Y. Emre Kırmızılı
GİRİŞ
Kur’an-ı Kerîm’i okuduğumuz zaman görüyoruz ki; Allah'ın kıldığı şeriatta -biz kulları açısından- hiçbir husus açıkta kalmamış, tüm fiiller gerek ihtiyaç ve gerekse fayda bakımından tek tek açıklanmıştır.¹ O'nun hitabında, bu hükümlerin gerçekleşmesi veya tamamlanması noktasında lazım gelen ne varsa, tümü, ya esas ya da usûl yolu ile belirlenmiştir. Böylece şer’î hükmün gerektirdiği kulluk sorumluluğu, net bir biçimde ortaya konulmuştur.² Artık iman eden herhangi bir kimsenin bunun ötesine geçme hakkı ve salahiyeti yoktur.³
Bize düşen, İslâm'ın emrettiği ve yapmakla mükellef olduğumuz vazifeleri gücümüzün yettiği nispette -herhangi bir engel ortaya çıkmadığı müddetçe- en mükemmel bir şekilde tamamlamaktır. Şeriat bunun için en kâmil manada indirilmiş ve nebîler dahi (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) bunun için gönderilmişlerdir.⁴
Yine bir hakikattir ki; Rabbimiz bizlere, tahammül edemeyeceğimiz ve yahut altından kalkamayacağımız bir yükü yüklemeyi kendi şeriatine almamıştır.⁵ Ola ki Müslüman bir kişi, dinî vecibelerini yerine getirme hususunda gevşeklik gösterebilir, her zaman aynı güç ve kudrete sahip olamayabilir. Dolayısıyla herhangi bir meşru mazereti söz konusu olduğunda, İslâm’ın getirdiği kolaylıklardan faydalanmak ister ve mazeretinin derecesine göre de faydalanır…
İşte, bu zorunlu tutulan haller ve faydalanılan meseleler sebebiyledir ki ehl-i sünnet âlimleri tarafından usûl-ü fıkıhta bazı kavramların izahına lüzum hissedilmiştir. Bunlar -aşağıda sunacağımız üzere- başlıca üç tanedir: azimet, ruhsat ve zaruret…
Dinin Öncelikli Emri: AZİMET
Azimet; azm (gayret etmek) masdarından olup, kat'i olarak verilmiş bir karar ile bir hususun icrasına başlamaktır. İslâmî ıstılahta; “Allah-û Teâlâ (cc) tarafından vaki olan teklifi, hiçbir özür ileri sürmeksizin, usûl ve kaidesine göre, tam ve mükemmel şekilde eda etmektir.” şeklinde geçer.⁶
Azimet farz, vacip, sünnet ve müstehab niteliğindeki bir davranışın yapılmasını; haram, mekruh gibi davranışların da yapılmamasını ifade eden bütün teklifî hükümleri içine alır. Meselâ namaz, oruç, hacc başta olmak üzere, Allah'ın kullarını yükümlü tuttuğu bütün dinî vecibeler genel manada her mükellef kişi için konulmuş birer azimet hükmüdür. Aynı şekilde şarap içme, domuz eti yeme, zina etme gibi haram olan fiiller de her mükellefi bağlayıcı nitelikteki genel hükümlerdendir.⁷
Bunların haricinde; alış-veriş, kira, mudârebe (köle ile yapılan sözleşme) ve kısas gibi toplumsal menfaati dikkate alarak meşru kılınmasını gerektiren hükümler dahi azimet cümlesindendir.⁸
Bundan başka; hükmü ortadan kaldıran emir de azimetten sayılır.⁹ Şatıbî der ki: Eğer daha önce bir hüküm bulunur, fakat önceki hüküm bu sonuncusuyla neshedilmiş [hükmü ortadan kaldırılmış] olursa, bu neshedici olan sonuncusu da başta konan hüküm gibi kabul edilir.
Örneğin; “Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti; artık eşlerinize yaklaşabilirsiniz.”¹⁰ ayetinde olduğu gibi…
Keza, genel ifadelerden yapılan istisnalar ve diğer tahsis görmüş hükümler de baştan konulmuş küllî hükümlerden sayılmaktadır. Mesela; ayette “Müşrikleri öldürünüz.”¹¹ buyrulmuşken, hadiste kadın ve çocukların öldürülmeleri yasaklanmıştır. ¹²
Bütün bu tür emir, yasak, istisna ve tahsis yoluyla getirilen hükümler azimet kapsamı içerisinde bulunmaktadır.
Bu itibar ile azimet, asıl ve genel olan bir hüküm olup umumu (geneli) ilgilendiren, her mükellefin uymak zorunda kaldığı esastır.¹³ Zira Allah’ın hükmü asıldır ve onu değiştirecek kimse de yoktur.¹⁴
Azimeti Ortadan Kaldıran Emir: RUHSAT
Ruhsat, kulların şer'i özürleri neticesinde, tam ve mükemmel olarak eda edemediği teklifleri, Allah-û Teâlâ’nın (cc) nazarı müsamaha görmesi dolayısıyla insanların fiillerine tatbik edilmesi gereken hükümlere verilen isimdir.¹⁵ Kulların özürlerine binaen kendilerine kolaylık olmak üzere, ikinci derecede meşru kılınan şeydir.¹⁶ Yapılması caiz yani müsaade edilip, zorluğu ortadan kaldırmayı amaçlar. Nitekim sözlüklerde “kolaylık ve müsaade” anlamlarına gelir.
Ruhsata başvurmak, ancak İslâmî bir emir ve hükmü tam ve mükemmel olarak yerine getirme hususunda dikkat ve sağlam irade kullanılmadığı takdirde olur.
Örneğin; mükelleflerin oruç tutması bir azîmet hükmüdür. Fakat hasta ve yolculara -karşılaştıkları güçlük sebebiyle- oruç tutmama kolaylığı tanınmış ve bunlardan tutamadıkları oruçlarını normal hale dönünce kaza etmeleri istenmiştir. Domuz etinin yenmesi ve şarabın içilmesi haram olduğu halde, susuzluktan veya açlıktan ölme tehlikesiyle karşılaşan kimseye bu azîmet hükmünü terk edip domuz etinden veya şaraptan hayatî tehlikeyi atlatacak miktarda yemesi-içmesi mubah kılınmıştır.¹⁷
Yine ruhsat sayesinde; seferîlik halinde, ayağında bulunan mestler üzerine (24 saat yerine) 72 saat mesh edilebilir, Ramazan orucu bayramdan sonraya tehir edilerek gününe gün tutulabilir, cuma namazı terk edilerek yerine öğle namazı kılınabilir. Sonra; canına veya herhangi bir uzvuna zarar gelmesinden korkularak farz namazlar oturarak veya yatarak ima ile eda edilebilir…
Nebhanî der ki: Ruhsat bir özürden dolayı aniden ortaya çıkan durumlarla ilgili olduğu için ancak özür bulunduğu sürece ruhsat geçerlidir. Özür ortadan kalktığında ruhsat da kalkar. Hem ruhsat yalnızca bu özürlü mükelleflere hastır.¹⁸
Buna göre, bir nâssın genelliğinde istisna edilen hüküm ruhsat sayılmaz, bilakis o azimettir.
Aynı şekilde bütün mubahlar azimettirler, ruhsat değildirler.
Ruhsatın Gerek Şartı: ÖZÜR ve ZARURET
Usûlcülere göre özür; ızdırar (bir işi yapmaya mecbur kalmak), sefer meşakkati veya bir rahatsızlıktan dolayı cemaatle namazı terk etmenin caiz olması gibi bir takım zorunlu hallerdir. Tehdit altında küfre götüren bir söz söylemek, açlık tehlikesi halinde murdar et yemek gibi hükümler bu sebeple ruhsata addedilir.¹⁹
Zaruret; “yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helâkı veya helâka yaklaşmayı gerekli kılan şeydir.”²⁰ Burada esas olan şey; zaruretin ciddî ve ölümle neticelenebilecek bir durum olmasıdır… Zaruret halindeki kişiye bu sebeple bir kınama söz konusu değildir; o, kendisine tanınan kolaylığı mecburiyet gereği yapmaktadır.
Said Nursî, Lemalar’da şöyle der: “Mesela; bir tabip, doktorluk noktasında bir nâ-mahremin en nâ-mahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir. Hilaf-ı edeb denilmez. Belki, edeb-i tıb, öyle iktiza eder, denilir. Fakat o tabib, recûliyet unvanıyla yahut vâiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâ-mahremlere bakamaz. Ona gösterilmesini edep fetva veremez. Ve o cihette ona göstermek, hayâsızlıktır.”
Zaruretin koşulu ikidir; Mecelle madde-21’de şöyle kayıt olunmuştur: “Zaruretler memnu [yasak] olan şeyleri mubah [serbest] kılar.” Ve yine madde-22’de: “Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.” şeklinde geçer. Yani zaruretler ancak nass (açıkça belirtilen hükümler) ile sınırlandırdığı kadar takdir edilmiştir; keyfî uygulamalar ile bu sürenin yahut miktarın arttırılması caiz değildir.
Şatıbî der ki: “Ruhsat tarifinde “meşakkat veren” kaydını getiriyoruz, çünkü özür, sırf bir ihtiyaç neticesi olabilir ve ortada meşakkat bulunmayabilir. Bu durumda o şey ruhsat diye isimlendirilmez… Mesela namazı ayakta kılamayan ya da meşakkatle kılabilen bir kimsenin oturma haline intikal etmesi meşrudur. Her ne kadar bu şekilde namaz kılması namazın rükünlerinden birini ihlal ediyorsa da meşakkat sebebiyle istisnaya tâbi tutulmuş ve o kişi hakkında kıyam farzı kesinlik kazanmamıştır.”
Ali Haydar Efendinin Kavaid-i Külliye Şerhi’nde geçtiği kadarıyla; zaruretler açısından haram olan şeyler üç kısma ayrılır:
1- Hiç bir şekilde işlenilmesine ruhsat verilmeyen haramlar. Meselâ bir kimse ne kadar tehdit ve baskı altında kalsa da başkasını öldürmesi veya bir uzvunu kesmesi caiz değildir. Buna ruhsat verilmemiştir.
2- Zaruret ile sakıt olan [düşen] haramlar. Zaruret bunların işlenmesini mubah kılar ve haram olmasını ortadan kaldırır. Ölmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan kimse, ölmeyecek kadar murdar et yiyebilir. Tedavi maksadıyla doktor, kadın ve erkeklerin avret mahallerine bakabilir.
3- Haram olması tamamen ortadan kalkmayıp, zaruret anında ruhsat ihtimali olan ve mubah muamelesi gören haramlar. Meselâ bir kimsenin malına tecavüz etmek haramdır. Aç kalıp da ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir kimse başkasının malını rızası olmasa da alıp yiyebilir. Bundan dolayı günahkâr olmaz ve sorguya çekilmez. Ancak sonra mal sahibine hakkını vermesi veya helâlleşmesi gerekir.²¹
SON SÖZ:
Misaller vererek kısaca izah etmeye çalıştığımız azimet, ruhsat ve bunlarla ilgili hususta şuurlu Müslümana düşen vazife, mümkün mertebe azimetle amel etmenin yollarını aramak, ruhsatla amelden kaçınmak, zaruret miktarınca ruhsata tevessül etmektir. Çünkü devamlı ruhsatın yollarını aramak, zamanla kişiyi tembelleştirip hiçbir iş yapmaz bir hale getirebilir.
Sonuç olarak; ruhsat ancak kat'i bir nass'la sabit olur. Ayrıca herhangi bir ruhsattaki “illet” esas alınarak, başka bir ruhsatı tespit etme imkânı yoktur.²²
Nitekim İmam Şafii, Risale’sinde; “Allahû Teâlâ'nın (cc) nassla belirlediği bir hüküm, Resûl-i Ekrem'in (sav) hafifletici bir sünneti ile tahsis olunursa “ruhsat” var demektir. Resûl-i Ekrem'in (sav) hak verdiği yerlerde “ruhsat” ile amel edilir. Ancak Resûl-i Ekrem'in (sav) tayin etmediği yerlerde ruhsat olamaz. Ayrıca bu ruhsatlar, başka şeylere “illet” de teşkil etmezler.” demektedir. Sonra bahsin devamında: “Resûl-i Ekrem (sav) sadece mestlerin üzerine mesh etmiştir. Binaenaleyh buna kıyasla biz kalkıp da; sarığın, başörtüsünün veya eldivenlerin üstüne mesh edemeyiz. Üzerimize farz olan bu organların tamamını yıkamaktır. Resûl-i Ekrem'in (sav) izniyle hareket ederek mestler üzerine mesh etmemiz ise ruhsatımızdır.” diyerek; ruhsat'ın içtihatla tespit edilemeyeceğini beyan etmektedir.
Son olarak, İmam Serahsî’nin Usûl’ünde geçer ki; aslî emir ve hüküm olduğundan dolayı ibadetlerde azimeti kullanmak esastır.
Bizim de kullukta ve dahi cemaatteki aslî gayemiz budur ve İnşaallah bu hal üzere devam edecektir.
“Durum öyledir. Her kim Allah'ın hükümlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır.”²³
Dipnotlar:
1. Kur’an’da şöyle geçiyor: “İnsanlar (başta) bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara: 213)
2. Kur’an’da şöyle geçiyor: “Peygamberleri müjdeciler ve azap habercileri olarak gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah mutlak üstündür, yegâne hikmet sahibidir.” (Nisa: 165)
3. Kur’an’da şöyle geçiyor: “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)
4. Kur’an’da şöyle geçiyor: “Biz, peygamberleri ancak müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik. Şu halde inananlara ve kendilerini düzgün bir hale getirenlere ne korku vardır, ne de mahzun olur onlar.” (En’am: 48)
5. Kur’an’da şöyle geçiyor: “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir.” (Bakara: 286’dan)
6. Bkz. Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, I. cilt, Misak Yay. İst.
7. Bkz. Komisyon, İlmihal, I. cilt, TDV Yay. İst.
8. Bkz. Vehbî Zuhaylî, Fıkıh Usûlü, I. cilt, Risale Yay. İst.
9. Şatıbî, Muvafakat, İz Yay. İst.
10. Bakara: 187.
11. Tevbe: 5.
12. Bkz. İbn Hanbel, 2/22; Ebû Dâvûd, Cihâd, 11; İbn Mâce, Cihâd, 30.
13. Muhammed Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, Fecr Yay. Ank
14. Kur’an’da şöyle geçiyor: “Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (En'am: 115)
15. Bkz. Yusuf Kerimoğlu, age.
16. Bkz. Muhammed Ebu Zehra, age.
17. Bkz. Komisyon, age.
18. Takıyuddin Nebhanî, İslâmî Şahsiyet, Dâru’l Ümmet Yay.
19. Bkz. Vehbî Zuhaylî, age.
20. Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, Hisar Yay. İst.
21. Bkz. Ahmet Ağırakça, İslâm Ansiklopedisi, “Azimet” maddesi, Şamil Yay. İst.
22. Bkz. Yusuf Kerimoğlu, age.
23. Hacc: 32.