Esma’ul Hüsna/ EL-BERR cc - rahle.org

Esma’ul Hüsna/ EL-BERR cc - rahle.org

Esma’ul Hüsna/ EL-BERR cc


Facebookta Paylaş
Tweetle

"Ni’met olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır."  Nahl 16/53

 

İnsanın ihsan ettiği, kendisine ihsan edilendir. Kerem ve cömertliği de, El-Kerim’den bir ikram. Buna böyle inanır ve bilirse, O’nun katında “ekrem” olur, değilse “esfel”..

İyiliği aramak, aslında “iyiliğin sahibini” arama yolculuğudur. Mahlûkat düzlemindeki tüm iyilikler de hakikatte “sahibi”ni işaret etmekte. Neticede kalb, bunu görebildiğinde eşyaya/şeylere anlam yükler, hikmete ram, mu’cebince salihatdan da nasibdar olur. Bir de bakar ki, ellerine düşen ne güzellik varsa, güzel olsun diye ihsan ediliyormuş El-Berr cc katından.

İnsanların iyiliklerine müteşekkir ve minnet duymakla terbiye edilmiş bir nefs, kendisindeki tüm bu güzel hasletlerin, “Birr’in Sahibi”ni bulabilsin diye ikram edildiğini hissedecektir.

Şimdi, “birr” nedir?

Sözlükte;

Berr; genişlik, lütuf, ihsan ve doğrulukta ge­nişlik, hayır

Berr, itaatkâr

Berr; kara parçası, kıta

Burr: buğday

Beriyye; mahlûkat, yaratılış olanlar

Birr; cennet, hayal edilemeyen iyilik yurdu

Berae; arınma, uzak kalma/tutma, afv, ferman

Berriyye; sahra

Berre/fiil olarak; ameli, iyiliğin en geniş şekliyle yani sıdk-ihlas-takva-ihsan ile yapılması

Mebrur; haccın ihlasla tamamlanıp makbul olunması anlamında

Istılah olarak;

“Bütün saygı ifade eden davranışları, itaatleri ve insanı Allah'a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelimedir" /Fahreddin er-Râzî/ Mefâtîḥu’l-ġayb, V, 37

İmam Mâtürîdî,  “Birr ve takvâ hususunda yardımlaşınız” el-Mâide 5/ayetini tefsir ederken  “birri”, bütün hayırların en tam şekli, takvâ ise bütün şerlerin terkedilmesi ve bir daha yapılmamasıdır” şeklinde tarif etmiştir (bk. Teʾvîlât, I, vr. 175)

Mâverdî’ye göre söz konusu âyette “birr” ve “takvâ” kelimelerinin yan yana gelmesinin sebebi, bunların birbirini tamamlayan ahlâkî faziletler olmasıdır. Çünkü ona göre birr; insanlara karşı iyi olmak ve iyilik yapmaktan doğar ve kişiye insanların sevgi ve hoşnutluğunu kazandırır; Allah’a karşı vecîbelerini yerine getirmekten doğan takvâ fazileti de Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazandırır, her iki sevgiyi kazanan insan ise tam mutluluğu yakalamış olur. Mâverdî “birr” terimini geniş bir şekilde tahlil ettiği “Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn” adlı eserinde bu vasfı, sosyal hayatın kurulması ve işlemesinin temel şartları arasında saydığı ülfetin bir unsuru olarak görmüştür. 

Fahreddin er-Râzî de 3/92 âyetini tefsir ederken “birr” kelimesini, "Bütün saygı ifade eden davranışları, itaatleri ve insanı, Allah'a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime" şeklinde değerlendirmiştir.

“Birr;  “itaatkâr” anlamında insanın sıfatı” der Elmalılı MHY/ aynı kökten gelen bârr (itaatkâr) kelimesinin çoğulu olan berere, meleklerin sıfatı olarak geçmektedir. (Bakara 2/224; el-Mümtehine 60/8)

“Birr; her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık demektir.” (1)

Bazen sıdk ile aynı anlama geldiği söylenmişse de Ragıb El İsfahani, “birr; sıdkın neticesidir, yani sıdk kişiyi birre ulaştırır.” demektedir.  (2)

Buradan şöyle bir anlam çıkmakta; “birr”, din-i mübinin “hayr-hüsn-cemil” sıfatlarıyla tarif ettiği makbul hasletlerle, insanı taşımayı murad ettiği nihai gaye-i a’zamı ifade eder. Bu hasletler; sıdk-ihsan-itaat-takva-rıza-sabr-şükr vb.. Yani “birr”, kendisi bir müstakil bir haslet olmayıp, tüm güzel hasletlerin, kendisine ulaşmayı amaçladıkları “hedefi” ifade ediyor.

Birr kavramını salt “iyilik” olarak çevirmek, kâfi olmamakla beraber, içini yukarda zikredilen mahiyette doldurduktan sonra mümkün olabilecektir.

Peygamber as bir hadiste, “Birr ahlâk güzelliğidir” buyurmuş. (3)

Burada ve daha başka hadislerde (4) birrin insan vicdanını (nefs, kalp) huzura kavuşturan, ruh dünyasını aydınlatan ve geliştiren her türlü iyilik ve güzellikleri kapsadığı belirtilmiş.

Birçok hadiste anne ve babaya karşı iyi, ihsankar ve saygılı davranmanın “birrü’l-vâlideyn” tabiriyle ifade edilmesi de, birr ile ihsanın yakınlığını gösterir. Ancak birçok kaynakta birr, “ihsanın en ileri derecesi” şeklinde açıklanmıştır.

Hadis-i şeriflerde “birr” kavramına açık vurgu yapılmaktadır;

“Ben sizin aranızda Allah karşısında en çok takva sahibi (etkâ), en doğru (esdak) ve en iyi (eberr) olanınızım" (5)

"Size doğruluğu (sıdk) tavsiye ederim. Doğrulukla(sıdk)  iyilik (birr) bir bütündür ve bu ikisine sahip olanlar cennettedir". (6)

Buradan, takva-sıdk-birr kavramlarının bir bütünlük arzettiği, birbirlerinden beslendiği, seyr-i sülukunun birlikte olması gerektiği anlaşılabilir.

Peki, hangi amellerin “birr” kavramına dâhil olacağına kim karar verecek? Bu tesbitin insana bırakılması halinde, ortaya çıkacak tanımların muhtemel yanlışlığı üzerinde durmakta Kitab-ı Kerim.

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik/birr değildir. Ama iyilik/birr, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.” 2/177

Ayet, bu kavramın tesbiti yetkisinin sadece Cenab-ı Hakk’a ait olduğunu isbatla başlıyor.

Zannettiğiniz gibi yüzleri doğu veya batıya dönmek, “birr” değildir. İyiliğin/birr kaynağı O cc olduğuna göre, kavramın tanımı da O’na ait olmalıdır. Kıblenin Mescid-i Aksa dan Ka’beye çevrilmesinde Yahudilerin hoşnutsuzluğu karşısında Kitab, dinin maksadını asli noktaya tevcih etmekte ve bunu “birr” kavramı üzerinden yapmakta.

Ayet, dinin temelini oluşturan üç ayrı mevzuya değiniyor;

-İman/Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere,

-İslam/zekât, namaz, infak

-Ahlak/ahde vefa, sabr, sıdk, takva

Ayete göre bunlarla muttasıf bir mü’min, mahza “birr” olmuş, kavramın müşahhas hali olmuştur.

“Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için de, hac için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik/birr, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyilik/bir, kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından gelin, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” 2/189  (7)

Burada birrin tespiti konusunda, öteden beri zannettikleri bir eylemin öyle olmadığını ihbarla başlıyor ayet; “evlere arka kapılarından girmeyin!”. Cahiliyye devrinden kalmış bu adet, kendilerince hayr sanılan saiklerle ortaya çıksa da, Allah cc katında “birr” vasfı kazanmadı. Ayet, birre ulaştıran yolun “takva”dan geçtiğini ihbar etmekte. Yukarda zikredilen ayetin edebî usulünü burada da görmekteyiz; birr, muttaki olandır. Takvası olmayandan birr sadır olmaz. Buradan şu sonuç da çıkıyor; gayr-i müslimlerin iyilikleri “birr” diye anlamlandırılamaz. Ahlak zafiyetinde olan müslimleri bahane ederek, dürüst gayr-i müslimleri cennete gönderme çabasında olanlara sözümüz var.

Peki “birr”e nasıl vasıl olunur?

“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe siz birre eremezsiniz, maamafih her ne infak eyleseniz şüphesiz Allah onu da bilir.” 3/92

Malın zekâtını vermek farzdır; infak, farzı içine aldığı gibi fazlasını da kapsar. Kur'an duruma göre ihtiyaçtan arta kalanın infak edilmesini emreder (Bakara, 2/219).

Farz ve haram nev’inden olan tekâlif-i diniyye/mükellefiyetler, kulluğun merkezinde yer alır. Kişinin vicdanında bunlara riayet konusu yer almaz, bunlar sorgulanmaz, nefsin hoşuna gidip-gitmediğine bakılmadan hayatta karşılık bulur, ne fazla/ne eksik…

Nevafil ve adabı kapsayan sünnet ise böyle değildir. Bunlar zarurat-ı diniyyeden olmadığından, kul vicdanında bir tercihle ya riayet ederek rızaya ve güzelliğe kavuşur, ya da kulak ardı ederek mahrumiyet yüklenir. Fakat şurası bir hakikattir ki; farzı sünnet muhafaza eder, sünneti de edeb. Kul, edebden uzaklaştıkça sünnet ondan çekilir, sünnet çekilmeye devam ettikçe de farzlar. Bu nedenler dini muhafaza etmek için öncelikle adabı muhafaza etmeli ki, kul farzın ifası nimetinden mahrum kalmasın. Namazını zayi etmiş birini görürseniz, hakikatte ondan bu nimetin kaldırıldığını, buna sebebin de onun sünnet ve adabı zayi etmiş olduğuna hamledebilirsiniz.

3/92 ayetinin konusu “infak” değil, “sevdiklerimizden infak”tır. Burası bir ahlak/adab konusudur. Kulları “birr”e taşıma misyonu yüklenmiş bir ahlak.

"Birr", infak ederken kişinin sevdiği şeyden vermesi olmuştur. 2/177 ayetinde görüldüğü gibi “birr”e konu olan amelin dışarıdan içe doğru imani/islami/ahlaki olmak üzere üç vasfı mevcuddur.

Bunu cevize benzetirsek;

Dıştaki kabuk imandır; kişi bu ameli, imanının bir yansıması, bir karşılığı olarak ele alır.

Ortadaki zar islamdır; kişi bunu, islamın bir teklifi/emri olarak telakki eder.

İçteki yemiş ahlakdır; kişi bu ameli icra esnasında edebe riayet eder de, herhangi bir yerinden verebilecekken, en sevdiğinden seçer.

Bu üç vasıf bir arada cem olmadıkça “birr”den bahsedilmez.

EL-BERR cc

“El Berr”  Kur’anda zikredilen esma-i husnadandır.

Cenab-ı Hakk ‘ın esması içinde “El Berr”, yalnızca bir ayette zikredilmekte;

“Ve (cennette mü’minler) diyorlar ki: Gerçekte biz daha önce (dünya hayatında) âilemiz içinde (âkibetimizden) korkardık. Allah bize lutfetti de bizi (vücûdun) içine işleyen (kavurucu) azabdan korudu. Evet, biz bundan önce O'na dua ediyor, korumasını istiyorduk. Gerçekten O, öyle iyiliği bol/El Berr, öyle rahmeti çok/Er-Rahim olandır.»  Tur 52/26-28

 

“Doğrusu bizler, gerçekten dünyadayken ailemiz içinde, evimizde, kentimizde, köyümüzde yaşarken bayağı sıkıntı çektik. Zor günler geçirdik. Şeytan ve dostlarından epey sıkıntılar çektik, zorluklar gördük. Endişeliydik. Kendimizden, ehlimizden endişe ediyorduk. Ne olacak? Ne yapacağız? Acaba başımıza neler gelecek? Acaba gelecekte nasıl bir çizgi takip edeceğiz? Acaba Rabbimizin rızasını kazanıp cennete mi yoksa cehenneme gidip orada dayanılmaz azapların içinde mi bulacağız kendimizi? Acaba çoluk çocuklarımızın durumu, âkıbeti nasıl olacak? Acaba bu zalimler bizden sonra onları dinlerinden koparıp kâfir mi yapacak? Acaba bizler ve çocuklarımız Müslümanca ölebilecek miyiz? Diye bayağı bayağı sıkıntılar çektik, endişelendik.

Bu korkularımızdan, bu endişelerimizden dolayı dünyada zevk ve sefaya dalıp şu anda olduğumuz gibi güven içinde hissetmiyorduk kendimizi. Şu anda yaptığımız gibi dünyada gülüp eğlenemiyorduk. Tüm hayatımızda ciddi bir korku içindeydik. Hep bugünün korkusuyla tir tir titriyorduk. Ama bakın ki şimdi cennette hiçbir korkumuz, hiçbir endişemiz kalmadı. Rabbimiz lütfu ile tüm kederlerimizi, tüm hüzünlerimizi kaldırıverdi” diyorlar.”   (7/1)

İbn-i Abbas (R.A.)'ın şöyle dediği rivayet olunur: “Amel bakımından ken­disinden geride olsalar dahi, Cenab-ı Allah, mü'minin zürriyetini cennette kendisi ile birlikte derece itibari ile yükseltir ki onlarla gözü aydın olsun.” Dedikten sonra aşağıdaki ayeti okumuş;

“İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.” 52/21

 

Cehennemden azad, cennetle taltif, El Berr cc nün kullarına ihsanında öyle kâmil bir noktadır ki, mü’minler bu nailiyetten sonra “iyilik/birr”  kelimesinin tam karşılığının bu olduğuna şahidlik ederler.

“El-Berr” ism-i şerifi hakkında esma kitaplarından özet izahatı aşağıda sunuyorum:

“İyilik eden, vadini yerine getiren, kulları hakkında müsait bulunan. İyiliği ve bahşişi çok olan. Allah Teâlâ'nın kendisine  dost olanlar için hazırladığı ve gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin aklına gelmeyen nimetler O'nun cömertliğinin genişliğindendir.  Allahu teâlâ, kulları için dâima kolaylık ve rahatlık ister, zorluk istemez, zorluk çıkaranları da sevmez. Yapılan kötü­lüklerin çoğunu bağışlar, örtbas eder, bir iyiliğe on mükâfat verir, kötülüğün cezası ise mislini geçmez. Bir kul gönlünde iyi bir şey yapmayı kurmuş, fakat herhangi bir engel yüzün­den onu yapamamış olsa bile, bilfiil meydana getirmiş gibi mükâfatlandırılır. Bunun aksine olarak bir kötülük yapmayı tasarlamış ve kararını vermişken, herhangi bir sebeple yap­mamışla ona ceza vermez. Daha buna benzer nice lûtufları, müsâadeleri, keremleri vardır ki, sayıya gelmez.” (8)

“Bu isim, Hakk Teâlâ'nın Rahmetindendir.”  (9)

“El-Berr” ismi, “Rahim” ismine döner. Tur/28 de Allah T. zatını bu iki isimle vasfetmiştir. Yani, sınırsız rahmeti ile “birr”in maliki de O’dur.

“El-Berr, iyiliği ve hayrı geniş olan kullarına karşı şefkatli, onlara ihsan eden, iyilik­leri bütün yaratıklara yaygın olan, sözünde sadık olandır.” (10)

“El-Berr; çok iyilik eden”dir. Rabbimizin bize en büyük iyiliği; akıl vermesi ve bu akıla iman nasip etmesi, sonra sıhhat ve afiyet vermesi. Kalb ve kalıbımızla kendisine kulluk yapmamızı lütfederek başkalarına kul olmamızı engellemesidir. Bizim de iyililk yapmamızı ister”. (11)

“El-Berr; iyilik ve ihsanı bol olan.”dır. Bilirsiniz ki şanı yüce olan Allah kullarına kaldırama­yacakları yükü vurmaz, onlar için hep iyilik ve kolaylık diler. İyi kullarını sever. İnsanlara karşı zorbalık edenleri, halkın boynuna basanları sevmez. Hatasından dönüp tevbe edenleri bağışlar. Tek günahı tek günah olarak yazdığı halde, bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar mükâfat verir. Belki daha da çok, kat kat verir. O'nun iyi­liklerinin ve ihsanlarının bir haddi hududu yoktur. Öyle ki, en azılı düşmanını rızıksız bırakmaz.” (12)

“El-Berr; hayrların kaynağı, ihsanı bol olan”dır.  Kuşeyrî,  “El-Berr” ismi üzerinde dururken, bu ismin tecellileriyle “birrü'l-vâlideyn/ana-babaya ihsan ve iyilik” arasındaki irtiba­ta dikkat çekerek Allah Teâlâ'nın, ana ve babasına itaat eden evlatlara, bu isminin ifade ettiği sonsuz ih­san ile karşılık vereceğini belirtir. Bazıları da, bu ilâhî ismin: “ibadet ederek kendisine yönelen kulla­rına tevfîk ve hidâyetiyle muamele eden” anlamına gel­diğini kaydederler. (13)

“(Hz İsa as, beşikteyken insanlara seslendi. Allah) Beni anneme “berr/hürmetkâr-saygılı” kıldı. Beni zorba ve isyankâr yapmadı.” Meryem 19/32

“İki cihan saadetinin sırrı odur ki, kişi ana-babasına iyilik ve ihsan eder de bu ismin tecellileri ona açılır, Allah’ın ihsanına nail olur. Allah'ın rızası için, Allah'ın mahlûkatına elinden geldiği kadar iyilik etmeğe, hiç olmazsa tatlı bir söz, tatlı bir yüz, güzel bir muamele ile gönül kazanmaya çalışmaktır. Bunu kendine huy edinenler, bir gün Allah'ın rızasına kavuşur, işte bir kul için en büyük bayram budur.” (14) 

“El-Berr; kullarına karşı iyiliği çok olandır. Allah'ın iyilik ve ihsanları saymakla bitmez. İnsan, başkalarına iyilik ettiği nisbette bu isimden feyiz alır. Bu iyilik, açları do­yurma, evsizleri barındırma şeklinde olabileceği gibi, bilmeyenlere öğretme, sapık yolda gidenleri uyarma şeklinde de olabilir. İnsanlara zarar verir düşüncesiyle, yoldaki bir taşı kaldırmayı bi­le sevap sayan ve yine insanlara tebessüm etmeyi sadaka kabul eden dinimiz, böylece bizi daima ve her vesileyle iyilik yapmaya teş­vik etmektedir. Bir iyiliğe en az on kat sevap verilmesi, Allah'ın Berr isminin bir tezahürüdür.” (15)

“Hakk, muhtaç oldukları için yaratıklarına bahşettiği ihsanı, ikramı ve nimetleriyle El-Berr dir.”  (16)

“El Berr;  Muhsin, görülen âlemde ve bilinen boyutta ikramda bulunandır. Varlıkların yaratılması(icad), en büyük ihsandır.  Kul, ibadetlerini yerli yerince en güzel surette yerine getirmek için bu isme ihtiyaç duyar. Bir kul, farzı yapmakla sorumludur. Ancak kul, nafilelerle kendine ihsanda bulunur.(böylelikle, nefse zulmün zıddı olan nefse ihsan/birr, tahakkuk etmiş olur. GC) Bu, Berr isminin ondaki tezahürüdür. Muhtaç olsun veya olmasın, talep etsin veya etmesin bütün insanlara, maddi ve manevi<ihsanda bulunan kimse, bu ism-i şerifin tahallukunu/ahlaka sirayetiniyerine getirmiş demektir.” (17)

Allah T. nın el-Berr olduğunu bilen bir kimsenin, başta ana-babasına olmak üzere herkese iyilik etmesi edeptendir. Rasulullah sav şöyle buyurmakta: “Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, kızgınlığı/gadabı da o ikisinin kızgınlığındadır.”  (18)

 

 

Dipnot:

(1)islam ansiklopedisi/birr maddesi

(2)Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “birr” md

(3) (Müslim, “Birr”, 14-15; Tirmizî, “Zühd”, 52)

(5) (Buhârî, "İ'tisâm", 27; Müslim, "Hac", 141)

(6) (İbn Mâce, Dua, 5; Müsned, I, 3, 5, 8)

(7) )Rivayet olunuyor ki:

1- Cahiliye devrinde bir erkek bir şeye niyet eder de zor gelirse, evine kapısından girmez, arkasından girermiş ve tam bir sene böyle kalırmış.

2- Ensardan bir kısmı umre yaptıkları vakit gökle aralarına bir engel sokmazlar, bundan sakınıp zahmete girerlermiş. Bu yüzden ihrama girdiklerinde eğer acil bir ihtiyaçları varsa eve, bağa, çadıra kapılarından girmezlermiş. Bina sahibi olan mahalle halkı evin arkasından bir delik deler, oradan girer çıkar veya arkadan bir merdiven atar, damdan aşarlar; çadır halkı olan göçebeler ise çadırlarının arkalarından dolanırlarmış ve bu cahiliye âdetini "iyilik" sayarlarmış.

3- Cahiliye halkı ihrama girdikleri zaman evlerinin veya çadırlarının arkalarını delerler, oradan girer çıkarlarmış. Ancak dinî gayretlerinden dolayı "humûs = kahramanlar" denilen kabileler, yani Kureyş, Kinâne, Huzâa, Sekif, Haysem, Amir ibn Sa'saa o ğulları, Nasr ibn Muaviye oğulları ihramlı oldukları zaman dinî işlerde kuvvetlilik davasıyla evlerine girmezler, çadırda gölgelenmezler, tereyağı ve keş yemezlermiş.)/Elmalı/HDK

 

(7/1) Besâiru'l Kur'an

(8) Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları: 203

(9)Afîfüddîn Süleyman et-Tilmsânî, Esmâü'l-Hüsnâ, İnsan Yayınları

(10)Rauf Pehlivan, Esmâ’ül Hüsna

(11) Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 161-162

(12) Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 263-265.

(13) Kuşeyri/ bk. et-Tahbîr, 3. 84; krş. Gazzâlî, s. 150

(14)  Feridun Yılmaz Yüceler, Beyaz Sır Allah'ın Güzel İsimleri, Alperen Yayınları, 7. Baskı, Ankara, Temmuz 2005: 110

(15) Prof. Dr. Alaaddin Başar, Esmâ-i Hüsna Allah'ın Güzel İsimleri, Zafer Yayınları, İstanbul, 2001: 171

(16) Sadreddin Konevi/Şerh-u Esmaillahi’l-Hüsna

(17) İbnü’l Arabi/ keşfü’l-Ma’na an Sırrı Esmaillahi’l-Hüsna/

(18) Suyuti, ed-durrü’l-mensur

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ