Gazi Çoban
Evlerimizde kullandığımız cihazlara elektriğin ulaşma süreci olan santral ve oradaki sorumlular-teller-trafo konusundaki kesin bilgimiz; bunun nasıllığı ve niceliği konusundaki şüphe ve merak duygularımızın belirmemesini sağlayacaktır. Bir an için ara sürecin-mesela teller veya trafonun- duyularımızla algılanamadığını düşünelim. Elektriğin nerede, nasıl ve kim tarafından üretildiği yönündeki kesin bilgiye, çıkış noktası ile irtibat ve müşahede, yanı bizzat tanık olma dışında hiçbir şekilde ulaşamayacak, öne sürülen görüş ve yorumlar da şüphe ve faraziyenin ötesine geçemeyecekti -temsil, Mevdudi'ye aittir- ( Hz. Peygamberin Hayatı 1/29 )
Toplum hayatının düzenlenmesi, ahlaki temel prensiplerin tespiti gibi durumlar, insanlar arasında sürekli ihtilaf konusu olmuştur. Fıtrattan kaynaklanan farklı psikolojilere sahip insanların ortak noktada buluşmaları elbette beklenemezdi. Her bir kitlenin kendi sahip olduğu görüşün hakk-en doğru- olduğuna inanması (23/53) Kur'ani gerçeği göz önünde bulundurulursa, mutlak doğrunun ancak varlığı mutlak olan Zat-ı Celal in yanında olması, onun ilminde mevcut olması daha anlamlı gelecektir. O Zat-ı Celal'in gayb aleminden bildirdiği mutlak ilmin, hakka'l- yakinin- insanların ancak kendi aralarından-kendı hemcinsleri olan beşeri zatlar vasıtasıyla ulaştırılması; hesapsız bir nimetin tecellisi olarak çıkar karşımıza. Zira Kuran' da "en’ame" fiili, nimet verdi', ‘peygamberlik verdi’ anlamında da kullanılmıştır (19/58). Müslümanlar olarak böyle bir delile ihtiyaç duymamakla birlikte bazen dışımızdaki kitlelere karşı bu tür izahları getirmek durumunda kalabiliriz.
Kısaca değindiğimiz bu iki akli izahın akabinde, nübüvvetin teşri-i hikmetine geçebiliriz:
I -Allah’ın, beşir (müjdeleyici) ve nezir (uyarıcı) olarak resuller göndermesi; insanların ı’tizar (özür beyanı) bahanesi olmaması içindir (4/163,28/47). Zira Kuran' da her ümmete mutlaka resul gönderildiğini ihtiva eden ayetler mevcuttur. (4/41, 10/47, 15/10, 16/36-26, 26/28-29, 28/47, 30/47, 37/72-74, 43/6)
2- Resuller gönderilmesi; Allah’ın kullarını gafil halde iken zulüm ile helak edici olmadığının ifadesidir.( 6/131,7/6, 26/208-209, 28/47, 34/34)
3- Kullar veçhesinden bakıldığında bısetin kendileri adına büyük bir hayır, lütuf, nimet ve kerem olduğu görülecektir (4/170). Resuller, insanlan ancak Allah için
Allah’a ve kendilerine hayat verecek şeylere davet ederler (8/24).
Rahmet ve kurtuluşun kapılarını sonuna kadar açıp ısrarla ve hırsla (9/128) davette bulunan resullere salat-ü selam (21/107).
Onların daveti kendilerine olmadığı gibi (3/79-80, 21/90, 27/45, 33/7-8) karşılığında insanlardan ne bir teşekkür ne de mükafat umarlar.(26/109-127-145- 164-170, 38/86, 6/90, I 1/51,46/23)
4- Resuller, Allah’a imana davetten başka yanlarında mutlaka uyulması gereken nizam-şeriat-kitap- da getirmişlerdir. Bu; kendilerine itaatin mutlak düzeyde olmasını gerekli kılacağı gibi itaatsizliğin de Allah’a isyan anlamı kazanmasını gerekli kılar (4/64).
Allah Celle, kendisine şart koştuğu mutlak itaati resullere karşı da istemesi, İslam'ın temel dinamiklerinden birini oluşturur. Resule itaat, Allah'a itaattir.(4/1 3- 64-70-80, 7735, 24/52, 33/71, 48/17, 9/71, 33/33, 3/132, 4/59, 8/1-20-40, 24/54, 47/33,57/13, 64/12 )
Ki Kuran' da zikri geçen tüm peygamberlerin mesajında kendilerine itaate davet hususu, aynı kalıpla istisnasız yer alır.(3/50, 26/108-1 10-126-13 I -144-150- 163-179, 43/64, 71/3)
"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?(takva).Haberiniz olsun, ben size gönderilmiş bir resulüm, bir eminim. Gelin Allah'tan korkun! (takva edin). Buna karşı ben sizden bir ecir -karşılık/ücret- de istemiyorum. Benim ecrim Rabbü’l-alemine aittir. Gelin Allah’tan korkun (takva edin) ve bana itaat edin!"
Bu kalıp, Şuara suresinde, Hz. Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayp (as) tarafından kavimlerine olan hitaplarından alınmıştır. Farklı zaman ve dilde, farklı kavimlere sunulan bu mesajın özdeşliği; resule itaatle takvanın ayrılmazlığının ifadesidir.
Çocukluk ve delikanlılık çağlarına şahit oldukları bir şahsın, Allah ile irtibat kurduğunu ve kendisine itaatin zorunlu olduğunu iddia etmesinin, ilk bakışta birey ve toplum psikolojisine itici gelmesi anormal görülmeyebilir. Ancak, Allah’a ve kendisine imana davet eden şahsın, bizzat kendi nübüvvetine iman etmekle mükellef olduğu gerçeği göz önüne alındığında, bu şüpheci yaklaşım kolaylıkla bertaraf olacaktır. Resulüllah (sav)’ in kendine iman sözünü -ki tevhit kelimesinin ikinci kısmıdır- ikrarına şahitlik edildiği gibi, Kur’an'da Allah’ın bizzat kendi ilahlığına yani tevhidin ilk kısmına olan şahitliğini de sarahaten görüyoruz.(3/l 8)
5- lnsanları kendi kafalarından ortaya attıkları her türlü inanç ve yaşayış biçiminin üzerinde tek hak din olan İslam'ın açık ve aleni ortaya konulması için hidayetle gönderilmiştir peygamberler.(9/33,61/93)
Bu izhardan sonra, insanların kapasitesi sınırlı olan akıllarını öne geçirip başka yönelişlere yürümeleri durumunda; kendileri-nefîs-, çevre ve içinde yaşadıkları kainatla uyuşma ve uzlaşma sorunu yaşamaları kaçınılmaz olacaktır.
Bizi, bizlere bırakmaması duasıyla, Allah'a layıkınca hamd ü senalar.