SAADET ASRI/EĞİTİMİN BAŞLANGICI - rahle.org

SAADET ASRI/EĞİTİMİN BAŞLANGICI - rahle.org

SAADET ASRI/EĞİTİMİN BAŞLANGICI


Facebookta Paylaş
Tweetle

SAADET ASRI/EĞİTİMİN BAŞLANGICI

‘Vahiy İnsan İlişkisi*

Necmeddin Irmak

Dünya hayatı itibarıyla Allah-insan ilişkisinin tek şekli vahiy olmuştur. Allah (cc), insanı vahiyle kendine muhatap almış, onunla insanı şekillendirmek istemiştir. Fakat bu muhatap alış ve şekillendiriş direkt olmamış ve vasıtalarla -peygamberlerle - gerçekleştirilmiştir.

"Allah bir insanla (karşılıklı) konuşmaz. Ancak vahiyle yahut perde arkasından konuşur; yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder. Şüphesiz o yücedir, hakimdir."(42-Şura, 51)

Rabblik vasfı gereği Allah (cc), insanı ilk yarattığı andan itibaren terbiye etm­eye başlamış ve ona, bu terbiyesi neticesinde ahsen-i takvim (en güzel şekil) fıtri yaratılışın alt yapısını vermiştir.

"Ve o, Adem'e her şeyin ismini öğretti."(2-Bakara, 3 I)

Dünya hayatının tabii seyri içerisinde insan, Rabbinin terbiyesinden uzaklaştı ve başka Rabblerin (Rabblik iddiasında bulunanların) terbiyesinden de geçti.

Mutlak terbiyeci Allah (cc), insanın her sapmasında vahyi ile ona yeniden ve yeniden terbiyesini hatırlattı. Bu hatırlatma, hiçbir zaman vahyin soyutluğu içerisinde gerçekleşmedi. Aksine vahyi son derece somut, elle tutulur, gözle görülür, ete kemiğe bürünmüş bir halde gönderdi. Vahyin ete kemiğe bürünmüş mücessem hali peygamberlerdi.

"De ki: 'Ben de sizin gibi bir insanım. Bana vahyolundu..."( 18-Kehf, I 10)

Kendisini insan üstü bir varlık olarak vehmeden elçinin, önünde eğilmesine iti­raz eden Hz. Peygamber (sav) ona şöyle den "Ben de sizin gibi çiğ et yemiş bir kadının oğluyum. Ancak bana vahyolunmaktadır."

Yine insanın, Allah (cc) ve melekutu -gayb alemini- kavrama hususundaki gayreti ve cehaleti, onu dinle ve dini terbiye ile alakalı her hususu metafzik bir algılama ve vehmetme dünyasına götürmüştür.

 

"(İşte bunun gibi) insanlara (kendileri gibi bir insan peygamber eliyle ) doğru yolun (hidayet) bilgisi geldiği zaman onları inanmaktan alıkoyan, onların: " Allah ölümlü bir insanı mı elçi olarak gönderdi ?" diye itiraz etmelerinden başka bir şey değildir. Onlara şu sözümüzü ilet: "Eğer yeryüzünde yurt tutup dolaşanlar (sizin gibi insanlar değil de) melekler olsaydı, o zaman onlara elçi olarak şüphesiz bir melek indirirdik" (17-lsra, 94-95)

Bu algılamanın haricinde insanın, yine Allah-insan ilişkisi hakkındaki komplike metafizik tahayyülü, onu ‘insan peygamber’ ile ilişkisinde de uç bir noktaya, den­gesiz bir mucize anlayışına getirmiştir.

"Ve dediler ki: "(Ey Muhammed) bize yerden gözeler fışkırtmadıkça sana inan­mayacağız. Yahut hurma ağaçlanyla, asmalarla dolu bir bahçen olmadıkça; ve onların arasında çağıl çağıl dereler akıtmadıkça; yahut, tehdit edip durduğun gibi göğü parça parça üzerimize düşürmedikçe; yahut, Allah'ı ve melekleri bizimle yüz yüze getirmedikçe; yahut, altından bir evin olmadıkça; yahut, göğe yükselmedikçe- kaldı ki göğe yükselmene dahi, bize (oradan kendi gözlerimizle ) okuyabileceğimiz bir kitap getirmedikçe de inanmayız-..." (17-lsra, 90-93)

Bu ayetlerde ifade edilen ruh halinin, belli bir döneme has olmayıp, insanın genel karakteristik özelliği olduğunu Muhammet Esed şu ifadelerle dile getiriyor:

"Fakat bu talep ve bunu hazırlayan ‘şartlar’ yalnızca belli bir tarihsel döneme, belli bir toplumsal-kültürel çevreye has olmayıp son derece yaygın, aykırı bir ruh durumunu, yani yalınkat bir şüphecilik ile vahyi mesajın sıhhatini vahiy taşıyıcısının "mucizeler gösterebilme becerisine" bağlayan ilkel safdillik karışımı menfi bir zihin­sel tutumu yansıtmaktadır."(Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, 2.c. , s.578)    

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ