Müslümanca Düşünme Üzerine Bir Usûl Denemesi - rahle.org

Müslümanca Düşünme Üzerine Bir Usûl Denemesi - rahle.org

Müslümanca Düşünme Üzerine Bir Usûl Denemesi


Facebookta Paylaş
Tweetle

Necmettin Irmak 

 

GİRİŞ

Modern çağın insanının sorunlarına baktığımızda esasen bir sorunmuş gibi karşımızda duran şeylerin gerçek sorun olmadığı, asıl sorunun modern insanın düşünce biçimi olduğunu görürüz. Bütün insanlık, buna Müslümanlar da dâhildir, modern cahili bir dünyanın algı biçimi üzerinden düşünce yapılarını inşa etmekte ve dolayısıyla bu düşünce yapısının öngördüğü bir yaşam biçimini benimsemektedir.

Cahiliyeye karşı duruşla varlığı anlam ifade eden birçok Müslüman bu durumun farkında değildir. Farkında olamayışımızın nedeni, yaklaşık iki asırdan beri cahili düşünce biçiminin bilinçaltımıza yerleşmiş olması ve Müslümanca bir düşünce biçimine sahip olmayışımızdır.

Bu sorunun temelinde, Müslümanların varlığa ve olgulara vahyin (Kur’an ve Sünnet) penceresinden değil de modern cahili düşüncenin araçlarıyla bakması bulunmaktadır. Ayrıca Müslümanlar İslâm’a dahi bu çağın algı sureti ile bakmaktadırlar. Bundan dolayı Müslüman’ın hayata ve hakikate dair endişelerinde İslâmîlik değil, çağdaşlık esas teşkil etmektedir. 18. asırda başlayan Batı karşısındaki yenilgi sürecinin oluşturduğu kompleksli aşağılık psikolojisinin tesiri altındaki İslâm âlemi, cahili batı düşüncesinin dayattığı düşünce tarzına sahip olmayı kaçınılmaz ve mutlak kabul etmiştir. Kendi düşünce sistemlerini yeniden kurgulamakta aciz kalan ve hatta tembellik eden Müslümanlar, Batı düşünce yapısı içerisinde yer alarak ve bunu kendisine kabul edilebilir bir düşünce biçimi diye kabul ederek varlıklarını sürdürebilecekleri yaklaşımı içerisinde bulunmaktadır.

MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME

Düşünme, bir zihinsel işlemdir. Bu zihinsel işlem simgeler kullanılarak yapılır. Varlıklar ve olaylar bu şekilde anlam kazanır. Düşünme, söz konusu varlıklar ve olguların simge ve sembollerini kullanarak zihinsel görüntü, kavramlaştırma, karşılaştırma, soyutlama, sonuç ve yargı süreçleri ile oluşur. Dolayısıyla insanlar, varlıklar ve olguların arasında bağ kurarken bu süreçten yararlanırlar.

İnsanlar, tarih boyunca fikirlerini başkalarına anlatmak ve onları kendi düşüncelerince şekillendirmek için tutarlı bir düşünce sistemi kurmaya ve düşüncelerini başkalarına ulaştırmaya çalışmışlardır.

İnsani bir gerçeklik olarak düşünmeye Müslümanca vasfını koymanın imkânı söz konusu mudur?

Hiç şüphesiz mutlak bir düşünce tarzından söz etmek esasen imkân dışıdır. Zira insan, her yönüyle çevre şartları (din, kültür, ideoloji, ekonomi, vb) etkisinde oluşturduğu kavramsal dünyanın şekillendirdiği düşünce biçimlerine sahiptir. Bu, hem reel ve hem de tabii bir durumdur. Dolayısıyla Müslümanların kendi zihin dünyalarındaki kavramsal yapı üzerinden Müslümanca düşünme ameliyeleri yapmaları imkân dâhilinde olduğu gibi aynı zamanda İslâmî bir zorunluluktur. Çünkü biz Müslümanlar, düşünmenin üzerimize insanî ve İslâmî bir sorumluluk olduğunu Rabbimiz Allah Teâlâ’nın kitabında düşünce etrafında oluşturduğu kavram dünyasında açıkça görürüz. Kaldı ki bu durum “insanî” kelimesinin anlam bütünlüğünde insanı diğer varlıklardan ayıran fıtrî bir durumdur. Hem fıtrata ters düşmemek hem de Kitab’a ters düşmemek adına Müslümanca düşünmenin nasıllığı bizim için daha bir anlam taşımaktadır.

Müslümanca düşünme için gerekli olan şart acaba Müslüman olmak mıdır? Diğer bir değişle, Müslüman olmak Müslümanca düşünmek için yeterli midir?

İslâm hakkında bilgi sahibi olan herkesin (müsteşrikler gibi) hatta her Müslümanın İslâmî bir düşünceye sahip olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü İslâm’a göre düşünmek, İslâm hakkında çeşitli bilgiler elde etmekle gerçekleştirilemez. Bu durumda Müslümanca düşünme için gerekli olan şartın, İslâm’ın ruhunu ve maksadını da anlamış olmayı ve hayatı bu çerçevede gerçekleştirme çabasında bulunmayı gerektirdiğini söyleyebiliriz.

Burada Müslüman filozoflara yapılan tenkitleri -özellikle de Gazalî’nin yönelttiği tenkitleri- dile getirebiliriz. “Filozofların Tutarsızlığı” isimli eserinde Gazalî, genel olarak onların eşyaya dair yaklaşımlarını İslâm-vahiy merkezli bulmaz. Bundan dolayı ürettikleri düşünceleri İslâmî düşünce olarak kabul etmez.

İslâmî normlara göre düşünememe gerçeği sanılandan daha derin ve yaygındır…

Samimiyetle Müslümanlığını ortaya koymak isteyen kimselerde bile İslâm’ı kapitalizmle veya sosyalizmle [yahut demokrasiyle] bir arada düşünmek eğilimlerinin salgın halde bulunduğu günümüzde onu bu izm’lerden biriyle terkip ederek düşünmek nerdeyse moda haline gelmişken İslâm’ı sadece ve sadece kendi bağlamı içinde düşünerek ona teslim olmak önemsenmeye değer bir olay sayılmalıdır.

Kendisiyle yapılan bir mülakatta Garaudy şöyle söylüyordu: “Batı Rönesans’ı, Müslümanlardan sadece tecrübe (deney) metodu ile tekniğini aldı. Onun Allah’a götüren ve insanlığa hizmeti esas alan yönünü bir tarafa bıraktı.”

Basit gibi görünen bu cümle bu basitliği içinde Batı tefekkür tarzı ile İslâmî tefekkür tarzı arasındaki önemli farklılığı işaret etmektedir.¹

Sünnete, Müslümanca düşünmenin örneği olarak bakabilir miyiz?

Kur’an bize Hz. Peygamberin (as) kendi heva ve hevesinden bir şey konuşmayacağını, O’nun konuşmasının ancak vahiy olduğunu haber verir.² Bir insan olarak Hz. Peygamberin (as) kendine ait bir düşünce yapısına sahip olduğunu, ancak onun bu düşünce yapısının vahiyle şekillendiğini, buna binaen Hz. Peygamberin (as) sünnetinin Müslümanca düşünmenin belki de en temel örneği olduğunu söyleyebiliriz. Eşyayı ve olguları vahyin rehberliğinde tanımlaması ve hayat içerisinde konumlandırması, tavır ve davranışlarını vahyin şekillendiriciliğinde yapması, onun sünnetini Müslümanca düşünmenin tek örnek ve rehberi konumuna getirir.

Yine Kur’an’da önemli yer tutan “hikmet” kavramını³ İslâm âlimlerinin “Sünnet” diye tanımlamalarının arkasında yatan sebepte bu olsa gerek. “Eşyanın hakikatinin öz bilgisi” diye tanımlayacağımız hikmet, bu bilginin sahibi olan Allah tarafından, vahiy yoluyla peygamberlere bildirildiğine göre onların hayata dair tanımlamaları ve uygulamaları -yani sünnetleri- hikmetin esas kaynağı olacaktır. Dolayısıyla düşüncenin etrafında dolaştığı ve elde etme gayesi olarak bildiğimiz hikmeti, Sünnet diye tanımlamak mümkün olduğuna göre; bu açıdan da Sünnet’e, Müslümanca düşünmenin örneği olarak bakabiliriz.

Müslümanca düşünmek nasıl olur?

Bunun için öncelikle Kur'anî kavramların anlam haritasıyla yani ruh ve maksadı ile bu kavramların zihinlerimizde uyandırdığı imaj ve algılar aynı olmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için de Kur'an'ı dış etkenlerden ve ön kabullerden uzak bir şekilde okuyup, ilk ve örnek neslin, yani sahabe neslinin yaklaşım tarzına sahip olmak gerekir. Zira onlar cahiliye döneminden tevarüs ettikleri bütün düşünce biçimlerini ve bu düşünce biçimlerini oluşturan kavram dünyasını vahyin getirdiği aynı ifadeler olmasına rağmen terk etmişlerdi. Hz. Peygamber (as) daha önce cahiliyenin kullandığı; “Mazlumda olsa zalim de olsa kardeşine yardım et” ifadesini kullanırken bu duruma şaşıran sahabeye aynı ifadelerle yeni bir anlam dünyası oluşturduğunu göstermişti.

Bunu gerçekleştirdiğimizde Müslümanlar olarak algı dünyamızı bütün yabancı etkilerden uzak, batıl ideolojilerin payandası olma durumundan kurtarıp Müslümanca düşünmenin ilk adımını atmış olacağız.

Kur’anî kavramları tanıma ve anlamanın yolu nedir?

Bir kavramı anlamak ve tanımak için öncelikle onu şu üç yönden incelemek gerekir:

a) Dilbilim yani kelime yapısı (lengüistik) yönünden,

b) Anlambilim yani kelimenin taşıdığı anlam yapısı (semantik) açısından,

c) Istılah yani kavramsal çerçeve (terminoloji) açısından…

Kur’anî bir kavramı doğru anlamak için şu süreci takip etmeliğiz: İlk olarak o kavramın kavramlaşmadan önceki saf kelime anlamını tespit edip lügat boyutunu ele almalıyız. Yine o kavram kelime halindeyken kendisine benzeyen kelimelerle ne tür ilişkiye girip girmediğini, girmişse bu ilişkinin ne gibi anlamlar ürettiğini ve bu anlamların yaptığı diğer çağrışımları inceleyerek kelimenin anlam haritasını çizebilmeliyiz. Son olarak da o kavramın bulunduğu ayet veya konu yahut surenin anlam örgüsü içindeki yerini, verilen genel yahut özel mesajla ilintisini, nazil olmadan önce taşıdığı anlam ile nazil olduğunda ve bu güne kadar geçirdiği süreci ele almalıyız. Daha sonra üzerinde düşündüğümüz, okuyup kavradığımız Kur’an’ın yeryüzüne indiriliş gayesine uygun bir yaşam çabası içerisinde bulunmalıyız.

Bu çaba hiç şüphesiz Hz. Peygamberin (as) sünnetine uygun olmak zorunda. Söz konusu uygunluk, Müslümanca düşünmenin olmazsa olmaz şartıdır.

İslâmî değerlerimize ve kavramlarımıza güvenimiz tam olmalıdır. İmanı pekiştirmek ancak doğru tanımlanmış, bağlamından koparılmamış ve Kur'an'ın önümüze serdiği zihin dünyamızın temeli olan kavramları doğru anlamakla mümkündür. Çünkü zihnî kavrayış ve idrak açısından içini Kur'an’ın doldurmadığı ve sahih olarak tanımlanmamış, muğlâk bir içeriğe sahip kavramlar, Müslüman zihnini şüpheciliğe götürür. Bunun yanında;

Müslümanca düşünmenin başında Allah yer alır.

Müslümanca düşünmenin  temelinde mü’minin kendisini hep Allah'ın gözetiminde bilmesi ve Allah’tan gafil olmaması bulunur. Kişiyi gafletten koruyacak olan amellerin başında ise zikir gelir. Kur’an’da düşüncenin kişiyi götüreceği hedef olan öğüt alma anlamındaki “tezekkür” kelimesi de zikir kökünden türemiştir. Uyanık bir bilinçle yapılacak zikir,  Müslümanca düşünmeyi her daim diri tutar. Kur’an’ın pek çok ayeti bize bunu gösterir.

"Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin."⁴

Müslümanca düşünme varlık üzerinde tevakkufu gerektirir.

Bütün iradenin sahibi olan Allah, kullukla sorumlu tuttuğu bizleri kendine şahitlik eden afak ve enfüsteki pek çok varlık ve olgu üzerinde inceden inceye düşünmeye davet eder. Onları kendine delalet eden birer kevnî ayet diye tanımlar.

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."

Müslümanca düşünme, hayat içindeki bütün hadiseleri vahiy rehberliğinde değerlendirmenin sonucu gerçekleşir.

Hem bireysel hayatta hem de toplumsal hayatta olup biten hadiseleri, hem kendi çevresinde hem de evrensel planda gerçekleşen şeyleri Kitap ve Sünnetin rehberliğinde değerlendirip, tavır ve davranışlarını  ona göre şekillendirmek Müslümanca yaşamanın temel şartıdır. Kendini bu şart karşısında kayıtsız kılan kişinin Müslümanca düşündüğünü iddia etmesi anlamını yitirmiş olur. Zira Müslümanca düşünmek, salt bir kafa konforu derekesinde bir olgu olmayıp aksine eylemi-salih ameli zorunlu kılan eylemden ve amelden kendisini sağaltan bir durumdur. Hz. Peygamber’in (as) ahlâkını soran sahabelere Hz. Aişe’nin (ra) “Siz hiç Kuran okumaz mısınız? O’nun ahlâkı-yaşantısı  Kur’an idi.”⁶ şeklindeki meşhur cevabı bu durumun en güzel örneğidir.

Siz insanlara iyiliği öğütler de, kendinizi unutur musunuz? Oysa Kitabı okuyup duruyorsunuz, hiç aklınızı kullanmaz mısınız?

Müslümanca düşünme her şeyde ve her durumda bir hayr boyutu olduğunu görmenin sonucudur.

Her şeye hayr gözüyle bakması gerektiğini bilen kimse, ancak Müslümanca düşünmeyi  başarır. Çünkü ümitsizliğin müslümanın hayatında yeri olmaması gerektiğini bilir. Çünkü Müslüman zihninin hayr üreten bir zihin olması gerektiğinin farkındadır. En zor şartlarda bile olumsuzluğun Allah’ı hakkıyla tanımamak olacağını da farkeder. Hendek Harbi’nde etrafı kuşatılmış ve varlık-yokluk mücadelesi veren müslümanlara Kayzer’in ve Kisra’nın saraylarını hedef gösteren Hz. Peygamber (as), buna ne güzel örneklik teşkil eder.⁸

Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”

Açık bir bilinç ile Allah'ın tüm evrenin yegâne hakimi olduğunu bilir. Kimsenin göremediğini Allah'ın gördüğünü, kimsenin duyamadığı sesleri O'nun duyduğunu, yine kimsenin bilmediği tüm hadiseleri Allah’ın bildiğini düşünür. Böylece hayatın her anının Allah’ın iradesiyle ve O'nun gözetiminde yaşandığını, dolayısıyla gerçekleşen her olayın mutlaka bir hayır ve hikmetle yaratıldığını unutmaz.

Her ne kadar hoşunuza gitmese de, haksızlıklara karşı Allah yolunda savaşmak size farz kılınmıştır. Demek ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey aslında sizin için hayırlı olabilir, hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü sonuçlar doğurabilir. Neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu en iyi Allah bilir, siz bilemezsiniz.¹⁰

SONUÇ

Yaşadığımız dönemde karşı karşıya kaldığımız en önemli sorunlardan biri Müslümanca düşünmenin terk edilmesidir. Bu bir sorun; zira Müslümanca yaşamanın imkân vasfını terk ettiğini sandığımız bir dönemde bulunuyoruz. Çünkü  Müslümanca bir hayatı mümkün kılacak olan şey, Müslümanca düşünmektir.

Bu terkediş bizi büyük bir kavram ve anlam kargaşasına sokmuştur. Bu kargaşadan kurtulmak, düşünce yapımızı Müslümanlaştırmaktan ve Allah'a tam bir teslimiyet bağı ile bağlanmaktan geçer. Bu noktada Kur’an’ı anlamaya çalışırken ondan ne anladığımızı sormadan önce, Allah'ın o sözle ne murad ettiği sorusunu sormak ve cevaplamak, Müslümanca düşünmenin ahlâkî vasfıdır.

 

Dipnotlar:

1. Rasim Özdenören, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, İz Yay. s. 55.

2. Bkz. Necm Suresi: 3-4. ayetler…

3. “Biz sana Kitabı ve Hikmeti verdik.” (???)

4. Ahzab Suresi: 41.

5. Al-i İmran Suresi, 190-191.

6. ???

7. Bakara Suresi: 44.

8. ???

9. ???

10. Bakara Suresi: 216.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ