Ehl-i Sünnet’in Oluşumu - rahle.org

Ehl-i Sünnet’in Oluşumu - rahle.org

Ehl-i Sünnet’in Oluşumu


Facebookta Paylaş
Tweetle

Sinan Özyurt 

 

 

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat veya kısaca Ehl-i Sünnet tabirleri, Hz. Peygamber’in ve ashabının akaid sahasında takip ettikleri yolu izleyenler manasında kullanılmaktadır.¹ İslâm toplumu içinde meydana gelen ihtilaflar birçok fırkanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ehl-i Sünnet’i de bu manada ortaya çıkan bir fırka olarak değerlendirmek doğru olmaz. Zira Ehl-i Sünnet, Kitap ve Sünnet ile ashabın yoluna uyan cumhurun görüşlerinin manzumesi olarak anlamak gerekmektedir.²

Ehl-i sünnet tabirine yer veren ve günümüze ulaşan en eski eser, Ahmed b. Hanbel’e atfedilen er-Red ale’z-Zenâdıka ve’l-Cehmiyye’dir. Daha sonra farklı müelliflerin eserleri de ehl-i sünnet ifadesine yer vermiştir. Bu durum, Ehl-i Sünnet’in hicri üçüncü asırda itikadî bir mezhep olarak oluşmaya başladığını, başka bir deyişle ehl-i bid’at fırkaların zuhurundan sonra ümmetin çoğunluğunun bu isimle anılmaya başlandığını göstermektedir.³

Müslümanlar arasında ortaya çıkan ve savaşlara varan ihtilaflar neticesinde zihinlerde oluşan sorulara verilen farklı cevaplar fırkalaşmayı beraberinde getirmiştir. Bu ihtilaf ve savaşların en başından itibaren bazı sahabîler bu tartışmalı meseleler üzerinde durulmasını arzu etmemiş, bir kenara çekilerek olaylar hakkındaki kanaatlerini açıklamamaya özen göstermişler ve günlük siyasetten uzak durmaya çalışmışlardır. Bu zümrenin önde gelen ismi Abdullah b. Ömer’dir (v.74/693). Ayrıca İbrahim en-Nehâ’i (v. 96/714), eş-Şa’bî (v. 104/722) ve Hasan el-Basrî (v. 110/728) de bu mutedil ve merkez zümrenin öncüleri arasında zikredilmektedir.

Bu zümrenin ortak vasfı, Kur’an ve Sünnet’e dayanan temel İslâmî esaslara ve devlete bağlılık ile Müslüman cemaatin devamı ve birliği için azamî gayret sarf etmektir. Zikredilen isimler içinde Hasan el-Basrî’nin Ehl-i Sünnet’in teşekkülünde önemli bir yeri vardır. Ondan sonra Ehl-i Sünnet’in itikadî görüşlerinin şekillenişinde Ebu Hanife’nin (v. 150/767) ciddi anlamda katkıları olmuştur. Ebu Hanife’den sonra, ehl-i bid’at fırkaların itikadî sahadaki faaliyetlerine karşı Ehl-i Sünnet’in esasları geliştirilmiştir. Bu süreçte Ehl-i Sünnet kelamı ortaya çıkmış ve Ehl-i Sünnet içerisinde Selefiyye ile Halefiyye olarak adlandırılan anlayışlar şekillenmiştir.⁴

Selefiyye, akaid alanında nassları olduğu gibi kabul edip, teşbih (benzetme) ve tecsimden (şekillendirme) kaçınarak te’vile (yorumlama) başvurmayan “ehl-i sünnet-i hassa”yı ifade etmektedir. Tabiîn, mezhep imamları ve muhaddisler Selefiyye’dendir. İlk asırlarda İslâm dünyasında hâkim olan akide, selef akidesidir. Hicrî ikinci asırdan itibaren bid’at fırkaların ilmî anlamda teşekkül etmeleri karşısında, üçüncü asırdan sonra Ehl-i Sünnet kelam fırkaları da oluşmaya başlayarak İslâm dünyasında yayılmışlardır.⁵

Selefiyye’nin itikattaki imamı olarak Ahmet b. Hanbel (v. 241/855) kabul edilmektedir. Hanbelî mezhebinin de kurucusu olan İbn Hanbel, fıkıhta takip ettiği usûlü akaid sahasına da uygulamıştır. Ona göre delillerin kaynağı diğer mezheplerdeki gibi Kitap ve Sünnet’tir. Sahabenin icma’ı bu iki delilden sonra gelir. Sahabe fetvası da kabul edilen ana delillerdendir. Yerine göre mürsel (sahabede kalan rivayet) ve zayıf (kusurlu) hadisleri de delil olarak kabul eden İbn Hanbel, bir delil kaynağı olarak kıyas’a (benzeriyle karşılaştırma yöntemi) hemen hiç yer vermemektedir. Fıkıhtaki bu usûlünü akaid sahasına da uygulayan İbn Hanbel, itikadî konularda akla ve te’vile yanaşmamış, inanç meselelerinde tartışmalara ve derin açıklamalara karşı çıkmıştır.⁶

Selefiyye’nin üzerinde ittifak ettiği diğer husus, müteşabihat’ın (benzetme ve mecaz içeren ayetler) te’vil edilmemesi ile teşbih ve tecsim’in reddedilmemesidir. Fakat teşbih ve tecsimin reddedilmesi ister istemez bir te’vili gerektirir. Çünkü nasslarda Allah’a nispet edilen yed (el), vech (yüz), ayn (göz), istiva (yerleşme) ve benzeri sıfatların Arapça’daki gerçek manalarında kabul edilmeleri durumunda teşbih ve tecsim gerçekleşir. Bunu kabul etmeyen Selefiyye, bu kelimelerin Allah için kullanılmaları durumunda gerçek manalarında alınamayacaklarını savunur. Bu da “icmal-i te’vil” olarak nitelendirilmektedir. Selef bu icmali te’vilde durmakta, ileri gidip murad-ı ilahî’yi belirlemeye çalışmamaktadır. Halef ise Müşebbihe’nin iddialarını defetmek için ibaredeki karinelere ve dilcilerin çalışmalarına dayanarak murad-ı ilahî’yi belirlemeye gayret etmektedir. Bu da “tafsil-i te’vil” olarak nitelendirilmektedir.⁷

Selefiyye’nin en önemli temsilcilerinden biri de hicrî yedinci asrın sonunda selef akidesini ihya için faaliyet gösteren İbn Teymiyye’dir (v. 728/1328). Ona göre esas olan nakildir, akıl sadece idrak ve tasdik için vardır. Kur’an, sünnet ve sahabe uygulaması dışında kalan her şeye bid’at diyerek karşı çıkmıştır. İbn Teymiyye’den sonra talebesi olan İbn Kayyım el-Cevziyye (v. 751/1350) selef akidesinin önemli bir savunucusu olmuştur. Onlardan yaklaşık beş asır sonra ortaya çıkan Vehhabiyye hareketi selef akidesine dayanmaktadır. Son yüzyılda ortaya çıkan ve Neo-selefilik olarak adlandırılan hareketin öncüleri Muhammed Abduh (v. 1323/1905) ve Reşid Rıza (v. 1354/1935), Selefiyye’nin ihyası için gayret göstermişlerdir.⁸

Ehl-i Sünnet-i Âmme olarak da adlandırılan Halefiyye, Selefiyye’nin aksine müteşabihler üzerinde düşünmenin, muhkem nasslar (apaçık deliller) ışığında onları anlamaya çalışmanın Kur’an’ın mantığına uygun olduğunu ve taklitten kurtularak delilleriyle inanmanın gerekliliğini savunmaktadır. Daha önce bahsettiğimiz Hasan el-Basrî ve Ebu Hanife ile başlayan ve selef içerisinde ehl-i hadis’in karşısında ehl-i rey olarak adlandırılan çizgide inanç esaslarının daha sistematik olarak ele alınması gerektiğine inanan âlimler ortaya çıkmıştır. İbn Küllab (v. 239/854), Haris el-Muhasibî (v. 243/857) ve Ebu’l-Abbas el-Kalânîsî (v. 255/869) gibi âlimler selef akidesi ile hicrî dördüncü asrın başında ortaya çıkan Eş’ariyye arasında köprü vazifesi gördüklerinden Halefiyye’nin öncüleri olarak zikredilmektedirler.⁹

Ehl-i Sünnet tarihinde en önemli dönüm noktası hicrî dördüncü yüzyılın başları olmuştur. Hicrî üçüncü asrın ikinci yarısında Şia’nın fırkalaşma sürecini tamamlaması, ana kitleyi de kendi inançlarını sistemleştirmeye ve kimliklerini tanımlamaya yöneltmiştir. Bunu, Irak’ta Mu’tezile’den ayrılan Ebu’l-Hasan el-Eş’arî (v. 324/936) ile Maveraünnehir’de Hanefî ekolünün inanç esaslarını sistemleştiren Ebu Mansur el-Mâturîdî (v. 333/944) yapmıştır.¹⁰ Selefiyye taraftarlarının azaldığı sonraki dönemlerde Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat tabiri genellikle, bu iki imamın ortaya koydukları Eş’ariyye ve Mâturîdiyye mezheplerini ifade için kullanılmaktadır.¹¹ Ehl-i Sünnet’in ana kollarını teşkil eden bu iki mezhep arasında -esasta olmasa da- teferruata dair bazı meselelerde cüz’î ihtilaflar vardır.¹²

Abdülkâdir el-Bağdadî, Ehl-i Sünnet içerisinde sekiz zümrenin yer aldığını belirtmektedir. Bunlar:

1- Ehl-i bid’atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri; 2- Sevrî, Evzâî, Dâvûd ez-Zâhirî dâhil büyük müctehid imamlar ve onların müntesipleri; 3- Muhaddisler; 4- Ehl-i bid’ate meyletmeyen sarf, nahiv, lügat ve edebiyat âlimleri; 5- Ehl-i Sünnet görüşüne sadık kalan kıraat imamları ve müfessirler; 6- Şeriate bağlı olan tasavvuf ehli; 7- Ehl-i Sünnet yolundan ayrılmayan mücahidler; 8- Ehl-i Sünnet akîdesinin yayıldığı memleketlerin ahalisidir.¹³

 

Dipnotlar:

1. Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, s. 109. Damla Yay.

2. Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslâm Mezhepleri, s. 55. Birleşik Yay.

3. Yusuf Şevki Yavuz,  “Ehl-i Sünnet”, DİA, X, 526.

4. Fığlalı, age. s. 55-70.

5. Fığlalı, age. s. 55-70.

6. Fığlalı, age. s. 72-74.

7. Topaloğlu, age. s. 116.

8. Fığlalı, age. s. 72-75.

9. Bu âlimlerin görüşleri ve tesirleri hakkında geniş bilgi için bkz. Nadim Macit, Ehl-i Sünnet Ekolünün Doğuşu, Erzurum, 1995, s. 57-97.

10. Mehmet Saffet Sarıkaya,  İslâm Düşünce Tarihinde Mezhepler, s. 79.

11. Topaloğlu, a.g.e., s. 120.

12. Fığlalı, a.g.e., s. 85.

13. Abdülkadir Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s. 246-248.

 

 

 

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ