Tarih Felsefesinden Usûl Tartışmasına - rahle.org

Tarih Felsefesinden Usûl Tartışmasına - rahle.org

Tarih Felsefesinden Usûl Tartışmasına


Facebookta Paylaş
Tweetle

Bekir Yolcu 

 

Tarih kelimesi (tef’il babında tevrih’den) hadiselerin tarihini tespit etme (kameri takvimine göre kronoloji tesbiti ile hadiselerin katalogunu yapma) manasına gelir. Batı dillerindeki ise (historia, history, vb), Yunanca ‘istoria’ kelimesinden gelir ve ‘ tek tek hadiseleri araştırma ve inceleme’ manasını ifade eder.

 XIX. yy da sosyal bilimlerin disiplinize edilerek, metodolojik bir anlayışa oturtulup pozitif bilimler gibi sabitelerinin kurgulanmasıyla birlikte tarih bilimi de kendi metodolojisini ve usûlünü belirlemiş oldu. Çağdaş tanımında yer alan ilkeler (neden-nasıl-yer-zaman-belge) tarihin, bilimsel alana çekilmesini; doğruluğunu, güvenilirliğini, bilimselliğini ortaya koymayı amaçlamaktaydı. Fakat tarih biliminin tanımı, ilkeleri, hedefleri, her dönemde tartışma konusu olmuş, tarih yazımından okumalarına ve anlamlandırmalarına kadar, çok çeşitli yaklaşımlar ortaya konmuştur. Bu da metodoloji ve usûl tartışmalarını her zaman gündemde tutmuştur. Usûl, bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lazım gelen esaslar, bir hedefe ulaşmak için tutulan düzeli yol; tarz, metod, tertip gibi anlamlar içermektedir. Zaman içerisinde usûl tartışması tanım tartışmasını da geride bırakarak güncelliğini korumuştur.

İnsanların hayata bakışı, eşyayı tanımlayış şekli, geleceği kurgulama ideali, varlık dünyasında var oluş gayesini anlamlandırması, onun tarih bilimine yüklediği anlamı da tarih biliminden beklentilerini de şekillendirmiştir.

 Tarihsel süreç içinde insanın etkinlik alanı olan geçmişinin “Tarih Bilimi” olarak tanımlanmasında çok çeşitli yaklaşımlar olmuştur. Esatir’ül Evvel (öncekilerin masalları) diyenler, mitolojiden daha güvensiz, maddenin özü, aslı, tabiatın bir parçası (materyalist), sosyal bilimlerin temel dinamiği, geleceğin kurucusu gibi yorumlar tarihe bakışı çeşitlendirerek hayatı manalandırmaya çalışmıştır. “Tarih” kavramı üzerine yapılan tartışma usûl tartışmalarını da yönlendirmiştir.

Tarihin tanımı üzerine bir çok tartışma yapılmış, hem doğuda hem de batıda farklı yaklaşımlar geliştirilmiştir. İbn İshak, İbn Hişam gibi özellikle siyer tarihçileri ve Taberi, İbn Kesir gibi diğer İslam tarihçileri ile vakanüvistler daha çok vakaları, olayları kronolojik bir şekilde kaydeden tarihçi durumunda iken İbn Haldun ile yeni bir çığır açılmış, çağdaş tarih anlayışında yer alan tarih felsefesi, onunla etkinlik kazanmıştır. Voltaire:` Tarih gerçekmiş gibi tasvir edilen olaylardan ibarettir.` derken, Napolyon : `Tarih, efsanelerden ibarettir. Onu diğer efsanelerden ayıran tek yön ise herkes tarafından kabul görmesidir` diyordu. `Romalılar tarihi, hayatın üstadı; A. Şeraiti, insan tevekkülünün ilmi, T.S. Eliot: ‘ Tarihi idrak geçmişi sadece geçmiş olarak değil, onun hali hazırdaki mevcudiyeti olarak idrak etmektir` diyerek yaklaşım çeşitliliğinde bulunuyordu.’ XIX. yy da Mr. Grandgrind “istediğim”, diyordu olgulardır sadece olgular. XIX. yy tarihçileri genellikle onunla aynı düşüncedeydi. O, yorum yerine gerçeğin olduğu gibi servis edilmesini istiyordu. Ranke, 1830’larda tarihten ahlak dersleri çıkartan anlayışa karşı itirazında, tarihçinin ödevinin yalnızca “Nasılsa öyle göstermek” olduğunu söylediğinde, bu çok derin anlamlı olmayan özdeyiş, şaşırtıcı bir başarı sağlamıştı.  Amerikalı tarihçi Carl Becker “Tarih olguları, her hangi bir tarihçi için, kendisi onları yaratıncaya kadar var olmazlar” derken, Toybyn onunla aynı adımı atarak “Her hangi bir yoruma tabii tutmaksızın, pul koleksiyonu yapar gibi vakalar koleksiyonu tarzında anlaşılan bir tarih manasızdır.” diyordu. Kur’an-ı Kerimde geçmiş ümmetlerin durumu anlatılırken geçmişe hangi amaçla bakılması gerektiği de öğretilmektedir. Önceki ümmetlerin düşmüş olduğu hatalara düşmeme, hakikatin terkinde başa nelerin geleceğini fark etme, itaatsizliğin, sefihliğin, azgınlığın, fuhşiyatın ne gibi sonuçlar doğurduğunu, bu süreci yaşayanların halinin nice olduğunu görme, onların durumuna düşmemek için bunlardan ders alma tavsiyesi şeklinde olmaktadır.

Özellikle İbn Haldun’un olaylara yaklaşım şekli, olayları tahlili, tarih bilimine farklı bir zaviyeden yaklaşma düşüncesini de geliştirmiş, XIX. yy tarih felsefecilerinin çağdaş tarih irdelemesini de etkilemiştir. “Tarihçinin üstünde çalıştığı geçmiş ölü bir geçmiş değildir, belli bir anlamda bugün hala yaşayan bir geçmiştir. Tarihçi onun ardında yatan düşünceyi anlamadıkça ölüdür, yani tarihçi için anlamsızdır. Bu nedenle, “Bütün tarih düşüncenin tarihidir” ve tarih, üstünde çalıştığı düşüncenin, tarihçinin zihninde yeniden oluşma halidir” tanımlamalarıyla olay ve olgular bilinç düzeyine aktarılmaya çalışılmıştır. Tarih felsefesi, hadiselerin sebeplerini anlamaya çalışarak onu zamana yorumlayıp geleceğin, geçmişin temelleri üzerine bina edildiğini ve bir gün bizim de tarih olacağımızın şuurunda olarak tarihe yönelmenin gerekliliğini ortaya koymuştur.

Fikri alandaki tartışmalar tarih yazımında da kendini göstermiştir. Heredot (M.Ö. 5 yy) gibi eski tarihçiler olayların gerçekliğiyle pek az ilgilenip sadece duyduklarını veya gördüklerini kronolojik olarak kaydetmekle yetinmiştir. Bu tarz tarihçilik anlayışı XVIII. yüzyıla kadar Avrupa ve İslam dünyasında yaygın olarak görülmüştür. Yine Yunanlı Thukidides (MÖ.460-400) öğretici tarzda tarih yazıcılığını seçmiş olayları ele alırken mensup oldukları toplumu harekete geçirerek milli birlik ve beraberliği hedef edinmiştir.  Özellikle Avrupa’da ve Osmanlı’da XIX. yüzyıla kadar bu tarih yazıcılığı devam etmiştir. XIX. yüzyılda araştırıcı (neden-nasılcı) tarih anlayışı İtalyan Gişarden (1482-1540) in ‘İtalya Tarihi’ adlı eserini yazarken olayların nedenlerini ve ilişkilerini arayarak netice çıkarmaya çalışmasıyla yeni bir yazımı olarak doğmuştur. Bunların dışında sosyal tarih yazıcılığı, materyalist tarih yazıcılığı, İdealist tarih yazıcılığı, kültür tarih yazıcılığı… gibi yaklaşımlar ortaya konmuştur.

Bilim Üzerinden Usûl Alanına

Yukarıda sıraladığımız tartışmalar ve tanımlamalar bir gerçeği de ortaya koymaktadır. Tarih bilimi insanların geçmişten beklentilerine göre şekil alabilen bir disiplindir. Olgular ve olaylar tarihçi ile geçmişin etkileşimine açıktır. Bu durum tarih biliminin farklı bir yönünü de ortaya çıkarmakta ve tarih bilimi hakkında; “Tarih ideolojik bir disiplindir. Ne kadar ideoloji, ne kadar inanç sistemi varsa, o kadar da tarih tanımlaması ve anlayışı vardır. Bir insan bir günü ve içinde yaşadığımız toplumu nasıl değerlendiriyorsa dünü de öyle değerlendirecektir. Aynı şekilde tarihe nasıl bakıyor, onu nasıl yorumluyorsa, bu güne ve geleceğe de öyle bakacaktır.”  tanımını da ortaya koymuştur. Burada asıl olan insanın hakkaniyet ölçüsünde, belge ve kaynaklara sadık kalıpk idealize edilmeye çalışılan yaşam tanımında, her bulguyu araçlaştırma, amaç uğruna onları kullanıp gerçekliğinin dışına taşırmamasıdır.

Tarih okuma ve anlamalarında asıl olan şeyin, geçmişin dinamik güçlerinin ve etkinliklerinin anlaşılması, asli kaynaklarının korunarak toplumun sosyo-kültürel, ekonomik ve geçmiş etkinliklerle, bu kaynaklar arasındaki etkileşimin çözümlenip, zamanın değişkenliğiyle birlikte temel dinamiklere yaklaşımın hangi durumda olduğunun çözümlenmesidir. Bu durum tarih biliminde tarihin ivmesinin ne olduğu tartışmasını da beraberinde getirmiştir. İnsan, madde, ihtiras, kültür, bilim, zaman… gibi çok çeşitli argümanlar ortaya konsa da, tarih bilimine yaklaşım, merkezde yer alan ivmelerin farklılığına da yol açmaktadır. Müslümanlar tarih anlayışında özellikle bu süreci çok iyi tanımlamalı ve tahlil etmelidirler. İnsanın yaradılış gayesinin tanımlanmasıyla birlikte, tarihe anlam katan ve tarih bilimini tanımlayan temel dinamikler de netleşmektedir. Müslüman hayatın/tarihin merkezine bu dinamiklerini oturtarak tarih anlayışını tanımlayıp tarihsel süreci buna göre şekillendirmelidir. Hak batıl mücadelesinde insanı, eşref-i mahlûk seviyesine çıkaran ve esfele safiliyn alçaklığının önüne set çeken tanımlar, tarih anlayışımızdaki temel taşlarımız olmalıdırlar.

Hayatımıza kılavuzluk etmesi için tarihe müracaat ederiz. Bu da evveliyatla çağımızda karşılaştığımız problemler hakkında düşünürken, tarih anlayışımızın bu problemler ışığında biçimlenmesi demektir. Bu realite hem tarihin güncel alana taşınması hem de güncel olanın tarihi tanımlaması olarak etkileşimini sürdürür. Burada dikkat edilmesi gereken şey, tarih anlayışımıza yön veren dinamiklerin ne tarihin derinliklerine hapsedilip bırakılması ne de güncel alandaki baskın görünen düşünce ve yaklaşımların tesiriyle tarihsel anlam ve anlayışımızda bir sapmanın oluşmamasıdır.

Çağdaş tarih yorumunda objektiflik, tarafsızlık asıldır. Ele alınan belge ve bulgular, tahlil edilen düşüce ve profiller tarafsız bir şekilde irdelenmelidir. Bu asıl olandır. Aynı zamanda ahlaki olan ve hayatın gerçeklerine saygı içeren bir yaklaşımdır. Fakat insanın sosyal bir varlık olması, yetiştiği çevre ve şartların, fikir ve görüşlerin onun psiko-soyal gelişimindeki tesiri, bilinçaltına yerleşen reel gerçeklerin varlığı, ideolojik saplantılar onun bu tarafsız, objektif yanına etki etmektedir. Bir tarihçi ya da tarih okuyucusu olarak, olguların ya da olayların değerlendirilmesinde tarafsız olmak demek bir düşünce ya da görüşü benimsememek onu kendine yakın hissetmemek demek değildir. Tam tersine tarihsel süreç içinde duygu ve düşüncelerle var olmamak atıl bir alanda hiçbir şey olamamaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, yanlışın yanlış olarak algılanıp tanımlanması, doğrunun ortaya konması işidir. Çünkü tarihin ibresi adalet ve hakikat üzere dönmelidir. Tarihte yapılan yanlışlar geçmiş ümmetlerin hatalarıdır ve onlar bunlarla imtihan olmuşlardır. Bu hataların örtülmeye çalışılması ise hakikatin bir tarafının anlaşılamamasına ya da çarpıtılmasına yol açacaktır. Hâlbuki yapılacak olan şey doğruyu doğru olarak tanımlayarak tarihsel sürece katkıda bulundurma, yanlışı da ders alınacak geçmişin tecrübesi olarak değerlendirmektir.

Yukarı bölümde ele aldığımız ‘tarih bilimi’ tanım ve tartışmalarında tarih biliminden beklenen asıl şeyin onun güncele aktarılabilmesi ve geleceği şekillendirmesi olduğu ortaya kondu. Fakat tarih biliminden ders almak için tarih biliminin ders verici, tarihçinin ders alıcı olmasının yanında mevcut durumun geçmişle bağlantı dinamiklerinin koparılmamış olması da gerekir. Yani tarihsel bilgi/hakikat hayatın içinde pratiği olmaz ise kuru bilgi-ölü bilgi haline dönüşür. En azından pratiğe aktarılacağı güne kadar donuk bilgi dondurulmuş bilgi olarak kalır. Geçmiş ve gelecek arasındaki köprü yaşadığımız zamandır. Geçmişin hakikatini yaşadığımız zamanda canlandıramazsak, ete kemiğe bürüyüp fikir dünyasında, hayatın içinde canlı kılamazsak, tarihten ders alma, söylem olarak anlamlı fakat pratiği olmayan bir bilgi halinde hafızamızda yerini korur. Bugünün Müslümanları olarak düştüğümüz hata -özellikle İslam tarihi ve siyer okumalarında- ya kronolojik olaylar diziminde yer, kişi ismi ezberleme, pratiği olmayan her bilgiyi tarih adına yüklenme, akademik araştırma adına, kaynakça yığınında pratiğe aksedemeyen bilgi devşirme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bir de geçmiş dönemin erdemlerini, anlayışlarını, ahlak ve eylem tavrını anlatma, öğretme ve kavratma adına ortaya konan yaklaşımdır ki bu durum iyi niyetle ortaya çıkan, pratik alana bir hedef boşluğu olarak yansıyan tavırdır. Tarihin derinliklerinde yaşanmış birtakım duygu, düşünce ve hislerin anlaşılır kılınması adına; fikirden ve pratikten soyutlanıp sadece manevi tatmin, hislenme, duygulanıp coşkunluğa ulaşma şeklinde işlenmesi -her ne kadar iyi niyetle yapılsa da- pratiğe akseden onu şekillendiren özellikten uzaklaşmış oluyor.

Bugün ulus devletler ‘resmi tarih’ kurgusu oluşturup, tarih algısını devletin ideolojisiyle iç içe geçirerek, kutsiyet atfedilen tartışılamaz metinler haline dönüştürmüştür. Bu da tarih biliminin hem tanım hem de metot olarak güven problemi yaşamasına yol açmıştır.

Olay ve olguların değerlendirilmesinden fikir ve ruh dünyasına, sosyo-ekonomik, algı seviyesine kadar geçmişe ait verileri değerlendirirken o günün şartlarını, etkinliklerini, kavram dünyasını, hassasiyetlerini, inanç ve değerlerini bilerek tarih okumaları yapılmalıdır. O günün şartlarının hiçe sayılmasıyla oluşturulacak tarih, bugün için ancak aldatıcı bir hikâye olur.

Son söz olarak şunu diyebiliriz ki tarih ‘ilgisel’ ya da ‘bilgisel’ bir yaklaşım değil ‘bilinçsel’ bir yaklaşımdır. Bilinç düzeyini geliştirecek, hayatı şekillendirecek olan tarihsel bilgi, hayata değer katacak ve bu anlamda tarih bilimi de hak ettiği değeri bulacaktır.

En doğrusunu Allah bilir.

 

Faydalanılan Eserler:

Abdullah Yıldız, Tarih Bilinci, Denge Yay.

Arnold Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor, Ağaç Yay.

Doğan Özlem, Bilim Tarih ve Yorum, İnkılap Yay.

Dursun Dilek, Tarih Derslerinde Öğrenme ve Düşünme Gelişimi, Pagem Yay.

Edward Hallet Carr, Tarih Nedir, İletişim Yay.

Ekrem Memiş, Tarih Metodolojisi, Selçuk Ü. Yay.

Friedrich Nietzsche, Tarih Üzerine, Say Yay.

Gustave Lê Bon, Tarih Felsefesinin Bilimsel Yasaları, Ufuk Yay.

Mazharuddin Sıddıkî, Kur’an’da Tarih Kavramı, Pınar Yay.

Şahin Uçar, Tarih Felsefesi Yazıları, Vadi Yay.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ