GEÇMİŞTEN BU GÜNE PARA VE İKTİSADÎ ADALET - rahle.org

GEÇMİŞTEN BU GÜNE PARA VE İKTİSADÎ ADALET - rahle.org

GEÇMİŞTEN BU GÜNE PARA VE İKTİSADÎ ADALET


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Bu kısa yazıda; paranın ne olduğu ve değerinin nasıl belirlendiği konusu, faizin haram kılındığı asr-ı saadetten başlayarak XX. yüzyıla kadar özetlenmeye, analiz edilmeye ve bazı önerilerde bulunulmaya çalışılacaktır.

 

I.

Peygamber Efendimiz (sav) zamanında Rum altın parası (dinar) ile İran gümüş parası (dirhem) kullanılmaktaydı. Altın ve gümüş para dışında Müslümanlar Bizans topraklarında yaygın olarak buldukları bakır ve bronz para sistemini (fels/fülus) de kullandılar. Emevîler devrinde ve Abbâsîler’in ilk dönemine kadar Bizans modeline uygun bakır sikkeler basıldı. En eski İslâm bakır sikkesi (fels) 638 yılında Dımaşk’ta basılmıştır. Hz. Ömer Dımaşk’ta basılan felslere “câyiz”, Humus’ta basılanlara “tayyib”, ölçüsünün tam olduğunu göstermek için de “vâfî” kelimesini ilâve ettirmiştir.

Müslümanlar tarafından Bizans dinarları çeşitli aşamalarda, üzerindeki haçların yatay kolları kaldırılarak veya üst kısmı atılıp “T” şekline getirilerek ve ön yüzde imparatora ait resim de biraz basitleştirilerek bastırılmıştır. Traz konusunda yaşanan gerilimler sonrasında Müslümanlar, ilk kez Emevîlerden Abdulmelik zamanında kendi altın (dinar) ve gümüş (dirhem) paralarını aşamalı olarak basıp tedavüle sokmaya başlamışlardır. (bkz. Corci Zeydan: I, 182-186; DİA: “Dinar”, “Dirhem”, “Fels”)

 

II.

Uzun dönemler boyunca altın, alım gücünü belirlemeye devam etti. Basılan kâğıt paralar da altın karşılıklarından hareketle teminat altında tutuldu, kâğıt para karşılığında altın verileceği taahhüt edildi. Fakat Suriye ve Lübnan’da yaşanan tarihî olaylar bu bakışı değiştirdi. Fransız işgali döneminde (1920-1945), Osmanlı döneminden beri kullanılan altın ve gümüş paranın yerine kâğıt para sistemine geçiş yapıldı. Fransızlar, tüm altın ve gümüş paraları toplayarak bunları kâğıt para karşılığında rezerv olarak Paris’e aktardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Lübnan ve Suriye bağımsızlığını kazandı ve Fransızlardan bu rezervleri geri istedi. Fakat Fransızlar altın ve gümüş rezervlerini iade etmeyi reddetti. Ancak, bu gelişme sonrasında Lübnan ve Suriye para birimlerinin değerlerini korumaya devam ettiği görüldü.

Bundan hareketle günümüz para politikaları bakımından şu söylenilmektedir: Eskiden paranın değeri bizzat altın rezervi ile belirlenirdi. Fakat günümüzde bir para birimine değerini veren rezerv miktarı değildir. Para biriminin değeri, diğer para birimleri cinsinden arz ve talep tarafından belirlenir. Bu arz ve talep ise; mal, hizmet ve sermaye ihracat-ithalatı ile belirlenir. (bkz. Monzer Kahf, 8.)

 

III.

Buraya kadar yazılanlardan da anlaşıldığı üzere günümüzde kâğıt paranın değeri, eskiden olduğu şekliyle karşılığındaki altın rezervi tarafından değil, diğer para birimleri arasındaki arz-talep etkileşimi üzerinden belirlenmektedir. Tam bu noktada İslam dininin faizi haram kılması ile engellemeyi hedeflediği bazı durumlara kapı açılmaktadır. Şöyle ki: Mesela, A ülkesinin para biriminin değerinde %1’lik bir oynama yapabilmek için yüz milyarlık talep-arz dengesi gerekiyor olsun. Yani A ülkesinin para biriminden yüz milyarlık bir alım yapıldığında, talep artmış olacağından %1’lik bir değer artışı olmaktadır. Bu durumda yüz milyarı olan B ülkesi veya şirketi, A ülkesinin para birimi üzerinden bu tür alım-satımları yaparak kendi parasını, karşılığında herhangi bir üretim veya istihdam sağlamadan mütemadiyen %1’lik oranlarla arttırabilir. Aynı şekilde B, A ülkesinde o para birimini değil de altın veya döviz aldığında da altın veya dövizin değeri %1 oranında artmakta, artan fiyatı üzerinden sattığında ise azalmaktadır.

Özetle günümüzdeki bu sistem, güçlü ülke ve şirketlerin bu güce sahip olmayan ülkeler üzerinde manipülasyon yapıp o ülkeleri fakirleştirip kendilerini –arz ve istihdam oluşturmaksızın- daha fazla zenginleştirmelerine, kişi ve ülkeleri sayısal olarak aynı miktarda paraya sahip olmalarına rağmen alım güçlerinin eritilmesine kapı aralamaktadır. Bu ise bu ülke ve şirketlerin diğer ülkeleri kontrol edebilmesine yol açmaktadır. Mesela bu sistemde A ülkesinde 100 milyar değerinde altın alıp altın fiyatlarını %20 oranında arttıran B, daha sonra artan fiyat üzerinden altınlarını satıp %20 kâr elde etmekte ve parasını 120 milyara çıkartmaktadır. Daha sonra kendi istediği uygulamaların hayata geçirilmesi durumunda A ülkesine 5 milyar hibe edeceğini bir lütuf gibi vaat etmekte, böylelikle A ülkesini kendi isteği doğrultusunda yönlendirebilmektedir. Günümüzde para nehri, bütünüyle yüksek bütçeli/güçlü şirket ve ülkelere doğru akacak biçimde tasarlanmıştır.

B, verdiği faiz ve vaatlerle sermaye toplamak, böylelikle bir finans merkezi olup A gibi ülkelerin para birimi değerlerine etki edecek güce ulaşmak istemektedir. A ülkesi ise; sermaye sahiplerinin kendi para birimine yatırım yapması, böylelikle talebin artması vesilesiyle kendi para biriminin değerinin yükselmesi, en azından azalmaması için kendi para birimine yatırım yapanlara faiz vererek cazibesini arttırmaya çalışmaktadır. Öte yandan ülkeler merkez bankalarının altın ve farklı para birimleri rezervleriyle de söz konusu arz-talebi dengede tutarak aşırı değer kayıplarının önüne geçmeye çalışmaktadırlar.

 

IV.

Asr-ı saadette, iktisat sisteminin neredeyse tüm dünyada tedavülde olan ortak para birimi üzerinden (dinar-dirhem) faizin haram kılındığı, paranın değerini ve alım gücünü altın ve gümüş rezervlerinin belirlediği; günümüzde ise altın ve gümüş de dâhil olmak üzere her birimin değerinin müstakil olarak diğerleriyle girdiği arz-talep etkileşimi üzerinden belirlendiği kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır. Mesela, iki yıl sonra geri ödemeli %10 faiz ile kredi kullanmak istemeyen biri, faize bulaşmamak için altın üzerinden borç aldığında iki yıl sonra altının değeri %10’dan daha fazla artabilmektedir. Her ne kadar ağırlık olarak aynı miktarda borç ödenmiş olsa da, para birimlerinin değeri artık altın karşılıkları ile belirlenmediğinden kişi aldığı borçtan daha fazla bir değeri ödemiş olmaktadır. Bu sistemde her para biriminin değerinin ne olacağı konusunda, büyük oranda egemen güçlerin (ülke veya şirket) belirleyici olduğu bir belirsizlik durumu vardır.

Dolayısıyla Müslümanlar; sömürülmenin, haksız kazancın, arz ve istihdam oluşturmadan para üzerinden para kazanmanın önünü bir kez daha alacak alternatif bütüncül bir sistemi hayata geçirmelidirler. Böylelikle hem kredi ihtiyacı olan tek tek bireylerin, hem de egemen güçler tarafından sömürülen ülkelerin hakkı korunmalıdır. Bunun için iki yöntemden söz edilebilir:

 

1. Başını Müslümanların çekeceği biçimde ortak para birimine geçmenin yolları aranmalıdır. Asr-ı saaddette Rum ve İran para birimlerinin kullanılmış olduğu göz önünde tutularak, bu ortak para biriminin oluşturulması ve kullanılmasına, Müslüman olmayan ülkeler de dâhil edilmelidir. Böylelikle güçlü ülke ve şirketlerin arz-talep üzerinden para değeri üzerinde belirleyici olmaları engellenmeye çalışılmalıdır. Avrupa birliğinin de yaptığı gibi Müslüman ülkeler için de ortak para birimine geçmek, bir tercihten öte bir zorunluluk gibi görünmektedir.

2. Uzun vadede para birimi değerinin arz-talep dengesi üzerinden değil de, klasik fıkıh eserlerinde “kendi zatından ötürü semeniyet vasfına sahip (Bahru’r-raik, V, 186; Mebsut, XII, 115.)” denilen altın gibi bir sabiteye bağlanması düşünülebilir.

Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.

 

 (11 Recep 1441 / 06.03.2020, Cuma)

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ