Gazi ÇOBAN
Afv, nedir? (1)
Afv; sorumlulukla bağlanılan, ceza/mükâfat yetkisi ve bunları tatbik edecek kudreti bulunan “Âlî” bir makamı işaret eder. Sorumluluk/tekellüf yoksa yüksekteki makam “afv makamı” vasfına erişmez. Makam-ı afv, aynı zamanda “makam-ı rahmet”tir. Rahmeti/merhameti olmayanın afvı da bulunmaz. Afv sahibi, bunu bir menfaatin celbi/mazarratın def’i için de yapmış olmaz.. Zira bu makam, basitlik ve kirlerden ber’idir. Herkes, her zaman affedilmez, “ilim ve hikmetten” yoksun bir fiil, afv olmaz, mefsedet neşreder. Sürekli, daimi ve her durumda afv, hakiki afv olmayıp, affeden için zillet olur. Afv; bizatihi “ikram” dır ki, “kerim” olandan beklenir. Alacaklının hakkından vazgeçmesi, bağışıdır. Cömert ve “kerim” zat affeder.(2)
Afv sahibi, ma’fuv/affedilen bununla “terbiye” olacak ve “birr”e yönelecekse affeder. Bilakis, öylesi bir afvden, affedilen birey ve toplum için “zulm” neşet eder. Bu husus, afv makamındaki zatın, muhatabını birçok yönüyle kuşatması/ihata etmesini zorunlu kılar.(3). Böylesi “kâmil bir afv”, ancak El Afüvv cc, Cenab-ı Hakk a aittir. Kulların Rahmetten paylarının cüz’i olması gibi, “afv”dan nasipleri de böyledir. Affeden kul, evvelen şu’r etmeli ki, bu amel bir “lütf-i Rahmani”dir ve “şükür” bekler.(4) Affededebildiyseniz, size yakışan, kibirden uzak bir “tevazu” ve “şükran-ı ni’met”dir, “affetmek” de ni’mettir. Sakın“Ene”ye hamletme! (5)
“İnsan tarihi”, “tevbe” ile başlar. Kur’an-ı Kerim de “Halife-insan-beşer” kavramlarının müşahhas tanımını üstlenen, Hz Âdem as’ın anlatıldığı kıssa, temelde “tevbe” konuşunu işler. “Emr-i ilahi” karşısında kulun “yapmadıkları/yapamadıkları” konusunda “Rabb cc “e “dönüş”ün hem keyfiyeti ve hem de mahiyeti, bizatihi Hz Âdem as ile muşahhaslaşır. Bu; “kabul makamı”dır. Zıddında ise, “dönmemeyi/dönmemekte diretmeyi” de İblis a.l. ın şahsında görüyoruz. Ve bu da; “tard makamı” olur.
İrade sahibi kulların, “emr” karşısındaki duruşlarını;
-İtaat
-Muhalefet
-Muhalefet sonrası tavır, olarak üç kısımda değerlendirecek olursak, kıssa-i Âdem as, sadece üçüncü başlıkta yoğunlaşıyor ve tüm kullara şu mesajı sunuyor;
“Kul olarak mükemmel olmayı hedeflemeyin. Sizler bu konuda aciz yaratıldınız. Ki “mükemmellik”, Rabbu-l Âlemin cc den başkasına da yakışmaz. Aksi iddia, “huzur-i ilahi” de bi-edebdendir. Kul, “emr” karşısında itaat için cehd-ü gayret içinde olmalı ve bilmeli ki “hududullah” içinde bulunmak, ancak, El Muin cc in inayetiyledir. Öyleyse bunu, O’ndan cc istemelidir. (6)…Filvaki, bir hata ve günahla amel ederse, vakit kaybetmeden, süratle tevbe etmeli. İhlasla dönerse, Rabb Teâla’yı cc Tevvab-Afüvv-Ğafur-Rahim olarak bulacaktır.”
Afv; Cenab-ı Hakk ın, cezalandırma kudreti olmasına rağmen rahmetiyle hatanın karşılığı olan cezadan vazgeçmesi(7), afv nimetinin şükre yönlendirmesi için kuluna iyilik kapılarını açması(8), günahın izlerini kulun kitabından ve hafızalardan silivermesi, böylelikle kulunu lütf-ü keremiyle hesab anındaki mahcubiyetten de kurtarması (9), kulu hatalardan muhafaza için, üzerindeki bazı yükleri kaldırması (10), zorluk anında sorumluğunu hafifletmesi (11), hakkı olan bir şeyden vazgeçip lütf-ü keremiyle bağışlaması gibi anlamlara gelir. Makbul bir tevbenin arkasından mükerrem bir afv, kulu çoğaltır, arttırır. İhsan ve birr’e dair güzelliklerle gelir afv. Fazlalıklar/kirletici vasıflar eteklerden yavaşça dökülür, kul, çoğalır.(12)
Ve insan, “melek” değildir. Masumiyet; Cenab-ı Hakk ın, rasulleri hakkında verdiği bir hükm. Hayatımızın bir safhasında büyük/küçük, “emre muhalefet”le yüzleşeceğiz. Bunun aksi olan “günahsızlık”, bizden beklenilen bir şey değil. Öyleyse, “muhalefet sonrası tavır” anında ne yaptığımız, hangi makamda ağırlanacağımızla alakalıdır; “kabul veya tard”…Âdemce ya da İblisce. Rabbe cc muhalif olmanın hakikatteki yerini, İblis temsil ediyor. En büyük düşmanımız; o.
Nefsi ve şeytanı bilmeden, Rabbimizin muhafazası da olmadan, “hududullah” içinde kalamayız. İnsanın, şeytanın her fısıltısına kulak kabartan bir nefsi vardır ki, ancak Rabb-i Rahim in terbiyesiyle “rüşd ve hidayet yoluna” revan olur.
Gelin, afv konusunu daha iyi anlamak adına, “günah” hakkında “şeytan-nefs” kardeşliğinin izlerini sürelim…
-İlim
Hududullah; Allah’ın cc mer’asının sınırlarıdır. Kullar için, sınırı geçmek ihtiyar/özgürlük- söz konusu olmaz. Sınırın ötesi “fısk” dır.(13) (Fısk işleyen kişiye fâsık denir. Kur'an'da günah zenb, ism, hatıe, cürm ve cünah/harac gibi terimlerle ifade edilir. Fâsık; İslâm dini terminolojisinde günahkâr demektir). Sınırın iç tarafında, kesin hatlarla çizilmemiş flu bir alan daha vardır ki burası; “şübheli alan”dır. Burayı geçen, kendisini sınırda bulur. (sınırı aşmamak; takva-şübheli alana yaklaşmamak; ver’a dır).Bu alanlar hakkında “sahih bilgi”ye sahip olmak, korunmak/ittika için elzemdir. Sınır belirsiz ise, taşmak kaçınılmaz olur. Şeytan ilk hamlesini bu aşamada yapar; kulun “sahih bilgi”ye ulaşmamaması için araya engeller koyar. İlmihal/fıkıh bilgisinin ehemmiyeti, burada ortaya çıkmaktadır. Sahih ilme sahip olamayanlar, şeytan için en kolay “av” dır. Onlar, haddi/hududu aştıklarında dahi bunu hissedemezler.
-Gurur
İlim sahipleri için de şeytanın bir stratejisi vardır; gurur. Azıcık ve küçük kaçamakların, Allah cc indinde ma’zur ve masum olduğu fikrini ortaya atar. Afv, mağfiret ve rahmetin “sınırsızlığı!” vurgusu, ilim sahiplerin de bile etkili yol olabilmekte. “sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah'ın affına güvendirerek aldatmasın.”(14)
-Ümidsizlik
Her nasılsa bir şekilde gafletin kuşattığı “zalim nefs”, şeytanı sevindirse de, onu zafer sarhoşluğuna sokmaz ve endişeyle bekler ki kul afv”e yönelemesin. Bu aşamada etkin saldırı; kula, “afvın” ya “gereksizliği” ve ya da cürmün büyüklüğüne istinadla “ümitsiz vak’a” olduğu vesvesesidir.(15) “De ki: Ey kendi aleyhlerine haddi aşmış kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”
-İhya
Şayet Cenab-ı Afüvv, rahmet-i keremiyle, biçare kulun avucuna “tevbe kelimelerini” akıtmış ve “afv kapılarını” da açmışsa, bu; İblis’in elindeki bütün balonların patlaması demektir.(16) “Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti boldur.” Allah Teâla afviyle kulunun ölü kalbini yeniden diriltir/El Muhyi cc. Geçmişin, kulun ayaklarına dolanmasına mani’ olur /El Mani’cc.
Hz Âdem’in as yasak meyveden yemesiyle birden ümitlenmişti ki El-Afüvv cc nün afvıyla tekrar yıkıldı. Ben-i Âdemin afvedilişi, İblis’i her seferinde bir kez daha kahreder. Bunun içindir ki bir kul vebal yüklendiğinde onu, hemencecik bırakmaz. Afva yönelmemesi için türlü barikatlar kurar, nöbette bekler.
Kendisinin Rabb Teâlâ tarafından affedilmesini arzulan kul, kendisi de başkalarını affedici olmalıdır.
“Bir de içinizden fadl-ü vüs'at sahibi olanlar karabet sahiblerine, miskînlere ve Allah yolunda muhacirlere vergisini vermekten kusur etmesin ve afvetsin, aldırmasın, Allahın size mağrifet etmesini arzu etmez misiniz? Allah gafurdur rahîmdir” 24/22
“Bir hayrı açıklarsanız veya gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz, şüphe yok ki Allah Teâlâ affedici ve çok kudretlidir..” 4/149
Afv; Kitab-ı Kerimin medhettiği bir fiildir. Allah Teala, kullarının “affeden” olmasını sever.(17) “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” Hatta affedenleri “affedilme” nimetiyle müjdeler. Affedenin rızayı gözetmesi halinde, affedilenden gelen “mazarrat”a karşı yardımıyla yetişeceğini va’dediyor.
“Ey Allah'ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin beni affet de' buyurdu." (Tirmizi 3742)
Bu konuda tevhid tarihinden müstesna bir misal sunuluyor. Hz Yusuf un as, Mısıra hükümdar olduktan sonra kardeşlerini affetmesi, hatta mahcub olmamaları için yaptıkları münkeri şeytana izafe etmesi, Rasul-i Kerim as hayatında öylesine iz bırakıyor ki, Mekke’nin fethi günü, mütevazı bir edayla aynı sözler dökülüyor müşfik dillerinden;
“Bugün ben de sizlere, Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi diyorum:
“…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.” 12/92. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu.
“İmdi, Allah Teâlâ'dan bir rahmet sebebiyledir ki, onlara yumuşak davrandın ve eğer sen çirkin huylu katı yürekli olsaydın, elbette etrafından dağılırlardı. Artık onları affet. Onlar için istiğfarda bulun. Ve onlar ile emr hususunda müşavere yap. Sonra ettiğin zaman da Allah Teâlâ'ya tevekkül et. Şüphe yok ki Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever” 3/159
Tüm uyarılara rağmen okçular tepesini terk edip onlarca sahabenin şehadetine sebep olanlara karşı, en ufak bir “sızlanma”da bulunmayan Efendimiz sav, medh-u Rabbaniye mazhar kılınmıştır. Ayet, bu vakı’a hakkında nazil olmuştur.
Allah Teâla bir kez de Hz. Ebubekir'in şahsında mü'minlere affetmeyi öğretmiştir:
Hz Aişe ra ya yapılan iftiraya, münafıkların yanı sıra birkaç müminde sessiz kalmışlardı. Mıstah isimli şahıs, Hz. Ebubekir'in kızı Hz. Aişe ra. hakkında atılan iftira ve söylentileri dinlemiş, bu duruma karşı çıkmak yerine gülümsemiştir. Hz. Ebubekir, akrabası olan bu şahsa, fakir olduğu için öteden beri destek olmakta, onun ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Hz. Ebubekir, kızına yapılan iftira olayında Mıstah'ın da yer almasından sonra ona karşı öfkelenmiş ve bir daha ona yardım etmeyeceğine dair yemin etmiştir. Mıstah'ın zor durumda kalması üzerine aşağıdaki ayet nazil olmuştur:
"Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere bir şey vermemeye yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah bağışlayan ve esirgeyendir." 24/22.
Ayetle, bazı kusurlarından dolayı gözetime muhtaç kimseleri destekten yoksun bırakmanın uygun düşmeyeceği belirtilmiştir. Mıstah gibi hata işleyenlerin bağışlanmasının, ilahi bağışın ortaya çıkmasına vesile olacağı vurgulanmıştır.
Hz. Ebubekir ayetteki bu mesajları öğrendiğinde, Allah'tan bağışlanma dilemiştir.
Derhal Mıstah'ı affetmiş, Allah'ın bu konudaki emrine tam bir bağlılık ve kararlılıkla uymuş, eskisi gibi yaptığı yardımlara devam etmiştir. Burada şunu belirtmek gerekir ki, ayetin mesajı, olayın geçtiği zaman ve olay içinde yer alan şahısla da sınırlı değildir
Öldürülen kimsenin yakınlarının, katili affetmeleri zor bir tercihtir. Buna rağmen Yüce Allah, maktulün yakınlarına katili affetme seçeneğini kullanma hakkı tanımıştır:
“Ey mü'minler! Maktuller hakkında sizin üzerinize kısas farz olmuştur. Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas edilir. Fakat hangi bir katil için kardeşi tarafından bir şey affedilirse ma'ruf olan emre ittiba etmeli ve ona da (diyeti) güzellikle edada bulunmalıdır. Bu Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık bundan sonra kim haddi aşarsa onun için elîm bir azap vardır.” 2/178
Saldırıya maruz kalan birey ya da veli, kısası diyete çevirebilme hakkına sahip oldukları gibi, tamamen affetme yetkisine de sahiptirler.
Ayette maktulün veya velisinin katilin “kardeşi” olarak nitelenmesi, katil ile maktul arasındaki insanlık, vatan ve din kardeşliğinin devam ettiğinin hatırlatılması, özellikle maktulün yakınlarının kalbinde katile karşı bir şefkat uyandırma amacına yöneliktir.
Ayet, insani, ahlaki ve toplumsal bir mana derinliği içerisinde veliyi katili affetmeye teşvik ve özendirme amacı taşımaktadır. Hayat devam etmekte, mescidde, cihadda yan yana olmaya devam edecek bir kardeşlik köprüsü, ancak böyle kurulabilirdi. Gaye; salt “adalet” olsaydı, köprüye ihtiyaç da olmazdı.
Gerçek manada samimi bir afv, kötülük yapanla mağdur arasındaki düşmanlığı, soğukluğu kaldırır. Taraflar yeniden birbirine dostça, samimi, alçakgönüllü, fedakârca bir anlayışla yaklaşmaya çalışır. Affetmek, insanlar arasında bozulan ilişkileri yeniden yoluna koyar.
“Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir” 2/199
Cafer-i Sadık, ayet hakkında şöyle der:
“Kur’an’da “mekarim-i ahlak”ı/içinde tüm güzellikleri barındıran ahlak- kurallarını ifade eden ayet, budur.”
Ayetin işaret ettiği ahlak manzumesini ister bir süreç ve isterse bir bütünsellik içinde anlayalım, kula kattığı ahlaki değerlerin bahası yok…
-Affet! Bu; senin için bir felah vesilesi olsun…
-Affetmekle kalma, tut ellerinden, o da felah ersin…
-Bunlar zor işler, cahillerin seni bundan men’ine müsaade etme!
Ebû Kebşe ra ’den rivâyet edildiğine göre, Rasûl-i Ekrem -sav- buyurdular:
“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah hakkına söylerim: Üç şey vardır ki, yemin etme îtiyadında olsaydım bunların gerçek olduklarına yemin ederdim:
-Sadaka olarak verdiğiniz şey malı eksiltmez. Sadaka verin.
-Uğradığı haksızlığı Allah rızâsı için bağışlayan bir kimsenin de kıyamet günü Allah katında izzet ve şerefi çoğalır.
-Dilencilikten bir kapı açana da Allah teâlâ ihtiyaç kapısı açar.” (Tirmizî)
Psikolog gözüyle afv;
“Gerçek bir affediş göklerden gelen bir bağıştır, ilahi alanın beşeri alana bir temasıdır, mucizevi ve ilham vericidir.”(18)
Ve tabi ki en mümtaz makamda/miracda, müşerref bir hediyenin hatmi, müstesna bir dua ile kapanıyor:
“ve bizi afv eyle (Ya Rabbena), mağfiret eyle ve rahmet eyle!” 2/286
Fihrist
1-Afv; sözlükte, “bir şeyin izini izale etmektir. "Gufran", örtmeye: "Afv", ise silmeye, yok etmeye işaret eder.
Avfın bir manası da "atiyye ve bağışı bol" demektir, denilmiştir. Onun için "Hafa male fülanin", "falancanın malı bol oldu" denilir.
Avf, lügatta saf, helal ve temiz manasına gelir. Bir manası da fazlalık ve artık demektir.”
Ali osman Tatlısu; “Üzerinde hiç bir leke bulunmayan demektir. Allah’u Azim Şanın afvı o derecededir ki günahı tertemiz kılıp paklar ve ondan hiç bir iz bırakmaz”
Ali Büyükçınar İstilahda ise; Afv, günâhların izlerini silip bütün bütün yok etmektir. Mağfiret, sâdece günâhların üstüne bir perde çekmektir. Onun için afv, mağfiretten daha ileridir. Mağfiret günâhları örtmekten ibaret olduğuna göre, günâh yerinde duruyor demektir, yalnız açık değil... Fakat afv tamâmiyle günâhları silmek mahv ve izâle etmektir.
Ali Osman Tatlısu; “El Afüvv cc; insanların günahlarını kendilerinde sorumluluk kalmayacak şekilde affeden. Konuyla ilgili naslar ışığında ilâhî afv, Allah'ın kullarına ait günahların izlerini tamamen silip yok etmesi, Kirâmen Kâtibine bunlarla ilgili kayıtlarını sildirmesi, kıyamet günü affettiği günahlardan ötürü insanlara hesap sormaması, hatırlayıp mahcup olmamaları için de bunları kullarına unutturması şeklinde yorumlanmıştır. . Fahreddin er-Râzî, s. 339-341; ayrıca bk. Suat Yıldırım, “Afüv”, DÎA, I, 442.
Metin yurdagür; “Günahları imha edip sahibini cezalandırmaktan vazgeçen."
Alaaddin Başar; “Bu, günahları mahveden, masiyetlerden geçiverendir. Bu itibarla bu isim Gafur ismine yakındır. Ancak şu farkla; Gafur'dan çok mana ifade etmektedir. Çünkü Gufran, günahları örtüvermek demektir, Afv ise günahları kökünden kazımaktır. Bir şeyi kökünden kazımak, o şeyi örtmekten daha iyidir, tabii”
İmam Gazzali; “El Afüvv; kul hakkında cezalandırmayı gerektiren bir iş vacip olduktan sonra, bunu iptal edendir.”
İbn Arabi; İhsanı fazla, cezalandırması az olandır.
2- 2/237 “Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.”
3- 42/25 “Hem odur ki o, kullarından tevbeyi kabul eder ve kabahatlerden afiv buyurur ve her ne yaparsanız bilir.”
4- 3/159 “Sen (o zaman), sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın”. /Uhud gazvesindeki okçular hakkında..
5- 3/159 “Sen (o zaman), sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet, onlar için Allah'dan mağfiret dile. (Yapacağın) işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.”
6- 1/5 “Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.”
7- 42/25-30
“Hem odur ki o, kullarından tevbeyi kabul eder ve kabahatlerden afiv buyurur ve her ne yaparsanız bilir/25
Ve iman edip salih ameller yapanlara icabet buyurur, fazlından onlara ziyade de verir, küfredenlere gelince onlara şiddetli bir azâb var./26
Bununla beraber Allah kullarına rızkı bol bol seriverse Arzda azar ve taşgınlık ederlerdi./27
Ve lâkin dilediği kadar bir mıkdar ile indiriyor, şübhesiz ki o kullarına habîrdir basîrdir./28
Ve öyledir ki o, ümidi kesmişlerken feyz indirir ve rahmetini neşr eder, o öyle veliy öyle hamîddir./29
Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder../30”
8- 2/52 “Bundan sonra şükredesiniz diye Biz sizi affettik.” /Ben-i İsrailin buzağıya tapması hakkında..
9- Fahreddin er-Râzî, s. 339-341; ayrıca bk. Suat Yıldırım, “Afüv”, DÎA, I, 442.
10- 5/15 “Ey Ehl-i kitap! Kitaptan (Tevrat’tan) gizlediklerinizin çoğunu size beyan eden,bir çoğunu da yüzünüze vurmayarak affeden Resulümüz size gelmiş bulunuyor. İşte size Allah tarafından bir nûr ve hakikatleri açıklayan bir kitap geldi.”
11- 4/43 “Ey mü'minler! Siz sarhoşlar olduğunuz halde ne söyleyeceğinizi bileceğiniz ana kadar ve cünup olduğunuz halde de (yolcu olmak müstesna) gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayınız. Ve eğer siz hasta veya sefer halinde olursanız veya sizden biri ayakyolundan gelir de veya siz kadınlara dokunur da su bulamazsanız o zaman temiz bir toprak ile teyemmüm ediniz. Yüzlerinize ve ellerinize mesheyleyiniz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ affeden ve mağfired edendir”
12- 7/95 “Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik, nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.» dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.”
13- “Fısk işleyen kişiye fâsık denir. Kur'an'da günah zenb, ism, hatıe, cürm ve cünah/harac gibi terimlerle ifade edilir. Fâsık; günahkâr demektir.
14- 31/33 “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Öyle bir günden çekinin ki o gün hiçbir baba evladına asla fayda veremez, evlat da babasına fayda sağlayamaz. Allah’ın vâdi elbette gerçektir. O halde sizi dünya aldatmasın ve çok hilekâr şeytan da/Ğarur- sizi Allah ile aldatmasın, Allah’ın affına güvendirmesin!”
15- 39/53 De ki: «Ey kendi aleyhlerine haddi aşmış kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayandır, çok rahmet edendir.»
16- 2/37 “Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti boldur.”
17- 3/134 “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”
18- Affetmekle yüzümüzü geleceğe döner, geçmişin zindanından kendimizi azat ederiz. Affetmek yanlışı geçmişe yerleştirir ve geleceği onun etkisinden kurtarır. Genişler gelecek. Affetmek unutmak değil, sadece mütecavize duyulan öfke ve hıncın içimizden geçip gitmesine izin vermektir. Gerçek bir affediş göklerden gelen bir bağıştır, ilahi alanın beşeri alana bir temasıdır, mucizevi ve ilham vericidir. Unutamadığımızı affederek yeni bir biçimde hatırlarız, geçmişin zindanından geleceğin umuduna çıkarız. Affetmek, takatimiz yettiği halde misilleme yapmamaktır. Âmâ her şey affedilemez. Onarılamaz, telafi edilemez, anlaşılamaz kötülükler vardır. Affetmek kitle kıyımlarında, çocukları yakan bombalarda, ölüm kamplarında can vermiştir. İnsanlığa karşı işlenen bir suçu affetmek, yine insanlığa karşı başka bir suç işlemektir. Affetmek kolay mı? Hayır, çok zor. Affedilenin de affı hak etmesi, onu kazanması gerek. Şartsız affediş Allah'a mahsus. Affa layık olabilmek için samimi bir özür ve tövbekarlık gerek. Yarın aynı durumda olduğunda, bu cürmü işlemeyecekse, gerçek bir pişmanlık vardır. Bir özür, ne kadar samimi olsa da verilmiş hasarı geri döndüremez. Ama iyileşme tam da burada başlar. Özür, kurbanın haklı olduğunu teslim etmekle, onu kötülüğe maruz kaldığı edilgen bir rolden çıkarıp bağışlayıp bağışlamamaya karar vereceği etkin bir role yükseltir./Kemal Sayar