Fırat TOPRAK
Belirli bir zaman, mekân ve vakıa tahlilinde olduğu gibi belirli bir toplumsal-politik vakıa da bir temel parametre üzerinden okunabilmektedir. Burada parametrenin kişi, toplum, ekol veya kurum olması çok da önemli değildir. Önem arz eden parametrenin vakıaya ne ölçüde tetabukudur kuşkusuz. Sağlıklı okumanın şartı hadiseye farklı zaviyelerden bakılabilmesidir. Bir başka deyişle tek boyutlu yaklaşım sınırlandırıcı bir etki taşıyabilmektedir. Hiçbir sosyo-politik vakıa tek bir parametre üzerinden bütünlüklü okunamaz elbette. Lakin bahse konu parametre iç içe geçmiş çok yönlü bir muhteva arz ediyorsa zikredilen olumsuzluk pek bir değer taşımaz. Kısaca denebilir ki aslolan parçanın bütünü temsilidir.
Hususen Kürt coğrafyasına dönük bir yakın tarih okuması yapılacaksa ve bu okuma sosyo-politiğin dönüşümünü tahlil etmeyi hedefliyorsa üzerinden yol alınabilecek temel parametre medreseler olabilir. Bölge medreselerinin serencamı bir anlamda Kürt sosyo-politiğinin dönüşümünün yansıması sayılabilir. Gerçekten de medreselerin sosyal yaşamdaki çok yönlü belirleyiciliği –hızla aşınan/azalan bir süreç izlese de- üzerinde durulmalıdır. Ehlince malum olan bu belirleyicilik sosyolojinin -müspet anlam ikamesiyle- değişiminin ve/ya –menfi anlam ikamesiyle- dönüşümünün izini sürmeye imkân verebilmektedir.
Tüm yönleriyle medreseyi ve tarihini irdelemek bu makalenin konusu olmasa da medresenin İslam toplumlarındaki devlet destekli muazzam geçmişinin hatırlanması bugün ile mukayese için veri teşkil edeceği aşikârdır. Özet bir tarihsel arka plan olarak söylenebilir ki kuruluş ve gelişim dönemlerindeki en yüksek ilim merkezi hüviyeti asırlarca devam eden medreselerin tahtı Osmanlı son dönemi modernleşme çabalarının ürünü olan mekteplerin açılmasıyla sarsılmaya başlar. Böylece medrese-mektep ikiliği yaşanmakta ve mekteplerin nisbi cazibesi karşısında medrese gerilemeye devam etmektedir. Batı tarzı mekteplerle boy ölçüşebilmek amacıyla darul hilafetil âliye vb. çeşitli ıslah çabalarına konu olan medreseler istenen aşamaya geçemeden herkes ve her kurum gibi 1. dünya savaşının olumsuzluğundan nasiplenecektir. Osmanlıdan Cumhuriyete geçildiğinde ise gerçekleşen Kemalist devrimler bütün İslami görünürlük için olduğu gibi medreseler için de sonun başlangıcını ifade etmektedir. Tevhid-i Tedrisat kanunu ile getirilen yasakla birlikte medreselerin kırsala çekildiği illegal dönemi başlamıştır artık. Bu illegal dönemin karakteristiğini içe kapanma ve varoluş kaygısı şekillendirmektedir. Zor zamandaki bu kaygı elbette ki saygıyı hak eden bir önem arz etmektedir. Lakin değişen dönemleri/ara dönemleri okuyabilmek ve anın vacibini ifa edebilmek mühimdi elbette.
Medrese eğitim geleneğini sürdürmek uzak bir köyde bir Seydanın/hocanın etrafına topladığı bir elin parmaklarını geçmeyen feqi/öğrenci ile yürüttüğü çabadan ibaret kalmıştır artık. Siyasi atmosferin baskısından kısmen uzaklaşılsa bile hayat alanının sınırlılığı ve beka kaygısı hep devam ede gelmiştir. Bununla birlikte köy hayatının getirdiği zorluklarla da mücadele etmek gerekmektedir. Köylülerin verdiği ratıb/tayin denilen yemeklerle idare edilmektedir. Günlerce/haftalarca yağlı yemek yenilememekte, kimileri doğadan topladığı meyvelerle günlerce, haftalarca idare etmektedir. İptidai koşullarda tedrisat her şeye rağmen sürdürülmektedir. Gerçekten de kısıtlı imkânlarla sürdürülen bu çaba her türlü takdirin ötesindedir. Medresenin yaşatılmasına yönelik çabaların takdir edilmesi dahasının talebine mani değildir kuşkusuz. Kimilerince çekilen bu zorluklar eğitimin kalitesini olumlu yönde etkilemektedir aslında. Zoru başarmanın kalıcılığı tartışılmaz. Bununla beraber o dönem genel hayat şartlarının zorluğunu da göz önünde tutmak gerekmektedir.
Dinin kırsal hayattaki etkin rolü gibi seydanın da toplumda da hatırı sayılır bir yeri vardır. Seyda hele bölge karakteristiği olarak Nakşî şeyh ve ehli beyt kimliğini taşıyorsa yörenin imrenilen en hatırlı kişisidir kuşkusuz. Seyda yerleşimin sadece din/diyanetten sorumlusu değil aynı zamanda eğitim, sosyal yardımlaşma-dayanışma ve kaza gibi çok yönlü belirleyenidir. Kırsalda sıklıkla yaşanan hayatı çekilmez kılan kan davası gibi ihtilaflarda sosyal barışı tesis eden bir kazai çözüm merciidir. Seri çözüm imkânı sunan şeri muhakematın muteber olduğu görülmektedir. Yalnız toplumsal muhtevadan alınan yaptırım gücünün giderek zayıflaması bu açıdan bir sorun noktasıdır. Aynı şekilde düğünden taziyeye kırsal hayatın hemen her alanında Seyda izinden bahsetmek mümkündür.
Kürt coğrafyasında 1980’lere kadar devam ede gelen kırsaldaki devletten uzak dini-geleneksel yaşamın temeli sol-sosyalist hareketlerin özellikle PKK’nın ortaya çıkmasıyla ciddi bir sarsıntı yaşar. Artarak yaşanan çatışma, kaos ve göç toplumsal dokunun çözülüşüyle beraber medreselerin kırsalda tutunamamasını, bölge kentlerinin varoşlarına yeni ve zorunlu tehcir ile yeni bir hayatta kalma mücadelesi vermesine sebep olmuştur. Bu defa da tüm sosyolojiyle beraber ciddi bir medrese kesimi yükselen Kürt kavmiyetçiliğinin tesiri altında kalınmıştır. Maalesef ideolojik donanımın yetersizliğinden, İslami fikriyatın oluşmamasından sebep büyük ölçüde geç keşfedilmiş ulusalcı yönelimin duygusal etkisinde ucube Seydalar vücut bulabilmiştir. Bir kez daha tecrübe edilmiştir ki hayırlı değişimin öncüsü olamayanlar menfi dönüşümün nesnesi olmuşlardır. Seküler bir hareketi kavmiyetçilik ortak paydasıyla destekleyen mollaların türediği zemini sosyal, siyasal planda olduğu gibi tedrisat planında irdelemek icap etmektedir. Gerçekten de meselenin harici boyutu ile birlikte –belki de daha önemli ve öncelikli olan- dâhili boyutu mevcuttur. Harice topu atarak dâhili sorunlardan kaçmak sıklıkla müşahede edilmektedir. İçe dönük muhasebe, aynayı kendine tutabilmek zor ama elzem olandır.
Medreselerde genelde latinize eserler sakıncalı görülerek okunmamaktadır. Devasa bir ilmi ve hareki miras bırakan çağdaş İslamcı düşünürler ise korumacı sufi refleksle kategorize edilerek ötekileştirilmişlerdir. Aslında medrese ehlinin hayatı ve sosyolojiyi okumak gibi bir derdi bile yoktur denebilir. Vakıayı okuyup çağa söz söylemek diri bir bilinç ister ki ehli medresenin kahir ekseriyetinin böyle bir bilince sahip olduğu söylenemez. Kaldı ki düşük yoğunluklu bir savaşın yol açtığı akıl tutulması sosyolojik dönüşüm açısından az bir etken değildir. Dönemin ve bölgenin tasviri olarak söylenebilecek olan kavmiyetçilik hastalığıyla malul aşırı politikleşen bir toplum, sekülerleştiren Kürt sorunu, çözülen geleneksel strüktür ve azalan dini görünürlük –yer yer görülen İslam düşmanlığı- gibi faktörler sosyolojik kırılmayı beraberinde getirdi. İş bu kırılmadan medrese ehli de ziyadesiyle nasiplenmiş oldu.
Medrese ıslahı ve kurumsallaşmasına yönelik her girişim ehli medresenin yetersizliğinden, sahiplenememesinden, içe kapanıklığını ve medrese statükoculuğunu aşamamasından ve girişime katkı sunamamasından sebep beklenen diriliş muştusuna dönüşememektedir. Hâlbuki bu zaman zaman karşılaşılan tarihsel fırsatlar değerlendirildiğinde yeni bir din eğitim modeli olarak hatırı sayılır bir işlev görebilirler. Anlama çabası olarak bilinçaltında yılların oluşturduğu ihtiyat durumu izah için ne ölçüde yeterlidir bilinmez ama mevcudu koruma refleksi epey zamandır medrese çevrelerinde hattı hareketin temeli olmuştur. Medreseye yönelik sınırlı ilgi kapasiteyle doğru orantılı olarak mezunlara iş bulma ve kısmi imkân çeşitliliği ötesinde anlaşılamamıştır. Aşikâr husus ise bugün vizyonu ve ufku belli olan medrese ehlinden kuruluş dönemi devlet desteğindeki veya müstakil, sivil karakterde bir medrese sıçramasının gerçekleştirmesini bekleme ütopyasıdır.
Medrese tedrisatının ana ekseni zamanla görkemli çeşitliliğini yitirerek sarf, nahiv ve mantık gibi alet ilimlerle sınırlanmıştır. Adından da anlaşıldığı üzere temel İslami ilimler/ulumu âliye/yüce ilimler açısından alet/yardımcı olması gereken ilimlerin merkeze alınması müfredat planındaki esas sorunlardandır. Aracın amaçlaşması denen bu durumu bir seydanın hikmetli ifadesiyle fena fin nahv olarak tanımlamak mümkündür. Arapçanın İslami ilimlerin öğrenilmesindeki bir diğer deyişle kulluk planındaki yardımcı rolünün abartılması hedefi metin-ibare çözmekten, diğer mollalara galip gelmekten ibaret bir vasatın saptırıcılığını ortaya çıkarmıştır. Gerçekten bugün Kürt medreseleri Arapça konusunda akranlarından çok iyi durumdadırlar. Lakin en zor metinlerden dahi ibare çözümünü beceren ehli medresenin günlük pratik dilde sorun yaşaması veya bir Arapça arzu hal yazamaması yaman bir çelişki olarak eleştiri konusu edilmektedir. Özgüven yüksekliğine rağmen medrese muhitinin ahvali tarihte tatile çıkmayı, donuklaşmayı toplumsal irabda mahallin yok olmasını intac etmiştir.
Medrese müfredatına yönelik bir diğer eleştiri ise şerh, haşiye ve ihtisar yazınının ötesine gidilememesidir. Yer yer klasikleşen kitapların üstüne kitap yazmayı edebe mugayir addetme ifratına bile rastlayabilmekteyiz. Söz söylenmiş ve iş tamamlanmış yaklaşımı sadece müfredat planında değil hemen her açıdan bir ufuk daralması ile neticelenmiştir. Bu ise iddianın olmaması veya yitimidir en hafif ifadeyle. Medreselerin çoğunda döne döne Bina okumakta ısrar müşahede edilmektedir.
Medreseler pedagojik yöntem planında önemli avantajlara sahiptir. Gönüllülük esaslı olması, yakın mesafeden gerçekleşen eğitimin öğrenci anlayana kadar devam anlamında öğrenimi pekiştirmesi, ders öncesi ve sonrası var olan mütalaa ve tekrarlar, öğrenimin salt aktarımdan ibaret olmayıp örneklik planında sürdürülmesi, bir diğer deyişle eğitim adab ve ahlakının pratikten yaşanması medrese eğitimi için ciddi artılardır. Tekniğin eksikliği, sürenin uzun ve günlük sürenin iktisatlı kullanılamaması gibi eksiklikler de eleştiri konusu yapılmaktadır. Ezberin olması gereklidir ama onlarca gramer kitabını ezberleten bir medrese müfredatının Kuran ve klasik hadis metinlerinin ezberi hususunda aynı heyecana sahip olmaması bir diğer eleştiri konusudur.
Medrese ıslahına yaklaşım kriteri bağlamında medrese ehlini kaba bir kateogrizasyon ile gelenekçi ve yenilikçi olarak ikili bir tasnife tabi tutmak mümkündür. Ehli medresenin çoğunluğunun klasik tarzda eğitimin devamından yana olma ve değişime kapalı olma anlamında muhafazakâr oldukları söylenebilir. Bu bakış açısına göre sorun aslında maddi gelecek vaat etmemelerinden sebep zeki çocukların üniversite tahsiline, geride kalan vasat öğrencilerin ise bari medrese okusun anlayışıyla medreseye yönlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bugün itibariyle nispi bir iyileşmenin yaşandığı göz önüne alınınca pek bir sorun kalmamaktadır. Genellikle dış dünyadan bihaber, analitik/sorgulayan bir akla kapalı olan muhafazakâr kadro temelde ittiba ve geçmişi tekrar eğilimindedirler.
Yenilikçi denebilecek az sayıda seydayı ise kendi içinde sınırlı ıslahatçılar ve köktenci ıslahatçılar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Sınırlı ıslahatçılara göre birkaç küçük çaba ile iç sorunlar aşılabilir ve dış konjonktürün iyileşmesi ile birlikte medreseler eski ihtişamına kavuşabilir. Eksikliği hissedilen müfredat ıslahı tefsir, siyer ve hadis gibi disiplinlere ait kitaplar ile harici kitaplar listesi yenilenerek-artırılarak çözümlenebilir. İş bu kanaate göre ana omurga muhafaza edilerek gerçekleştirilecek yenilik kifayet edecektir. Köktenci ıslahatçılar ise bu kadar iyimser değillerdir. Harici ve dâhili sorunlar ciddi bir ıslahatı gerektirmektedir. Bir seydanın ifadesiyle müfredat ve yöntemin %95 oranında bir ıslahı gereklidir. Eski hal muhaldir; müfredat ıslahından zamanın iktisatlı kullanımına, yöntem değişiminden modern pedagojik araç ve imkânların kullanımına kadar köklü bir yeni hal gerekmekte yahut izmihlalin gerçekleşeceği ifade edilmektedir. Aslında elan var olanın bir izmihlal olup olmadığı da açık yüreklilikle yüzleşilmesi gereken hususlardandır.
Medrese bugün çok büyük bir iddia taşımaksızın klasiğin tekrarı olarak lokal çabalar şeklinde devam etmektedir. Medresenin yarın eğer iddialı bir ihtişamı olacaksa bu büyük ölçüde medrese ehlinin içe kapanıklığını aşmasına, ufkunu genişletmesine, ortak aklın gerçekleştireceği müfredat ıslahı gibi yeniliklere açık olmasına, İslami hareketin parçası olarak ümmetçi hassasiyetini korumasına ve sosyo-politik şahitlik planında ilim-amel bütünlüğünün sergileyebilmesine bağlıdır denebilir. Bir başka ifadeyle medrese yarının dünyasında söz sahibi olabilme adına atması gereken ilk adım taşralı kimliğinden arınarak merkeze yerleşebilmek ve kurumsal bir muhtevayı şekillendirebilmek olmalıdır. Aksi halde medrese toplumun varoşlarında süre giden bir geleneksel tekrardan öte hiçbir anlam taşımayacaktır.
Eğitimin hususen din eğitimin tüm zamanların özellikle de çöküş asırlarımızın temel sorunu olmasından sebep yeni bir eğitim modeli arayışı hep sürecektir kuşkusuz. El hak daha iyi, daha doğru ve daha güzel arayışı eşyanın tabiatındandır. Ulaşım ve iletişimin kolaylaştığı günümüzde diğer İslam beldelerindeki medrese pratiklerinden de istifade edilerek, vakıamız da göz önünde bulundurularak harmanlanacak bir müfredat ıslahının yöntem ıslahı ile beraber uygulanacağı bir medrese pratiği yeni bir din eğitimi modeli sunabilir kanaatindeyim.
Hatimemiz ise mezkûr yeni din eğitimi modelini ete kemiğe kavuşturma makamındakilere sorumluluk çağrısı olsun.