MÜSLÜMAN VE SAĞLIK - rahle.org

MÜSLÜMAN VE SAĞLIK - rahle.org

MÜSLÜMAN VE SAĞLIK


Facebookta Paylaş
Tweetle

 Zahid KARAAĞAÇ

Sağlık ve önemi

Efendimiz (s.a.v) buyuruyorlar ki: “İki büyük ve önemli ni’met-i ilâhiye vardır ki insanların çoğu bunların, kıymetini zamanında bilmez, fırsatları kaçırır, sonra pişmanlığa düşer ama fayda vermez, biri sıhhat, öteki ferağ (yani boş vakit ve meşguliyetsiz serbest zaman).”[1]

İslam dini insan varlığına ve şahsiyetin (madde ve ruh) kemalata ulaşmasını önemser. İnsanın tüm varlığı: bedeni, hukuku, malı, haysiyeti, sıhhati, insan ve ona bağlı varlığını tamamlayan her şey çok kıymetlidir. Bunların bütünlüğüne helal getirecek yaklaşımlar için çok ağır cezalar konulmuş ve insanın maddi ve manevi varlığı, büyük bir titizlikle korunmaya alınmıştır. İslâm âlemi, insanlığın sağlığına rehberlik etmiş, ünlü hekimler yetiştirmiş, birçok eserler yazmış, büyük hastaneler inşa ettirmiştir. Avrupa, ortaçağ boyu İslâm tabiplerinin eserlerinden istifade etmiş ve kendini onların ilimleri ile geliştirmiştir; tıp ve tıbba dair birçok temel kavramı (organları, fonksiyonları, kan dolaşımını, aşıyı vb. gibi) Müslümanlardan öğrenmiş veya almıştır.

Hastalık ve Sağlık

Her şeyin zıddı ile kaim olduğu evrende, hayatın yanında ölüm, sağlığın yanında hastalık vardır. Bunula birlikte, hayata tutunmaya ve sağlığını korumaya çalışan yaratılmışlar için, sağlığın ve hayatın anlaşılması bu hikmet ile mümkündür. Hasta ve hastalık dünyada kaim olmadığımızın habercisi, bununla birlikte ölüm; varlıkların hayat bulmasını sağlayan döngünün bir parçasıdır. Ölen her canlı, ondan beslenen toprağın üzerinde yeşeren bitkilerle bir hayat kaynağına dönüşür. Dünyada hayat, varlığını, ölümün devamlılığı ile sağlamaktadır. Kendi yaşamımızın devamı da, vücudumuzdaki hücrelerin yenilenmesi ile olmaktadır; yani ölen her hücrenin yerine yeniden doğan hücrelerle yaşam döngümüz devam etmektedir. Ölümü aslında her an yaşamaktayız.

Rasülullah’ın (s.a.v)’ın düsturları bize ölüme ve hastalığa hikmet nazarı ile bakma yetisi kazandırır. Bu bakış açısı sayesinde hastalığında bir nimet olduğunu idrak edebiliriz. Tabi ki bunun idrakinin yanında; hastalığa yakalanınca bu hikmete mebni yaklaşım serdedilirse, hastalık nimete dönüştürülebilir. Hikmetli yaklaşım ise; hastalığın Allah(c.c)’ dan gelen bir görevli olduğu nazarı ile bakıp, haline isyan ile değil, sabır ile göğüs germekle serdedilebilir.

Sıhhat, selamet ve afiyet içerisinde iken fark edemediği birçok eksik ve kusuru, insanoğlu hasta iken anlama fırsatı bulur. Buda kişiyi kusur ve kabahatlerinden vazgeçmeye yöneltir. Aynı zamanda insanlar diğer hastaların halini idrak ile yardım duygularını geliştirirler. Tıpta birçok hastalığın devası, kendi ya da bir yakının hastalığına şifa bulmaya çalışan hekimlerin çabası ile elde edilmiştir. Bunun yanında, hastalanan bireylerin, kaldırıldıkları hastanede, koşulların veya hasta ihtiyaçları ile ilgili eksiklik ve olumsuzlukların giderilmesine dönük vakfiyeleri de, hastanelerde karşımızda çıkmaktadır. (Bu radyasyon ünite odası falanca şahsın kurumumuza vakfiyesidir gibi.) Hatalığın insana kazandırdığı bu yaklaşım onun haleti ruhiyesini ve ahrette ki mertebesini yükseltir.

Beden Sağlığı

Çalıştırılan bir uzuv gelişir, adale kuvvetlenir; vücut çalışınca dinç kalır, güç kazanır. Atalarımız bu hususu “İşleyen demir ışıldar, işlemeyen pas tutar.” söyleyişle özetler. Vücudun ihtiyaca binaen değil zinde tutulmasına yönelik çalıştırılmasına “idman” veya daha eski tabirle “riyazetül beden” denir. Vücudun sıhhatini yitirmesi; temelde karşı koymaya güç ve takat getiremediği durumların onu mağlup etmesi sonucu ile olur. Buradan, vücudun devamlı suretle sıhhattine muhalif durumlar ile karşı karşıya olduğunu, fakat buna mukavemet edecek güç ve kuvveti olduğu müddetçe hastalanmadığını veya herhangi bir hastalığa maruz kaldığında bundan hemen kurtulduğunu söyleyebiliriz. Burada beden sağlığını korumada temel mantalitenin, hastalıktan kaçmaktan ziyade, vücudu güçlendirmek olduğu olgusu ortaya çıkmakta.( Bunun yanında eldeki imkânlar dâhilinde salgın hastalıklardan korunma ve ortamı mikrop ve zararlı bakteri ve virüslerden arındırmada hususu farklı bir konudur)

 İçtiğimiz suda ve kullandığımız tedavi maksatlı ilaçlarda bile sağlığımıza olumsuz etkileri olan unsurlar bulunabilmektedir. Buradan; bedenin kuvvetinin ve direncinin artırılmasına yönelik kassal faaliyetlerin, hastalığa karşı korunmada çok önemli olduğu anlaşılmaktadır. Gene bu konu ile ilgili; çocukların ileriki yaşlarda karşılarına çıkabilecek bulaşıcı hastalıklara karşı, anneleri tarafından (kontrollü bir şekilde) güçlü oldukları dönemlerde, o hastalığa yakalanmış diğer çocuklar ile oynamaya gönderilerek; çocuğun o hastalığa hazırlıklı ve güçlü döneminde yakalanıp, bağışıklık kazanmasını sağlayıp, güçsüz bir dönemde, ilk defa yakalanarak, daha büyük bir sorunla karşılaşılmaması için tedbir almaları, bilindik bir yöntemdir. (Günümüzdeki modern aşılama yöntemlerinde kullanılan aşı ve muhtevasının yabancı kaynaklı olması ve içeriğinin saklanıyor olması nedeni ile bu konuyla ilgili örnek vermekten kaçınıyoruz.)

Bedenin güçlenmesine dair yapılacak spor ve sportif faaliyetler çok kıymetlidir. Bunun devamlılığı vücudun direncinin de belli bir seviyenin üzerinde tutulmasını sağlayacaktır. O nedenle orta yaştaki bireylerin haftada en az iki kere, üzerlerindeki kıyafetlerin ıslanmasını sağlayacak şekilde terleyerek, düzenli olarak egzersiz yapmaları, vücut direncini artıracak ve kendilerini hastalıklara karşı koruma noktasında etkili olacaktır. ( Sporun derecesi ve sıklığı farklı yaş gurupları ve bünyeler için değişiklik arz edebilir.) Peygamber efendimizin (s.a.v.) spor eğitimine çocukluk yaşlarında başlanması gerektiğine dair "Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz." (Fethu'l-Kebir, 2/231) Hadisi de Müslümanın hayatında sporla vücudun direncinin artırılmasına verilen ehemmiyete dair güzel bir örnektir.

Beden sağlığında sporla direncin artırılmasının yanın da, dengeli beslenme ve aşırı stresten uzak durmakta çok önemlidir.

 -Ağız Sağlığı:

Sindirimin başladığı organımız olan ağzımız, beden sağlığında köşe taşı teşkil etmektedir. Nispeten zor olan ve kendine münhasır bir bakım gereken ağız sağlığı, üzerinde durulmayı ve kendisi ile özel olarak ilgilenilmeyi gerektirir. Ağız sağlığını ve bakımını farklı kılan bu özellikler onun vücut ve beden sağlığıyla birlikte ifade edilmesinin yanı sıra, özel olarak tanımlanmasını da gerekli kılar. Bu nedenle Peygamber efendimiz (s.a.v)“Eğer ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim onlara her namaz için misvak kullanmala­rını emrederdim.” buyurmuşlardır. (Buhari, Cuma, 8.) Bunun yanında; vefatının hemen öncesinde dişlerini kuvvetle misvaklaması(Buhârî, Meğâzî, 84); Kuran okunan ağızların temizliğinin elzem olduğu(Kütüb-ü Sitte Tercümesi, 17/560) sözleri de, ağız sağlığının ayrı yeten ele alınmasının gerekliliğini bir kere daha göstermektedir.

Yaşadığımız yüzyılda besin olarak tükettiğimiz ürünlerin, birçoğu fabrikasyon olup, kimyasal katkılar içermektedir. Buda hem yumuşak ağız dokusunda çeşitli hastalıkların, hem de dişlerlerde görülen çürümenin sıklığının ciddi derecede artış göstermesine neden olmuştur. O nedenle ağız sağlığının muhafazasında, besinlerin olumsuz yönde farklılaşması; bu alan da kullanılacak temizlik ürünlerinin de farklılaşmasına, gene kimyasal olan diş macunlarının kullanımına bizi zorlamaktadır. Eskiden, dilimiz, tükürük ve misvak kullanımı ile giderilecek doğal besin artıkları; artık kuvvetli ve fonksiyonel diş fırçaları ve kimyasal diş macunları ile anca temizlenebilmektedir.

Dengesiz beslenme sonucu kalsiyum eksikliği diş minesini zayıflamasına ve çürümeye karşı direncini düşürmektedir. Günümüzde özellikle; dengesiz ve kimyasal katkılı besin tüketiminin en yoğun olarak gözlemlendiği, çocuklar da, süt dişi çürüğünün ortaya çıkması neredeyse engellenememektedir. Bu sebeple ilkokullarda veneer uygulaması yapılarak; süt dişleri üzerinde koruyucu kimyasal bir tabaka oluşturulmaya çalışılmaktadır. Anne babalara çocuğun vücudunun bu uygulamaya tepki vermesine karşın izin formları imzalatılmaktadır.( bu uygulama ilkokul çağında çocuklara neredeyse her yıl yapılmaktadır). Bunun yanında veneer uygulamasına tepki veren çocuklar için diş hekimleri farklı fisür örtücüler kullanarak süt dişlerinde gözlemlenen çürüğe karşı koruyucu tabaka oluşturabilmektedir.

Genç ve orta yaşlı Müslüman bireylerin tebessümünde gözlere çarpan diş eksikleri, İslami yaşam tarzını benimseme noktasında hassasiyet sahibi olmayan bireylerle paralel seyreden bir sağlık anlayışına sahip olunduğu bulgusuna bizi götürmektedir. Geçmiş zamanlardan günümüze efsanevi bir hikâye olarak zikredilen sünnetin eksik ifası sonucu geciken kale fethinin savaşan mücahitlere misvak dağıtımı sonrası gerçekleştirildiği, İslami camia tarafından çok zikredilen bir olgu olmasına rağmen, sünnetle uzaktan yakından alakası olmayan bireylerle paralel bir tebessüme sahip olmak manidar bir durumdur. Bunun yanı sıra diş eksikliği; çiğneme fonksiyonunun tam olarak yerine getirilemeyişinden kaynaklı, sindirim bozuklularına neden olmaktadır. Ayrıca, zamanla boş kalan kısımlara diğer dişlerin yatması ile ağız içerisinde dişlerin düzeni bozulmakta, buda konuşma bozukluklarına neden olabilmektedir. Günümüz de tedavisi mümkün olan diş eksikliği problemi, ihmal edilmeden giderilmelidir. Çekilen dişlerin boşluklarına doğru kayan diğer dişlerin, ağızda meydana getirdiği çapraşıklaşma ile kuran okuyan ağzımız, harflerin telaffuzunda sıkıntı çekebilmektedir. Erken dönemde gerçekleştirilen eksik diş tedavisi ile bunların önüne geçilebilmektedir.

 

Ruh ve Zihin sağlığı:

İnsanı ruhu ve aklı olan bir canlı olarak kabul ediyorsak ruhun ve aklın sağlığından da bahsetmeliyiz. Zihin sağlığının bozulması; genelde küçük yada büyük herhangi bir konunun geriğinden fazla aklınızı meşgul etmesi ile gerçekleşir. Bir bardağın su içme maksatlı olarak masadan alınıp geri yerine koyulması eylemi kola, ele, yada bileğe herhangi bir sıkıntı oluşturmaz. Hatta çoğu zaman bu hareketi otomatize olmuş bir şekilde, yani farkına varmadan yerine getiririz. Fakat 50 gr civarı bir bardağın 10 dakika boyunca elde havada asılı tutulması, kolda ve elde bir ağrı oluşturmaya başlayacak yirminci ve otuzuncu dakkalarda koldaki ağrılardan dolayı vücut artık bardağı elden yere bırakmak isteyecektir. Aynen bu fiziksel örnekte olduğu gibi; küçük gibi gözüken bir problem de zihinden vakti gelince atılamıyorsa zihni hasta etmeye başlayacaktır.

Ruh ve zihin soyut ve derinlik arzeden bir yapıya sahiptir. Hırsla sürdürülen çözüm arayışları, bazen mukabelede bulunma arzusu, unutulması gerekirken hatırlamakta ısrar edilen olaylar; değiştirilme vakti gelmişken ısrarla ulaşılmaya çalışılan hedefler zihni yorar ve yıpratır. Bunun devam etmesi ve ilerlemesi sonunda zihin sağlığının kaybedilmesine neden olabilir. Hırs, stres ve hedefler insanı motive eden bedeni ve zihni kuvvetlendiren olgulardır. Fakat bunlarda yapılan yanlış ve aşırı yükleme zihinde kırılmalarla sonuçlanabilir. Kişilerin çıkmaza girmelerine mani olmaları açısından; İslam hayat tarzında bulunan, kıyasta hayat olduğu, fakat affetmenin daha güzel olduğu tavsiyesi ve günahlardan sonra tövbe kapısının her zaman açık olduğunun ayetlerle vurgulanması(zümer süresi 53) değerlendirilebilir. İnsanların dünya üzerinde ki varlığı İslami terminolojide hatasızlık üzre değil kemalat olgusu ile tanımlanmış. Peygamber efendimiz(s.a.v) bunun yanı sıra "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).] buyurarak sanki bunalan zihin ve ruhlara ferahlık vermektedir.

Unutulmamalıdır ki mükemmellik Allaha mahsustur. İnsanlar kanaat ile mutlu olabilirler. Kusurlara odaklı bir anlayış insanı sonu gelmez bir girdaba sürükleyebilir.

Ayrıyeten Allah’ın(c.c.) Peygamberine(s.a.v.) “Rasûlüm, onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!” ayetleri ile hatırlatmada bulunması, onu konumuz çerçevesinde zihnen ve ruhen rahatlamaya yönelik olarak anlaşılabilir.

İslam’da ibadetlerle kuşatılmış ve dua ie süslenmiş yaşam anlayışı Kul ve Rab ilişkisinin bireylerin içerisine işlemesine sağlamaktadır. Buda İnsanın yaratılmışlığının ve sınırlarının farkına vararak hareket etme bilincinin oluşmasına, gücünün yetmediği ve aşamadığı hususlarda dua ile Rabbine münacat etmesine imkânı sağlamaktadır. Bu sayede, sorunların yeri gelince aşılamasa bile, kenara bırakabilmesine imkân sağlamaktadır. İslam’da Ahirete iman ve dünya hayatının kısa olduğuna dair vurgu ( Bunun unutulması neticesinde insanoğlu olaylara olması gerektiğinden büyük önem verebilmekte. Veya bu durum asıl olana verilmesi gereken öneme mani olabilmektedir.) kenarda bekleyen sorunlarla yola devam etmeyi kolaylaştırmaktadır.

-Modern çağın sorunu Fazla kilolar;

Teknolojik gelişmeler ve endüstrileşme beslenme ve gıda temini problemlerini yanında getirdi. Bu noktada beslenme ile ilgili oluşturulan algı ve bunun yanında Pazara hâkim olmak için ucuz ve albenisi yüksek fakat içeriği kendisinden uzak durulmasını gerektiren ürünlerin (serbest piyasa ekonomisi) satışa sunulması; iki temel problemi, bireysel olarak kaçınılması zor bir halde karşımıza çıkarmaktadır. Bunlardan biri kimyasal içerikli gıdalar bir diğeri de besine zahmetsizce ulaşmak.

Yemek alışkanlığı; tüketim kültürüyle pazarını genişletme politikası izleyen serbest piyasa ekonomisinin, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile algılar üzerinde hâkimiyetini artırması sonucu, büyük ölçüde değişti. Artık yemek hayatta kalmak için gerçekleştirilen bir aktiviteden, bir eğlence aracı halini aldı. Gezilip görülen yerlerin meşhur tatlarına bakmadan oradan geçilemeyeceği, dışarı çıkıldığında ağızların tatlandırılmadan eve geri dönülemeyeceği algısı, çok baskın bir hal aldı. Birçok hususta olduğu gibi bu konuda da; bundan 30 sene önce çok daha mütevazı bir hayat süren insanlık ve (özelde İslam âlemi) izzet, ikram, yedirme ve içirmeye teşvik eden kültür ve anlayışıyla, nasıl bir değişime uğradığını, yani bir tuzağa doğru çekildiğini anlamadan, modern beslenme algısını benimsedi.

Günümüz besinleri içerdiği kimyasallar ile sindirimi ve vücuttan atılması zor bir hal almış durumda. Buda hücrelerde gereksiz birikimler ve sonucunda istenmeyen kilolara sebebiyet vermektedir.

Bir diğer gözden kaçan husus ise besine rahatça ulaşabilmenin bize dezavantaj olarak dönmesi. Eskiden bir yemeğin hazır hale gelmesi için odun toplanması, ateş yakılması, bahçede yetiştirilmek için uzun uğraşlar verilen ürünlerin gene büyük bir zahmetle toplanması ve sonrasında bu ürünün pişirilmek üzere ateşe konulması gerekiyordu. Buda yemeğe ulaşmak için sarf edilen enerji ve her istediğinde ulaşılamayışını bir avantaja dönüştürmektedir.

Günümüzde ise enerji sarf etmeden ve istenildiğinde yemeğe ulaşmak, yemek te ölçüsüzlüğü ve sindirimde problemi beraberinde getirmiş durumda.

O nedenle günümüz yaşam koşulları bireylere yemek alışkanlığı ile ilgili ciddi sınırlar getirmeyi ve besinlerden elde edilen enerjinin tüketimi için planlı aktiviteler yapmayı zorunlu kılmaktadır.

- Koruyucu hekimliğe bakış.

Hâlbuki Peygamber efendimiz (s.a.v) çağlar önce, takipçilerinin zihinlerine yemek ve beslenme alışkanlığı ile ilgili bakış açısını kazımak için, hediye olarak gönderilen doktorları (bugün modern anlamda hastaneleri ) iade edip, iade gerekçesini “biz acıkmadan oturup doymadan katlığımız sürece doktora ihtiyaç hissetmeyiz” diye ifadelendirmişti. Aslen beslenme sağlığı ile ilgili bu ifadelerimiz ve Müslümanların başka birçok problemlerine çözüm arayışları, âdemin oğlu oluşumuz ve verilen sözleri unutuşumuza tevbe sadedinde anlaşılabilir.

Sonuç

Allah (azze ve celle) insanlığa, insanoğlunun sayabileceğinden fazla lütuf ve nimet bahşetmiştir. Rabbimizin (c.c.) ‘in lütuflarının en muazzamlarından biri de sağlığımızdır. Bedenimiz; varlığımızın somutluğunun tezahür makamı ve Allah’ın bize emanetidir. Bunun bir emanet oluşunu; insanoğlunun henüz vücudun ve ruhun fonksiyonları ile ilgili keşfinin devam edişi, her gün kendimiz (vücudumuz ve ruhumuz ) ile ilgili yeni şeyler öğrendiğimiz halde onu tanımayı sonlandıramamamızdan çıkarabiliriz. Bize ait olan bir şeyden haberdar olamamak tezatı, bizi bu dünyada sağlığımızın ( beden ve ruh) sahibi değil, emanetçisi olduğumuzu açıklar niteliktedir. Emanetin nasıl muhafaza edilmesi gerektiğini de, gene emaneti verenin koyduğu kurallar belirler. Bu çerçevede sağlık; genel anlamda vücut fonksiyonlarının işlerliğini en üst sevide sağlamak olarak tanımlansa da, asıl tanım emanetçisi olduğumuz bedenin ve sağlığın sahibinin istekleri doğrultusunda kullanımı, daha doğru bir (tanım) yaklaşımdır. Nasıl Rabbimizin verdiği akıl emanetinin, hiç kullanılmadan tekrar iadesi, bu emanetin en iyi şekilde muhafaza edildiğine dair bir örneklik teşkil etmeyecekse; bedenini ve ruhunu, emanet olarak aldığı asıl sahibinin yolunda hiç yormamış ve incitmemiş bir bireyin de bu emaneti iyi muhafaza etmekle övünmesi beklenemez. Bu konuda kişinin sağlığına önem vermesinin ne anlama geldiğinin Kuran’i bir bakışla yeniden anlaşılması gerektiğini; İstanbul’un fethi için kale burçlarına gelen Peygamberin(s.a.v) güzide sahabesi, Eyüp el Ensari’nin Dökülen kızgın yağlardan kaçarken, mücahitlerin nefsinize zulmetmeyin ayetini terennüm etmeleri üzerine; Onları ikaz ederek O ayetin inzali sırasında orda olduğunu, o ayetin Tebuk seferine katılmaktan imtina edenler için indiğini ve ayetin bu hareketleri ile onların dünyadaki sıkıntılardan kaçarken cehennem azabına duçar olacaklarını söylediğini oradakilere bildirmiştir. Bu örneğin tatil, kafa konforu gibi çağımızın türedi kavramlarının, zihinlerinde kök salmaya başladığı biz Müslümanlar tarafından sağlık, sıhhat, vücut ve emanet konularının yeniden Kuran’i bir bakışla ele alınmasına vesile olacağı kanaatindeyiz.

Bunların yanında hastalığa ve ölüme şaşırmak tan ziyade sağlıklı ve hayatta olmak hayret celbetmeli. Sağlıklı yaşama dair takip edilen beslenme usulleri, spor ve diğer koşullardaki üst seviye bir avantaj gibi gözükse de; insan sağlığını etki eden ve kontrol edilemeyen diğer faktörlerin bunlarla beraber olumlu seyretmesi gerekir ki; insan belirli bir sağlık standardının üstünde yaşamayı veya hayatta kalmayı başarabilsin. Kontrolümüz dışındaki faktörlerin çokluğu ve bunların ekseriyetle, insanın sağlığını korumasına ve hayatta kalmasına dönük, paralel yönde bir seyir takip etmesi hayrete şayan bir durumdur.

Tüm bunlardan sonra, insanlığın bir koruyup kollayan(Allah c.c.) tarafından gözetildiği kabul edilmeli ve bizi gözetip kollayanımıza, teşekkür bilinci ile hayatımızı ve sağlığımızı planlıyor olmalıyız.



[1] Buhârî, “Rikâk”, 1; Tirmizî, “Zühd”, 1, hadis no: 2304; İbni Mâce, “Zühd”, 15, hadis no: 4170; Ahmed b. Hanbel, I, 344, hadis no: 3207.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ