Aynı yoldan gidenler, aynı yerlerden geçer ve aynı sona varırlar. Eğer, siz, birileri ile aynı yoldan gittiğinizi iddia ettiğiniz halde, aynı şeylerle karşılaşmıyorsanız, aynı yoldan gitmediğinizden emin olabilirsiniz. Allah cc'nün davasını sahiplenenler, bu dünyada olan bitenin gelip geçici olduğunu; O'nun yolunda çekilen her çilenin O'nun katında bir derece olduğunu yakinen bilirler. Allah cc'nün davasına sahip çıkmak yüzünden uğranılacak musibetler suretinde tecelli eden imtihanda muvaffakiyet sırrı, sabırdır. Aynı yoldan gidenler, aynı yerlerden geçer ve aynı sona varırlar. Eğer, siz, birileri ile aynı yoldan gittiğinizi iddia ettiğiniz halde, aynı şeylerle karşılaşmıyorsanız, aynı yoldan gitmediğinizden emin olabilirsiniz. Allah cc'nün davasını sahiplenenler, bu dünyada olan bitenin gelip geçici olduğunu; O'nun yolunda çekilen her çilenin O'nun katında bir derece olduğunu yakinen bilirler. Allah cc'nün davasına sahip çıkmak yüzünden uğranılacak musibetler suretinde tecelli eden imtihanda muvaffakiyet sırrı, sabırdır.
Allah cc, İslamı en son din olarak seçip gönderirken, bu dinin öncülerinin ve yüklenicilerinin iman ve takvası denenmiş ve Allah cc'nün dinini temsile layık olduklarını ispatlamış kimseler olmasını dilemiştir.
İslam, nasıl dinler arasında seçilmiş; O'nun Peygamberi sav, diğer Peygamberler arasında seçilmiş; O'nun Kitabı diğer kitaplar arasında seçilmiş ise; O dinin yüklenicileri de öylesine seçilmiş olmalıdırlar. Bu seçkinlik, kişilerin kendi kendilerine edinecekleri bir sıfat değil; -övünecekleri bir vasıf hiç değil-; şartlarını Allah cc'nün bizzat kendisinin belirleyeceği bir deneme/imtihan sürecini başarmakla ulaşılacak bir makamdır ki mükâfatı da Cennettir.
Kendi dinine mensup olanları -özellikle öncüleri ve ilkleri- ağır bir imtihandan geçirmek, Allah cc'nin değişmeden nesiller boyu uygulanmış yöntemlerindendir. Tevhid tarihi, bu tür imtihanların sayısız örnekleriyle doludur.
Her dönemde Allah cc'nün davasına omuzlayanlar ve O'nun davasına öncü olmaya heveslenenler, ciddi imtihanlardan geçmişlerdir. Zahiren kafirlerin, zalimlerin ve tağuti güçlerin zulmetmesi olarak görünen bu durumlar, hakikatte Allah cc'nün kendi kullarını imtihan etmesinden başka bir şey değildir.
Bu bağlamda, Fir'avnun "oğulları öldürüp, kızları sağ bırakan" uygulaması, zahirde Müslümanlara kan ağlatan bir zulüm olmasına rağmen, hakikatte o nesillerin imanlarının ve Allah cc'nün davasına olan sadakatlerinin denenmesinden başka bir şey değildir(1).
Allah cc'nün istediği, Müslümanların sıkıntı çekmesi ya da işkence görmesi değildir. O'nun muradı, kullarından ahdine sadık olanların, imanında sabit olanların ve diğerlerinin ayrılmalarıdır:
"Şanım hakkı için biz onlardan evvelkileri ne fıtnelerle imtihan ettik, yine Allah, elbette sadakat edenleri bilecek, ve elbette yalancıları bilecek"(2)
Hatta bundan da öte, davası için gerekli mücadeleyi verenlerle vermeyenleri de görmek; görmekten de öte kainata göstermek ister:
"Celalım hakkı için sizi imtihana sokacağız, tâ ki içinizden mücahidleri ve sabredenleri belli edelim ve haberlerinizi imtihan meydanlarına nümune yapalım"(3)
İmtihan olgusunun karşılığı olarak seçilen kelime "fitne"dir (yuftenûn). Bu kelime, altını ayırmak için, içinde altın ve muhtelif metaller bulunan bir alaşımı eritmek anlamında kullanılır. Yani, iman ettik diyenler, içlerindeki gerçekten iman edenler ile sahte ya da zayıf iman edenler ayrılsın diye, ağır imtihanlardan geçeceklerdir. Böylece, geride sadece saf bir imanın sahibi olan insanlar kalacaktır.
Mekke dönemi boyunca, hiçbir münafığın bulunmaması, bunun açık bir göstergesidir.
Kur'an ayetleri, Allah cc tarafından gönderilen bu imtihanın basit bir imtihan olmayacağını, fiziksel ve psikolojik boyutlarıyla Rasüllerin dahi sarsılacağı derecede ağır olacağını ifade etmektedir(4). Bu tip bir imtihan için hazır olmak gerekmektedir.
Ankebut Suresinin 2 ve 3. ayetini uslubunun, "yoksa siz böyle kolay bir yol mu hesap ediyordunuz?" şeklinde soru tarzında olması, bu işin kolay olacağını "hesap edenlerin" olabileceğini belirtmekte; aynı zamanda bu düşüncenin yanlış olduğunu da ifade etmektedir.
Ancak hatırda tutulmalıdır ki; müslümanlardan istenen, imtihandan korkmaları değil; "nasıl olsa bu imtihandan geçeceğiz, o halde hazırlıklı olalım ve ayaklarımızı berkiştirelim" demeleridir.
İman, dünyayı gelip geçici bir yolculuk durağı; ahireti ise asıl varılıp durulacak hedef olarak bilmeyi ve gönülden tasdik etmeyi gerektirir. Ahiretin dünyadan daha gerçek; ahiretteki hayatın dünyadaki hayattan çok daha yaşamaya değer ve Cennetin dünyadan çok daha güzel olduğunu şeksiz şüphesiz kabul eden bir kalbdir (imandır) ki, imtihanların her türlüsüne hazırdır.
Bundandır ki, Allah cc'nün davasını sahiplenenler, bu dünyada olan bitenin gelip geçici olduğunu; O'nun yolunda çekilen her çilenin O'nun katında bir derece olduğunu yakinen bilirler.
Bundandır ki, Adem as dan Rasul as a kadar gelen bütün elçiler, aynı sırrın bilinciyle sıkıntı ve işkencelere sabretmiş, baskılara ve zulümlere direnmiş ve Allah cc'nün davasının candan ve maldan kıymetli, Cennetin de dünyadan daha arzulanır olduğunu gönül gönül yaşayarak göstermişlerdir.(5)
Bundandır ki, bu zincirin en kıymetli halkası olan Rasul as; "ya yapılagelen çile ve sıkıntıları çekmesi" ya da alternatif olarak "Mekke'nin en zengini, Mekkenin sözünden çıkılmayan lideri" olması şeklindeki tekliflerle geldiği yol ayrımında şu sözü söylemiştir: "Sağ elime güneşi sol elime ayı verseler, yine davamdan vaz geçmeyeceğim!"
Aynı yoldan gidenler, aynı yerlerden geçer ve aynı sona varırlar. Eğer, siz, birileri ile aynı yoldan gittiğinizi iddia ettiğiniz halde, aynı şeylerle karşılaşmıyorsanız, aynı yoldan gitmediğinizden emin olabilirsiniz. Aynı yoldan gitmediğinize göre, aynı yere de varamazsınız.
Yani, Rasullerin yollarından gidenler, onların karşılaştıkları imtihanlarla karşılaşırlar ve onların ulaştıkları yere (şehadet, cennet, Allah'ın rızası vb) ulaşırlar. Zaten Nebevi Hareket Metodu da budur.
Onların karşılaştıkları şeylerle karşılaşmayanlar ise, onların gittiği yoldan gitmeyenlerdir. Başka yollarla, dünyaya ait bazı başarılar, neticeler ve makamlar elde edilebilir ama Cennet elde edilemez.
Bir başka ifadeyle, Allah cc'nün davasını omuzladığını iddia etmekle birlikte, sıkıntı ve dertlerden uzak bir mücadelenin olabileceğini düşünen ve bekleyenler; bu dinin esasını ve Allah cc'nün kendi dini ile ilgili sünnetini kavrayamamış kimselerdir.
Ayrıca bilinmelidir ki, belli bir dönemde kafirler ve zalimler hakim oldukları halde Müslümanlar çile çekmiyorlarsa, bu kafirlerin insaf ve merhametinden değil; Müslümanların yapmaları gerekeni yapmamalarındandır.
Allah cc'nün davasına sahip çıkmak yüzünden uğranılacak musibetler suretinde tecelli eden imtihanda muvaffakiyet sırrı, sabırdır.
İmtihanın şekli ve muhtevası çok farklı olabilir. Eyyub as bedenle imtihan olunur; Yakub as yavrusundan ayrılmak suretiyle yüreğiyle; Yusuf as kuyudan zindana bir esaretle; İbrahim as ateşle/yalnızlıkla, Musa as Yahudilerin Yahudilikleriyle; İsa as anlaşılamamakla...
Her birinde zahiren bambaşka bir durum vardır ama esas birdir: İmtihan vardır. Madem imtihan O'ndan gelmektedir; madem hayır ve şer Allahtandır diye iman edilmiştir; o halde sabır olmalıdır ve olmuştur.
Allah cc, sadece kendi davasını yüklenenleri imtihan etmekle kalmaz. Çünkü bu dünya, insanın imtihan edileceği yer olarak tanımlanmıştır. Verilen ve verilmeyen ya da verildiği halde geri alınan nimetler, insana sunulan yaşam koşulları, çocuklar, ihsan edilen mal ve lutfedilen mülk/iktidar en nihayetinden bu dünyada olmakla olmamanın çizgileri olan hayat ve ölüm.. her birisi kulun imanının (veya iman iddiasının) denenmesinden öte bir şey değildir.
Gerek insanın kendi açısından hayır ve şer olarak nitelediği ve gerekse de gerçekten hayır ve şer olarak tezahür eden her olgu; hakikatte imtihandan öte bir şey değildir.(6)
Yoklukla ve çileyle imtihan; -insanın zorda kaldıkça Allah cc'ye yönelen fıtratı gereği- insanı Allah cc ye yöneltmekte iken, varlıkla imtihanda insan daha çok kaybetmektedir. Yokluk dönemine direnmiş nice yiğit, varlık döneminde imtihanı kaybetmiş; dünyanın renklerine aldanıp kaybolmuştur.
Hem davasının hem de hayatının kendisine bir emanet olduğunu ve an be an imtihan edildiğini unutmayıp sabrı kuşananlar, kurtuluşa erenler olacaklardır.
(1) Bkz: 14/İbrahim/6 (2) 29/Ankebut/3 (3) 47/Muhammed/31 (4) 2/Bakara/214 (5) 2/Bakara/214 (6) 7/A'raf/168; 8/ENfal/28; 18/Kehf/7; 21/Enbiya/35