacına uygun yerlerde kullanmak ve nimetin sahibini unutmamaktır. Şükür nimetin, hamd ise hikmetin gereğidir.

İmtihana konu olan menfaatlerin kapsamı son derece geniştir. Elde edilen her türlü başarı bu kapsamda değerlendirilebilir. Bir spor karşılaşmasında kazanılan madalyadan tutun da daha geniş çerçevede uluslararası arenada elde edilen bir kazanım kolaylıkla insanı kibre götürüp kişinin nimet imtihanını kaybetmesine neden olabilir. Elde ettiği başarının kendi çabasının/dehasının bir ürünü olduğu fikrine kapılan kişi, kolaylıkla kibir bataklığına saplanabilir. Oysa sefer bizden zafer Allah’tandır. Mekke’nin fethinde Efendimiz’in şehre nasıl girdiğini hatırlayın. Yüce Allah Nasr Suresi’nde fetih günü nasıl davranılması gerektiğini şöyle ifade etmektedir: “Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde Rabbine hamd ederek şanını yücelt ve ondan af dile, şüphesiz o tövbeleri çok kabul edendir” Demek ki elde edilen her türlü başarı (fetih), bir imtihan vesilesi olarak şükür ve hamdin yanında kibre kapılma riski nedeniyle tövbeyi de gerektirir.

İnsan yaratılışından gelen bir eğilimle güzeli fark eder ve sever. Varlık alemine yaratılan nimetler, zorunlu ihtiyaçlarımızı karşılamanın yanında güzellik duygumuzu da tatmin etmektedir. Peki güzel olana meyil veya sahip olunan güzellik, hissedilen sevgi imtihan konusu olabilir mi? Hz. Yusuf’un güzelliği ile Züleyha’nın imtihanı olduğu, Hz. Yakup’un evladına olan sevgisi ile sınandığı unutulmamalıdır. Tarih, imtihan yelpazesinin ne kadar geniş olduğunu gösteren örneklerle doludur. Hz. Salih’in kavmi hayvan hakkına riayet, Nemrut; gücü ve kudreti, Hz. Şuayb’ın halkı ticari ahlak ile sınanmıştır.

Netice itibariyle Ed-Darr ve En-Nafi isimlerinin tecellisi olan ne varsa hepsinin kaynağı birdir. Hepsi haktan gelmektedir. Bir kulun başına gelen elem, tasa, korku, hastalık, fakirlik gibi sıkıntılar Allah’tan başkası tarafından giderilemez. Aynı şekilde elde edilen başarılar, sevinçler, sıhhat gibi nimetlerin devamı da ancak Allah’ın elindedir. Başımıza gelen olumlu, olumsuz her durum, içinde o an anlayamayacağımız nice sırların gizli olduğu birer imtihan vesilesidir. Bize düşen, var imtihanında şükür, dar imtihanında sabırdır. Sabır oturup beklemek değil, içinde bulunduğu duruma çözüm üretmekte sebat göstermektir. Ve unutulmamalıdır ki insanoğlunun ilk imtihanı, sadece Allah’a kul olmaktır. Bu yanıyla tüm hayatımız, bizi yaratana olan sadakatimizin sınandığı bir imtihan meydanıdır.  Kulluk imtihanını ilk kaybeden iblistir. Allah’ın Hz. Adem’e secde etmesi yönündeki emrine karşı çıkarak kibirlenmiştir. Bu durumda kibir içeren tutum ve davranışlar şeytani eğilimlerdir ve imtihanı kaybettirir. Ayrıca iblis kelimesi Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinde ümitsizlik veren anlamında da kullanılmıştır, ümitsizliğe kapılmak iblisin tuzağına düşmektir. Olması gereken, imtihan süreçlerinde ümidi yitirmemektir, ümitsizliği bir yaşam tarzına dönüştürmek mümine yakışmaz. İçinde bulunulan durum her ne olursa olsun, mutlaka geçeceği unutulmamalıdır. Bu dönemlerde istiaze yani Allah’a sığınmak imtihanı kolaylaştırır. Kaldı ki istiaze farz olan bir eylemdir. Her imtihanın kişiye rabbine dönmeyi hatırlatan birer davetiye olduğu unutulmamalıdır. Kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar. İmtihanın bitmemesi henüz kapasitemizin sonuna gelmediğimizi gösterir. Darlık anlarında, Allah Resulünün yol arkadaşına söylediği “La tahzen innallahe meana- Hüzünlenme Allah bizimledir” sözü hatırlanmalıdır. Modern çağ, insanı kısa sürede çok sayıda insanla yoğun ilişki kurmak zorunda bırakmaktadır. Bu durum kişilerle aramıza mesafeler koymamıza neden olur. Evvel refik, sümmel tarik prensibince hayat yolculuğumuzda imtihanlarla mücadele ederken yol arkadaşlıklarının önemi unutulmamalıdır. Seçtiğimiz arkadaşlar bu yolculukta yükümüzü hafifletebileceği gibi bize ekstra yük de olabilirler. Arkadaşlık seçimlerimizin de hayat imtihanının bir parçası olduğu unutulmamalıdır.

Hayat yolunun yolcusu olan sen, belini büken dertlerin altında ezildiğini hissettiğinde, ‘NEDEN BEN!’ demeden önce Allah’ın insanlığa örnek olsun ve yol göstersinler diye seçtiği elçilerini düşün. Koklamaya kıyamadığın ciğerpareni mi kaybettin? Gençliğinin baharında mıydı henüz, yoksa ardında yetimler bırakarak mı göçtü bu dünyadan?  Alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin (sav), yedi evladından yaşları 3,5 ay ile 30 arasında değişen altısını kendi eliyle toprağa verişi gelsin aklına. Evlada hasret mi kaldın yoksa bu hayatta? Yıllarca hasretini çektiği ve çok geç kavuştuğu İsmail’ini bir çöle bırakmak zorunda kalan Hz. İbrahim’i düşün. Hz. İbrahim gelmişken aklına onun, atası Azer tarafından reddedilip yalnız bırakıldığını ve ateşlere atılarak cezalandırılmaya çalışıldığını da hatırla. Etrafındakilerin laftan anlamadığını mı düşünüyorsun? Acele edip isyan etmeden önce Hz. Nuh gelsin aklına. Bir ömür (950 yıl) halkını ikna etmeye çalışmasını, bu süreçte çektiği sıkıntıları, en sonunda Rabbine: ‘yenildim, mağlup oldum, yetiş’ yakarışlarını ve gözleri önünde tufanın dalgaları arasında helak olan oğlunun onun yüreğinde oluşturduğu yangını düşün. Komşularınla anlaşamıyor musun? Evini basıp, misafirlerine göz dikmediler ya Hz. Lut’un komşuları gibi? Hiç hak etmediğin bir muameleye mi maruz kaldın, yoksa iftira mı ettiler sana? Bu haksızlığa neden uğradım demeden önce Hz. Yusuf gelsin aklına, kardeşleri tarafından kuyulara atılıp köle olarak satılışı, uğradığı bir iftira nedeniyle gencecik ömrünün 12 yılını zindanda geçirişini hatırla. Çaresiz hastalıklarla mı boğuşmaktasın. Onca insan sevdikleriyle neşeli, sağlıklı bir biçimde gününü gün ediyor! Rabbim neden ben? demeden önce Hz. Eyüp gelsin aklına. Sahip olduğu tüm mal varlığını ve evlatlarını kaybedişinin, yetmezmiş gibi  bedenine musallat olan hastalığın verdiği ıstırabı hayal etmeye çalış. Sessizce Rabbine niyazını hatırla “Rabbim! Bu dert bana ağır geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin.” Nil nehrinde bir sepetin içinde sürüklenen ve düşmanının sarayında büyüyen bebeği düşün. Öldürüleceği korkusuyla çöle kaçıp günlerce saklanmak zorunda kalan ve Rab’bine “Katından gelecek her hayra muhtacım” diye yakaran gencecik Hz. Musa’yı hatırla. Evlatların hayırsız mı çıktı? Diğer evlatları tarafından organize edilmiş bir komplo sonucu ciğerparesini kaybeden ve yıllarca komployu kuran evlatlarıyla yaşamaya sabreden bir baba, Hz. Yakup gelsin aklına. Ve bir kere daha düşün NEDEN SEN OLMAYASIN!

Sizden öncekilerin çektiğini çekmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?” (Bakara, 214)

Kaynakça:

1.       Halil Cibran - Ermiş, Kum ve Köpük, Gezgin

2.       Ali Osman Tatlısu - Esmaü’l- Hüsna Şerhi

3.       Engin Geçtan - İnsan Olmak

4.       Kemal Sayar - Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez

5.      Râgıb el-İsfahânî - El-Müfredat

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ