EDEP YA HU - rahle.org

EDEP YA HU - rahle.org

EDEP YA HU


Facebookta Paylaş
Tweetle



Dr. Selçuk Eraydın

Hemen hemen bütün dergahların, tekkelerin, asitanelerin (eşiklerin), zaviyelerin giriş kapısı üstünde veya iç duvarlarında hattatların eskimez yazıyla yazdıklan Türkçe şu cümleleri ihtiva eden levhalarla karşılaşınz: Bu da geçer ya Hu!, Ah teslimiyet!, Edeb ya Hu!

Edep, insanla hayvan arasındaki en mümeyyiz vasıftır. Peygamber (sav) Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde "Mekarim-i ahlakı tamamlamak için gönder- ildim."buyuruyor. Bir şair edebi şöyle tarif etmiştir Edep. Allah’ın nurundan bir taçtır, başına koy ve istediğin yere git!

Ahlaki değerler olarak bilinen şeref, namus, iffet, haya, mukaddesat, adalet vs. gibi vasıflar hayvanlarda bulunmaz. Hayvanlara iffetli veya iffetsiz, namuslu veya namussuz diyemeyeceğimiz gibi, alim veya cahil, adil veya zalim de diyemeyiz. Hayvanlar içgüdüleriyle hareket ederler, onların hayrı şerden ayıran mümeyy izeleri (ayırıcılar) yoktur.

Ahlaki değerlerin kaybolmaya yüz tuttuğu toplumlarda insani özellikler de zayıflar. Bizim cemiyetimizde Kur'an-ı Kenm’in ikazına rağmen çok eskiden beri devam eden bir yanlış değerlendirme, fuhşun yayılmasına ve çoğalmasına sebep olmuştur.

Nur suresinin bir ayetinde Allah Teala önce, mümin ereklerin gözlerini haramdan korumalarını ve iffetlerini muhafaza etmelerini emreder. Bu hususta kadınlar erkeklerden sonra zikredilmiştir. Bu ayet-i kerime bize, kadınlann iffet ve namuslarının, erkeklerin iffet ve namuslarına bağlı olduğunu, erkekler iffetlerini koruduğu müddetçe kadınlann da iffetlerinin korunmuş olacağını açıkça ifade buyurmaktadır. Fakat esefle belirtmek gerekirse, Müslümanlar arasında bile bu iffet namus sorumluluğu erkeklerden alınarak, sadece kadınlara yüklenmiş erkeğin elinin kınası, kadının yüzünün karası tarzında değerlendirilmiştir.

Hz. Mevlana'ya göre edep, insanın bedenindeki ruhtur; enbiya ve evliyanın

 

göz ve gönül nurudur, şeytanın katilidir, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır.

Allah Tealanın bütün isimleri Esmau’l-Hüsna, aynı zamanda onun vasfıdır. Fakat insanların kullandıkları pek çok güzel isimler, vasıf olmayıp, sadece alem (özel isim) olabilir. Temenni niteliği taşıyan bu isimlerin, bilhassa ticari müesseselere farklı bir mülahaza ile konması istismara yol açabileceğinden, bu hususta hassas olmamız gerekir.

Asıl olan bu güzel isimlerin insanlarda ma'kes (karşılık) bulmasıdır. Muhsin, Mükrim, Hamid, Vecdi, Kamil, Salih, Fazıl vs. isimler vasıf almadıkça bir değer taşımazlar. Yani yüce dinimizin kendi değerinden çok bizdeki değeri önemlidir aksi takdirde onu temsil etmiş olamayız. Mesela peygamberlere ait olan sıdk, tebliğ, emanet, fetanet, ismet isimleri aynı zamanda onlann vasıflandır. Cenab-ı Hak, Resulüllah (sav) Efendimiz için: "Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin."(68/4) buyurarak, onun bu özelliğini belirtmişlerdir. Ayrıca Resulüllah’ın bizler için güzel örnek üsve-i hasene oluşu da yine onun, edebi vasıflann tecessüm ettiği merci olduğunu gösterir.

Gerçekte edep mücerret bir mefhumdur. Bilkuvve müşahede edilmez: o, kişinin hareket ve davranışlarında ortaya çıkar. İnsanın vücudu edebin ve edepsi­zliğin sergilendiği yerdir. Baygın veya uyuyan bir insanı, boş bir sergiye benzete­biliriz. Bu yüzden sergide gösterilen dostluk veya düşmanlık, sevgi veya nefret, o sergide sergilenen edep ve edepsizliğe göredir. Peygamber (sav) Efendimiz sarımsağın kendisinden değil, kokusundan rahatsız olduklarını belirtmişlerdir.

Maddi güzellikler veya çirkinlikler, zaman ve mekanla mukayyettir. Mesela gülün veya kötü kokan bir şeyin kokulan belirli mesafelere kadar ulaşabilir. Edep ve edepsizliğin bıraktığı rayiha ise zaman ve mekanla mukayyet olmayıp, uzak mesafelere, berzah ve ahiret alemine ve gelecek zamanlara doğru uzayıp gider.

İnsanın malı, mülkü, kendisi ve kendisinde mevcut kabiliyetler hep geçici ve emanettir. Ana rahminden itibaren başlayan şehadet sürecinde bize emanet olarak verilen beden elbisesi, tedrici dönüşümler geçirerek, ölünceye kadar biz­imle beraber kalır. Çocukluğumuzu geçirdiğimiz bu emanet elbisede gücümüz, kuvvetimiz pek çok kabiliyetlerimiz henüz ortaya çıkmamıştır. Zaman geçtikçe o bedende gizli olan kabiliyetler, imkan buldukça gelişirler.

İnsanın güzelliği, sesi, maharetleri, bütün kabiliyetleri Hakk'ın ihsanıdır. Çocukluğumuzda bunların pek çoğunu izhar edemediğimiz gibi, ihtiyarladığımız

 

zaman de onların pek çoğunu kaybederiz. Vaktiyle güzelliği dillere destan olmuş bir kadının, bir müddet sonra bu özelliğini kaybetmesi ve itibardan düşmesi, henüz hayatta iken unutulması bizler için ibret olmalıdır.

Allah’ın kendisine lütfettiği nimetleri, onun rızasına uygun bir tarzda kullanmak şükür olduğu gibi, aynı zamanda dünya ve ahiret saadetine de nailiyettir.

Kendisine verilen emanetler sayesinde toplumda itibar kazandıklarını zanneden kimseler, onları kaybedince aynı itibarı görmüyorsa, bu şahsa ait bir değer değildir. Emanetler elinden alındığı zaman, yalnızlığa itilen bir kimse hiçliğin geç farkına varmış olur.

Zenginlik, mal, mülk, mevki, güzellik, bunların hepsi geçicidir. Bunlara güven­mek, hayal kırıklıkları yaratır. Bu emanetleri iyi kullanmamak, ihanet olur. Ebediyet, rahmetle anılmaktır.

İnsan suret ve manadan ibarettir. Suret ve mana bütünlüğü olmayan bir iş meydana gelmez. Çünkü mana suretsiz görünmez ve hissedilmez. Hz. Mevlana insanın tenini ata, dünyayı da ahıra benzetir. Kendi haline bırakılan at, doğru ahıra girer. Zira tenin muradı yemek, içmek, mülk ve maldır. Canın arzusu ise kesb-i kemal ve seyr-i cemaldir. Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinin dediği gibi: Yanı ten dünya vc can ukba sever.

Amel ve fiil, görünen şekiller değildir; şekiller o amelin suretidir. Münafığın ibadeti sadece suretten ibaret olduğu için değersizdir.

Dünya ve ahiret, ten ve can iki ortak hanım gibidir; onları bir arada tutmak hemen hemen imkansızdır. İnsanın gönlünde iki sevdaya yer olmadığı için, tevhit şirk kabul etmez. Nitekim Allah Teala bu hususta şöyle buyuruyor Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını artırırız; kim de dünya kazancını istiyorsa, ona da dünyadan bir şeyler veririz; fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.(42/20) Gözle gördüklerimiz kabuk ve posttur, kalıcı olan ise görülmeyen fakat hissedilen insani ruhtur. Insan-ı kamil, Allah Tealanın ahlakıyla ahlaklanan, onun yeryüzündeki hal­ifesidir. Bu mertebenin asıl sahibi Peygamber (sav) Efendimizdir. Onun makamı ferdiyyet-i Muhammed’dir. Peygamberler ve onların varisleri olan evliya bu mer­tebenin vekaleten sahipleridir.

İnsan suret itibariyle kadehlere benzer. Hakk'ın bu kadehlerde sergilediği kabiliyetler, hünerler, kadehlerdeki nakışlardır. Kadeh çatlar veya kırılırsa, nakışlar

da eksilir veya kaybolur.

Terbiye eğitimle gerçekleşir. Allah'ın sıfatları illetlerden münezzeh olduğu için, talime muhtaç değildir. Peygamberlerin muallimi HakTealadır. Peygamber (sav) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: "Beni Rabbim terbiye etti ve benim te’dibim (edeplendirilmem) ne güzel oldu."buyurmuşlardır. Peygamberlerde eğitimlerinde bir muallime muhtaçtırlar.

İtaat, hizmet, kulluk ve edep Hakk'ın lütfudur. Allah Teala bize bu kabiliyetleri vermemiş olsa idi, biz de gizli olan bu güzellikler ortaya çıkmazdı. Nitekim Allah Teala bu hususta şöyle buyurur "işte sana gelen iyilik Allah’tandır, kötülük ise nef- sindendir."(4/79)

Allah Teala, rızasına isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendisine verdiği rızıklardan infak eden, kötülüğü iyilikle savan kimselerin hüsn-i hatime ile ahiret yolculuğuna uğurlanacağını müjdeliyor. (13/22, 28/54) Bu edebi yükselişe ermiş olan müminlerin gönülleri Allah'ın zikriyle sükun, kalpleri onu anmakla huzur bulur. (13/28) Bu dünyada güzel davranışlara, güzel mükafat vardır.(l 6/30) iyilik edenlere Rableri indinde diledikleri her şey vardır.(39/34) İyilikler, kötülük­leri siler, yok eder.(l l/l 14)

Hulasa edepli olmak Hakk’ın hoşnutluğunu ve sevgisini gerektiren davranışlar sergilemek, sevmedikleri şeylerden de kaçınmaktır. Mesela Allah Teala Kur’an-ı Kerim’inde: Muttakileri, tevbe edip temizlenenleri, mütevekkil olanları, muhsinleri, öfkesini tutanları, insanları affedenleri, sabredenleri sevdiğini: bozguncuları, haddi aşanları, küfür ve günahta ısrar edenleri, zalimleri, kendini beğenen ve böbür­lenenleri, hainliği meslek edinenleri, fasitleri de sevmediklerini ifade buyurmuştur.

Edebi değerlere sahip olmanın sırrı ihlas, samimiyet ve tevazudur. Peygamber (sav) Efendimiz "Hikmetin başı Allah korkusudur/'buyurmuşlardır. Kur'an-ı Kerim'de takva, ittika, kalb-i selim, birr kelimelerine çok rastlanır. Alçak gönüllülük, manevi yükselişin sırrıdır. Kim mütevazi olursa Allah Teala onun kadrini yükseltir hadisi bunun delilidir.

Irtifa-ı kadr için lazım tevazu ademe Şemsi gör kim sayesin salmış ayaklar altına .

(Değerinin yükselmesi için Ademoğluna tevazu/alçakgönüllülük lazımdır. Güneşi gör ki gölgesini ayaklar altına salmış.)

[ Yeni Dünya dergisi, s.25 ]


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ