Derler ki; “Her yüzyılda bir, Lübnan tepeleri arasındaki bir bahçede Nasıra’lı İsa ile Hristiyanların İsa’sı karşılaşırlar. Uzun uzun konuştuktan sonra her biri kendi yoluna devam eder. Her defasında da Nasıra’lı İsa, Hristiyanların İsa’sına şöyle der ‘Dostum korkarım ki asla anlaşamayacağız’”
Yukarıdaki cümleler okuduğum ilk andan itibaren üzerinde fazlaca zihinsel emek harcadığım metinlerdendir. Nasıra’lı İsa ile Hristiyanların İsa’sı farklı kişiler midir ki? Ancak günümüzde Hristiyan dünyasının geldiği nokta düşünüldüğünde, söz konusu iki İsa’nın aynı kişiler olduğunu söylemek ne kadar mümkündür? Dönüp kendi inancımı değerlendirdiğimde içimden “Neyse ki bizim için Mekke’li Muhammed (sav) ile Müslümanların Hz. Muhammed’i (sav) hâlâ aynı kişi” der ve rahatlarım. Çünkü vefatından sonraki dönemlerde, yaşam biçimi ve naklettikleri kayıt altına alınmış ve önemli bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. İnsanlık tarihi boyunca adı geçen peygamberler arasında, yaşamı tarihsel olarak kayıt altına alındığı için bilimsel olarak yaşadığı inkâr edilemeyecek tek peygamberdir. Ancak düşünmeye devam ettiğimde çağlar boyunca Müslüman âleminde birçok uygulamanın kaynağından giderek uzaklaştığını da görmeden edemiyorum. Yani bugün bazı Müslümanların zihnindeki yaşam algısı Allah’ın kul olarak insandan beklediğinden oldukça farklıdır. Roger Garaudy, Yobazlıklar adlı kitabında şunları söyler: “Mesajın yorumlanmasının bu reddi, insani ilişkileri tarihin arkaik bir döneminde dondurarak ve iman sahiplerini mesajın ilelebet canlı ve yaşayan prensiplerinden hareketle bir gelecek projesi üretmekten aciz bırakarak eyleme geçmeyi felce uğratıyor. İslâm bir hazır çözümler deposu değildir, bir kaynaktır. Bir nehir denize doğru akıp gidiyorsa ancak o zaman kaynağına sadıktır. Yobazlık ancak bu şekilde hiç taviz vermeden alt edilebilir. İslâm’ın sahipliği iddiasındaki yobazlık, Kuran ve hadisin yorumunu bütünüyle ulema ve fukahaya ait görüyor. Böylece de istedikleri gibi yönlendirdikleri halklara geleceğin inşasına gerçek anlamda katılma imkânı vermeyerek, bir tür ruhban düzeni, kendi kendilerini yetkilendirdikleri ve sahiplendikleri bir teokrasi kurmaya yöneliyorlar”.
Oysa insanoğlunun hayatı Allah’lı (c.c) ve anlamlı yaşaması için bu tür oluşumlara ihtiyacı yoktur. İnsanoğlu, içinde var olan cevheri keşfetmek ve geliştirmek, bir başka ifade ile gerçekleri yakalamak ve ifade etmek için çok güçlü aletlerle donatılmış olarak bu dünyaya yollanmıştır. Mülk suresi 23. ayeti şöyledir “De ki, O sizi hayata getiren, size kulaklar, gözler ve kalpler bağışlayandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz.”
Kâmil bir insan olmak için bu organlarımızın imkânlarını birleştirerek sonuna kadar kullanmak, bunlar arasındaki ortak alanı bulmak; yani aklımızla kalbimizi, bilgimizle duygumuzu buluşturmak gerekir. Bu sentezin peşinde koşmayanlar için kutsal kitabımız şöyle der “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Akıllarını kullanmazlar” (Bakara suresi 171)
Günümüz İslâm toplumunun önemli bir kısmı kutsal mesajı anlamak için gerekli temel dini bilgiler noktasında oldukça zayıf durumdadır. Temel kaynaklar yerine kulaktan dolma bilgiler ile inancını yaşamaya çalışan Müslümanlar bazı konularda haramı helal, helali haram sayma hatasından kurtulamamaktadır. Oysa helal şeyleri sınırlamakla haramlar önlenemez, bilakis yayılır. Unutulmamalıdır ki ifrat, tefriti doğurmaktadır. Esasen hiç kimsenin helali haram, haramı helal yapma yetkisi yoktur. İnsan psikolojisinden habersiz, dindarlığı baskı, çile ve yas tutmak zanneden bazı kimseler bu hataya sıkça düşmektedir. Batıdaki dinsizliğin sebeplerinden biri de kilisenin baskıcı tutumudur. İslâm denge dinidir. Meşruiyet çizgisini aşmamak suretiyle ruhi ve bedeni ihtiyaçların giderilmesi insan olmanın gereğidir. Dindarlıklarının en önemli göstergesi olarak elleri altındaki kadınları (anneler, eşler, kız kardeşleri, kız çocukları) gören bir grup Müslüman Allah’ın kendilerine yüklediği sorumlulukların tümünü yerine getirerek kâmil insan olma yoluna gitmek yerine, inançlarını sadece kadınlar üzerinden ispatlama kolaycılığına kaçmaktadır. Eşi ya da kızı ne kadar takvalıysa kendisi de o kadar dindardır. Bu tür bireyler sahip oldukları motivasyonla eşlerine ya da kızlarına gerçekte Kur’an’ın yüklemediği sorumlulukları yüklemeyi dindarlık sanırlar. Babası görmezken açık onun göreceği ortamlarda kapalı kız öğrencilerimiz bu durumun nasıl da ters teptiğinin, içselleşmemiş-bilinç haline gelmemiş bilgi ya da eylemin boşunalığını gösteriyor. Alternatif sunmadan yasakla-dayatmayla korku ve tehditle yaptırılan her iş o işe karşı bir nefret oluşmasına sebep olmaktadır. Burada hakları olmadığı halde kadınların mescitlere girmesini yasaklayan anlayışa değinmeden geçmek istemiyorum. Ne yazık ki İslam âleminin genelinde kronik bir hastalığa dönüşen bu duruma dair ilk örneğim Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan Hazreti Hüseyin Camii’nden. Oraya yaptığım bir ziyarette vakit namazı için yarısından fazlası boş olan caminin içine girmeme izin verilmemiş ve arka tarafta, camiden bağımsız olarak oluşturulmuş küçücük bir odada, itiş kakış bir kadın yığınının arasında secde edecek yer bulamadan, neredeyse önümdeki kadının ayakları üzerine secde ederek namaz kılmak zorunda kalmıştım. Çıkıştaki hissim huzur değildi. Bu haksızlığı yapanlara karşı ne kadar öfkelendiğimi ve gözyaşıyla onları Allah’a havale ettiğimi hatırlıyorum. Yaşanan bu durumu farklı bir ülkenin uygulaması, bizde durum böyle değil diyerek geçiştirmeyi isterdim. Ancak durum ne yazık ki bizim ülkemizde de pek farklı değil. Bursa’da Uludağ’a çıkarken uğramadan geçilmeyen uluçınarı bilenleriniz vardır. Hemen arkasındaki mahallede minik bir camide akşam namazını cemaatle kılmak istedik. Cami cemaati beş altı kişiden fazla değildi, ben içeri girip hanımlar için ayrılan üst katta namaza dâhil olmak istedim. İmam efendi içeri giremeyeceğimi caminin dışında, alt katta bize ayrılan bir oda olduğunu söyledi. Ben kendisine caminin boş olduğunu, üst katın bunun için uygun olduğunu, dışarıdaki alt kat odasının cemaatten tamamen kopuk olduğunu, cemaate uymak için imamı görmek ya da onu göreni görmek gerektiğini anlattım ama ikna edemedim. Beni içeri almadı, ben aşağıdaki odada cemaate uymadan namazımı kılmak zorunda kaldım. Oysa Allah Rasulu (sav) hanımları camilere gelmekten menetmemiş sadece kalabalık dönemlerde onların içeri girebilmesi için ayrı bir kapı belirlenmiştir. İslamın ahlakına uygun olmayan bu yasaklayıcı tutum ne yazık ki toplumsal hayatı İslami öğretiye uygun olarak düzenleme misyonundan oldukça uzaktır.
Peki, toplumsal hayatın içinde yer almak isteyen Müslüman kadın için Allah’ın (c.c) belirlediği ve Resul’ünün (sav) hayatına taşıdığı ölçü nedir? Bu konuda Akif’in şu dizeleri oldukça etkileyicidir:
“Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır”
Allah kendisine kul ve halife olarak yarattığı erkek ve kadının toplumsal hayat içindeki rolünü belirlerken ölçüyü de koymuştur. Bu ölçünün sınır çizgilerini Kur’an ve sünnetten bulabiliriz. Peygamber efendimizin (sav) eşleri ve diğer Müslüman hanımlar ile ilişkileri bize bu doğrultuda önemli örnekler sunmaktadır.
Kalem Suresi 4. Ayette Yüce Allah Resul’üne hitaben “Şüphesiz ki Sen Yüce bir ahlak üzerindesin” buyurmaktadır. Hz. Aişe’nin peygamber efendimizin (sav) ahlakı ile ilgili kendisine sorulan soruya “O’nun ahlakı Kur’an’dı” şeklinde verdiği cevap unutulmamalıdır. Hiç kimse HZ. Peygamber’den (sav) daha dindar değildir. O’nun hayatından gündelik hayat içerisinde, kadın erkek ilişkileri konusunda çok sayıda örnek bulmak mümkündür. Enes bin Malik (ra) in naklettiğine göre Hz. Peygamber (sav) bir düğünden dönmekte olan kadın ve çocukları görünce ayağa kalktı ve onlara değer vererek şöyle dedi:
-Vallahi siz bana insanların en sevimlisisiniz. ( Fethu’l Bâri 9/248)
Bir defasında da, kadının biri Hz. Peygamber’e (sav) geldi ve şöyle dedi “Başucunda def çalmayı adadım ya Resûlullah, ne yapayım?” Hz. Peygamber (sav) de “Öyle ise adağını yerine getiriver” dedi. (Ebu Davud 2/213)
Ancak verilen iletişim örnekleri değerlendirilirken kulaktan kulağa gelen söylemlerdeki hatalı aktarımlar dikkatli biçimde ayıklanmalıdır. Bu konuda örnek olabilecek şu hikâye unutulmamalıdır “Yedi yüz yıl önce yedi beyaz güvercin derin bir vadiden bir dağın kar gibi beyaz doruğuna doğru uçarlar. Bu uçuşu gözleyen yedi insandan biri şöyle der ‘yedinci güvercinin kanadında siyah bir nokta görüyorum’. Bugün o vadinin sakinleri karlı dağın doruğuna doğru uçan yedi siyah güvercinden söz ederler”.
Allah, insanlara Tevbe Suresi 71. ayette “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir.” demektedir. Burada mümin şahsiyeti kadın veya erkek olmaktan bağımsız inanç temelli ve dayanışma halinde bir kişilik olarak örneklendirilmektedir. Kadın ve erkek hakkın ve adaletin şahitliğini yapma noktasında eşit sorumluluğa sahiptir. Eğitim, tebliğ, infak, ibadet, ahlaki değerleri yerine getirme vb. birçok alanda sorumluluk sahibidir. Bu sorumluluğu yerine getirirken karşı cinsle kurulacak olan ilişkinin ölçüsü yine vahiyle belirlenmiştir. Unutulmamalıdır ki hakikate kulak vermek de hakikati dile getirmek gibi değerlidir.
Geleneksel veya modern sapmalar sebebiyle bu hususta sağlıklı örneklikler oluşturulamaması kadın, erkek diyaloğunu her daim tartışma konusu kılmaktadır. Tartışma konusu kadın, erkek diyaloğu, aralarında nikâh bağı kurulmasında vahyin engel koymadığı kişileri kapsamaktadır. Bunun dışındaki anne, baba, kardeş, evlat, yeğen, amca, hala, dayı, teyze gibi birinci dereceden yakınlarla kurulacak diyaloglarda Kur’an’ın temel ahlak kaidelerine riayet edilmesi yeterlidir. İster mahremi olsun ister namahremi diyalogda önemli olan husus birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etme, sözü güzel söyleme, açık ve anlaşılır olmadır. Aile fertleriyle olan konuşmaların sıcak, samimi ve sevecen olması hususu kuran kıssalarında örneklenmiştir.
Kendi eşine, oğluna, kızına karşı nezaketi, rikkati, inceliği, sevgi ve merhameti sokaktakilere, iş ortamındakilere karşı olandan daha az olan bir kadın veya erkek öncelikle kendisini sorgulamalı, önceliklerini gözden geçirmelidir.
Cehenneme koşanları durdurma sevdasındaki kadınlarımız erkeklerimiz bunu ailesini ve yakın akrabasını ihmal ederek yapıyorlarsa yanlış yapıyorlardır.
Tesettürü farz kılan Nur Suresi’nin 30-31. Ayetlerinde[1] mümin erkek ve kadınlara eşit olarak hitap edilmektedir. Her iki cinsin de gözlerini haramdan sakınmaları, ırzlarını korumaları öncelikli olarak emredilmekte, daha sonra inanan kadınların tesettür sınırları çizilerek, mümin kadınların ziynetlerine dikkat çekecek tavır ve davranışlardan kaçınmaları buyrulmaktadır. Bu ilahi emirlerde tesettür yalnızca saçın örtülmesi biçiminde ele alınmamıştır. Ahzab Suresi 59. ayette[2], mümin kadınlara evleri dışına çıkarlarken tüm bedeni örtecek bir giysi emredilmiş ve bu giysi ile kadına bir kimlik kazandırılmıştır. Allah, kadına Müslüman olduğu için erkeklerle iffetsiz, tanımsız ilişkilere kapalı olduğu ilahi mesajını bedeninde tesettürüyle taşımayı farz kılmıştır. Bu emir, tüm ilahi dinlerde bulunmuş ve İslâm dini ile son şeklini alarak günümüze kadar ulaşmıştır. Tesettür, mümin kadını dişiliği ile değil, kişiliği ile sosyal hayata katarak karşılıklı ilişkilerde objektif bir seviye oluşturur.
Konuyla ilgili olarak Ahzab Suresi 32-35. ayetlerde[3] Hz. Peygamber’in eşleri şahsında tüm mümin kadınlara yönelik olarak ‘konuşurken seslerini karşı cinsin dikkatini çekecek bir eda ile söylememeleri’ emri de hatırlanmalıdır. Burada Müslüman kadın erkeklerle konuşmamak konusunda uyarılmamıştır. Konuşurken dikkat edeceği ölçüye değinilmiştir. Bu ayetten, tesettürün yalnızca giysiyle sınırlanamayacağı, bakışların haramdan çevrilmesi, muhataba sözün söyleniş biçimi ve toplumsal davranış kalıpları ile bir bütün olduğu, bunların hepsinde iffet ve erdemi kuşanmanın gereği ortaya çıkmaktadır. Yaşadığımız çağda tüm kurumlarımız ve değerlerimizin yozlaştığı gibi tesettür de yozlaşmaktadır. Kur’an tesettürün sınırlarını çizmiş, ancak renk ve şekil üzerinde kesin kalıplar ortaya koymamıştır. İslâm coğrafyasında, tesettür şekilleri yerel şartlara göre çarşaftan feraceye, şalvardan pardösüye çeşitlilik göstermiştir. Ancak tesettürün, zihinlere giyilen takva giysisinden sonra bedenin örtülmesi temel prensibi hep sabitliğini korumuştur.
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun İmaj ve Takva isimli kitabında anlattığı şu örnek sık sık aklıma gelir “Hareket halindeki otobüs durak harici durdu. Koşarak gelen bir kadın nefes nefese otobüse bindi. Yerlere kadar pardösüsü, başörtüsü vardı. Başörtünün markası krem rengi içli dışlı gayet kaliteli pardösünün üzerine gelecek şekilde katlanmıştı. Kendini otobüsten içeri atar atmaz dışarıda koşmakta olan arkadaşlarını göstererek şoföre bekle ne olursun, yolumuz çok uzak diye ricada bulundu tesettürlü şık kadın. Şoför kadının ricasını anlayışla karşılayarak koşmakta olan kadınlar otobüse yetişinceye kadar bekledi. Her şey bir dakika içinde oldu. Kadınlar nefesleri sıkışmış bir şekilde otobüse binip kartlarını teker teker bastılar. Nihayet bilet işi bittikten sonra otobüsü durdurmuş olan pür tesettür kadın kıyafetiyle uygun düşmesi imkânsız bir teşekkürde bulundu. ‘Teşekkürler şoför süpersin!’ “Tesettürlü kadınlar ve genç kızlar tesettürün toplumsal mesafe boyutunu içselleştiremedikleri için kıyafetin ifade ettiği bedene yabancılaşan jest ve mimikler yaptıklarını argo kelimelerle doldurulmuş konuşmaların kendilerini karikatürize bir kimliğe düşürdüğünü fark etmiyorlar. Tam tersine giyim anlayışının sembolize ettiği kimlik ile konuşma tarzının sembolize ettiği kimlik arasındaki mesafe açıldığı oranda özgür olduklarını düşünüyorlar. Bu mesafenin açılmasının toplumsal saygınlığın ortadan kalkmasına sebep olduğunu unutuyorlar. Modern dünyada en zor sahip olunan şey ise ne özgürlük ne meslek ne de paradır. İktidar ve para ile elde edilemeyecek tek şeyin saygınlık olduğu unutulmamalıdır. Üniversitede hocalarımızdan bir tanesi “inekler özgürdür, bireyler değil” demiş ve eklemişti “İnekler istedikleri her bahçeye girer, istediklerini yerler ve bedel ödemezler; ancak insan öyle değildir!”
Geleneksel anlayış ise, kadın, erkek arasına aslında olmayan sınırlar çizmektedir. Kadın-erkek ilişkilerine yönelik ilkeler geliştirmek yerine kadını evden çıkarmama yönünde kolaycı tavrı benimseyenler dini gerekçeler üreterek anlayışı güçlendirmişlerdir. Kadın cinselliğinin abartılması sonucunda böyle uç tedbirlere gidilmesi hem insan psikolojisine ters düşen hem de kadını sosyal hayat ve haklarından mahrum eden bir uygulamadır. Bu anlayış, modern hayata karşı direnememekte, gün geçtikçe çözülmektedir. Bu durum bilinç düzeyinde kabullenilemeyen kuralların uygun zeminler oluştuğunda kolayca çiğnendiğinin göstergesidir.
Elbette geleneğin tamamına değil yanlış uygulamalara karşı çıkmaktayız. Anadolu’daki geleneksel mimari ile inşa edilen evlerdeki haremlik selamlık uygulamasındaki bazı inceliklerin günümüz evleri inşa edilirken de düşünülmesi ne hoş olurdu. Bilenler vardır ‘dolap çevirmek’ deyimini. Deyimde geçen dönen dolap, eski Anadolu evlerinde evin mutfak bölümü ile yabancı erkek misafirlerin ağırlandığı selamlık bölümü arasındaki duvara monte edilen silindir biçimli bir mekanizmadır. Mekanizma üzerinde belirli aralıklarla konmuş raflar bulunmaktadır. Hanımlar mekanizmanın mutfak tarafındaki kapağını açarak servis etmeleri gereken yiyecekleri raflara yerleştirir ve silindiri çevirirler, erkekler de selamlık tarafındaki kapağı açarak servis edilen yiyecekleri alırlar. Böylece ev hanımlarının yabancı erkek misafirlerle karşılaşmasına gerek kalmaz. Benzeri başka bir uygulama da bu evlerin bahçe kapılarında göze çarpmaktadır. Kapı üzerine eklenen iki kapı tokmağından büyük olan vurulmuşsa ev halkı gelen misafirin erkek olduğunu anlar ve ona göre tedbirli hareket ederdi. Eğer misafir bir hanım ise küçük olan kapı tokmağı çalınırdı. İslami yaşam tarzına uygun olan bu tür incelikler sahip olduğumuz kültürel altyapıda bulunmaktadır. Bu inceliklerin hatırlanarak modern hayata uygulanması pekâlâ mümkündür.
Kadın ve erkeğin bir arada bulunduğu mekânlarda birtakım zaafların yaşanabileceği görmezden gelinemez. Ancak bu konuda alınması gereken önlemlerle ilgili İslâm’ın emirleri açık ve nettir. Bu önlemlere hassasiyet gösterme hususunda ve kadın, erkek ilişkilerinin iffetli bir tarzda yürütülmesinde hem kadın hem de erkek sorumluluk sahibidir. Bu sorumluluğu yalnızca kadının üzerine yükleyerek onu toplum hayatından yalıtmak mümkün olmadığı gibi âdil de değildir. Peygamber Efendimizin (sav) ashâbından genç ve yaşlı hanımlarla görüşüp konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. Hz. Enes’in bildirdiğine göre bir defasında Resûlullah (sav) Medine’nin bir yerinde def çalıp şarkı söyleyen bir grup genç kıza rastlar. Onlar şarkılarında “Biz Neccaroğulları’nın kızlarıyız, ne güzel komşumuzdur Muhammed” deyince Resûlullah (sav) “Allah biliyor ben de sizi çok seviyorum” der. (İbn Mace Nikâh 21) Daha önce de ifade ettiğim gibi hiç kimse Allah Resulünden (sav) daha dindar değildir.
Kadınların, tesettüre uyduktan sonra ticaret, eğitim, seyahat, içtimâî ve beşeri münasebetler gibi normal ve sıradan ihtiyaçlar için erkeklerle görüşüp konuşmaları serbesttir. Peygamberimiz, erkek ashabına, bir kadını yalnız olarak değil en az iki kişiyle ziyareti, dul bir kadının evinde gecelememeyi tavsiye ederek kadın, erkek ilişkilerini ortadan kaldırmayı değil, bu hususta ölçüler oluşturmayı modelleştirmiştir. Peygamberimize gelen misafirlere kimi zaman hanımlarının ikramda bulunuşu haremlik-selamlık uygulamasının sıkı bir şekilde uygulanmadığını göstermektedir. Bu konuda Asr-ı saadetten günümüze ulaşan birçok rivayet vardır. Esma binti Ümeys, Resûlullah (sav) in hanımı ve Hz. Ömer’in kızı Hafsa’yı (ra) ziyarete gitmişti. Hafsa da (ra) Habeşistan’a hicret edenlerden biriydi. O esnada Ömer (ra) içeri girdi. Esma’yı görünce bu kim diye sordu, Hafsa (ra) Esma binti Ümeys dedi, Ömer (ra) ‘Şu Habeşli Esma, şu deniz yolcusu Esma öyle mi’ dedi. Esma (ra) ‘Evet’ dedi. Ömer (ra) ‘Medine’ye hicret faziletinde sizi geçtik. Binaenaleyh biz Resûlullah’a (sav) sizden daha yakınız’ dedi. Bunun üzerine Esma (ra) kızdı ve ‘Yalan söyledin ey Ömer, vallahi siz Resûlullah (sav) ile birlikteydiniz O sizin açlarınızı doyuruyor, cahillerinize nasihat ediyordu. Biz ise uzak bir ülkede, Habeşistan da kin ve adavetle dolu bir muhitteydik. Bu da Allah ve Rasulü içindi. Allah’a and olsun ki senin dediklerini Resûlullah’a zikretmeden ne bir şey yerim ne de bir şey içerim. Ey Ömer! Biz o ülkede sıkıntı ve korku içindeydik. Bunu Resûlullah’a soracağım. Vallahi bunu sorarken ne yalan söyleyeceğim ne bir şey artıracağım ve ne de bir şey eksilteceğim’. Peygamber (sav) teşrif edince Esma (ra) ‘ Ya Resûlullah! Ömer şöyle şöyle söylüyor’ dedi ve olayı nakletti. Resûlullah (sav) ‘(Bu hususta) Ömer bana sizden daha yakın değildir. O ve arkadaşları için tek bir hicret sevabı var, sizin için ise iki hicret sevabı vardır’ buyurdu.” (Buhari, 4230) Bu rivayette görüldüğü üzere ashabın en önde gelenlerinden Hz. Ömer kızına yaptığı ziyaret sırasında evde bulunan kızının arkadaşından rahatsız olmamış, söz konusu hanım sahabe de Hz. Ömer geldiği için oradan ayrılmamıştır.
Kadın ve erkeklerin her şart ve durumda bir arada bulunması elbette zorunluluk değildir. Hatta akraba ve dostların kadın, erkek bir arada bulunduğu zamanlarda kadın ve erkeklerin ayrı ayrı oturtulması her iki cinse de rahat hareket etme imkânı sağlar. Ancak haremlik-selamlık hassasiyetini takvalı olmanın tek ölçütü olarak görmek ve bunu tüm toplumsal ilişkilerde yaygınlaştırmaya çalışmak abartılı bir yaklaşımdır. Akraba ve dostların işlerini müşavere edecekleri, sorunlarını paylaşacakları zamanlarda tesettür ve iffeti korumak şartıyla bir arada oturmalarında, yemelerinde dinî bir sakınca bulunmamaktadır. Bununla birlikte sosyal hayat içerisinde hizmet alan/veren olarak bulunan Müslüman kadın ve erkeklerin de temel kurallara riayet etmek kaydıyla bir arada bulunmalarında vahye dayalı bir engel bulunmamaktadır. Dünya imtihanını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için donanım kazanmak, kazandığımız donanımla rızkımızı temin etmek ve bununla birlikte insanlığa hayır üretmek amacıyla göstereceğimiz çabalar ancak topluluk içinde gerçekleşebilir. Esma Binti Yezid (ra) şöyle anlatıyor “Bir defasında Resûlullah benim de aralarında bulunduğum Müslüman kadınların yanından geçiyordu. Bize selam verdi ‘İhsanda bulunanlara karşı nankörlük etmekten sakının’ buyurdu. Sual sormakta en cesur olanları bendim bunun için ‘Ya Resûlullah! İhsanda bulunanlara karşı nankörlük etmek nasıl olur’ diye sordum. Resûlullah (sav) ‘Sizden biriniz baba evindeki bekârlığı uzun sürer, sonra Allah ona bir koca nasip eder, o kocadan da ona bir çocuk verir. Bir ara kızar ve küfranı nimette bulunur senden hiçbir hayır görmedim der’ buyurdu.”
Yine siyer kitaplarının naklettiğine göre aynı hanım sahabe, ashabı ile birlikte oturmakta olan Resûlullah (sav) yanına geldi ve ‘Anam babam sana feda olsun ya Resûlullah! Ben Müslüman kadınların temsilcisi olarak sana geldim. Görüşlerimi ve sözlerimi onlar da paylaşıyorlar. Allah’u Teâlâ (c.c) seni kadınlara ve erkeklere gönderdi. Sana iman ettik ve sana tabi olduk. Biz kadınlar evlerimizde oturuyoruz, örtüler gerisinde kalıyoruz. Kocalarımızın çocuklarını doğuruyoruz ve yetiştiriyoruz. Erkekler cumaya ve cemaatlere katılarak sevaplar kazanıyorlar. Cenazelere gidiyorlar, Allah yolunda cihad ediyorlar. Onlar cihada gittiğinde bizler onların mallarını koruyor ve çocuklarını yetiştiriyoruz. Bizler ecirlerinde onlara ortak oluyor muyuz?’ Bu sual üzerine Resûlullah (sav) ashabına döndü ve ‘ Dini hakkında bundan daha güzel sual soran bir kadın işittiniz mi diye sordu. Ashab, hayır ya Resûlullah; hiçbir kadının böyle güzel bir sual sorabileceğini zannetmiyoruz diye cevap verdiler. Resûlullah (sav) ona döndü ve ‘Ey Esma! Dön ve geride kalanlara şunu bildir, sizden birinin kocasına karşı iyi şekilde eşlik etmesi onu razı etmeye çalışması ve ona uyum göstermesi erkekler hakkında zikrettiğin o şeylere denktir’ buyurdu. (Siyer-ü A’lami n-Nübela 2/297) Bu ve benzeri örnekler bazı kişiler tarafından kadının yeri evidir biçiminde değerlendirilebilir. Ancak ben bu örnekte bir Müslüman kadının toplumsal hayatta bilgi edinmek maksadıyla erkek hocalardan ders alabileceğini ya da istişarede bulunabileceğini de görmekteyim. İslam dini kadının hiçbir şekilde toplumsal hayatın içinde bulunamayacağını söylüyor olsaydı, hanım sahabe bu sorusunu Allah Resul’üne eşleri vasıtasıyla soruyor olurdu. Oysa soruyu bizzat kendisi doğrudan ve başka erkekler de peygamberin yanında olduğu halde sormayı tercih edebilmiştir.
Kasas Suresi 23-25. Ayetlerde[4] Hz. Musa (as) ile Hz. Şuayb’ın kızları arasındaki iletişim anlatılmaktadır. Söz konusu kıssada hayvanlarını sulamak üzere bir su kaynağının başında sıra bekleyen Hz. Şuayb’ın (as) kızlarının yanına gelen Hz. Musa (as) onlara yardım teklifinde bulunarak onların yerine hayvanlarını sulamıştır. Kızlar evlerine döndükten sonra babalarına, onu yanlarına çalışmak üzere almasını tavsiye etmişler ve ardından Hz. Musa’nın (as) yanına gelerek babalarının mesajını iletmişlerdir. Bu kıssadan hareketle genç kadın ve erkeklerin ölçülere riayet kaydıyla toplum içinde iletişim kurmalarının yasak olmadığını söyleyebiliriz.
Türkiye’de 2000’li yıllara kadar süren tesettür düşmanlığı kamuda veya özel sektörde hatta sağlık hizmetlerinde bile Müslüman kadınların inançlarıyla beraber varoluşuna engel oldu.
Bu tarihten sonra ise ulusal ve küresel medya, tesettür adına yanlış örnekleri kullanarak, bir sonuca bağlanması herhangi bir şeyi değiştirmeyecek anlamsız konuları sürekli gündemde tutarak yeni bir dönem başlattı.
Müslüman kadın ve erkeklerin “başörtüsü mücadelesi” evrilerek, sistemin tüm kurumlarında bulunma hırsına dönüşünce maalesef tesettür bilincinin içi boşaldı. Genç Müslüman hanımlar bu günlerde televizyon reklamlarında sıkça duyduğumuz ‘Her alanda ben de varım’ sloganının rüzgârına kapılmış durumdalar. Gelinen bu noktada Müslüman hanımların yeni bir uyanışa ve dirilişe muhtaç olduğunu söylemek gerekmektedir.
Günümüzde de tesettür ayetine anında cevap veren hanım sahabeler gibi, hanımlar var elbette. Enkaz altından kurtarılırken bile başörtüsüne sahip çıkan örnek/önder kadınlarımız var.
Küpesini, bileziğini hiç düşünmeden infak eden Müslüman anneler, bu yozlaşmanın önünde kale gibi dimdik duran genç kızlar bizim umudumuz.
Allah için daha fazla ne yapabilirim? Diyen Müslüman hanımlar Hazreti Aişe hassasiyetiyle ilim meclislerinde genç kızlara dersler yapıyor. Hazreti Meryem iffetiyle etkinliklere katılıyor. Hazreti Fatıma örnekliğiyle hane-i saadetler kuruyor.
Müslüman hanımlar bugün sosyal medyanın ve radyo-televizyon programlarının düzgün kullanımı konusunda örneklikler sergilemekte. Özgürlük, demokrasi, feminizm, ekonomik bağımsızlık maskelerinin arkasından kadını/erkeği/aileyi aşağılayan-kullanan düşmanlara aldanmadan, kulluğun/halifeliğin gereklerini yerine getiriyorlar.
Uhud meydanındaki Afra annemiz gibi eşini, çocuklarını cihad meydanına şehid olmaya yolluyorlar. Hazreti Ömer’e mehir konusunda uyarı yapan annemiz gibi istikametin doğru kalmasına uğraşıyorlar. İtaatin ya da isyanın Allah için yapıldığı bilinciyle ailelerine karşı olan davranışlarını biçimlendiriyorlar.
Evde, sokakta, işyerlerinde iletişim kurarken “Ya hayır söyle ya da sus” ilkesine uygun davranarak sadece konuşma ile değil, tebliğin kıyafetle, güler yüzle, incelikle, ikramla, onurlu bir duruşla da yapılması gerektiğinin örnekliğini gösteriyorlar.
Sonuç olarak, zihinsel düzeyde kabullenilen ahlâkî ilkeler, kılık kıyafete ve davranışlara yansıtılmalıdır. İnandığımız değerlerin taşınması, yaygınlaşması açısından sağlam duruşlu örneklikler oluşturmak önceliğimiz olmalıdır. Devraldığımız kültürde Kur’an’ın tavsiye ettiği değerleri koruyan gelenekler var ise bunları takva ile içselleştirerek sürdürmeliyiz. Fıtrat, iffetli davranışları her ortamda mümkün kılar, yeter ki dünyanın geçiciliğini, Allah rızasının ise bâki olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Halil Cibran’ın dediği gibi “Hepimiz kutsal dağın doruğuna ulaşmaya çalışıyoruz, geçmiş tecrübeleri bir harita gibi düşünürsek yolumuz daha kısa olmaz mı?”
KAYNAKÇA
· HALİL CİBRAN - KUM VE KÖPÜK
· HALİL CİBRAN - ERMİŞ
· EROL GÖKA - İNTERNET VE PSİKOLOJİMİZ
· ROGER GARAUDY - YOBAZLIK
· PROF. DR. MUSTAFA KARA - GENÇLERLE GÖNÜL GÖNÜLE
· ÜMİT ŞİMŞEK - AYETLER VE İBRETLER
· FATMA KARABIYIK BARBAROSOĞLU - İMAJ VE TAKVA
· GÜNAY MADEN BULUT - KADIN VE ERKEK İLİŞKİLERİNDE ÖLÇÜ VE MAHREMİYET
[1] Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle! Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır.
Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve günahtan korumalarını söyle. Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler. Ziynet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçileri veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklar dışında kimseye göstermesinler. Saklı ziynetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz toptan Allah'a tövbe ediniz ki felaha eresiniz
[2] Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle: Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler. Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
[3] Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takvâ sizin sıfatınız olduğuna göre, namahrem erkeklere hitab ederken tatlı ve cilveli bir eda ile konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî bir ümide kapılmasın. Ciddi, ölçülü konuşun.
Hem vakarla evinizde durun da, daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın, namazı hakkıyla ifa edin, zekâtınızı verin, hülasa Allah ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.
Oturun da evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve Resulullahın hikmetlerini anın. Allah muhakkak ki latif ve habirdir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder).
Allah'a teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, İslâm dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, dürüst erkekler ve dürüst kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, hayır yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar var ya, işte Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
[4] Medyen'in su kuyularına varınca orada davarlarını suvaran bir grup insan buldu. Onların gerisinde de, kendi hayvanlarını uzakta tutmaya çalışan iki kadın gördü“Siz niçin bekliyorsunuz? ” diye sordu. Onlar da: “Çobanlar hayvanlarını suvarıp ayrılmadıkça, biz suvarmayız. Babamız da hayli yaşlı olduğundan iş bize kalıyor” diye cevapladılar.
Bunun üzerine onların davarlarını suvardı, sonra gölgeye çekilip: “Ya Rabbî! Bana lütfedeceğin her türlü nimete muhtacım! ” diye dua etti.
Az sonra o iki kızdan biri utangaç bir tavırla yürüyerek çıkageldi ve“Bize sunduğun suvarma hizmetinin ücretini vermek üzere babam seni dâvet ediyor. ” dedi. Mûsâ onun yanına girip başından geçen olayları anlatınca o zat: “Endişe etme, o zalimlerin elinden artık kurtuldun! ” dedi.