Y. Emre Kırmızılı
Osmanlı Hanedanlığının son dönemlerinde yetişen ve muhtemelen Türk tarihinin en aydın fikirli şahsiyetlerinden biri olan Said Halim Paşa, 1864’de Mısır’ın Kahire şehrinde dünyaya geldi. Meşhur Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu olan Said Paşa, eğitimini baştan beri sıkı bir biçimde aldı. Kendisine tutulan özel hocalardan önce Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca’yı öğrendi. Ardından da Avrupa’ya tahsilini devam ettirmek üzere gönderildi. Kardeşi Abbas Halim ile İsviçre’de beş sene boyunca siyasî ilimleri okudu , nihayet üniversiteyi de orada bitirdi.
Ülkeye geldiğinde Şura-i Devlet’in Maliye Dairesinde çalışmaya başlayan Said Paşa, memuriyette hızla yükselerek büyük ün topladı. Nihayet II. Abdülhamid’in tahta olduğu son yıllarda Jön Türklerle siyasî bir ilişki içersine girdi. Akabinde İttihat ve Terakki Fırkasına üye oldu.
Partinin o dönem (1911-1917 yılları arası) İslamî söylemlere sıkça yer vermesi ve ülkenin sosyal sorunlarına İslamca bir çözüm üretmesi sebebiyle Said Halim Paşa gibi -Elmalılı Hamdi Yazır, Musa Kazım, Mustafa Sabri ve Seyyid Bey dahi- pek çok ilim ve fikir adamı, İttihat ve Terakki Fırkasında aktif olarak bulunmakta idiler. Nitekim burada siyasî fikirlerini rahat bir dille ifade ediyorlardı.
İlerleyen senelerde Sadrazamlık (Başbakanlık) ve Hariciye Nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı) görevlerini dahi üstlenen Said Paşa, Batı ülkelerinin sömürgeci politikalarını çok defa yakından müşahede etti. Eleştirilerini ve tavsiyelerini zaman zaman mektuplar halinde, kimi vakit de gazete köşelerinde dile getiren
Zamanla İslamcı ekolün önde gelen sözcülerinden biri olan Said Halim Paşa, tarihinin en buhranlı günlerini yaşayan Müslüman halka şöyle bir çağrıda bulunuyordu: “İslam şeriatının, geri kalışımızın nedeni olduğu yönündeki inanç temelsiz, boş ve abartılı inançlardandır. Dinimizin eksikliğine de hiçbir biçimde kanıt olamaz... Müslüman ulusların çöküşünü, hala etkisinden kurtulamadıkları İslam öncesi hayatlarının üzerlerinde süren etkilerine bağlamak gerekir. Zira İslam ulusları, kendi İslamî görevlerini eskisi gibi iyi anlayamama ve yerine getirememe yetersizliğine düşmüşlerdir.”
Böylece o mevcut iktidara da seslenerek İslam merkezli bir yönetime açık bir biçimde davet ediyordu.
Paşa, nihayet Türk Milliyetçi kanadın (Talat Paşa, Cemal Paşa ve Enver Paşa) tehdit ve baskıları neticesinde görevinden alınarak sürgün cezasına çarptırıldı.
Önce Sicilya’ya, oradan da İtalya’ya geçen Said Paşa, fikirlerini yazmak hususunda geri durmadı. Vefatına kadar toplam sekiz küçük hacimli risale yazabildi:
Bunlar sırayla; “Taklitçiliğimiz” (1910), “Meşrutiyet” (1911), “Cemiyet Buhranımız” (1916) “İslâm Dünyası Neden Geri kaldı” (1917) “Fikri Buhranımız” (1917), “Taassup” (1917), “İslâmlaşmak” (1918) ve “İslâm Devletinin Siyasi Yapısı” (1918) adlı eserlerdir.
Said Halim Paşa'nın bu kitapçıklarından ilk yedisi 1919'da "Buhranlarımız" adıyla basılmış, daha önce tek tek olarak Sebilürreşad Mecmuasında yayımlanmış yedi kitaptan oluşmuştur.
1921 yılında İngiliz Entelijans Servisi'nin kışkırttığı bir Ermeni, Said Halim Paşa’yı Roma’da 57 yaşında iken silahla vurarak öldürdü. Cenazesi 29 Ocak 1922'de İstanbul'a getirtilen Said Paşa’nın nâşı büyük bir merasimle toprağa verildi. İsteği üzerine Sultan II. Mahmud Türbesinin bahçesinde yatan babasının yanına gömüldü.
Bir çok kimse dile getirir ki; Said Halim Paşa, fikirleri ve hayatıyla Türkiye sosyolojisini anlamak noktasında mutlaka okunması gereken bir isimdir. Modern dönem İslam düşüncesi üzerine çalışan biri için kuşkusuz en dikkat çekici, en mutedil ve en kuşatıcı tasavvurun sahiplerinden birisidir.
Onun tüm eserleri gözden geçirildiğinde görülür ki, Batı hakkındaki bilgisi derin ve tavrı keskindir. Said Paşa Batı’yı çok iyi tanımış, bütün boyutlarıyla kavramıştır. Hatta onun için “Batı’yı birçok ecnebiden bile daha iyi bilir”, denilmektedir.
Bu nedenle eserlerinde Batı toplumlarının tarihsel, siyasal ve toplumsal çözümlemeleri oldukça geniş bir yer tutar. Buna bağlı olarak Batı toplumlarından farkını çok iyi bildiği İslam toplumlarının Batılılaşmasına şiddetle ve kesin biçimde karşı koyar. Fakat bu karşı koyuş basit bir bağnazlığın sonucu değil, köklü ve tutarlı bir bilginin sonucudur. Celal Nuri’nin deyişiyle, Alafranga denilen şeyin ne kadar modadan düştüğünü Said Halim Paşa kadar anlayana az tesadüf edilir.
Eserlerinde üzerinde durduğu başlıca konulardan birisi Batı ise ikincisi de İslam toplumunun içinde bulunduğu sorunlar, düştüğü feci durum, bunların nedenleri ve çıkış yollarıdır. Bu konudaki düşünceleri de canlılığını ve önemini halen korumakta, tartıştığı konular halen gündemimizi işgal etmektedir.
Said Halim Paşa Müslüman bir düşünür olarak İslam toplumunun sorunlarını da hakkıyla kavramış, neden ve sonuçlarını tespit etmiş, çözüm yollarını özlü bir biçimde ortaya koymuştur. Batı hakkında derin bilgiye dayalı eleştirileri ve çözümlemeleri yanında İslam toplumunun tarihsel serüvenini de en iyi kavrayan, değerlendiren yine odur.
Said Halim Paşa, şimdiki halde İslam âleminin yeni bir tarihsel zamanın eşiğine geldiğini, yeni bir inkılâp sayfasının çevrilmek üzere olduğunu söyler. İslam âlemine dönüp şöyle bir bakar ve vahim bir durumun olduğunu görür. Bu, İslam memleketlerinde aydın tabaka ile halk kesimleri arasında var olan derin uçurumdur. Aydın tabaka halkı beğenmemekte, ona zoraki batılılaşma uygulamaları dayatmaktadır. Halk kesimi ise kendi anlayışına göre uyduğu dini örf ve geleneklerine yapışarak kurtulmayı beklemektedir. Böylece İslam ülkelerinde devlet ile halk arasında sürekli bir gerilim meydana gelmekte, aydın tabaka ile halk kesimleri arasında gaye birliği bir türlü sağlanamamaktadır.
Netice itibariyle Sadi Paşa eserlerinde doğu ve batı toplumlarının siyasî, içtimaî ve kültürel yapısını derin bir vukufiyetle tenkit ile tahlil etmiş ve “batılılaşma” hadisesine bir “problem” olarak bakmıştır.
Paşa’ya göre batılılaşma yolu Türklerin İslam'dan uzaklaşmaları çabuklaşacak bir vahameti doğurur. Batıya kapılarak kendimizi İslam'ın yüce ve üstün değerlerinden mahrum bırakıyoruz, şeklinde bir değerlendirmede bulunur.
Onun görüşüne göre, her uygarlığın kendi kurumlarını kendi oluşturacak şekilde bir yapılanmaya gitmesi ve böylece farklılaşması doğal olandır; bu sebepten Doğu’nun Batı’ya olan teveccühü gayet anlamsız ve dahası tehlikeli bir sürecin başlangıcı olacaktır.
Said Paşa eserlerinde sıklıkla, Batı tarzı düşünce modelini destekleyen münevver kimselere yönelik olumsuz ve ağır eleştiriler sergiler; hattı zatında “İslamlaşma” politikasını “Batılılaşma” fikrine karşın tüm içtenliğiyle destekler ve bu düşünceyi, sosyal-siyasal tüm sistemler üzerinde mutlak tek hakikat olarak sunar.
Paşa, “Batıcılığın” zararlarına dikkat çekerek başta bu tip fikirlere sahip çıkan aydınlara çeşitli cevaplar sıralamış, ecnebi taklitçiliğine meraklı yöneticilere dahi seslenerek İslam’ın öngördüğü kuralların dışına çıkılmamasını öğütlemiştir.
Said Paşa der ki:
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü