İslam' ın kadına dönük yaklaşımları ve bu yaklaşımların üzerine bina edilen uygulamaları iki asır boyunca modernizmin saldırılarına maruz kalırken, Müslümanlar bu saldırılar karşısında çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmişlerdir
Giriş
Dünya küreselleştikçe dünyayı küreselleştirenlerin değerleri de küreselleşiyor. Batı da aydınlanma ile başlayan, hayatı yeniden anlamlandırma mücadelesi, bugün artık had safhaya varmış ve tekrar yeni bir aşamanın önünde durmuştur. Artık bundan sonra insanlık —önelde de Müslümanlar küresel dünyanın egemenlerine ve onların değer yargılarına ya teslimiyetlerini ilan edecekler veya hayatı yeniden mutlak hakikat ölçüleri içerisinde —Karan ve Sünnet temelli inşaya girişecekler.
Bu inşa süreci, bedeli ağır ve faturası kabarık bir süreçtir. Bu ağır bedeli ve kabarık faturayı göze almak, akide ve amel donanımı zayıf, kolaycılığı esas almış ve ilkeleştirmiş, zihnini modernizmin misyonerlerinin yoğun propagandasından kurtaramamış ve daha vahimi modernizme karşı ağır bir aşağılık kompleksine kapılmış tiplerin yapabileceği bir iş değildir.
Bundan böyle küresel dünyanın egemenleri, bütün insanlığın kendi değerlerine akış sürecinin önünde ki tek engelin, hayatı yeniden Kuran ve Sünnet temelli
inşaya girişecek Müslümanlar olduğunu gayet iyi biliyorlar, harkında oldukları bu durumu ortadan kaldırmanın yolunun da topyekun imha olmayacağının bilincindeler. Söz konusu sürecin tamamlanmasında esas yöntemin, asırlar boyunca deneyimini kazandıkları dönüştürme ve başkalaştırma, diğer bir deyişle sekliler rasyonalite ve moderniteden geçtiğini pekala biliyorlar.
İslam' a yönelik Batı kökenli eleştiriler özellikle son iki asır boyunca durmadan artmış ve her geçen gün daha sistemli ve daha kapsamlı bir hal almıştır. Bu eleştirilerin kahir ekseriyetini ön kabulleri ve art niyetli eleştirilerin oluşturması; ayrıca cehalet üzere inşaa edilmiş olması, bu tür çalışmaların İslam' a yönelik düşmanca saldırıların bir kolu olduğunu ortaya koymaktadır.
Söz konusu saldırılar karşısında İslam dünyasından şu ya da bu şekilde, savunma amaçlı cevaplar verilmeye çalışılmış ve bu durum halen de devam etmektedir. Batı kaynaklı eleştiriler, bilahere Batı'nın İslam dünyası içerisindeki uzantılarınca üstlenilmiş ve durum daha da karışmıştır.
İslam'a yönelik eleştirilerde her zaman baş köşeyi alan mevzular içerisinde 'kadın' mevzuu ayrıcalıklı bir yere sahiptir. İslam' ın kadına dönük yaklaşımları ve bu yaklaşımların üzerine bina edilen uygulamaları iki asır boyunca modernizmin saldırılarına maruz kalırken, Müslümanlar bu saldırılar karşısında çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmişlerdir
Varlık Problemi Olarak Kadın
Batıda modern sürecin başlamasıyla beraber, dogmatik dönemin varlık ontolojik meseleleri de yeni bir tartışma sürecine girdi. En temel anlamda, varlık Allah’ın varlığı ve nasıllığından kainat içerisindeki pek çok olguya varıncaya dek yeniden ele alındı ve yeni sürece uygun olarak yeniden anlamlandırılıp konumlandırıldı.
Kaçınılmaz tartışma alanlarından birisi de hiç şüphesiz kadındır. İnsan soyunun yarısını oluşturan bu olgu, vahiy bilincinden uzaklaşan tüm toplumlarda hep "karşı cins" olarak algılandı ve sürekli varoluş problemlerinin başında yer aldı. Genel anlamda cahiliye için o, vahyin muhatap ve kulluk ile sorumlu konumundan ziyade, erkek karşısındaki konumuyla önem arz etti. Haddizatında vahiy, kadın için bir konum biçmiştir. Bu konum, kadının varlık alanındaki yeri ve değeri değil kulluk alanındaki yeri ve değeridir. Aynen erkek için biçilen konum gibi. Vahiy, hayat içerisinde erkeğe nasıl bir rol belirlemişse kadına da bir rol belirler. Her ikisinden de kendi rollerini kuşanmalarını ve onu en iyi en muttaki biçimde gerçekleştirilmelerini ister: "Biz sizi bir erkekle kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız en muttaki (Allah’tan sakınan) olanınızdır."(l) Vahiy onların yaratılış orijinli konumlarını ifade ederken dikkatlerini kendilerini yaratan Allah’ın kudretine çeker: "Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar yaratan Rabbinizden korkun."(2)
Yine vahiy, onların kadın ve erkeğin hayat içerisindeki konumlarına işaret ederken esas ilgi alanların bu konum olması gerektiğini vurgular: "Onlar sizin için bir elbise, sizde onlar için bir elbisesiniz."(3)
H.z. Peygamber (as) ile başlayan vahyin yeni inkişaf süreci insanı tekrar asli rolüne döndürdü. Hem kadın ve hem de erkek için belirlenmiş konumlar tahsis edildi. Meselenin varlık açısından bir üstünlük değil ve fakat kulluk açısından bir konumlandırma olduğu apaçık bir şekilde vurgulandı.
H.z. Peygamber (as)’dan sonra uzun yüzyıllar boyunca İslam toplumunda kadın erkek ilişkileri varoluşsal probleme dönüşmeden devam etti. (4) Öte yandan çok geniş bir kitleye bir anda yayılan İslam da çok çeşitli hurafelerin taarruzuna maruz kaldı. Buna rağmen sahili kaynaklarını Kuran ve sahih sünnet — kaybetmemenin avantajı olarak, Müslümanlar hiçbir zaman kadın erkek ilişkilerini toplumsal buhrana dönüştürmeden sürdürmeyi başardı. Bununla beraber Müslümanlar arasında da özellikle selim aklın bir tarafa bırakıldığı kesimlerde geçmişten gelen hurafe tortuları varlığını ve etkisini bir anlayış olarak ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan bu anlayışlar bile İslam toplumunda pratik toplumsal problemleri doğurma iniştir. Çoğu zaman söz konusu anlayışlar için kitap ve sünnet kaynaklı deliller öne çıkarılmış olsa da, bu iki kaynağın asıl hedeflediği yön olan pratik hayat içerisinde ki konumlandırma yani kulluk olgusu her daim baskın çıkmış ve İslam toplumlarında Batı da ki gibi gerek skolastik ve dogmatik dönemlerde ve gerekse modern zamanlarda ortaya çıkan problemler baş göstermemiştir.
Batıda süreç klasik zamanları aşıp modern zamana evrildiğinde de durum değişmedi. Kadın-erkek ilişkileri için biçilen rol, batı toplumlarında sosyal bir problem olarak varlığını devam ettirdi. Geçmiş dönemlerde klasik Batıda yaşanılan varoluşsal sorun kadını, ‘erkeğin karşısında’ yok mertebesine indirirken modern batıda kadını yine ‘erkeğin karşısında’ konumlandırdı ve çatışma içerisine sürükledi.
Son iki yüzyılını Batı karşısında sürekli gerilemeyle geçiren İslam dünyası, direnmek için modern olmaktan başka bir yol göremeyince aynı handikapla karşı karşıya kaldı. Uzun süreli eğitimsizliğin getirdiği cehalet, bu handikabı daha da kolaylaştırdı. Bu karanlık içerisinde ışığını yitiren Müslüman aydın, modernizmin ezici baskısı altında daha fazla direnemedi. Gün geldi bu baskı onda aşağılık kompleksine dönüştü. Batıda ‘aydınlanma’ sürecinde yaşanılan tahrifata uğramış dini kaynaklara saldırı ve reddetme mantığı, İslam âleminde de olmamış şeyler olmuş gibi varsayılacak şekilde bir saldırı ve reddetme mantığı biçiminde ortaya çıktı. Bu saldırının temel meselesi şüphesiz "kadın" oldu.
Müslüman Kadının Toplumsallaşması/ Sosyalleşmesi(!)
Şüphesiz İslam, bir din olarak toplumsal yaşamı zorunlu kılar. İslam'ın pratiğe uygulanırlığı da bu zorunluluğun yansımasıdır.
Toplumsal yaşam, insan unsurunun tümünü kuşatan bir olgudur. Yaşlısı genci, çocuğu, kadını-erkeği ile gerçekleşen reel bir olgu. İslam kendini bu reel olgu üzerine inşaa eder ve kendi bütüncüllüğüne uygun olarak şekillendirir. İslam harici unsurlar da dinler, ideolojiler kendi varlıklarını bu zeminde gerçekleştirmek ister ve bu isteği doğrultusunda toplumsal hayatı şekillendirmeye çalışır.
Bununla birlikte, toplumsal hayat tek boyutlu bir tanımla ifade edilecek bir olgu olmadığı gibi her din ve ideolojinin, kendi ekseni etrafında dillendirdiği ve şekillendirdiği pratik bir durumdur. Birisinin toplumsal hayatın alanı olarak kabul ettiğini, bir başkası kabul etmeyebiliyor. Günümüzde sıklıkla dile getirilen toplumsal hayat ve toplumsallaşmanın da, dar bir mantıkla ele alındığını ve toplumsallaşmayı ‘kamusal’ alanda yer edinme şeklinde değerlendirildiğini belirtmek gerekir. Esasen 'Müslüman kadının toplumsallaşması' meselesinin temelinde yatan sıkıntı da, bu, dar ve kısır mantıkta olsa gerek. Zira Müslüman kadının toplumsallaşmasını-sosyalleşmesini isteyen/ dile getiren kesimlerin İslam'ın ilk dönemlerinde kadını anlatırken verdiği örneklerin bir iki istisna dışında hepsini, kamusal alana yönelik örnekler oluşturmakta. Ev hayatını, toplumsal hayatın dışındaymış gibi algılayan bir mantalite, tabiidir ki İslam'ın hayat içerisinde, kadına ve erkeğe yüklediği rolleri algılamakta da zorluk çekecektir.
Öte yandan IIz. Peygamber (a.s) ve llulefai Raşidin döneminde yaşayan kadının toplumsallaşmasıyla alakalı değerlendirmeler, günümüz toplumlarının kompleks yapısını anlatmak için kullanılan dil ile aktarılmaktadır. Oysa böyle bir yaklaşım tarzı ve kullanılan dil, sosyolojik değerlendirmelerde ciddi problemlere yol açmakta ve vakıayı doğru tanımlamaktan bizleri uzaklaştırmaktadır. Söz gelimi; bir kadının evin hayvanlarıyla ilgilenmesini hayvancılık, yün eğilip elde ettiği yünden elbise dokumasını terzilik ve benzeri zanaat alanı, savaşlarda yaralananların yarasını sarmayı tıp ve doktorluk v.b gibi tanımlamalar vakıayı doğru tespitten uzaklaşmaya sebebiyet verecektir.
Yine bu tür değerlendirmelerde sıkça yapılan bir başka hatalı yaklaşım biçimi de şahısların ve olayların genellenmesidir. Verilen birkaç örnek, sanki tüm toplumu kuşatan bir durummuş gibi değerlendirilmekte, istisnai birkaç olay, bütün toplumun yapıp ede geldiği bir şeymiş gibi sunulmaktadır. Ayrıca, Hz. Peygamber dönemi uygulamalarının bizim için delillik ettiği bir gerçektir. Oysa biz bilmekteyiz ki din, risaletin başında, toptan ve bir kerede gelmemiş, özellikle toplumsal şekillendirme, tedricilik esası üzerine inşa edilmiştir. Bundan dolayı, Hz. Peygamber (a.s) dönemi olaylarını ele alırken, ne zaman ve hangi bağlamda gerçekleştiğini dikkate almak zorundayız. Söz gelimi kadın-erkek ilişkileri çerçevesinde meydana gelen hadise, tesettür emrinden önce mi yoksa sonra mı gerçekleşmiş diye dikkate alırız.
Hz. Peygamber (a.s) ve Hulefa-i Raşidin döneminden sonraki, uzun saltanat yılları boyunca, kadının konumunun, hep olumsuzlaştığı ve toplumsal yapıdan soyutlandığı şeklindeki değerlendirmeler Müslüman kadının toplumsal hayata katılımını isteyen kesimlerce(!) sıklıkla dile getirilmiştir. Halbuki bilinen ve mutlak kabul gören bir durum olarak bu dönem; Emevi, Abbasi, Endülüs Emevi, Selçuklu, Memlüklü, Osmanlı v.s gibi medeniyet olgularının, İslam toplundan için en üst mertebeye ulaştığı dönemdir. (5)
Ve yine İslam toplumlarının üzerinden geçen bu uzun asırlar boyunca, kadının toplumsallaşmasının, hem birey ve hem de kurumsal nitelikli (vakıf v.s) pratiklerinin ve imkanlarının Hz. Peygamber (a.s.) ve sonraki dönemlerde sayılamayacak kadar bolca örneğini görebiliriz
Dipnotlar
1- 49/ Hucurat,l 3
2- 4/ Nisa, 1
3- 2/ Bakara, 187
4- Bu yargı, mutlak problemsizdik anlamında ifade edilmiyor. Tabii ki yaşanılan pek çok pratik problem söz konusu.
5- Bu ifade, bu dönemi mutlak olumlu görme şeklinde amaç gütmemekle beraber, bir medeniyet olgusunun gerçekleşmesinde, toplumun yarısını oluşturan kadınları bertaraf etmenin imkansızlığını dile getirmek için kullanılmıştır.