Orhan ÇOLAK
“Ey Âdemoğlu! Sen günlersin. Bir gün geçince bir parçan da gidiyor demektir.” Böyle dediği rivayet edilmiştir Hasan Basrî hazretlerinin. Tabiin nesli içinde kendisinden sonraki tüm ilim gelenekleri için bir yol gösterici olan bu büyük insanın, zamanın değeri hakkında söylediği bu hikmetli söz, takip eden asırların İslam büyükleri tarafından da titizlikle gözetilen bir ilkeye işaret etmektedir. Bu ilke; insana verilen en değerli nimetlerden birisi olan zamanın kadrinin kıymetinin idrak edilmesi hususudur.
Bu yazı vesilesiyle yapıp ettikleriyle tarihimizde seçkin konumları olan İslam âlimlerinin zamana verdikleri değeri gösteren bazı yaşantı örneklerini, Halepli âlim Abdülfettâh Ebû Gudde tarafından kaleme alınan bir eser üzerinden paylaşmaya çalışacağız.
Yazar kitabın ilk sayfalarında, aktaracağı bilgilerin âlimlerin vefat tarihlerine göre sıralı bir halde düzenlendiğinden bahsederek buradaki niyetinin ulemanın zaman konusundaki dikkatlerinin nesiller boyunca devam ettiğini göstermek, bu hususta bir süreklilik bulunduğunu ortaya koymak olduğunu belirtmektedir (s.36)
Zamandan bahsediyorsak şu çokça bilinen hadis-i şerifi zikretmeden söze başlamak olmaz. Buhâri’de geçen hadis-i şerife göre Rasûl-u Ekrem’in (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İki nimet vardır. İnsanların çoğu bunlar(ı değerlendirme)de aldanmıştır. Sıhhat ve boş vakit.” Kişisel deneyimlerimiz ya da çevremizdeki insanların da zaman zaman itiraf ettikleri deneyimler ışığında bu iki şeyin varlarken değerini yeterince bilmediğimiz ama elimizden kayıp gittiklerinde hayıflandığımız nimetler olduğunu açıkça görüyoruz. Bu nedenle zamanın kıymetini idrak eden alimler günlerini hassasiyetle planlamışlar, her zaman dilimini dikkatle değerlendirmişlerdir.
İlk aktaracağımız örnek İmam Mâlik’le ilgili: Abid zatlardan Abdullah el-Umerî, İmam Mâlik’e mektup yazarak insanlardan kopmaya, ibadete yoğunlaşmaya ve ilimle meşguliyetten uzaklaşmaya teşvik eder. İmam Mâlik ona cevaben şunu yazar: “Allah Teâlâ rızıkları taksim ettiği gibi amelleri de taksim etmiştir. Bazı insanların gönlünün inşirahı namazla olurken oruçla olmaz. Bazısınınki de oruçta olmaz da sadakada olur. Bir başkasınınki de namazda olmaz da cihadda olur. İlim yaymak ve öğretmek ise en hayırlı amellerdendir. Ben, Allah’ın bana gönül inşirahı verdiği bu işten hoşnudum. Benim yaptığım işin sizin yaptığınızdan daha aşağıda olduğunu düşünmüyorum. Her birimizin kendi işinde hayır ve iyilik üzere bulunduğunu düşünüyorum. Bu nedenle her ikimizin de kendisine taksim edilmiş işe râzı olması gerekir.” (s. 41) Buradan anlıyoruz ki geçen zamanı bereketli kılmanın yolları insandan insana değişir. İnsanların farklı farklı yaratılmalarının, meyil, mîzac ve kâbiliyetlerinin çeşit çeşit olmalarının gereği her insan için vakti değerli kılmanın biçimi farklılaşır.
Bir diğer örnek kendisi de çok velûd bir âlim olan İmam İbnu’l-Cevzî(597/1201)’nin şu sözleridir: “İnsan sağlıklı olabilir ancak geçimiyle meşgul olduğundan boş olmayabilir. Keza çalışmaya ihtiyacı olmamakla birlikte sıhhati yerinde olmayabilir. Ancak her ikisi de insanda bulunur da tembellik onu ibadetten alıkoyarsa o insan aldanmış olandır. [...] Boş vaktin ardından meşguliyet, sıhhatin ardından da hastalık gelir. Hastalık olmasa da sıhhatli dönemin ardından sadece yaşlılığın gelmesi bile yeter.” (s. 50) O halde sıhhatimiz yerindeyse ve meşguliyetimiz de yoksa önemli gördüğümüz işlere girişmeyi bir başka zamana ertelememeliyiz. Yaşlılık diye bahsedilen dönem de aslına bakılırsa, yine bir âlimimizin hârika tarifiyle, ölüm hastalığıdır. Sıhhatimizin yerinde olduğu, maişetimizi kazanmak için çalışmakla meşgul olmadığımız ihtiyarlık öncesinin zamanlarını iyi değerlendirmeliyiz. Genç ve dinç olduğumuz yıllar sayılıdır. İmam Ahmed ibn Hanbel bu hususta şöyle diyor: “Gençliği, gömleğimin yenindeyken düşüveren bir şeye benzetirim.” (s. 227)
Zamanın değerini bir başka açıdan İmam İbnu’l-Kayyım ise şöyle ifade eder: “En değerli ve en faydalı düşünce ve fikir, Allah ve ahiret günü için olandır.[...] Arif kişi vaktinin insanıdır. Onu zayi edecek olsa tüm kazançları zayi olur. Çünkü tüm kazançlar vakitten doğar. Vaktini zayi eden ise asla bir daha onu elde edip telafi edemez.” (s. 58) Şu cümleleri de İmam Şafiî’nin söylediği rivayet edilmiştir: “Sufilerle arkadaşlık ettim. Onlardan sadece iki cümle istifadem oldu. Birincisi, ‘Vakit kılıç gibidir, sen onu kesmezsen o seni keser.’ İkincisi, ‘Nefsini hak ile meşgul et yoksa o seni bâtıl ile meşgul eder.’” (s. 58)
Âlimler Önce-An-Sonra ya da Geçmiş-Şimdi-Gelecek hakkında takınılacak tavrın ne olması gerektiği hususunda birbirleriyle benzer şeyler söylemişlerdir. Dün, yaşanmış olan, geçmiş, artık geçip gitmiştir. Pişmanlıklarla ya da nostaljiyle geçmişe takılıp kalmamalıdır. Gelecek ise henüz gelmemiştir ve bizim için geleceği de bize meçhuldur. Ân’ı yaşamalıdır. Bu başlık altında çok güzel sözler söylenmiştir. Şu cümle Hasan Basrî’den: “Dünya üç gündür: Dün içindekilerle beraber geçip gitti. Yarına gelince, muhtemelen sen ona yetişemeyeceksin. İşte bu gün senin günündür. Onu değerlendir.” (s. 63) Bir başka rivayet: Hasan Basrî’den rica edildi: “Dünyayı bize tanımlar mısın?” O da şu cevabı verdi: “Dün öldü. Bu gün amel zamanı. Yarın da bir emeldir.” (s. 203)
Vakti dolu dolu yaşamaya olan hırsları açısından da ulema örneklik oluşturmaktadır. Öğrencisi [Hammâd ibn Seleme hakkında] şöyle diyor: “Hammâd ibn Seleme’ye yarın vefat edeceksin dense bile ilâve olarak yapacak bir ibadet bulamazdı.” (s. 68) Hasan Basrî şöyle demiştir: “Öyle insanlar gördüm ki sizlerin dirhemler ve dinarlara karşı hırsınızdan daha ziyade yaşadıkları vakitlere karşı hırslı idiler.” (s. 63)
“Ebûbekir ibn el-Hayyât en-Nahvî her vakit ilimle meşgul olurdu, yolda bile. Muhtemelen ya uçuruma düştü ya da bir hayvan kendisini çiğnedi.” (s. 93) Trajik bir sonla biten bu örnek, günümüzün cep telefonu ile meşgul olurken deniz düşen ya da aydınlatma direğine toslayan kişilerin durumunu hatırlatıyor. Sonlar benzer olsa da sebepler ne kadar da farklı. Biri onlayn olma bağımlılığı nedeniyle felakete uğruyor diğerinin acılı sonuna ilim tutkusu neden oluyor.
Fudayl ibn Iyâd’ın söylediği rivayet edilen şu cümle ise her halde bu konuda titizliğin doruk noktasını olsa gerek: “Cumadan cumaya konuştuğu kelimeleri sayan insanlar biliyorum.” (s. 112)
Zamanının kıymetini müdrik insanların benimsediği ilkelerden biri de atasözü haline de gelen bu günün işini yarına bırakmamak prensibidir. İmam Şafiî’nin bu hususta şunu söylediği rivayet edilir: “Yönetici olmadan önce fıkhı öğren. Çünkü yönetici olduğun zaman fıkıh öğrenmeye yol kalmaz.” (s. 227) Bir başka rivayetse Hz. Ömer Efendimizle ilgili: Ebû Ubeyd Kâsım ibn Sellâm, Hasan Basrî’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş’arî’ye şu mektubu yazdı. İmdi, iş yapabilme gücü, bugünün işini yarına ertelememendir. Lakin tersini yaparsanız işler peş peşe gelip yığılır. Bu sefer de hangisinden başlayacağınızı bilemezsiniz. Fırsatı kaçırmış olursunuz.” (s. 61)
Ulemanın zamanlarını iyi değerlendirebilmek için benimsedikleri yöntemler vardı. Örneğin zamanı bölümlere ayırıyor her bölümde istikrarlı olarak farklı bir işle meşgul oluyorlardı. Bir diğeri işlerini önem derecelerine göre önceliklendirmeleri bir öncelik sıralamasına göre işe koyulmalarıydı.
İmam Şafiî’nin öğrencisi anlatıyor: “Şafiî geceyi üçe taksim ediyordu. İlk üçte birde yazıyor. İkincide namaz kılıyor, üçüncüsünde uyuyordu.” (s. 74)
Önceliklendirme hususunda ise şu örnekler güzel; İmam Ebû’l Hasan el-Mâverdî şöyle diyor: “Bilginler, ilgilerini yazıyı güzelleştirmeye yöneltmemişlerdir. Çünkü böyle bir durum onları ilimden alı kor, ilim üzerinde yoğunlaşmaktan uzaklaştırır. Bundan dolayıdır ki âlimlerin yazılarının çoğunlukla kötü olduğunu görürsün. (Güzel) yazma işini sadece kadılıktan hoşlananlar yapar. (Çünkü kararlarını rahat okunabilir güzellikte yazmaları gerekir.)”
Menâkibu’l-İmâm Ebî Hanîfe isimli eserde geçmektedir: “Vekî’ ibn el-Cerrâh anlatıyor: Bir adamın Ebû Hanîfe’ye, ‘Fıkıh alanında ezber yapmak için nereden yardım alınmalı?’ diye sorduğunu işittim. Ona dedi ki: ‘Bütün ilgiyi ona vermekten.’ Bu sefer ben sordum: ‘Bütün ilgiyi toplamak için nereden yardım alınmalı?’ ‘Başka şeylerden ilgiyi kesmekten.’ yanıtını verdi. ‘Başka şeylerden ilgiyi kesmek için nereden yardım alınır?’ diye sorduğumda da, ‘Bir şeyi sadece ihtiyaç anında almak daha fazlasını almamaktan.’ cevabını verdi.” (s. 184)
Buraya kadar, geçmişin güzel örneklerinden bahsettik hep. Zamanlarını dolu dolu geçiren geçmişin seçkin insanlarından bahsettik. Menfi örneklere bakalım bir de. İbnu’l-Cevzî anlatıyor: “Çok insanlar gördüm. Bunlar hayatın manasını bilmiyorlar. Bunların bir kısmına Allah Teâlâ yeterli mal vermiş, maişet için çalışmaya muhtaç bırakmamıştır. Fakat onlar, günün çoğunu çarşılarda oturarak geçirip insanları seyrederler. Üzerlerinden nice kötü iş ve fiil geçip gider. Bazıları da satranç oynamaktan uzak durmaz. Bir kısmı da sultanlara, pahalılığa, ucuzluğa ve diğer şeylere dair haberlerle zamanlarını boşa geçirip giderler. Buradan da anladım ki Allah Teâlâ ömrün kıymetini, sıhhat ve afiyetle geçen vakitlerin ne kadar önemli olduğunu, sadece kendilerine ilham edip öğrettiği kimselere ikram etmiştir.” (s. 111) “Çarşılarda oturmak”la AVMlerde boş boş dolanmak, “satranç oynamak”la, beyni sulandıran bilgisayar oyunlarını saatlerce oynamak, “sultanlara, pahalılığa, ucuzluğa ve diğer şeylere dair haberlerle zamanlarını boşa geçirmek”le, kısır politik tartışmalar, futbol dünyasının sonu gelmez polemikleri ya da magazin dünyasının dedikodularını kıyasladığımızda toplumun kâhir ekseriyeti açısından günümüzde daha beter halde olduğumuzu tahmin edebilirsiniz. Yine geçmişe ait sevimli bir boşa geçen zaman eleştirisi: “Uzun geceleri dahi boş boş konuşma veya içinde aşk şiirleri ile hikâyeler bulunan kitapları okumakla geçirirler, uzun günleri de uykuyla. Ya Dicle’nin kenarındadırlar veya çarşılarda.” (s. 108)
Yazımızı, zaman kullanımı ile ilgili uygulamaya dönük bazı tavsiyeler sıralayarak bitirelim. Bunun için, bana hep soğuk ve ruhsuz gelmiş “kişisel gelişim” kitaplarından birine değil, sıcak ve babacan üslubuyla Ord.Prof.Dr. Ali Fuad Başgil’e kulak verelim:
• Çalışmak için uygun yer ve saat bekleme. Bil ki, her gün ve her saat çalışmanın en uygun zamanıdır.
• Çalışmak için uygun yer ve köşe arama. Bil ki, her yer ve her köşe çalışmanın en uygun yeridir.
• Bir günde ve bir zamanda yapman gereken bir işi ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi gibi, işi de kendine yeter.
• Bir zamanda yalnız tek bir iş yap, yalnız bir ders, bir kitap, hatta bir bölüm üzerinde çalış. Ta ki dikkatin ve kuvvetin yayılıp zayıflamasın. Bir zamanda birden fazla iş yapayım diyen, hiç birini tam ve temiz yapamaz.
• Başladığın bir işi (bir dersi, bir kitabı, bir vazifeyi) yapıp bitirmeden başka bir işe (derse, kitaba ve vazifeye) başlama. Yarıda kalan iş başlanmamış demektir.
• Bir günün işini bitirdikten sonra ertesi gün ne iş yapacağına karar verir. Yahut hiç olmazsa çalışmaya başlamadan evvel, hangi iş üzerinde çalışacağını düşünüp kararlaştır ve çalışmaya bu kararla otur.
• Bir işe başlamadan evvel o işi en kısa zamanda, en kolay ve en temiz bir şekilde nasıl yapmak, nasıl öğrenip etüt etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla.
• İşinde rastladığın bir güçlüğü ilk önce parçala. Her parçayı birer birer ve sıra ile yenmeye çalış.
• Hasta ve yorgun değilsen tatil aylarında bile yavaş ve az da olsa çalış ki çalışma alışkanlığın körlenmesin ve tekrar çalışmaya koyulmak için zahmet çekmeyesin.
• Bir iş üzerinde yorulursan dinlenmek için işini değiştir ve çalışma hızını yavaşlat. Fakat dinlenme bahanesi ile asla boş oturma. Boş oturanın içi işlemeyen demir gibi pas tutar.
• Gece yatağına yattığın zaman, o gün ne yaptığını ve yarın ne yapacağını kendine sormadan uyuma.
• Yaşlıların tecrübelerinden faydalan ve tecrübe edilmişi yeniden tecrübeye kalkışma, ta ki pişman olmayasın.
KAYNAKÇA
Zamanın Kıymeti, Abdülfettâh EBÛ GUDDE, Otto Yayınları
Gençlerle Başbaşa, Ali Fuad Başgil, Yağmur Yayınları