ER-RABB - rahle.org

ER-RABB - rahle.org

ER-RABB


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Gazi ÇOBAN

 

“ Yaratan/halk eden Rabbinin ismiyle oku!”. Alak 96/1

 

Rabb; mürebbidir.(a)

Allah Teâlâ, varlığı yarattığında, ona, “muhatab olunma” şerefini ikram etmiştir. Var olmanın yokluktan farkını fark edemeyen “müfred”(1) bir varlık, ihtiyacı olan ne varsa, hepsini “hilkat”inde hazır bularak başlar hayata. Ne bir eksik, ne de fazla. Üstelik ihtiyacının dahi farkına varamadan..

Zerrattan kürrata “mahlûk” ne varsa, tek bir ferd halinde, Rabbu’l- Alemin’in cc huzurunda, her an “terbiye makamı”ndadır. Atom altı mahlûkattan, galaksilere, nebatattan hayvanata, insandan melaikeye, arzdan arşa her “alamet”(2) için bu böyledir. Sadece “terbiye”nin mahiyeti farklıdır ki,  Malik’ul-Mülk cc nasıl murad ettiyse öyle..

Bir atomun yörüngesinde sürekli dönen elektronlar, (-) yüklü parçalıklardır ve atomlar arası etkileşimde rol alırlar. Bu tanzim, Rabb Teâla’nın cc, o bir taneciğe yaratılışıyla birlikte yüklediği “yol”dur. Kulluğunu ve dahi tesbihatını bu yolda ifa eder. O tanecik için bu yolun dışına çıkmak, mümkünattan değildir. Meğerki Rabbinden bir emr ola. İşte bu; Rabbu’l-Melik cc in elektron parçacığını terbiyesidir. O küçücük tanecik, her an Rabbinin huzurunda olduğunu bilir ve böylece “bir ferd” olarak itaat eder. Elektronlar, diğer atomaltı parçacıklar olan proton-nötron ve çekirdekle birlikte ferdlerin toplamından bir adet “atom”u oluştururlar ki o atom dahi, Rabbi huzurunda ve bir tek “ferd” olarak muhataptır. Parçası olduğu temel maddenin bir ferdi olarak kendisine yüklenen görev neyse ona çalışır.  Kulluğunu, nasıl terbiye edilmişse öylece ifa eder. Bu, silsile şeklinde, Hallaq-u zü’l-Celal’in tayin ettiği sınıra dek devam eder.

Bu anlatılanların benzeri; canlı hücrelerinin içindeki DNA moleküllerinden, tastamam bir “insan” vücuduna değin, aynıdır; Mitokondri-hücre-doku-organ-beden… ve dahi tüm mevcudat, Rabbu’l-Alemin’in huzurunda bir “ferd” mesabesindedir. Herbireri ile ayrı ayrı ilgilenir de, bu O’na cc zor gelmez. Bir sinekle bir galaksiyi terbiye ve tedbir etmek, katında aynıdır;

“…onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır, her ikisini görüb gözetmek ona bir ağırlık da vermez o öyle ulu, öyle büyük azametlidir…” 2/255

Her birerinin vazifeleri farklı farklı olduğu gibi, gayretleri bütünün vazifesini ifaya yöneliktir. Rabb Teâla cc ile “mahlûk” arasında terbiyenin yönü, EMRden İTAATe doğrudur.

Mevcudat için “terbiye olunmak”, “mevcud olmak” la daimdir. Herhangi bir zaman ve mekânda terbiyeden beri’ olduğunu zannetmek, batıl bir iddia olur. Belki, terbiye, zaman ve mekâna/dünya ve ukbaya nazaran “keyfiyet ve mahiyet” değiştirse de, mahlûk için Huzur-i İlahi, “terbiye makamı”dır. Rabb ve merbub/terbiye edilen, sabit kalır.

“Halbuki göklerde ve yerde kim varsa ister istemez Allah’a secde eder, kendileri de gölgeleri de sabah akşam..” Ra’d/15

“Sonra Semaya doğruldu da o bir dumanken ona ve Arza gelin, ikiniz de ister istemez, dedi: geldik isteye isteye dediler” Fussilet/11

Bu noktada ilk vahy, terbiye konusunda insana bir şeyler fısıldamakta;

-Ey mürebbi; nefsini, insanları ve eşyayı terbiye etmeye teşebbüs ettiğinde; Rabbinden izin almalı/O’nun ismiyle ve O’nun namına, O’nun va’zettiği terbiye kanunlarını “okuyarak”, başarının ancak O’nun tevfikiyle olduğunu idrak etmelisin. Bu konuda;

-Nefsin tezkiye/terbiye ve te’dibi,

-Ebeveynin evladını terbiyesi,

-Bilim adamının bir makine/cihaz veya sistemi keşfi… Hep böyledir.

Merhamet sahibi bir kul, nasıl ki Rabb-i Rahim’in ikramı olan “rahmet”le amel eylemişse, aynen öyle de, mürebbi kul, Rabb-i Kerim’in ikramı olan “terbiye”ile fail olabilmiştir.

“İkisine de merhametten döşenerek kanat indir ve de ki: rabbim! İkisine de merhamet buyur, beni küçükken terbiye ettikleri gibi.” İsra 17/24

“Hamd; Rabbu’l-Âlemin, Rahmân ve Rahîm, din gününün Mâliki, Allah Teâlâ'ya mahsustur.” Fatiha1/2-3

Cenab-ı Hakk’ın terbiyesi, Zat-ı Celali gibi, kulların idrak ve ihatasından münezzehdir ki vahyin ve enbiyanın beyanından öte bir ilmimiz yoktur. Mahza ve bi’-l külliye “hamd”, rububiyetiyle âlemleri tedbir ve terbiye edene mahsusdur. Bu, Malik ve Melik olmaktan kapsamlıdır; her sahip ve hükümdar, Rabb olmayabilir, lakin Rabb, hem Malik ve hem de Melik olmalıdır.

Alemlerin terbiye edilişinde iki esası zikreder Fatiha-i şerife; “rahmet ve hesab”

Rabb-i Zü’l-Celal’in cc terbiyesinde evveliyet            rahmettedir. Ancak kul, hududu aşar da bunda ısrar ederse, terbiyenin yönü “kahr”e dönebilir. Yani, vahye kulak vermeyenin terbiyesi, musibetin ızdırabına kalabilir. Hastaya şoklama, kalb durmadan uygulanmaz.

Din gününde hesaba muhatap olmak da terbiye edilmenin gereğidir. Hesaba çekiliyor olmak; değer verilmeye işaret etmekte. Zira insana/halifeye hudud çizilmezse, sorumluluğunu bilemez. Hz Âdem as için cennetteki yasak meyve de bir “hudud çizme”dir. Engelleri aşmadan kemalata seyr edilmez. Bu sebeple insanın terbiye teşebbüsünde de “merhamet” ve “had” ehemmiyetli görülmeli, haddin aşılmasının “ta’zir” karşılığı mutlaka olmalıdır.

“Ve bir nefse ve onu düzenleyip(tesviye edene).  Sonra da ona fucurunu ve takvasını ilham eyliyene (kasem olsun)” şems 91/7-8

Âlemler içinde nefs-i ins ve cinn dışında tüm mevcudat, ihtiyarsız (3) bir terbiyeye ma’ruzdur. İnsan ve cinnin bedeni de dâhil, zi-şuur/bi-şuur ne varsa herkes ve herşey, böyledir. Midemiz, Rabb-i Razzak’ın cc emriyle hareket eder, gıdayı hazme hazır hale getirir. Arı, bir emirle yuva inşaa edip bal üretir. Güneş ve ay, bir emrle hareket eder de bunun dışına çıkmayı düşünmez. Bu tür bir terbiyenin kemalat yönü yok. Tercih olmadığında ceza/mükâfat ve ikab da olmayacaktır. İnsanın şerefi mahlûkat içindeki kıymeti de burda. Nefsine yüklenilen tüm donanımlar(kuvveler)(4), kulluğunda müstakim olsun diyedir, esfeli-i safilinde kaybolsun diye değil. Kulluğun sırrındandır ki, nefsin bu yönde de bir kapısı vardır ve şeyatin buraya nazar eder. Nefs, ne zaman bir fazlalıkla yüklenecek, omzu ezilecek olsa, ancak Rabbani bir terbiyenin rahmetiyle necata çıkabilir, ağırlıklarını atabilir. Bu hal, donanımlarını kaybettiğinde de böyledir. Kaybettiklerini kazanması için, terbiyeye ihtiyaç vardır. Rabb-i Kerim’in cc, kimi, neyle ve nasıl terbiye edeceği bilinemez. Bu, katında bir sırdır, lakin terbiye edildiğimiz, bi’avnillah basiretli kalblerden nazara çıkabilir.

“nefsini kötülüklerden arındıran(tezkiye eden) kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” Şems 91/9-10

Terbiyenin muhatabı, nefsdir. Müsbet yönde terbiye eden onu tezkiye etmiştir ( temizleyip arındırmak, yaratıldığı fıtratı muhafaza etmek), menfi yönde terbiye eden de tedsiye etmiştir(kirle, hatayla gizleyip örtmek). (5)

Üç peygamber (as) dilinden “Er-Rabb cc” nasıl takdir(6) ediliyor:

“(İbrahim as kavmine: O,  Rabbu’l-Âlemin ki) Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren/El-Hadi O’dur. Beni yediren, içirendir. Hastalandığım zaman bana O, şifa verir. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur.” Şuara 26/77-82

İnsan için tüm fiiller 2 düzlemdedir: “amel ve düşünce”. Hz Halilullah as, Rabbu!-Alemin’i cc takdir ederken, her cihette/ O’na baktığını, O’ndan başkasının “âlemlere” hükmünün geçmediğini i’lan ediyor. İşte bihakkın “muvahhid”in ve bir “münib(7) kul”:

“ Her birinin bir yöneti vardır, o ona yönelir.” 2/148

Tüm beklentilerim ve ihtiyacımı O’na arz ederim, terbiyem O’na ait.

Bu kez sahneye Firavn çıkıyor ve Hz Musa ve Hz Harun as dan “rabb”i takdir etmelerini istiyor;

Firavun: «Sizin Rabbiniz kimdir, ey Musa?» dedi

Musa: Rabbimiz her şeye hilkatini veren, sonra da yolunu gösteren/hidayet edendir, dedi.” Taha 20/49-50

Âlemlerde ne varsa “herşey”; yaratılışı ve yolunu Rabb Teâla’dan alır. Yaratılışına şahid ve müdahil olmayan insanın, yolunu kendi seçme özgürlüğünü talep etmesi, şeref-i akla muhalifdir.

Allah Teâlâ, Efendimiz’e as ilanı emr buyurduğu takdirlerden biri de şudur;

“De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.” En’am 6/162

İşte; kayığını kıyıya sapasağlam iple/sapasağlam bağlamış, kapıdan ayrılışı olmayan “münib bir Nebi”nin as gözünden “Âlem’e nazar… Bütün “nazariyyeleri” yok sayan bir nazar… Âlemi bilirsen, Rabbini bilirsin.

Ve Rasul-i Ekrem den as bir dua ile hâsıl-ı kelam…

“Allah’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu tezkiye edenlerin en hayırlısısın. Sen onun velîsi ve mevlâsısın.” (Müslim, Zikr, 73)

 

Fihrist

(a)       Rabb; sözlükte “terbiye etmek yani ıslah etmek, yetiştirmek, bakmak, göz kulak olmak, onun üzerinde kaim olmak” anlamındadır. Istılahta ise,  en kapsayıcı olarak “terbiye eden” demektir ki mastardır. Sıfat olarak kullanıldığında, terbiyeye müteallik bütün konuları tek başına ihata eden bir anlama ulaşır. Mesuliyetini yüklenme, ıslah etme, koruyup gözetme, malik olma, zorla ele geçirme, üstün gelme, ihsan, idaresi altına alma ve tasarruf etme, öğretme ve yol gösterme, teklif, emir ve yasak, teşvik, korkutma, gönlünü alma, azarlama gibi terbiye için gerekli olan bütün şeylere sahip, kuvvetli, mükemmel ve kusursuz olan bir “terbiye edici” demek olur. Bundan dolayı kayıtsız, Rabb denildiği zaman yalnızca sahip veya yalnızca terbiye mânâları değil, ikisine de bütün gerekli şeyler ile birlikte sahip olan, tükenmez kudret sahibi, daima var olan Allah anlaşılır.

Rabb ismi, Cenab-ı Hakk ın cc eşsiz terbiyesini, hem mahlûkatı terbiyeye cevap verecek şekilde yaratmasını, hem de onlar üzerinde dilediği gibi tasarruf etmesi ve hükümran olmasını ifade eder.

Bunun için Allah Teâlâ'dan başkasına ait olduğunu belirten bir izafet tamlaması yapılmadan başkaları için tek kelime olarak Rabb denilemez. Şu halde "rabb", rübûbiyyet denince anlayacağımız mânâ, sonsuz kuvvet ile idaresi altına alan, tedbir ve terbiye manalarıdır. Yani bunları yapabilecek sonsuz bir güce sahip olmaktır.

Nasıl ki merhametli bir kul Rabb-i Rahimin lütfettiği “rahmet” ile bu ameli işlerse, mürebbi durumundaki kullar da Rabb Teâlâ’nın terbiye etmesiyle muvaffak olurlar.

(1)       Ferd Müfred: Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan, tek bir şeyi ifade eden anlamındadır)

(2)       “âlemler” kelimesinin tekili

(3)       tercih hakkı olmayan

(4)       Kuvve; selahiyet, iktidar, güç, fikir, niyet, hasse, duygu ve meleke gibi manalara gelir.   

“Tegayyür, inkılab ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye. İkincisi: Zararlı şeyleri def' için kuvve-i sebuiye-i gazabiye. Üçüncüsü: Nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir. İşarat-ül İ’caz, s. 23.)

(5)       “… Eğer üzerinizde Allâh’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı içinizden hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Ancak Allah, kimi dilerse onu temize çıkarır. Allah hakkıyla işiten ve her şeyi kemaliyle bilendir.” (Nûr, 21)

“(Ey insanlar!) Andolsun ki, kendi içinizden, size bir peygamber gönderdik. O, size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye edip kötülüklerden arındırıyor, Kitâb’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi öğretiyor.” (Bakara, 151)

 “Gerçekten temizlenen ve Rabbinin ismini zikredip O’na kulluk eden kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”(A‘lâ, 14-15)

(6)       bu kelime için en’am 6/91

(7)       Hep Allah’a cc yönelen

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ