OKULU KIRMAK - rahle.org

OKULU KIRMAK - rahle.org

OKULU KIRMAK


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Orhan ÇOLAK

 

Eskiler iz sürerdi.

Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.

 

Bir Yusuf Masalı, İsmet ÖZEL

 

 

Bu yazımızda, Peter L. Berger tarafından "radikal eleştirmenlerin Magna Carta'sı"  olarak isimlendirilen Ivan Illich’ in Okulsuz Toplum kitabı etrafında okul olgusu, okula alternatif başka öğrenme modellerinin nasıl oluşturulabileceği üzerine Illich’ in önerilerini aktarmaya çalışacağız. Yine yazının devam eden kısmında okul karşıtı eleştirilere karşı ortaya konulan bazı eleştirilerden bahsedip, söz konusu bağlamda İslam kültürüyle ilgili birkaç fotoğrafı paylaşacağız.

1972 tarihinde kendisiyle yapılan bir söyleşide(bkz. Kaynakça) Illich şunları söylemektedir: “Kişisel gelişmeyi, okullu olmakla eşitlenen bir eğitime tercüme etmişler. Şu mantıklı görünüyor, bir kere bu tercümeyi, bu dönüştürmeyi yapıp onu zorunlu hale getirince eğitim ya da bilginin kendisi bir meta haline gelir. Eğitim, bilgi bir metaya dönüştüğü andan itibaren nâdir hale gelmiştir." Kişisel olarak bir hocayla birlikte geçirilen zamanların aydınlatıcı olabileceğini de ifade eden Illich, "Bir kez eğitimi ya da bilgiyi okullu olmaya çevirdim mi birileri otomatik olarak, kesinlikle, kesin sebeplerle buna başkalarından daha fazla sahip olmak için seçilecek ve kazandıkları ekonomik, sosyal, politik imtiyazları elle tutulur olmayan bilgi denilen metayı zihinsel olarak biriktirmiş olduklarıyla gerekçelendirecekler." der. Bu yaklaşımın anahtar cümlelerinden birisi şudur: “Okul kaçınılmaz olarak kapitalizmi içe yansıtır.” Bununla birlikte elle tutulur olmayan ürünlerin kapitalizminden bahsetmenin kolay olmadığını da düşünmektedir Illich. Diğer yandan kapitalistin, bilgisini, içsel olarak biriktirdiklerini sertifika ile ispat ettiğini ileri sürer.

Illich’ in Okulsuz Toplum (Deschooling Society) isimli kitabı 1971 yılında, yani kırk yedi yıl önce yayınlanmıştır. 1971’ ten günümüze alternatif eğitim başlığı altında çok farklı eğitim modelleri geliştirilmiş olsa da ve mevcut okul sistemi bazı değişikliklere uğrasa da okul sistemi hakimiyetini devam ettirmektedir. Kitabın çıktığı dönemde dile getirdiği öneriler, günümüzde sanal dünyanın sürekli etkileşime imkân sağlayan dünyasında daha uygulanabilir gözükmektedir. Buna rağmen alternatif modellerin neden yeterince yaygınlaşamadığı hususunu, Illich’ in vurguladığı şekilde okulun sınıflı toplum yapısı ile sıkı ilişkisi ile açıklayabiliriz sanıyorum. Okul ve sınıflı toplum birbirlerini üreten destekleyen yapılardır Illich’ e göre. “Dünyanın her yerinde okullar kurulu düzeni, bu düzen ister devrimci, ister tutucu, ister evrimci diye adlandırılsın, yeniden üretmek için tasarlanmış, örgütlü girişimlerdir.” (OTS, S.284)

1995 tarihli bir yazısında kitabın savunduğu düşüncelerden birini şu şekilde açıklıyordu yazar: “Kitap, Amerika Birleşik Devletleri’ nde kilisenin devletten bağımsızlaşmasına benzer biçimde okulların da kamudan bağımsızlaşması gerektiğini savunuyordu. Devletten bağımsızlaşmaktan kastım, devletten mali anlamda bağımsızlaşmak ve nasıl ki herhangi bir kiliseye mensup olmamızdan dolayı bir imtiyaza sahip değilsek aynı biçimde gittiğimiz okul üzerinden de herhangi bir ayrıcalığa sahip olmamamız gerektiğiydi.” (IIlich, MH, S.10) Kitabın en güçlü tarafları da temelindeki bu radikal toplum eleştirisi ve yeni toplum tasarımıdır. Zannediyorum kitabın popülerliği de bu radikal yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Öte yandan Illich’ in mevcut okul sisteminin daha somut operasyonel sorunlarına yönelik eleştirileri ya da kitabın ilerleyen bölümlerinde yeni öğrenim yaklaşımının sacayaklarını oluşturacak “kaynak hizmeti”, “yetenek değişimleri”, “akran eşlenimi” gibi modeller test edilmeye muhtaç ve soru işaretleri barındıran önerilerdir.

Okulsuz Toplum’ dan sonra alternatif öğrenim modelleri üzerinde daha fazla araştırmalar yapıldı ve deneysel çalışmaların sayısı arttı. Mevcut eğitim modeline ilişkin eleştiriler de daha rafine hale geldi. Bu örneklerden biri olarak Matt Hern’ ün şu tespitlerini aktaralım: “Çocukları önceden tanımlı bir kurumsal modele uymaya zorlamak, öğrencilerin aynı müfredatı, aynı biçimde ve aynı hızda öğrenebilmesi yönünde umutsuzca çırpınan; ceza ve ödüle, rüşvete, korkuya, gözetime, denetime, uyuşturmaya, terapiye, danışmanlık ve daha bunun gibi birçok şeye dayalı devasa bir eğitim sektörüne yol açmaktadır.” (MH, S.19)

““İyi bir okul” nasıl kurulur? Sorusuna cevap vermeyi reddetmek ve bunun yerine orada bulunan çocukları esas alan yerli yapılar inşa edip şu soruyu sormak gerekir; “Bu çocukların gelişimini sağlayacak olan şey nedir?”” (MH, S.22)

 

Okulsuz Toplum

Illich kitabın girişinde, bu fikrin ortaya çıkışı ile ilgili hikayeye kısaca değinir: “Sayın [Everett] Reimar’la birlikte, insanların çoğunun öğrenme hakkının okula devam mecburiyetiyle kısıtlandığını fark ettik.” (OT, S.9). Yine hemen devamında radikal yaklaşımını hemen ortaya koyar: “Elinizdeki kitap, aynı zamanda Bayan Borremans’ ın sadece toplum kurumlarının değil, yaşam felsefesinin de “okulsuzlaştırılması” gerektiği yolundaki inancını yansıtmaktadır.” (OT, S.9).

Kitabın ilk bölümünde yazar okulun bir devlet kurumu olmaktan neden çıkarılması gerektiği etrafında mevcut okul müessesine yönelik eleştirilerini sıralar. Örneğin bir yerde şunu söylemektedir: “Bir çocuk, eşit nitelikteki okul eğitimi hakkına sahip olmakla zengin bir çocuğun konumunu nâdiren elde edebilir. Aynı okula, aynı yaşta başlasalar bile fakir çocuklar, orta sınıf çocuklar için pekâlâ mümkün olan eğitim olanaklarının çoğundan mahrumdurlar. Bu avantajlar evdeki sohbetlerden ve kitaplardan, çocuğun hoşlanacağı gezilere ve hem okulda hem de okul dışında yer alabileceği farklı ilgi alanlarına dek uzanmaktadır. Daha fakir çocuklar, gelişim ve eğitim amacıyla okula bağımlı kaldıkları sürece, genellikle diğerlerinden geri kalacaktır.” (OT, S.19). Kitapta bu türden eleştirilerle başka bölümlerde de karşılaşılıyor. Oldukça kapalı, nedensellik zinciri içinde açıklanmaya muhtaç, havada kalan bu türden saptamalar da yer alıyor kitapta. Okulun olmadığı senaryoda da diğer maddi koşulların farklılığı dolayısıyla yukarıda bahsedilen eşitsizlik durumunun varlığını sürdüreceği ortada iken bunu okulun varlığı ile ilişkilendirmek ne derece doğru bir analiz olacaktır.

Illich devletin eğitimle ilgili herhangi bir yasa yapma hakkına sahip olmadığını savunmaktadır. Müesses okul siteminin insanlara eşit şanslar vermek yerine, imkanların dağılımında tekelleşmeye yol açtığı düşüncesindedir.

Okul aidiyetiyle ilintili olarak toplumsal statü/güç kazanma durumunun ortadan kaldırılması gerektiğini düşünür: “Bireyin bir kabiliyet sergileme eğilimini müfredattan ayırabilmek için, bir kişinin öğrenim tarihini araştırmak yasak sayılmalıdır; siyasal ilişkileri, kiliseye devamı, aile bağı, cinsel yaşamı ya da ırk geçmişiyle ilgili konularda olduğu gibi bu tabu haline getirilmelidir. Önceden tasarlanmış okullaşma temeline dayalı ayrımı yasaklayan kanunlar yasada yer almalıdır.” (OT, S.25)

Şunlar yine reel koşulları düşündüğümüzde oldukça ütopik öneriler:

“Birey için, yaşamının herhangi bir anında tanımlanabilir yüzlerce yetenek arasında istediği eğitimi seçebilmesi için hiçbir engel söz konusudur olmamalıdır.” (OT, S.27)

“Yetenek öğretiminin, müfredat sınırlamalarından bağımsız olması gerekiyorsa, özgür eğitim de devam mecburiyetinden bağımsız olmalıdır.” (OT, S.31)

Örneğin devam mecburiyeti konusunda Bertrand Russell; kendi deneyimlerinin derslere gelmeye zorlamadan da insanlara çok iyi bir eğitim verilebileceğini gösterdiğini söylemektedir. Ancak bunun örneğin, düşünsel uğraşlara karşı içten ve kendiliğinden bir ilgi; anlayışlı, becerikli ve duyarlı öğretmenler vbg. koşulları gerektirdiği; bu koşulların da günümüzde sağlanamamış olması yüzünden devam zorunluluğundan başka çözüm bulunmadığı görüşündedir. (IOT, S.57)

Aslında iki farklı yaklaşım ve yorum, iki düşünürün de farklı insan tasavvurlarına sahip olmasından dolayıdır. İnsan tasavvurumuz bizim insanoğluna, onun öğrenim sürecine, yeteneklerine ilişkin görüşlerimizi belirlemektedir. Bir insan tasavvurumuz yoksa, başka kültürlerin insan tasavvurları ışığında belirlenmiş öğrenim modelleri arasında gidip geliriz.

 

Okul Olgusu

Illich kitabın ikinci bölümde okul olgusunun içerdiği boyutları açıklamaya girişir. Yaş, öğretmenler, öğrenciler ve tam gün okul kavramlarına odaklanır.

“Yaş” kavramı ile ilgili olarak çocukluk kavramının tarihine kısaca değinir. Batı kültüründe şu an mevcut olan çocukluk kavramının çok yakın bir zamanda geliştiğini, bebeklikten, gençlikten ya da yetişkinlikten farklı olarak çocukluğun, çoğu tarih dönemlerinde bilinmediğini söyler. “Hristiyanlığın güçlü etkisinin söz konusu olduğu yüzyıllarda bile bu küçük varlık fark edilmedi.” (OT, S.42) der.

Benzerlerinin bizim kültürümüzde de anlatıldığı gibi hızla yetişkinliğe adım atan insan hikâyelerinden bahseder: “And Dağları’ nda yaşayan çocuklar ailelerine faydalı olabilecek yaşa gelir gelmez çift sürmeye başlar. Bu yaşa erişinceye kadarki görevleri koyun sürülerine göz kulak olmaktır.” (OT, S.43). “Çocukluk” kavramının belirlenmiş yaş dönemlerinin ve zorunlu eğitim kurumlarının bir sonucu olarak doğduğunu söyler. “Zengin ulusların gençleri çocukluğun yıkıcılığından özgürleşecekler ve fakir ulusların gençleri zenginlerin çocukluğuna rakip olmak için bir teşebbüste bulunmayacaktır. Toplum, çocukluk yaşını daha hızlı geçerse gençler için yaşanabilir hâle gelir.” (OT, S.44).

Nasıl yaşanması gerektiğinin en iyi yolunun okul dışında öğrenmek olduğunu söyler Illich. “Bir öğretmenin müdahalesi olmaksızın konuşmayı, düşünmeyi, sevmeyi, hissetmeyi, oynamayı, lanet etmeyi, politika yapmayı ve çalışmayı öğreniriz. Gece gündüz bir öğretmenin gözetiminde bulunan çocuklar bile bu kural içerisinde istisna oluşturmaz.” (OT, S.45)

Bir yerde yine aşırı karamsar bir tablo çizer, öğrencilerin öğrendiklerinin çoğu için öğretmenlerine inanmadıklarını, parlak zekâlıların da ahmakların da sopa zoruyla ya da kariyer elde etme hırsıyla dersleri ezberleyerek sınavları geçmek için uğraşıp durduklarını iddia eder.

Illich’ in düşüncesinin temel kabullerinden biri de öğrenme eyleminin, başkalarının yönetimine/yönlendirmesine en az ihtiyaç duyulan insan etkinliklerinden biri olmasıdır. “[Öğrenme] daha ziyade anlamlı bir oturumda engellenmeden gerçekleştirilen bir katılımın sonucudur. Pek çok insan en iyi “onunla -öğreneceği şeyle birlikte – olmak” suretiyle öğrenme işini gerçekleştirmektedir. Bununla beraber okul, insanların kendi bireysel kavrama gelişimlerini ayrıntılı planlama ve amacına göre kullanmayla ilişkilendirmektedir.” (OT, S.56). “Okul, öğretilmeye ihtiyaç duymayı öğreterek, yaşamın yabancılaştırıcı kurumlarına hazırlık yapmaktadır. Bu ders bir kez öğrenildiğinde, insanlar bağımsızlaşmaya doğru gelişim dürtüsünü yitirmektedir.” (OT, S.65) Kendimizi şu anda yürürlükte olan pedagojik kibirden kurtarmayı başarmadıkça zorunlu öğretimin yıkıcı ve gelişimci doğasının hepimizi mahvedeceği uyarısında bulunur.

 

Öğrenmenin İmkânları

Kitabın bir bölümünde yazar önerdiği modelin genel hatları ile bileşenlerini açıklamaya çalışır. Kaliteli bir eğitim sisteminin üç amacı gerçekleştirmeyi hedeflemesi gerektiği düşüncesindedir:

·        Yaşamının herhangi bir anında mevcut kaynaklara ulaşmak suretiyle bir öğrenim gerçekleştirmek isteyen herkese imkân sağlamalıdır;

·        Bilgi sahibi olanların, bu bilgilerini paylaşmaları konusunda kendilerinden bir şeyler öğrenmek isteyenleri bulmalarına yetki tanımalıdır;

·        Halka, yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek imkân olarak, bir konuyu onlara sunmak isteyenler için gereken her türlü olanağı sağlamalıdır.

Bu tür bir sistemin yasal olarak garanti altına alınması gerektiğini söyler.

Bu hedefler çerçevesinde dört farklı yaklaşımdan bahseder ve devam eden sayfalarda bu yaklaşımları detaylandırır:

1. Eğitim Amaçları İçin Kaynak Hizmeti: Bu uygulama, araçlara ya da formel öğrenim için kullanılan süreçlere başvuruyu kolaylaştıracaktır. Bu tip şeylerden bazıları bu amaç için kütüphanelerde, kiralama şirketlerinde, laboratuvarlarda, müze ve tiyatrolar gibi "showroom"larda depolanabilir. Diğerlerinin de fabrikalarda, hava limanlarında ya da çiftliklerde günlük kullanımları söz konusu olabilir. Fakat bu yerler öğrencilerin stajyer olarak görev almaları için elverişli hâle getirilmelidir.

2. Yetenek Değişimleri: Bu uygulama bireylere, sahip oldukları yeteneklerin bir listesini çıkarma imkânı tanımaktadır. Bu yeteneklerden bazılarını öğrenmek isteyenler için, bir model olarak hizmet etmek istediklerinde, adreslerine ulaşmak yeterli olacaktır.

3. Akran Eşlenimi: Nedenini ve niçinini sorabilecekleri bir partner bulma ümidiyle, içinde bulunmayı arzuladıkları öğrenme aktivitesini tanımlamaları için kişilere imkân tanıyan bir iletişim ağıdır.

4. Serbest Eğiticilere Kaynak Hizmeti: Bu uygulama, profesyonellerin,  paraprofesyonellerin [profesyonel meslek sahibinin yardımcısı] ve serbest eleman olarak çalışacakların adresleriyle kısa tanımlarının ve hizmetlerine katılma koşullarının da yer aldığı bir dosyadaki listelerden oluşmaktadır. İleride göreceğimiz gibi böylesi eğitimciler eski müşterilerine yaptıkları yardımlarla ya da oylarla seçilmektedir (OT, S.100).

Birinci maddeyle ilgili olarak; garajda bulunan bir makineyi işletme ya da parçalarına ayırmaya istemenin,  üretimden çıkarılarak, öğrencilerin düzenlemesine sunulmuş bir hesap tahtası, abaküs, bir bilgisayar, bir kitap, bir bahçe ya da bir makineyi kullanmanın bir hak olduğunu savunur.

İkinci madde, yani yetenek değişimleri konusunda; “Öğrenmeyi, öğretme mesleği dışında tanımlamayı öğrendiğimizde yeteneklerini ortaya koyacak insanların sayısı çoğalacaktır.” (OT, S.111) iddiasındadır. “Öğrenim üzerindeki kısıtlamalar bir kez kaldırıldığında buna paralel olarak öğrenme üzerindeki kısıtlamalar da kalkacaktır.” (OT, S.112).

Yetenek değişimleri hakkında daha somut bir önerisi de kamu için ücretsiz yetenek merkezleri açmak suretiyle yetenek değişimlerini kurumsallaştırmaktır. Bir diğer önerisi ise yetenek değişimi için bir fon oluşturmaktır. Her vatandaşa, temel yetenekleri elde etmesinde kullanacağı cüzi bir miktarda yardım sağlanabilir. Bu cüzi yardımın ötesinde, maddi gelirin daha büyük bir bölümü, öğretimi gerçekleştirenlere yani öğretmenlere gidecektir (OT, S.113).

Akran eşlenimi ya da partner uygulaması için ise önerisi basitçe; kullanıcının kendisini adı ve adresiyle tanımlaması ve partner aradığı alanı açıklaması ile başlıyor. Bir bilgisayar yardımıyla bu kişiye aynı alana kayıt yaptırmış olanların isimleri ve adresleri postalanıyor.

1971’ te ortaya konulan bu öneriler, bilişim teknolojilerinin bu gün geldiği nokta itibarıyle teknik olarak uygulanması hayal olamayan, hatta benzerlerine günümüzde tanık olduğumuz uygulamalar. Ancak bunların bir öğrenim sistemine dönüşebilmesi için teknik sorunların ötesinde daha temel sorunlara yanıt bulmak gerekiyor. Örneğin yetenek sahipleri yeteneklerinin varlığı ya da seviyesini nasıl ispat edecek? Ya da “Değerli bilgi ve becerilere sahip olan kişiler onu başkalarıyla paylaşmaya nasıl güdülendirilecek ya da nasıl ödüllendirilecektir.” (IOT, S.58)

Okulsuz Toplum ya da Okulsuzlaştırılmış Toplum kavramına yönelik olarak (tarihsel olarak daha önce kaleme alınmış olsa da, 1932) yukarıda da andığımız Bertrand Russell’ ın birkaç eleştirisi burada zikredilmeye değer gözüküyor:

“Russell, mutlak özgürlükten yana olanların, çocukların yaşamında düzenin önemini anlayamadıklarından yakınmaktadır. Çocuk dünyasının güvenli olmasını ister, günbegün nelerin olacağını bilmekten mutluluk duyar. Düzenli yaşam onu sürekli olarak kendi inisiyatifini kullanmak zorunluluğundan korur, çünkü çocuk seçeneklerinin anlayışlı yetişkinlerin koyduğu çerçeve içinde belirmesini yeğler.” (IOT, S.56)

“Russell’ a göre, sürekli olarak kendi kendini yönlendirebilme bir insanın sahip olabileceği yeteneklerin en değerlilerindendir. Ama bu yetenek çocuklarda hemen hemen hiç yoktur, ne çok katı bir disiplin ne de sınırsız bir özgürlükle gelişemez.” (IOT, S.56)

 

Medresesiz Toplum

Illich kitabın bir yerinde değerlerin kurumsallaşmasının toplumsal kutuplaşmaya ve psikolojik çöküntüye yol açtığını (OT, S.13) söylemektedir. Yazarın bu cümlesiyle irtibatlı olabileceğini düşündüğüm, İmam Gazzâlî’ nin El-Munkızu Min Ad-Dalâl eserinde anlattığı medreseden kaçış hikâyesinden bir bölüm alıntılamak istiyorum:

“Tedristeki niyetimi yokladım. Onun da Allah rızası için olmadığını; mevki sahibi olmak, şan ve şeref kazanmak arzusundan ileri geldiğini anladım. Uçurumun kenarında bulunduğuma, vaziyetimi düzeltmeğe uğraşmazsam ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim. Bir müddet hep bunu düşündüm.” (MMD, S.57).

“Aciz içinde kaldığımı, irademin tamamiyle elden gittiğini görünce çaresiz kalmış bir kimsenin ilticası suretiyle Allah’ a iltica ettim. Çaresiz kullarının duasını karşılıksız bırakmayan Allah beni kurtardı. Mevki, mal, aile, evlat ahbap gibi şeylerden yüz çevirmeyi bana kolaylaştırdı. Mekke’ ye gitmek kararında olduğumu söyledim. Halbuki içimde Şam’ a gitmek arzusu vardı. Halife ve bütün beni sevenler Şam’ da ikamet etmek arzusunda olduğumu öğrenmesinler diye hakikatı sakladım. Bir daha dönmemek üzere Bağdad’ tan çıkacağımı “lâtif hileler” denilen kapalı sözlerle belli etmemeye çalıştım. Bütün Irak âlimlerinin tenkidine hedef oldum. Onların içinde bütün bu şeylerden yüz çevirmemin dinî bir sebepten ileri geldiğini kabul edecek bir kimse yoktu. Zannediyorlardı ki içinde bulunduğum mevki dinin en yüksek mevkiidir. Bilgileri ancak bu anlayışa müsaitti.” (MMD, S.59-60)

İmam Gazzâlî, içinde bulunduğu entelektüel ve ahlaki krizi el-Munkız’ da benzerine az rastlanır bir biçimde çağdaşlarına anlatmıştı. Bu kadar detaylı anlatılmasa da İslam Toplumunda tüm çağlar boyu müesses düzeni/düzenini/mevki-makamını terkedip çöle kaçanlar, dağlara kaçanlar bulunagelmiştir. Bağdad Nizamiyesi’ nde yüzlerce talebesi olan ve döneminin en muteber âlimlerinden biri durumunda iken medreseden uzaklaşan İmam Gazzâlî’ nin hikâyesi bu binlerce örneğin en fazla bilinenlerinden biridir. Benzeri bir karşıtlık da belli dönemlerde giderek kemikleşen ve bir statü/iktidar kazanma aracına dönüşen sufi geleneklerle melâmî akımlar arasında gözlenebilir. Tarih içinde Marifetullah’ a ulaşma isteği medrese örneğinde olduğu gibi bazı kurumsal formları oluşturmuştu. Bu kurumsallaşmış yapıların, zamanla insanın ilk ahlâki atılımındaki özün kaybedilip bir iktidar aracına dönüşmesi şeklinde betimlenebilir bu süreç.

Bu gerilimle bağlantılı olarak bahsetmeye değer gördüğüm bir diğer husus da öğrenme ve bilgi söz konusu olduğunda kurumun değil insanın/öğretmenin idealize edildiği bir yaklaşımın klasik ahlâk eserlerinde yer bulduğu gerçeğidir. Bu bâbda Taşköprîzâde Ahmed Efendi şunları söylemektedir:

“Edep kazandırmada öğretmen, ebeveyn hükmünde, hatta ondan daha etkili ve daha güçlü olduğu için müellif onun bu durumuna işaret etmek istedi ve şöyle dedi: İnsanın öğretmeni ona ilmî yetkinliklerden insanlık suretini ve güzel huylarla kazanılan ebedî hayatı bahşeden, onu mükemmelleştiren bir efendi yani yetiştiricidir. Bil ki öğretmen, hakkına riayet edilmeye babadan daha layıktır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Babalar üçtür: Seni dünyaya getiren baba, sana öğreten baba ve seni yetiştiren baba.” Diğer bir rivayette şöyle denir: “Babalar üçtür: Sana öğreten baba, seni dünyaya getiren baba ve seni evlendiren baba. Babaların en hayırlısı sana öğretendir.” (mütercimin notu: Bu lafızlarla hadis kaynaklarında bulunamamıştır). Bu, onun insanlığın hakikatı olan ruhunun doğum sebebi olmasındandır. Zira öğretmen onun düşünme nutfesini heyûlani akıl da denilen kalbinin içine işitme yoluyla atmak suretiyle çocuğun meleke halindeki aklının doğum sebebidir. Hz. İsa’ nın dediği gibi, “İki kez doğmayan, göklerin hükümranlığına asla nüfuz edemez.” ” (AAŞ, S.212).

 

KAYNAKÇA

(OT) Okulsuz Toplum, Ivan Illich, Şule Yayınları

(MH) Alternatif Eğitim - Hayatımızın Okulsuzlaştırılması, Derleyen: Matt Hern, Kalkedon Yayınları

(OTS) Okulsuz Toplumdan Sonrası, Ivan Illich, Çeviri: Mine E. TAN, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi Cilt: 21, Sayı: 1, Yayın Tarihi: 1988

(IOT) Illich ve Okulsuz Toplum, E. Mine TAN, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, Yayın Tarihi: 1983

(MMD) El-Munkızu Min Ad-Dalâl, Gazzâlî, M.E.B. Yayınları

(AAŞ) Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, Taşköprîzâde Ahmed Efendi, TEYKB Yayınları

Ivan Illich’ in Jean Marie Domenech ile "Un certain regard"  programı için19/03/1972 tarihinde yaptığı sohbet, www.youtube.com/watch?v=8cUI3sXIPC8

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ