M. Murat BAYRAK
Muhafız; görüp gözeten, gözetleyen, himaye eden, koruyan, muhafaza eden, saklayan...
Muhafız; kendisine emanet edilenin kıymetli olduğunun farkında olup, onu almak/çalmak isteyenlere “durun, alamazsınız” diyen...
Muhafız; “su uyur, düşman uyumaz” sözünü kendine hayat şiarı edinmiş, her an saldıran veya saldırmak için bekleyen bir düşmana karşı hedefte olduğunu unutmayan...
Muhafız; “ben uyursam bütün kale düşer” bilinciyle sadece bir burcu değil; bütün kaleyi koruduğunu, koruyan ekibin bir parçası olmakla birlikte, kendisinin bir ihmalinin bütün kaleyi düşmana teslim edeceği bilinciyle uyanık olan.
Ve muhafız; kendisine tevdi edilen kıymetlileri, arkasından gelerek muhafaza nöbetini kendisinden devir alacaklar gelene kadar vazife yerini terk etmeyen.
***
Müslümanın en kıymetli hazinesi imanıdır ve iman hazinesini salih amel kalesi içinde muhafaza eder. Salih amel kalesinin en sağlam burcu ise namazdır; bu sebepledir ki iman, namaz burcunda muhafaza edilir. Diğer salih ameller, namaz burcu etrafında sıralanırlar. Güzel ahlak, helal kazanç gibi tamamlayıcı güzellikler de bütün bu salih amellerin etrafını bir hendek gibi çevirir.
Bu muhafaza silsilesi, içiçe burçlar şeklinde sıralanır. Her burcun mukavemeti, kulun ihlas ve sadakati, o amele gösterdiği özen, hassasiyet ve gayreti ile artar; ihmalleri ile azalır.
İmanı muhafaza eden en önemli burç, namaz burcu olduğundan; Müslüman -doğal olarak- bu burca özel ehemmiyet gösterir:
“Ve onlar namazlarının üzerine muhafız olurlar” (6/En’am/92. ayetin tamamı şöyledir: “İşte bu da bizim indirdiğimiz bir kitab, feyz-u bereketi Dünyayı tutacak, evvelki kitablar bu tasdık etmedikçe mu'teber olmıyacak, bir de ümmülkurayı ve hem bütün çevresindekileri inzar edesin diye ki Âhıreti te'min edecekler buna iyman ederler ve onlar namazlarının üzerine muhafız olurlar”. Ayırca bkz. 23/Mü’minun/9; 70/Meâric34.)
***
“Namaz burcu düşerse iman da düşer” hakikatini en iyi kadim düşmanımız şeytan bilir. Müslümanla olan savaşının temel strajesini Müslümana namazı bıraktırmak üzerine kurar.
Bu strateji, ömür boyu bitmeyecek bir mücadeleyi başlatır. Şeytan, bütün silahları ve askerleriyle namaza saldırır ve bu saldırı hiç bitmez. Kesintisiz bir şekilde, her namazda farklı bir cepheden, farklı bir silahla saldırı düzenlenir.
İş, iş ortamı, toplantılar; arkadaşlar, akrabalar, eş-dost ortamları; çocuklar, eşler, ailevi konular; gelir, gider, kazançlar, kayıplar, hayat mücadelesi; makamlar, mevkiler... hayatın içinde maddi manevi her kişi, olay, varlık bu savaşta bir silah olarak kullanılabilir.
Dikkat edip namaz geçmişimizi bu bakışla gözden geçirsek, namazımıza karşı ne tür saldırılarla karşılaştığımızı kendimiz de açıkça görebiliriz. Şeytanın bizim namazımıza nasıl saldırdığını bu saldırıdan hiç vazgeçmediğini fark edebiliriz.
Bu hakikat sebebiyledir ki Rabbimiz bize açıkça ferman eder:
“Namazlara dikkat edin hele orta namaza ve kalkın Allah için divan durun.” (2/Bakara/238)
***
“Namazlara muhafız olun” şeklinde gelen bu ayet, bizi açıkça uyarır ve savaş halimizi hatırlatır.
Özellikle 5 vakit namaz, -her vakit namazı bir cihetten orta namaz olmak üzere- her biri ayrı ayrı özenle korunmalıdır. Beşgen planda yapılmış bir burç gibidir ki bir duvarı yıkılsa bütün burç yıkılmış olur.
Bundandır ki, herhangi bir hata ile bir günah işlendiğinde nefse ilk düşen şu düşünce olur: “madem bu günahı işledin, namazı da bırakmalısın” ... ne kadar da şeytanca bir düşünce!
Şeytan ister ki her ayağı tökezleyen, sürçen, hata eden, günah işleyen namazı bıraksın... işlenen günah Şeytan için bir kazanım; ama o bununla kalmaz, buradan büyük bir zafer çıkarmaya çalışır. Namazı terk ettirebilirse zafer kazanmış olacaktır.
Bu çaba ve gayretin kazanımları, bir ahiret pişmanlığı olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle tasvir edilir:
“Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”
Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik,
Yoksulu doyurmuyorduk,
(Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk,
Ceza gününü de asılsız sayıyorduk,
Sonunda bize ölüm geldi çattı.” (74/Müddessir/42-47)
***
Namaz muhafızı olmak, Müslüman için hayatta vazgeçmeyeceği/vazgeçemeyeceği bir şiardır.
Savaş cephesindeki bir asker olarak “ölürüm de bırakmam” dediği bir sancak gibi canı bahasına korumaya and içmiştir. Ölüm gelecekse o sancağın altında gelmelidir. Zafer olacaksa o sancak ile olacaktır.
Bu bakış açısı ile namaza ve namazın kardeşi diğer salih amellere sahip çıkar, Müslüman. Onları korur; kıymetli birer hazine olarak vaktinde ifa eder.
Cenabı Peygamber Efendimizin (sav) “Allah katında en değerli amel” sorusuna verdikleri “vaktinde kılınan namaz” sözüne istinad eder; her vaktin namazını vaktinde eda ederek, defterine “vaktine kılınmış namaz” olarak kaydettirir.
Namaz muhafızı olmak için 5 vakit namazı vaktinde eda etmek yetmez; bunlara bir ek vazife ve 3 güzel haslete ihtiyaç vardır:
***
Namazın sünnetlerini kılmak
Namaz, imanı koruduğu gibi; namazın dahi kendi içinde koruma silsilesi vardır. Bu koruma esasında bütün salih amellerde de mütalaa edilebilir: Vacip, sünnet ve nafileler, farz ibadetleri korur.
Normal vakitlerde vacip, sünnet ve nafileleri kılan bir Müslüman, acil durumlarda sünnet ve nafileleri feda eder ve farzın ifası ile iktifa eder. Normal vakitte sadece farzı kılan kişiler ise, vakit darlığında -Allah korusun- farzı feda ediverirler.
Daha da önemlisi, vacip, sünnet ve nafilelerin oluşturduğu manevi mertebe ve kalbî nur; farzların ifasını derinleştirir ve kolaylaştırır. Bu ibadetlerle Allah’a yaklaşıldığı hakikati, bu güzel manevi hallere vesile olur.
Sünnet ve nafile namazlar, kalplerde bir namaz halesi oluşturur. Bu nur halesi, Müslümanın farz namazlara ihtimam göstermesi sonucunu doğurur. Farz namazlar daha muhkem olduğunda iman da daha iyi korunmuş olur.
Namazı camide ve/veya cemaatle kılmak
5 vakit namaz, en temel seviyede birey olarak ifa edilmekle teklif edilse de Cenab-ı Peygamber Efendimizin (sav) uygulaması ve kıymetli sözleri, namazı iki güzel amelle birleştirmiştir: namazı camide kılmak ve namazı cemaatle kılmak.
Namazı camide kılmak ile cemaatle kılmak, iki farklı güzel ameldir. “Kalbi camide asılı kalmış adam”, “Müslüman, camide sudaki balık gibidir” gibi hadis-i şerifler, cemaatten bağımsız olarak cami ile olan gönül bağını ifade eder. Cami, Müslümanın namazını kuvvetle muhafaza eden muhkem bir kaledir.
“Cemaatle kılınan namaz, ferden kılınan namazdan 27 kat fazla sevablıdır” şeklindeki hadis-i şerifler de 5 vakit namazın etrafına bir cemaat zırhı örmeyi teşvik eder.
Bu iki güzel uygulamanın Müslümana katacağı güzellikler, elbette ki saymakla bitmez; ancak konumuzla ilgili olan tarafı, bu güzel amellerin sahiplerini iyi birer namaz muhafızı olmaya götürdüğüdür.
Kulağı ezanda, gözü minarede olan her Müslümanın kalbinde 5 vakit namaz sevdası yeşerir, büyür ve meyva verir. Camiye gidip geldikçe her adımına verilen sevaplar bir yana; her camiye gidişi kalbindeki namaz kalesini tahkim eder. Cemaate katılışı bu kaleye yeni burçlar ekler.
İlaveten, camide hep birlikte yapılan tesbihatlar, Kur’an tilavetleri de bu muhafaza çabalarına sağlam şekilde takviye olurlar.
Salih kişilerle birlikte olmak
Müslümanlar, kalpleri birbirinin nurundan istifade eden birer nur kaynağı olarak yaşarlar, hayatlarını. Bir araya geldiklerinde bu nurlar birleşir de manevi bir aydınlık bütün kalplere yayılır. İlaveten bu aydınlık, karanlığı seven şeytan ve taraftarlarını rahatsız eder ve uzaklaştırır.
Salih kişilerle bir araya gelen Müslüman, kalben huzura erer ve bu huzur hali, ilk olarak namazına etki eder. “Hadi namaz kılalım” cümlesi, bu birlikteliklerde 5 vakit tekrar edilir ve namazlar özenle ifa edilir.
Fasıklarla birlikte olana fısk, facirlerle hemhal olana fücur, münafıklarla beraber olan nifak bulaştığı gibi; salihlerle olana da salah hali sirayet eder. Bu sirayetin ilk tecellisi de 5 vakit namazın vaktinde ve hep birlikte ifa edilmesi olarak ortaya çıkar.
Ehl-ü iyaline namazı emretmek
Aile ve çocuklarına namazı emretmek ve bu eyleme sabır ve sebat ile devam etmek, her Müslüman üzerine farz-ı ayndır. Terk edilemez ve devir edilemez.
Bu güzel amelin en kıymetli hediyesi, bu ameli yapanın namazını muhafaza etmektir. Aile fertlerine namazı emredecek bir baba ve anne, en evvela bu emre kendileri riayet ederler. Faklı bir ifade ile, aile fertlerine “namazı kılın” demeden önce, 5 vakit namazı vaktinde kılmak suretiyle lisan-ı hal ile “namazı kılın” demiş olacaktır. Böylece namaz emretme eylemi, ilk olarak namazı emredenin namazını muhafaza eder.
Ayrıca aile büyüklerinden 5 vakit namazı, hazırlıklarını, camiye gidip gelmelerini, evde kılmalarını gören çocuklar, namaz ehli olacaklardır.
Tenbih
Ayeti kerimelerde namazı muhafaza etmekle ilgili seçilen kelime, latif bir hakikatı açıklar:
“hâfizû” emrinin geldiği mufaale babı işteşlik -karşılıklı olarak iş yapma- ifade eder; karşılıklı korumak.. Çok özetle siz namazı korursunuz, namaz sizi. Bu koruma, birbirini besleyen ve büyüten iki güzel hale gibidir. Güçlendikçe de imanın hakikatine erilir ve bu güzel hal muhafaza edilir.
Bu hem namazın kötülüklerden alıkoyması hakikatini hem de mahşer meydanında namazlarımızın bizi muhafaza edeceğini ifade eder.
Bunlarla birlikte yazının tamamından da anlaşıldığı gibi, namaz bizim imanımızı korur. Biz 5 vakit namazı koruyup kolladığımızda, 5 vakit namaz da bizim imanımızı; dolayısı ile de hem dünyamızı hem de ahiretimizi korur.