Ahlâk: İslam Ahlâkı - rahle.org

Ahlâk: İslam Ahlâkı - rahle.org

Ahlâk: İslam Ahlâkı


Facebookta Paylaş
Tweetle

Y. Emre Kırmızılı

 

Davranışlarımızı Belirleyen Kıstas

Yaşadığımız hayatta her an karşımıza “doğru” ile “yanlış”, “güzel” ile “çirkin”, “hak” ile “batıl” gibi ikili ayırımlar çıkabilmektedir. Bu gibi durumlarda yapacağımız tercihler aslında inancımızın ve ahlakımızın direkt bir yansımasıdır. Neyi seçtiğimiz ve ne için onu tercih ettiğimiz, esasen neye ne kadar kıymet verdiğimizin de ölçüsüdür.

Müslümanlar açısından ise Kur’an’dan başka bir hüküm (hikmet, güzellik ve hakk) belirleyici, Allah’tan ve O’nun kutlu elçisi Muhammed’den (sav) başka razı etmemiz istenilen herhangi bir merci bulunmamaktadır. (Bkz. 2/107; 6/18, 57; 9/59, 62; 24/51-52, 62; 33/36)

Bu gerçekten hareketle diyebiliriz ki; kişinin neye inanacağı ve ne şekilde amel edeceğini takdir eden yalnızca Rabb Teâlâ’dır. Bizden sadece -O’nun kitabına bakıp gönderdiği elçiyi takip etmek suretiyle- itikadımızı tamamlamamız, hemen peşinden de ahlakımızı güzelleştirme yolunu tutmamız istenmiştir. Başka yollar ve metotlarla hidayeti bulmamız ise tasvip görmemiştir. (Bkz. 3/101; 8/20, 24; 9/33; 12/108; 22/32; 49/1)

Yine bize düşen görev, seçim yaparken ölçüt (kıstas) olarak İlahımızın vaaz ettiklerini esas almamız ve O’nu razı etmeyeceğini bildiğimiz yahut kuşkulandığımız seçimlerden uzak durmamızdır. Bu yargıyı en başta nefislerimize benimsetmemiz gerekmektedir. Zira Allah’ın (cc) biz kulları için belirlediği kanunların hiçbiri değiştirilemez, göz ardı edilemez ve yahut küçümsenemezler.

Hem İslam’ın sunduğu ahlak sayesinde, kişi, iyi ve kötünün tespitini, bela ve şerden kaçınma yollarını, yapması gereken vazifeleri bilir; davranışlarındaki güzel ve değerli olanı anladığı gibi çirkin ve rezil olanı da kavrar. Manevi hastalıklardan kurtulma yollarını hep bu sayede öğrenir…

Netice itibariyle; İslamî duruşumuzu belirleyen, nasıl kalkıp nasıl yürümemiz gerektiğini bizlere izah eden, küçük işlerimizi dahi nasıl tertipleyeceğimize karar veren bir tek Allah vardır ve biz bu hususta yalnız O’nun emrine tabiyizdir… Nefsimizi her halükarda O’na satmamız emredilmiştir: “Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.” (3/51)

Diğer Kültür ve Dinlerdeki Ahlak

İslam dini hz. Adem’den bu yana itikat ve ahlaka dair vaazında devamlı suretle aynı şeyi bildirmiştir. Bu hususta “iyilik” ve “doğruluk” kriteri en başından beri birdir ve bozulmamıştır: Allah’a ortak koşmamak, meşru bir sebebe dayanmaksızın birini öldürmemek, yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, hasetçi olmamak, tamah göstermemek ve iyilikte bulunmak. Bu emirler Eski  ve Yeni Ahid’de bu şekilde geçtiği gibi, Budizm, Brahmanizm, Taoizm,  hatta Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın (askerî emirler) listesinde dahi yaklaşık böyledir.

Ancak bundan başka pek çok husus daha var ki, diğer kültür ve dinlerde bu konulara pek fazla derinlemesine girilmemiştir. Örneğin; Allah’ı doğru bir biçimde nasıl zikretmeli? Duanın kabulü için neler yapmalı? Ölümü ne sıklıkla hatıra getirmeli? Ahiret için hangi azığı hazırlamalı? Muhatabına karşı nasıl yumuşak söz (kavl-i leyyin) söylemeli? Hangi canlılara ne şekilde davranılmalı? Kalbin niyeti ve ihlâsı nasıl olmalı? Kılık-kıyafetin sınırları ve ölçüsü gözetilerek nasıl giyinmeli? Bir kimse hakkında nasıl hüsn-ü zanda bulunmalı? Hangi işlerde kıskançlık duymalı?

Teferruat isteyen böyle pek çok soru -Kur’an-ı Kerim ve hadislerin haricinde- diğer tahrif edilmiş mukaddes eserlerde boş bırakılarak cevap getirilmemiştir. Bilhassa Tevrat’ta “On Emir” haricinde ahlaka dair hemen hiçbir ilmî açıklama geçmez. Yahudiler ve Hıristiyanlar bu meselelerde, kendi peygamberleri üzerinden çıkarımda bulunduğu -çoğu da sapkınlık düzeyinde olan- bir kaç ahlakî öğütten maada (başka) herhangi doyurucu bir bilgiye kitaplarında yer vermemişlerdir.

 Oysa İslâm’ın temel kaynakları incelendiğinde, onun bir bütün olarak nasıl kuşatıcı olduğu ve koyduğu kurallar itibariyle nasıl kapsayıcı bir ahlâk nizamı sunduğu açık ve net görülecektir. Örneğin Kur’an’ın bu husustaki tutumu, her hangi sistematik bir başlıklandırmaya gitmeksizin, nazarî prensipler ile amelî kuralları birçok zenginlik içinde sunmasıdır. (Bkz. 6/90; 17/23-39; 23/2-8; 31/13-19; 42/37-43)

Kurra (Kur’an okuyucusu) olan bilir ki, o’nun getirdiği ahlâk sistemi; yalnız insan hayatının bütününü kucaklamakla kalmaz, aynı zamanda yeryüzündeki canlı ve cansız bütün yaratılmışları, çevreyi, evreni ve bunların insanla olan ilişkilerini, Yaradanına karşı vazifelerini en ince detayına kadar izah etmiş bir enginliktedir. Hem böyle, İslamî eserlerde -sadece ahlaka dair- onlarca kelime ve kavramı bulmak mümkündür. Böyle adalet, afv, vefa, muhabbet, sevgi, iffet, hayr, birr (iyilik), hayâ, cömertlik, sıdk (doğruluk), fütüvvet, hilm, hüsn-ü zan, ihlas, isâr (nefisini kardeşine tercih etme), infak, ikram, muaşeret, sılah-ı rahim, rıfk (yumuşaklık), şefkat, tevazu, vakar ve tebessüm gibi nicesini örnek olarak söyleyebiliriz.

Güzel Ahlakın Zaruriyeti Meselesi

Batılı ateist ve din tanımazların bir kısmı kutsal kitapların vaaz ettiği bir ahlakın gereksizliğine inanmışlar ve kendi nefislerince bazı çıkarımlarda bulunmuşlardır. Bir kısmı “haz veren şey iyidir, vermeyen ise kötüdür” demiş, bir başkası “kişiye faydası olan her şey iyidir, fayda vermeyen ise kötüdür” şeklinde bir tanım getirmiştir. (Dikkat edilirse, bu şekil bir yaklaşım, ne yazık ki çağımızda sıklıkla görülen ahvaldendir.)

Yine bir başka düşünüre göre iyi ve doğru olan şeyi belirleyen esas, “güçlü” olmaktır. Mütevazılık, birine yardımda bulunmak ve ibadet etmek nevinden ameller zayıflık belirtisidir ve terk edilmelidir. (F. Nietzche) Bir diğerinin öğretisinde ise ahlak, ancak “özgürlük” ile sağlanabilir. Ona göre insan dilediğini seçebilmeli, dilediğince yaşayabilme hakkına haiz olmalıdır. Aksi takdirde ahlaka inanmak beyhude sayılacaktır. (J. P. Sartre)

Evvelce söylediğimiz gibi, İslam anlayışında iyi ve kötüyü, çirkin ve güzeli, doğru ile yanlışı ve yasak olan ile caiz olanı belirleyen sadece ve sadece Allah (cc) olduğu için yukarıdaki tanımlamalar toptan reddedilmiştir. Bu hususta nefis hevasına göre değil, bizzat Kur’an ve sünnete dayalı olarak iyiyi ve kötüyü belirlemeli, ancak bu bakış açısını kazandıktan sonra olayları sahih bir biçimde değerlendirebileceği dikkate alınmalıdır.

Kaldı ki İslâm, insanı, yalnız Allah’a (c.c) karşı sorumlu tutmamakta, hayatta insanı ilgilendirecek maddî ve manevî bütün hadiselere karşı sorumluluk taşımasını gerekli kılmaktadır. Sağlıklı bir vücut, sahibini nasıl canlı ve işlev sahibi tutuyorsa, sağlıklı fertler de o derece toplumu güçlü ve dinamik bir hale getirirler. Toplumu oluşturan bireylerin güzel ahlâklı olması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Bunun için ta çocukluktan başlayıp gençlik çağıyla devam eden ve insanın hayatının sonuna kadar süren bir disiplin ve eğitim görmesi şarttır.

Bu gerçeğe işaretle Resulullah (sav) şunları buyurmuştur:

“En hayırlı amel takva ve güzel ahlâktır.” (İbn Hibban, Sahih)

“Bana en sevgili ve kıyamet günü (mevki bakımından) en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanınızdır.” (Tirmizî, Birr, 71)

“Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır." (Tirmizî, Radâ, 11)

“Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz.” (Tirmizî, Birr, 33)

“Müminlerin iman açısından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanıdır.” (Buhârî, Edeb, 39)

“Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur.” (Tirmizî, Birr, 62)

“Teraziye ilk konulacak şey güzel ahlâktır.” (İbn Ebu Şeybe, Musannef)

Bu ve buna benzer hadislerde Hz. Peygamber (sav) güzel ahlâkın üstünlüğünü ve gerekliliğini gayet açık ve net bir biçimde dile getirmiştir.

Kişisel Gelişim ve Psikoloji Kitapları

Çoğu NLP uzmanı ve modern eğitimcilerin yazdığı bu tür kitaplar, daha ziyadesiyle, insanın iş (meslek) dünyasındaki verimliliği ve performansını artırmaya yönelik arayışları ve bu yöndeki çözüm yollarını gösterir. Sürekli bir biçimde kişilerin daha fazla dünyevî bir kazancın peşinde koşmalarını öğütler. Bunun için önder şahsiyetlerin düşüncelerine yer verdikleri kadar yeri geldiğinde semavî dinlerin ahlâkî öğretilerini dahi seküler hayata entegre etmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki, çoğu kere vahye ters düştükleri ve kişinin salt dünyevî menfaatini gözettikleri de olmuştur.

Örneğin; artık bir klişe sayılan, “muvaffakiyete (başarıya) götürecek olan şey, senin o işe olan inancındır” sözü, İslam’da kulun Allah’a tevekkül etmesinin önünde bir set gibi durmaktadır. Nitekim İslamî esaslarda, kul, olmasını temenni ettiği bir iş için önce sünnetullaha uygun bir biçimde çalışıp çabalar, sonra gerçekten bir neticeye kavuşmanın yalnız ve asıl O’nun izninden geçmesi gerektiğini bilir. Böylece kendine olan inancından daha fazla Rabbine teslim olur, O’na güvenip dayanır; işin başında da sonunda da… (Bkz. 3/159; 8/2; 12/67; 13/30; 39/38)

Hâlbuki salt kendine güvenmeyi (ve bu sebeple kibre ve ucba sürüklenmeyi) âdet haline getiren bir öğreti için insanın nefisini, gururunu okşayan sözlerle Rabbini unutacak seviyeye düşmesi korkunç bir haldir. Tevekkül inancı işte burada ciddi zarar görür!

Bir başka misal; boş zamanlarda yapılması tavsiye edilen işlerle ilgili… Değişik yazarların türlü türlü tavsiyeleri arasında (güneş banyosundan tutun da yabancı kelime ezberlemesi dâhil) değindiği konularda hiçbir zaman bir kulluk bilinci taşıdığı görülmemiştir.

Örneğin, kişisel gelişim kitaplarında “Allah’a şükür” için ayrılacak bir vakitten hiç bahsedilmez… Böyle olunca da Allah’ın halifesi olması beklenen kulun gerçekte ne yapması gerektiği saptırıcı bir biçimde bulandırılmış olur. Oysa Kur’an’da boş vakitlerde ne yapılması gerektiği güzelce öğütlenmiştir. (Bkz. 94/5-8)

Yine bir başka mesele; uzmanların “iyi ve şık görünmeyi” tavsiye etmeleri ve bunun için gerekirse hiçbir masraftan kaçınılmamasını öğütlemeleridir. Onlar açısından kişinin her halükarda toplumda bir statü kazanması gerekmekte ve bu yüzden kıyafet şeklini (elbise ve makyaj) dahi ona göre ayarlaması istenmektedir. Oysa İslam’da israf açık bir biçimde haramdır ve Allah müsrifleri sevmediğini net olarak belirtmiştir. (Bkz. 7/31 ve 40/28)

Benzer şekilde psikoloji ilmi ile alakalı kitaplarda da çeşitli sıkıntılar mevcuttur. Örneğin; klasik bir psikolog açısından manevî buhranlar için önerilen çözümler arasında hiçbir zaman ibadî (ibadete dair) bir tavsiyeyi göremezsiniz. Onların çözümleri sürekli biçimde maddeci bir bakış açısının ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Alt bilinç, güdülenme, toplum refleksi, alışkanlıklar vb. literatür ile kişilik tedavisinde bulunduklarını sanırlar. Modern bilimde “şeytan” diye bir kavram yer almaz örneğin; kötülük genlere kadar indirgenmiştir!

Diyebiliriz ki; kişisel gelişim uzmanlarının ve psikologların bu şekil deist bir yaklaşım göstermeleri, onların -ahireti hesaba katmadan- sırf dünya odaklı yaşamaları ve vahyi dikkate almamalarının bir sonucudur. Onlar aslında işin sadece teknik diyebileceğimiz kısmı ile ilgilenirler. Bu da kuşkusuz uzun vadede bir takım manevî boşlukların oluşmasına sebebiyet verecektir… Doğru olan ise ancak Rabbimizin şifası ile kendimizi bulabileceğimiz ve O’na mutlak bir teslimiyetle teslim olmamız gerçeğidir. Hem hakka ne kadar yakın olabilirsek o denli bir huzur ve sükûnete erişme ümidimiz olacaktır biiznillah.

“…Evet, iyi bilin ki, kalpler yalnız Allah'ın zikri ile yatışır.” (13/28)

Yine ayette şöyle geçiyor:

“İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin sonu Allah'a varır.” (31/22)

Sonuç olarak; İslam ahlakının içeriğinde kişinin neyi ne kadar sevmesi ve neye ne kadar ihtiram göstermesi gerektiği, ayrıca özgürlük meselesi ve kişiye hangi sınırlara kadar bir hürriyet hakkı tanındığı hep ifade edilmiştir. Böylece İslam dininde ahlak, beşerin kişisel seçim ve yaşam alanlarını hemen tüm yönleriyle kuşatmıştır. Allah (cc) insana yalnızca bu dine katıksız – pazarlıksız teslim olmasını şart koşmuştur. O’nun kitabında zikrettiği bir emir güzel olduğu için değil, emredildiği için güzel kılınmıştır ki, nefis o meseleyi kendi çıkarlarına göre değerlendirilmeyip Rabbin sözlerini üstte tutsun.

Özetlersek:

1. İslam kişinin davranış ve mizacını (karakter) dikkate alarak onu en güzele tebdil etmeyi amaçlar.

2. Bu meyanda ahlakın kurallarını yalnız ve yalnız Allah (cc) belirler.

3. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi vasıflar sırf mantık ya da başka bir unsura dayandırılamaz.

4. İnsanın sorumluluğu asıldır ve vazifeler bu sebeple bağlayıcılık arzeder.

Referanslar:

• Altınoluk Dergisi, Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu’nun “Kur’an’da Ahlâk Esasları” adlı makalesi, Sayı: 222, Ağustos – 2004. (Ayrıca bkl. http://dergi.altinoluk.com/index2.php#sayfa=yillar&MakaleNo=d222s038m1)

• Yüksek İslam Ahlakı, Mustafa Bilgen, Milli Gazete Baskısı. (Ayrıca bkl. http://www.İslamahlakî.com)

• Büyük Düşünmenin Büyüsü, Dr. David J. Schwartz, Sistem Yay.

• Felsefe, Prof. Dr. Ahmet Arslan, İnkilap Yay. (Lise kitaplığı)

• Ahlak Felsefesi, Alexis Bertrand, Akçağ Yay. Çev: Salih Zeki.

• Ahlak Dersleri, Vedat Aydın, Denge Yay.

• Kur'an'da Ahlak İlkeleri / Tevrat Zebur ve İncil'le Mukayeseli Bir Çalışma, Dr. Celil Kiraz, Emin Yay.

• Sızıntı Dergisi, sayı: 291 – Nisan 2003, “Kişisel Gelişim Üzerine Mülahazalar”, “Öncelik İyi Ahlak Mı? Kişisel Gelişim Mi?” ve diğer makaleler. (Ayrıca bkl. http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=57 , http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=68 , vb.)

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ