ES-SAMED cc - rahle.org

ES-SAMED cc - rahle.org

ES-SAMED cc


Facebookta Paylaş
Tweetle

Gazi ÇOBAN

Es-Samed ism-i şerifi, Kur’an-ı Kerim de sadece bir ayette, ihlas suresi 2. ayette geçer. İhlas, yani; “dini sadece Allah’a has kılma” anlamı itibariyle sureye “tevhid suresi” de denmiştir. Sure; en genel anlamıyla tevhidin en özlü tanımını vermekte. Böyle olunca, “Es-Samed” isminin anlaşılması; tevhidi anlama açısından son derece ehemmiyet kesbediyor. İsm-i A’zamın sayıldığı esma hadislerinde de geçtiğini belirtmeli (Muhaddis İbn Hacer’in, ism-i a‘zam hakkında nakledilen rivayetlerin sened açısından tercih edilmeye en uygun olanı diye nitelediği Büreyde hadisi (Fethul-bârî, XII, 527) birkaç kelime farkı ile İhlâs sûresine benzemektedir: “Allahım! Senin Allah, ehad ve samed oluşunu, doğurmak, doğmak, dengi ve benzeri bulunmak gibi beşerî özelliklerden münezzeh bulunuşunu vesile edinerek senden talepte bulunuyorum”).

Lügatte iki anlamda ifade edilmektedir:

1- “samd” mastarından türemesi halinde,

-maksatların doğrudan doğruya kendisine yöneldiği maksud. Yönetim ve ihtiyaçlarında kendisine başvurulan ve daha üstünü bulunmayan, kavmin en büyüğü, efendisi (Elmalılı Hamdi yazır-ihlas suresi) 

- şerefli zât, seyyid, bütün ihtiyaç sahiplerinin kapısına mü­racaat ettiği şerefli zât (Ebû İshâk ez-Zeccâc, s. 58; Ebü'l-Kâsım ez-Zeccâcî, s. 252-253; Ebû Süleyman el-Hattâbî, s. 85; krş. Halîmî, I, 192; Elmalılı, IX, 6306),

-dayanak (sadreddin konevi )

- hiçbir korkusu olmayan (Tilmisani , Afifuddin Süleyman, esmaü’l-hüsna, insan yayınları) anlamları verilmiştir.

2- “nusmed” kelimesinden gelmesi halinde;

-hiç boşluğu olmayan, eksiği gediği bulunmayan, nüfuz edilemeyen, som; yani yekpare, salt, kavi, bütün, içi dolu anlamındadır. Alaşımsız metale de “som” derler. (Elmalı Hamdi yazır-ihlas suresi)

      İstılahta; Es-Samed isminin “samd” den gelmesi durumunda subuti sıfatlardan olur, anlam cihetiyle; ihlas suresi ilk ayetteki “ehad” ismine yakınlaşır;

-ihtiyaç ve istekleri sebebiyle her varlığın kendisine yöneldiği, ancak kendisi hiçbir şeye muhtaç bulunmayan, müstağni, hacetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek mercii olan zât (Halimi, el-Minhâc, I, 201-202; Gazzâlî, s. 144.)

      Bütün   mahlûkat, zillet, ihtiyaç ve zaruret içerisinde O'na yönelir. Bütün âlemler O'na iltica eder, O'na sığınır. O, ilminde, hükmünde, hilminde, kudretinde, azametinde, rahmetinde ve sâir sıfatlarında kemal sahibidir. Es-Samed, bütün sıfatları mükemmel olandır. Mahlukatın her türlü ihtiyacı için kendisine yöneldiği Zat’dır.

Es-Samed isminin “nusmed” den gelmesi durumunda selbi sıfatlardan olur, anlam cihetiyle surenin 3. ayeti, ism-i şerifin tefsiri sadedinde olur; “O, doğurmadı ve doğurulmadı.”

      İhlas süresi müşriklerin (diğer bir rivayette Yahudilerin), Rasulullah’a sav, “bize Rabbini tanımla" demeleri üzerine nazil olmuştur. Diğer rivayette, Abdullah b Selam ‘ın ra, Hz. Peygamber’e as Allah'ın cc vasıfları hakkındaki sorusunu yöneltir. Bu sırada Cebrail as gelir ve sureyi vahyeder.

      Daha sonra Hz. Peygamber as sure ile ilgili olarak şu yorumu yapmışlardır: “Samed, kendisi doğmayan, bir başkasının da doğurmadığı varlık demektir; çünkü bir canlıdan doğan varlık bir süre sonra mutlaka ölecek, her ölen varlık ise arkasında miras bırakacaktır. Oysa Allah ne ölür ne de kendisine mirasçı olunur. (Tirmizi, es-Sünen, Kitabu Fedaili'l-Kur'an, H. No: 2900)

Sahabe ve tabiinden, bu isim ile ilgili birkaç tespiti burada kaydedelim:

İkrime  ra: "Samed; kendisinden hiçbir şey çıkmayan varlığın sıfatıdır"

İbn Mes'ud' ra "Samed; kendisinde lüzumsuz fazlalık bulunmayan varlıktır"

İbn Abbas ra Sa'id b. Cübeyir, Mücahid; "Samed kendisinde hiçbir boşluk olmayan, zatının mahiyeti hakkında konuşulamayan varlıktır"

Hakk’ ın samed olması, “Hiçbir şey yoktur ki illa hazineleri O’nun katındadır.” Hicr 15/21 ayetinde ifade edildiği cihettendir.

   Allah Teala, varlığa “muhtaçlık” vasfı tahsis etmiştir. Her bir varlık, varolmak, varlığını sürdürmek için O’na muhtaçtır.  Cenab-ı Hakk, mahluku için kendi hazinesinden murad ettiği gibi tasarruf eder. Mahluk için “ihtiyaçsızlık” muhal olduğundan, “Samed” olana iltica etmek, işleri O’na yöneltmek dışında bir yolu yoktur. Bu nokta, bütün mahlukat için böyle olmakla beraber, teklif-i ilahinin biricik muhatabı olan “insan” için, ihtiyacını Cenab-ı Hakk a arz ile nefsini müstağni görmek arasında muhayyer bırakılmasıyla, dünya imtihanının başlangıcı olur.  Zira nefs için muhtaçlık, kolayca kabullenilecek bir hal değildir. Eğer terbiye ve tezkiye edilmezse, her ne kadar hakikatte muhal olsa da, muhtaçlığa karşı bir kaçış yolu arayışına çıkma meylindedir. Bu noktadan bakıldığında ihtiyaçlar, kulların her daim Allah T. ya yönelmeleri/rabıtayı kesmemeleri yönüyle “ni’met”tir. Kullarını, ihtiyaçlar manzumesiyle sarılı olarak yaratan Rabbimiz, hamd-ü senanın malikidir.

Allah, bütün alemlerden müstağnidir.” Ankebut 29/6

Cenab-ı Hakk ın hiçbir şeye veya kimseye muhtaç olmaması, zatı ile mahlukat arasındaki ontolojik ayrımı belirler. Zira O cc, zatı, sıfatları, isimleri, fiilleri ve ahkamında alemlerden müstağnidir. İhtiyacı olmak vasfını, nefsinden tebrie etmiştir. Muvahhid kullar, i’tikadın esası olması hasebiyle O’nun hakkında, bu kaideye muhalif hiçbir cümle kuramazlar. Bu bağlamda;

-Allah Teâlâ’nın basar/görme, sem’/işitme gibi sıfatları için göz ve kulağa ihtiyacı yoktur.

Nasslarda ifade edilen “yed(el), vech(yüz)” gibi müteşabihattan olan kavramlar, “uzuv” olarak değerlendirilmemiş, usulünce te’vile gidilmiştir. [vech; zat, yed;kudret, ni’met, ihsan olarak te’vil edilmektedir]

-Allah T. nın alemleri yaratması hakkında sebeb ifade eden bir cümle kurulacaksa, bu O’nun için bir ihtiyacı işaret etmemelidir.

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, bilineyim diye mahlûkatı yarattım (Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133)” Tasavvuf kaynaklarında geçen, muhaddislerce senedi olmadığı ifade edilen bu cümle, manen doğru kabul edilse bile, buradan Cenab-ı Hakk için, bilinmeye muhtaç olduğu anlamı çıkarılamaz.

-Allah T; kullarının taat ve ibadetlerine muhtaç değildir. Kulların taati O’na bir fayda vermeyeceği gibi, şekvası da zarar vermez.

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”  Zariyat/56 ayeti celilesi, kulların hangi maksada matuf yaratıldıklarını ifade ediyor, Allah T. nın niçin yarattığını değil.

-El-Kerim cc nün mahlukatına lütf-i keremi, hazinelerinden bir şeyi eksiltmez. Verince azalmak, mahlukun vasfıdır. Alemler, O’nun mülküdür. El Vehhab cc, vermek için sebeplere muhtaç değildir.

-Kullar için, hayatın hiçbir anında Rabbu’l Alemin cc den istiğna edebilecekleri, daha açık ifadeyle O’na muhtaç olmadıkları hiçbir hal ve ef’al yoktur. Hatta, fiilin öncesi olan “dilemek-irade etmek” konusunda bile;

Ve âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz.” Tekvir 81/29

      İnsanın yaptıklarının sorumlusu olması için “irade-i cüziyye”ye sahip kılınması, bu alanın Allah T. ya rağmen, O’ndan bağımsız olduğunu düşündürmemeli. Kelami tartışmalara konu olan “kulların fiilleri” hakkında Ehl-i Sünnet ulemamızın mu’tedil yaklaşımına karşılık, Mu’tezili alimlerin, salt sorumluluk/adalet dengesini kurmak adına ef’alin yaratıcısı olarak kulları işaret etmelerini, “Es Samed” ism-i şerifinin anlam sahahını gözardı etmek olarak değerlendirilmiştir. “İmtihan etmek”, Cenab-ı Hakkın bir fiilidir, hakikati kullardan gizlidir. İ’tikad edilmesi zorunlu olan; O’nun El-Adl ismiyle tavsif edilmesidir. O cc kullarına zulmedici değildir. Bu nokta, oryantalizmin naif zihinleri iğfal etmekte mahirce kullandıkları bir konudur. Devası, Allah cc nın samediyetine bihakkın ima etmektir.

-“Göklerde olan da, yer de olan da Allah Teâlâ'nındır. Ve bütün işler de Allah Teâlâ'ya döndürülür.” Al-i imran 3/109

      Kâinatta tüm havadis sebeb/sonuç kanununa göre işler. Suyu kaynatmanız için, 100 c ye kadar ısıtmalısınız.  İstisnasız tüm mahlukat, bu kanuna tabi’dir. Lakin Cenab-ı Hakk, hiçbir surette bu kanunla kayıtlanamaz. “O’nun hidayet vermesi için, kulun şunu yapması/şöyle amel etmesi gerekir.” şeklindeki bir önerme, dolayısıyla hatalıdır. O’nun cc fiilleri hikmetten ari olmaz, bize nasslarda bildirdiği hikmetler hariç, hiçbir fiil-i hâkimi için, matematiksel kesinlikte bir önermede bulunamayız.  Allah cc, El Muhit’tir. Mesela; “Şu ilacı kullanırsan, şifa bulursun” cümlesi, iki cihetle hatalıdır;

I- “şifa, ilaca bağlıdır.”  Bu; seküler bir i’tikaddır

II- “Allah’ın cc şifa vermesi için ilaç şarttır.” Hayır, şart değildir. Bu ifade, sebebin(ilacın), Allah’ın cc şifa verme fiiline müdahil olduğunu iddia eder ki hatalıdır. Eş Şafi, ilaçsız-sebepsiz de şifa verir.

Cenab-ı Hakk, Es Samed dir, sebeplere muhtaç değildir. Buradan, “hikmet üzerinde tefekkür edilmemeli” anlamı çıkarılmamalı.

      “Es-Samed” ism-i şerifinin ikinci anlamı, Zat-ı Kerim’i hakkında tüm tasavvur ve tahayyülün butlanını işaret etmekte. Akıl ve tahayyül, Cenab-ı Hakk ın zatı hakkında kelam etme makamında değildir.

Leyse ke mislihi şey' .-O'nun misli gibi bir şey yoktur.” Şura 42/11

“O'na bir küfüv (denk) de olmadı!”  İhlas 112/4

Ayetleri, tevhidin 5 esası olan “zat-sıfat-Esma-fiil ve ahkamda tevhid” in anlaşılması hususunda, bazı müteşabih ayetlerin te’vilinde referans olarak görülmektedir, tefsirde bir usül olarak kullanılmıştır.

Mesela;

Kulların ilmi, ziyadelenme ile mevsuftur; biz bir şeyi ta’lim-haber alma-şahidlik etme vb yollarla biliriz. Lakin Allah t. nın ilmi, ziyadelenme/eksilme gibi eksikliklerden münezzehdir.

Ayetlerde Cenab-ı Hakka izafetle geçen “li na’leme-alime/bilelim diye- O bildi ki” şeklinde gelen ifadelerde, yukardaki kaideye istinadla “biz ayırt edelim, meydana çıkaralım, şahidlik edelim, gösterelim” manasında tefsir edilmiştir. Maalesef, modern yaklaşımların zihinleri tahribine kadar da hep böyle anlaşılmıştı. (msl:bakara 2/143, kehf 18/12, sebe 34/21, enfal 8/66…)

       İhlas suresinin 3. ayetinde;

Lem yelid ve lem yuled -(O) Doğurmadı ve doğurulmamıştır.” İhlas 112/3 buyrulmakta. Ayet, Es-Samed isminin tefsiri sadedinde zikredildiği şeklinde de anlaşılmıştır. Lügatte, “hiç boşluğu olmayan, eksiği gediği bulunmayan, nüfuz edilemeyen, som; yani yekpare, salt, kavi, bütün, içi dolu” anlamlarına gelen ikinci izah, istılahda bu ayetin şumülüne girmekte. Şöyle ki;

I-Halık Teala’ nın alemleri yaratması, tekvin sıfatının bir tecellisi olarak “kün” emriyledir. (Haşa) zat-ı keriminden ayrılma-kopma-parçalanma şeklinde düşünülemez. Zira ayet, Zat-ı Celal için, cismaniyeti-bütün ve cüz’iyeti-hacmi/kütleyi nefyeder. Kelamda “cevher-a’raz-cisim” kavramlarıyla geçen mevzu’lara bakılabilir, burada detaya girmeyeceğiz.

“… (Âdem as ın) içine ruhumdan üflediğim zaman…” hicr 15/29 ayeti de bu kapsamda tefsir edilmiştir. Burada Cenâb-ı Hakk, O’nu şereflendirmek ve kıymetini göstermek için, Hz. Âdem'in ruhunu, “ruhumdan" diyerek zat-ı ilâhiyesine nisbet etmiştir (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 14/94-95)

II-“Lem yelid-(O) Doğurmadı” kelamı, tecsim(Zat-ı İlahiyi cisim olarak tasavvur etme ), hulül (İlâhî zâtın veya sıfatların yaratıklardan birine, bir kısmına yahut tamamına intikal edip onlarla birleşmesi, Allah’ın insan veya başka bir maddî varlık görünümünde ortaya çıkması i’tikadı- https://islamansiklopedisi.org.tr/hulul) i’tikadını nefyeder.

III- “ve lem yuled- ve doğurulmamıştır”, Cenab-ı Hakk tan başkasını ezeliyetten nefyeder; zira O’nun vücudu zaruri olup kendindendir, Hayy ve Kayyum’dur, zamandan münezzehdir. O’nun vücuduna bir başkası karar vermiş değildir.

      Es-Samed cc ism-i şerifinin, mü’min kalplerdeki tezyini ve terbiyesi, üzerinde tefekkür edilmesi, işaret ettiği ile ahlaklanılması, samediyet mührünün alemlerin yüzünde müşahedesi ile tahakkuk edecektir.

      Kemalat; O’nun zatına, sıfatlarına ve fiillerine aid olup, O’na yakışır. Noksanlık, mahlukatın sıfatıdır. İhtiyaçlarımızı, muhtaç olmayan Es-Samed’den başkası gideremez. Kul muhtaç iken, nasıl olur da kendisinin ve hatta haddini aşıp başkalarının ihtiyaçlarını giderdiğini iddia edebilir ki! Bu yüzden “istiğna/kendine kifayet ettiğini, muhtaç olmadığını iddia etmek”, kebairdendir; günün sonunda sahibini rezil eder. Kulların birbirinin ihtiyacına koşması, sevaba nailiyeti olan bir amel olmakla beraber, mecazidir. Yani; hakikatte ihtiyaçları karşılayan Rabbu’l Alemin’dir, kullar vesile kılınmışlardır sadece. Bu i’tikad, hakiki şükrün kime yapılacağını ta’lim etmekle, kulların birbirine minnetini de iptal eder. Veren el de ancak bununla edebini kaybetmez, haddini bilir de şeytanın tuzağından halas olur. Lakin kullara teşekkür, nezaket ve rikkat cihetiyle mü’minin memduh olan ahlakındandır; farkındalığı ve şuuru ziyadelendirir.

      Maksud, sadece Cenab-ı Hakk tır, başkaca gayeler hakiki maksuda hizmet ederse makbuldür. İhlas için şarttır ki, tüm maksatlar O’na yönele. Riyanın girdiği tüm delikleri kapatabilmek, Samed-i Kerim in ikramıyla olacaktır. Maksud O cc olursa, sadece O’nun rızası matlub olur. Amellerin niyetlere bağlılığı, bu itibarla dinin temel düsturlarından olmuştur.

     Şirkin başrol oyuncusu(!), insandır; onun uluhuyiyetten/rububiyetten pay alma arzusu her zaman olageldi. Bu, insan dışında hiçbir mahlukta olmayan bir temayüldür. İnsan dışında zerreden kürreye her bir mahluk, muvahhiddir. İnsandaki bu yönelimi harekete geçiren unsur; kendisinin, ihtiyaçları gideren ve sorunların çözümü için talepte bulunulan bir mevkide bulunma iştiyakıdır. Dolayısıyla, insanın tevhidi, şirk koşmaksızın iman etmesi pek anlamlı ve kıymetlidir. Firavn ve Nemrud’un hikayesi, insanın haddini ne kadar aşabileceğini gösteriyor; onlar kendilerini, halklarının tüm ihtiyaçlarını karşılamada, onlara fayda ve zararı ulaştırmada yetkin görmekle tağutlaştılar. Bu seviyeye ulaşmasa da, aynı felsefeden beslenen ve bunu da pratiğe döken kim varsa, “firavncuk-nemrudcuk” etiketini taşımaya hak kazanmıştır. Es-Samed işm-i celili, insana haddini hem işaret eden hem bildiren bir manayı yüklenir.

      Şirk, ihdas ettiği çok sayıdaki ilahın her birerinin, ihtiyaçları gidermede tek kaynak olduğu konusunda bir itirazda bulunmuyor. Ne zaman ki islam, bütün ilahları tek/bir ilah ilan etti ve “samed” vasfını da sadece ona hasr kıldı, şirkin itirazı o zaman geldi;

“O (Rasul-ü Ekrem sav), ilâhları, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!”  sad 38/5

     “Sure-i ihlasda “el Ehad” isminin müteakibi olarak “Es Samed” isminin gelmesi delaleten tevhidin mühim bir nüktesini de aşikâr etmiştir; Bir ve tek olan ilah, mahlukatın tüm ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir olmalıdır.

       Gördüğümüz şu alemde her şey, çok ince ve latif ölçüler içinde, her şeyle bağlıdır. Çünkü her şey, her şeye ihtiyaç duymaktadır. Her şeyde taklit edilmez bir mühür vardır. Öyleyse bir şeyin her şeysiz yapılması mümkün değildir. Demek ki, bir şeyi halk eden, her şeyi de halk etmiştir. Şu hâlde, bir tek şeyi yapanın da, her şeyi yaratanın da Vahid, Ehad, Ferd ve Samed olması zaruridir. Binaenaleyh, Sani-i Zülcelal bütün üstünlük ve güzellik sıfatlarına sahiptir, tüm kâinat O’na muhtaçtır.” (Mesnevi-i Nuriye s47)

      Allah T. nın fena, zeval ve kurb-u irtihal ile zail olmayan ve baki olduğunu bilen kimse, dünyayı fena gözüyle mülahaza eder, ona karşı zahidce davranır, rağbet etmez. Fena olan altından, baki kiremitten olsa, hangisini tercih etmeli?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ