Mücadele Ve Nebevîlik - rahle.org

Mücadele Ve Nebevîlik - rahle.org

Mücadele Ve Nebevîlik


Facebookta Paylaş
Tweetle

Yakup Selen

 

Takva, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir. Lâkin takva; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden, sevdiği malını Allah’ı hoşnut etmek için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren, sözleştiği zaman sözlerinde duran, hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde, savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır. İşte onlardır imanlarında samimi olanlar ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan takvalılar!” (Bakara: 177)

“Hayır, öyle değil; Rabbine and olsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı bulmaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)

“Allah'a ve peygamberlerine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer ve devletiniz elden geçer. Bir de sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal: 46)

İslamî Hareket kavramı, iki unsurdan oluşmaktadır; ilki 'İslamîlik', diğeri ise 'hareket'tir. Doğal olarak, bir İslamî Hareket tanımı yapıldığında, bu iki unsurun vazıh bir şekilde açıklanması gerekecektir.

Tabiidir ki, İslamî Hareket'in belirleyeni 'İslamîlik' özelliğidir ve bu özellik onun hareket niteliğini de belirlemektedir Bu nedenle öncelikle İslamîlik özelliği üzerinde yoğunlaşılmalıdır.

“İslamî olan nedir?” sorusunun tarih içinde çok farklı şekillerde cevaplar bulduğu malumdur. Kur'anî tabirle "her grubun yanındakiyle övündüğü" bir platformda, sabit ve değişmez bir tanımdan bahsedebilmek mümkün değildir. Ümmet, tarihsel süreç içerisinde, bilhassa 'ilkelerini' yitirdiği ve bunların yerine 'geleneği' yerleştirdiği için, neredeyse grup adedince İslam anlayışı zuhur etmiştir.

Bilginin kaynağı vahiydir. Kur’an-ı Kerim’in bir ayeti veya Resulullah’ın(sav) bir hadisi karşısında, her şeyi bırakıp ona kulak kesilen ve kendi düşünce ve konumumu yeniden değerlendiren bir anlayış esastır. Kaynakları kendine uydurma değil; kendini kaynaklara tabi kılma anlayış ve gayreti olmalıdır. Kaynakları doğru okumak, kaynakların kendileri kadar değerlidir. Doğru okuyabilmek ancak doğru yaklaşımlarla mümkün olabilir. Temel kaynakların (Kur’an ve sünnetin) bir bütün olduğu ve birbirini tamamladığı, nakzetmediği ve tek bir kaynaktan neşet ettikleri bir vakıadır.

Bu noktada birincil olarak ele alınması gereken ilke, Tevhid olarak karşımıza çıkmaktadır. Malumdur ki, Tevhidin özü, La ilahe illallah'tır. Yani İlahlık ve Rablık'ta Allah'a ortak tanımamaktır. Allah, ibadet edilmeye, ittiba edilmeye layık tek varlıktır. O'nun yerine bir başka şeyi (şahıs, put, şeytan, para, nefs vs) ilah edinmek, şirktir. Şu halde, İslam adına ortaya çıkan yapılar, Tevhid konusunda açık ve tavizsiz olmalıdırlar. Bir oluşum, İslamî Hareket nitelemesini hak etmek istiyorsa, tarihsel süreç içerisinde doğrulara bulaştırılmış şirk unsurlarını ayıklama / temizleme görevini de yerine getirme gayreti içerisinde olmalıdır. Zira Kur'an müminlere yeryüzünü "bozulduktan sonra ıslah etme" görevi yüklemiştir (A'raf: 56-85). Kur'an'ın yüklediği bir görevi yerine getirmeyen bir harekete, Kur'an'ın onay vermesi mümkün değildir.

İslamî hareket metodunun temel niteliği, sonuca değil, ilkelere odaklı bir metod oluşudur. Âlemlerin Rabbi Allah’ın insanlar için belirlediği hayat ölçülerinin teori ve pratikte apaçık şahitliğini yapmak, bu şahitliği ertelememek, gizlememek, hakikatin şahitleri olma yükümlülüğünden ödün vermemek, bu yükümlülüğü terk edip batılla karşılıklı tavizleşmeye dayalı bir uzlaşmaya yönelmemek, ilke odaklı Nebevî hareket metodunun temel ölçüleridir. “Dinde zorlama yoktur. Hak yol, batıl yoldan apaçık ayrılmıştır. Kim tağutu reddedip, Allah’a iman ederse, muhakkak ki o  kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/256)

Allah’a iman etmenin temel şartlarından olan tağutu reddetmenin pratik ifadesi, Nebevî hareket metodunda somut karşılığını bulmuştur. Nebevî hareket; tağutî anlayış, sistem ve sembollere açık tavır almış, sonuca gitmek, kaleyi içten fethetmek vs adına ilkelerden ödün vermeye yanaşmamış ve bu tavır alıştan ödün vermemiştir.

Tevhid'in müminden istediği bir diğer şey ise, iktidar'ın hedeflenmesidir. Allah'ın dinini yeryüzünde hâkim kılmak için iktidar gereklidir ve mümin bu aracı kullanmalıdır. İktidar talebi olmayan bir oluşuma İslamî Hareket denilemez. Ancak iktidar, amaç değil; Allah'ı razı etmek için kullanılacak bir araçtır. Fakat açıktır ki İslam'ın pek çok hükmü ancak bir siyasal iktidarın mevcudiyeti ile hayata geçirilebilmektedir ve sırf bu yüzden, mümin, iktidarı talep etmesi gerektiğini bilir.

Tevhid'in gerektirdiği bir diğer husus ise, Ahlakîlik'tir. Kur'an neyin iyi/doğru, neyin kötü/ yanlış olduğunu belirlemiştir. Mümin bu ölçülere uymalıdır. Bu ise doğal olarak, İslamî bir hareketin 'güvenilir', 'tavizsiz' ve 'ilkeli' olması sonucunu doğuracaktır. Tabidir ki, bu husus, müminin, Kur'an tarafından yasaklanmış yollara meyletmesini de engellemektedir. Özetle, mümin için "amaca ulaşmak için her yol meşru değildir". İslam'ın meşruluk sınırları (Hududullah) bellidir ve bu sınırlar aşılamaz.

Düşüncenin İslamî olması nasıl zorunluluk ise, eylemin de İslamî olması gerekir. Haram yollarla meşru hedeflere ulaşılamaz. Amacın mukaddes olması, aracın haramlılığını iptal etmez. Bu nedenle Ahlakîlik, İslamî Hareket'in en temel vasıflarından biridir ve aslında bu hareketi, diğer hareketlerden ayıran bariz özelliklerdendir.

Bu konuyla bağlantılı olarak, tavizsizlik üzerinde de durulmalıdır. Taviz, Hareket'e olan inancı-güveni sarsacağı için, doğrular üzerinde sebat etmek de İslamî Hareket sürecinde büyük önem taşır. Doğru bir bütündür, parçalanamaz. Bu noktada verilecek en küçük taviz dahi, doğrunun bütününden vazgeçme anlamına geleceği için, hareket açısından önemli etkiler doğurur. Kur'an, müşrikler tarafından Peygambere (sav) gelen "biraz senin dininden biraz bizim dinimizden" teklifini kesin bir dille reddederek, tavizsizliğin bir İslamî mücadelede ne kadar önemli olduğunu açıkça ifade etmiştir. Nebevî hareket metodunun bu niteliğine karşılık, ilkelerden ödün verilerek elde edilecek sonuçların, hakikati bulandırmak ve hakkı batıla bulamaktan başka bir anlam taşımayacağı gerçeği, tarih boyunca somut örneklerle de görülmüştür. Günümüzde dünyanın en yaygın inanç sistemi olarak kabul edilen muharref Hıristiyanlığın (Pavlus Hıristiyanlığı olarak da nitelendirilmektedir) tarihsel serüveni, bunun en açık örneklerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.

Tevhid'in gerektirdiği bir diğer nokta da, evrenselliktir. Bir oluşumun, İslamîlik özelliğini taşıması için, parçacı, mezhepçi ve bölgesel olmaması gerekir. Tevhid, adı üstünde, ‘birliği’ ister. Bu birlik, Kur'an'ın evrensel değerleri çerçevesinde bir araya gelen, kökeni, ırkı vs. ne olursa olsun her 'inanmış kişi'yi (mümin) kapsar. Bu bağlamda, toprak, bölge, soy, kavim, dil gibi unsurların belirleyicilik / üstünlük özellikleri yoktur. Bu birliğin belirleyeni vahydir. Kişilerin görüşlerinin değeri, bu temel unsura yakınlıkları oranındadır. Evrensellik Dünya’da iki toplum olduğunun farkına varmaktır. İman edenler ve inkâr edenler. İman edenlerin bir ümmet olduğunu ve bu ümmetin içerisinde bulunma zorunluluğumuzun farkına varmaktır.

İslamî olma tevhidin bir gereği olarak Allah Resulü’nün bağlayıcılığını da gerekli kılar. Bu bağlayıcılık tevhidi algılamamızda, anlamamızda bu anlayışı pratize etmemizde kendini gösterir. Hz. Muhammed (sav) örnek bir insan ve benzemekle mükâfatımızın artacağı bir model olarak önümüzdedir. Yapılması gereken bu modelin her fertte ve toplulukta nasıl gerçekleştirileceğinin yolunu bulmaktır. Nebevîlik sadece iman ilkelerini Resulullah’tan öğrenmek değil hareketin ilke ve yöntemlerini de, kişi ve kurumlar arası ilişkilerimizi de, ibadet ilke ve yöntemlerini de ondan öğrenmektir.

İslamî olma durumu hareketin itaat ve isyan anlayışını da belirler. Mü'minler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resulüne iman edenler, onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, ondan izin alıncaya kadar bırakıp-gitmeyenlerdir. Gerçekten, senden izin alanlar, işte onlar Allah'a ve Resulüne iman edenlerdir. Böylelikle, senden, kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman, onlardan dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (024/062) Allah ve Resulüne kayıtsız emir sahiplerine de İslam üzere oldukları sürece itaat din ile çelişen emirlerinde isyanı gerektirir.

İslamî olmak içerisinde daveti barındıran bir durumdur. Davet: İnsanların, Allah’ın yoluna elçilerinin gösterdiği ve kitabında belirttiği yöntemler ile (hikmet ve güzel öğüt ile) çağrılmasıdır. Davet tevhid ve adalet için yapılan çağrının adıdır. Emri bil ma’ruf ve nehyi ani’l-münkerin en temel vasfı ve ilk yansıması davettir. Davet tüm hayat tarzını etkileyen bir anlayış ve yaklaşımdır. Bu anlamda davet cemaatin temel faaliyet ve ilişkilerini belirleyen ana unsurlardandır. Davet emri bil marufu inşa ederken aynı zamanda nehyi ani’l-münker için hazırlanmak, ölçü ve sınırları belirlemektir. Tanımlı ve kapsamlı bir davet süreci aynı zamanda cemaatin görünen yüzü ve ruhudur.

Şu halde bir Hareket ancak bu temel özellikleri bünyesinde taşıması halinde, 'İslamî' nitelemesini hak edebilir. Fakat burada hemen ifade edilmelidir ki, bir yapı veya oluşumun 'İslamî Hareket' olarak adlandırılabilmesi için, 'İslamî' olması da tek başına yeterli değildir. Bu oluşumun, aynı zamanda bir 'Hareket'in özelliklerini de bünyesinde taşıması gereklidir. Bu açıdan, kuşatıcı ve isabetli bir İslamî Hareket tanımı yapabilmek için, bu tanımın ikinci unsuru olan 'hareket'in de açıklanması zaruridir.

İslamî bir çabanın, İslamî bir Hareket olarak nitelenebilmesi için ilk ve vazgeçilmez şart, örgütlülüktür.

Örgütlülük (organize olmak), ilkeler ve o ilkelerden kaynaklanan bir program çerçevesinde ve belirli bir disiplin içinde faaliyet gösteren yapıların temel özelliğidir. Burada düşünsel ve pratik anlamda bir disiplin vardır. Lider ve ona bağlı kadrolar, belirli ilkeleri gerçekleştirebilmek için koordineli bir çalışma içine girerler ve böylece bireylerin tek tek sahip oldukları gücün üstünde, bambaşka ve farklı bir güç oluştururlar. Zaten örgütlerin amacı da belirlenen hedefe, güçlerin birleştirilmesi suretiyle ulaşılmasıdır.

Bu nedenle örgütler, bir lider ve onunla uyumlu çalışan ekiplerden oluşur. En geniş şekliyle devletler, en minimal ölçeğiyle de aile birer örgüttür. Her ikisinde de bir amaç ve belirli bir disiplin/düzen vardır ve hedeflenen amaca, ancak koordineli bir çalışma ile ulaşılabilmektedir. Şu halde bir çalışmanın İslamî Hareket nitelemesine hak kazanabilmesi için, 'örgütlü çalışması' şartı aranmalıdır.

Hz. Peygamberin (sav) söz ve davranışları; cemaatten ayrı kalanlar için uyguladığı şiddetli cezalar, Müslüman'ın cemaatle olan hukukunun sadece gönül bağından ibaret olmadığını göstermektedir. Nur suresinin son ayetleri, bu konunun uhrevi vebalinin bulunduğunu açıkça ilan eder. Cemaatin birlikteliği örgütlü, güçlü, planlı olmayı ortak bir amaç ve metot üzerinde anlaşmayı gerektirir. Üyelerine bir takım faydalar sağlar. Hiyerarşiktir. Denetime açıktır. İmtiyazlı üyeleri yoktur.

Cemaat olmanın, ümmetin içinde farklı bir yapılanma oluşturmanın sorumluluğu ve ciddiyeti bilinmeli ve tüm Müslümanlarla birlikte, bütünleşmiş bir yapıyla hareket etmeyi önceleyen bir zihniyet taşınmalıdır.

Hareketin yapması gereken en önemli görevlerden biri de eğitimdir. Eğitim hem kendimizi, hem insanlarımızı, hem de toplumu iyi yönde değiştirmek geliştirmek için vazgeçilemez bir unsurdur. İki günü aynı olmayan sürekli gelişen bir “insan ve cemaat” anlayışının bir sonucu olarak asla bitmeyecek bir eğitim anlayışı ve isteğine sahip olunmalıdır. Eğitim hem İslamî değerlerin, hem de bunun yansıması algıladığımız cemaat kültürünün aktarılması için gereklidir. Yoksa yozlaşma kaçınılmazdır. Fertlerin hem bireysel hem de cemaat olarak yapacakları faaliyetler için gerekli olan teçhizatla donanmaları eğitimle mümkün olur.

Cemaat kendi devamlılığını sağlayacak fertlerinin eğitiminde dikkat gösterdiği gibi, tağutî güçlerin sebep olduğu yanlış anlayışlara, bozulmalara karşı da tedbir almalıdır. Allah (cc) her insanı, bir ötekinden farklı özelliklerle donatarak yaratmıştır. Zahiri/bedensel farklılıklar gibi, ruhi özellikler ve yetenekler de farklılıklar gösterir. İslam, kendi insanından Allah’ın (cc) kendisine verdiği özelliklerini/yeteneklerini O’nun istekleri doğrultusunda geliştirme ve kullanmalarını istemektedir.

Mensuplarından özelliklerini terk etmelerini değil; doğru yerde ortaya koymalarını beklemektedir.

İslam’ın bu genel yaklaşımı, cemaatin insan modeli yaklaşımında ana ekseni oluşturmaktadır: bütün fertlerin taşıdığı ortak vasıflar vardır; ancak bu vasıflar her fertte kendi özellik ve yetenekleri doğrultusunda değişik oranlarda tezahür eder. Bu nedenledir ki, eğitim sürecinde fertlerinin özellik ve yeteneklerini tespit ederek, o özellik ve yetenekleri İslam’a hizmet yolunda en verimli olacak ve Allah’ın (cc) rızasına götürecek biçimde revize etmek, temel yaklaşımdır.

Ferd, cemaat içinde de düşünmekten bir dakika bile ayrı durmamalıdır. Buna rağmen otoriteyi tanımalıdır. Ferd kendine tabi olduğu otoritenin öncelikle Allah olduğunu bilmeli ve bu esastan asla sapmamalıdır. Lideri, otorite olarak kabul ettiği kişinin de Allah’ı otorite olarak kabul edip-etmediği sürekli olarak izlenmeli, asla her şeye evet denilmemelidir. Kişilik geliştirmenin cemaat için hayatî önemde bir şey olduğu aslâ hatırdan çıkarılmamalıdır.

Kişilik korunmadığı takdirde, kişiliksiz kişilerin oluşturduğu bir cemaatin ancak ölü bir cemaat, fosilleşmiş bir toplum olacağı izahtan varestedir. Bu sebeple mutlaka kendi ihtiyarını korumayı bilmeli, yanılmaz büyük olarak yalnızca Allah’ı tanımalı ve kendini Allah’ın bildirilerine (emir ve yasaklar) endekslemelidir. İnsanların her yapıda olanının yanılacağı / yanılabileceği unutulmamalıdır.

Her ortamda düşüncesini söyleyebilmeli ve başkalarının düşüncelerini de dinleyebilmeli ve rahatlıkla - kendininkinden doğru bulması halinde - kabul edebilmelidir. Zaten sağlıklı bir kişilik hak söze kulak vermekle oluşabilir ancak. Kişi kendini sürekli olarak kontrol edebilmeli, düşünce ve davranışlarını gözden geçirmelidir. Bu hesabı her gün yapmanın en sağlıklı olduğu kanısındayız. Okumalı, dinlemeli ve bunlar üzerinde düşünmelidir. Düşüncelerini başkalarıyla tartışmalıdır, başkalarının düşüncelerini de tartışması gerektiği gibi.

Kişi, kişiliğini liderine teslim etmemeli, fakat kişiliğinin ürünü düşüncesini ve bunların ürününü liderinin emrine vermelidir. Yani, kalbinin ürününü, üzerinde yüklediği yükü taşıyabilmesini kolaylaştırmak için otoriteye yardım etmeli, yükünü hafifletmelidir. Bir cemaat da düşünce gelişir, düşünenler çoğalır ve fikrî seviye yükselirse ancak o cemaat hayatiyet kazanır, canlılık o cemaatin ana özelliği olur. Kendi canlı olan da başkalarına can verebilir.

İnsanları ve onların daha doğru düşünenleri, birikimi fazla bulunanları ve kendilerinden mutlaka yararlanılacaklarının her zaman olduğu ve olacağını unutmadan Allah’ın üstünde otorite tanımamalıdır. Yani Allah’ın buyurduklarına rağmen buyruk sahibi olabilecek birini bilmemeli ve düşünmemelidir. Uyum içinde fakat düşüncesini/aklını kimseye teslim etmemeyi öğrenmelidir. Çok okumalı, çok düşünmeli, çok dinlemeli ve her bilenden bir fazla bilen bulunduğunu, o bilenden bu bildiğini öğrenmenin yolunun da istişare olduğunu asla akıdan çıkarmamalıdır. Burnunu havaya dikmemelidir; ne göğe ulaşabilir, ne de yeri delebilir. Kısaca nefsine / hevasına değil, menfaate değil, başkalarına değil, yalnızca Allah’a kul olmaktan başka bir şeye yer vermemelidir hayatında.

Hareket olmanın bir diğer şartı da, açıklıktır. Düşünsel gelişimini tamamlamış, kitleye açılma noktasına gelmiş bir oluşum, mesajını gizlememeli, aksine en açık bir şekilde toplum önüne çıkmalıdır, özetle davet gizlenmemelidir. Bir oluşum, hedefleri, programı, bağlılarının kimliği, metodu ve pratiğiyle açık olmalıdır. Gizli çalışma yöntemleri, asli değil istisnaidir ve belirli bir zaman dilimi için geçerlidir. Ama bir İslamî oluşum, hareket olma noktasına gelmişse, mutlaka açık davet stratejini seçmelidir. Gizlilik hareketin her aşamasında, ancak çok özel bazı alanlar için söz konusu olabilir. Davetin niteliği ile ilgili konularda kesinlikle açıklık şarttır.

Hareket olmanın bir diğer şartı da, o oluşumda, değiştirme-dönüştürme iradesinin mevcudiyeti ve bu iradenin somut bir şekilde tecessüm etmesidir. Yani hareket, "nefislerde olanı, İslamî olanla değiştirme" görevini yerine getirirken, inisiyatif kullanabilme imkanına sahip olmalı, her yeni duruma karşı, ilkeleri doğrultusunda kendi duruşunu ayarlayabileceği bir manevra kabiliyetine sahip olmalıdır. Bütün bunların üstünde, hareket, belirlenen değil belirleyici olmalı, toplumsal alanda bizatihi kendisi gündem oluşturabilmelidir.

Elbette ki bir oluşumun bu güce erişmesi, içsel gelişiminin sağlıklı bir seyir izlemesi ile mümkündür. Bu yüzden İslamî grup ve cemaatlerin, teşekkül sürecindeki gelişim çizgilerine azami dikkat göstermeleri gerekmektedir. Değiştirme-dönüştürme iradesinin somut bir yansıması da, hareketin 'inkılâpçılık' özelliğinde görülmektedir. İslamî Hareket, "fitne ortadan kalkıncaya ve din bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar" mücadele etme göreviyle yükümlüdür ve bu görev, İslamî oluşumların dönüştürücü yönünü tayin etmektedir.

Ancak İslamî Hareket daima ve her durumda 'kökten dönüşümü' talep etmez. İslamî yönetimlerin özde olmayan hatalarının düzeltilmesi noktasında İslamî Hareket, 'ıslah edicidir. Bozulmanın özde olduğu durumlarda da, bu hareket, 'kökten değişimi' (inkılâp) talep eder.

İşte gerek İslamîlik, gerekse Hareket boyutunda zikredilen bu özellikleri haiz bir harekete ancak İslamî Hareket denilebilir. Bu özelliklerin herhangi birinde bir eksikliği bulunan oluşumlar, İslamî Hareket olarak adlandırılamazlar. Zira bu özellikler, İslamî Hareket'in asli özellikleridir ve bu noktadaki bir eksiklik veya bozulma, bünyenin değişmesi/başkalaşması ile neticelenir ve tarihteki pek çok örneğinde görüldüğü gibi, bu başkalaşma İslam dışılığa kadar varır.

Hareket olmak kadar önemli bir konu da hareket olarak kalabilmektir. İnsanları, yol arkadaşlarını, kardeşlerini bir arada tutabilmektir."Gerçek müminler kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler." (059/009)

"İçinizden hiç biriniz; kendi nefsi için sevdiğini, mü’min kardeşi için de sevmedikçe hakiki mümin olamaz."

Cemaat kardeşlik konusunda eşitlik ve adalet kavramlarına dikkat eder. Sorumlulukların yerine getirilmesinde eşit, sorumlulukların belirlenmesinde adaletli bir iş bölümünü uygular.

Kardeşlik sevginin, barışın, yardımlaşmanın ve birliğin sağlanmasıdır. Din kardeşinin, kan kardeşinden daha önemli ve daha yakın olduğunu kabul etmektir. Başlangıcında hoşgörü, ortasında fedakârlık sonunda isar ile kaim olduğunun bilincine varmaktır. Davranışlarında “Hatasında ve sevabında kardeşine yardım etmek” anlayışıyla, hata yaptığında tövbesine, sevap işlediğinde ecrine ortak olmaktır.

Elbette ki bir İslamî Hareket’in de hataları ve eksikleri olacaktır; ancak bunlar tali hususlarda söz konusu olabilir. Nitekim İslamî Hareket'in bütün üyelerinin, takvanın zirvesinde olması beklenemez. Ya da İslamî Hareket'in lideri ve üyelerinin zaman zaman hata yapmaları da mümkündür. Ancak bunlar telafi edilebilir cinsten olmalıdır. Asli hususlarda, daimi hatalar yapmak, Hareket'i bitirir. Bugünkü Müslümanlarının aslî sorunu, nefsî zaafları değildir. Bu zaaflara neden olan kusurlarıdır. Ve bilinmelidir ki, nefsî zaafların başlıca sebebi, ‘ilimsizliktir.’ Çünkü takvanın kökeninde ‘bilmek’ yatar. Onun içindir ki, Allah’tan huşû ile korkanlar, ilim sahipleridirler (Fatır: 28). Bilen, her türlü zorluk karşısında dik durmasını da bilir. Evet, zorluk derecesi arttıkça, dökülenler de artar. Fakat ‘gerçek mümin’ olanlar (Enfal:4 ve 74), hiçbir zorluk karşısında yollarından dönmezler. Onları zorluklar yollarından dönmeyi bırakın, daha da bilerler. Çünkü onlar gerçekten ‘inanmışlardır.’

O halde, “istikamet üzere olmanın” temel şartı sahici bir iman sahibi olmaktır. Evet, insanlar iman iddiasında bulunabilirler. Fakat bu iddia elbette ki denenecektir. Cennete girmenin şartı da bu sınavdan başarıyla çıkmaktır. (Bakara: 214) Çünkü gerçekten de sınanmış bir imandan başkasıyla Cennet’e girilemez. Sadece ‘talep etmek’ yetmez. Bu talebin gereği de yerine getirilmelidir. O da iddianın ispatlanmasıdır. Allah Cennet’i müminlere canları ve malları karşılığında satmıştır (Tevbe:111). Kim ki bu alışverişin gereğini yerine getirirse, Cennet’e girecektir. Çünkü bu, Allah’ın verdiği bir sözdür ve sözünü O’ndan daha çok tutan kimse olamaz.

Bilinmelidir ki, “yolda dökülenler”, esas itibarıyla bilmeyenlerdir. Onlarınki belki malumatfuruşluktur, ama “keşke bilselerdi” ayetinin ifade ettiği ‘bilme’ asla değildir. Bu kişiler, niçin istikameti yitirmişlerdir? Çünkü yola, daha baştan eksik, yanlış, çarpık başlamışlardır. Çünkü daha baştan istikameti bilmemektedirler. İstikameti bilmeyen, hedefe varamaz. O halde müminler önce, neyi bildiklerini neyi bilmediklerini kontrol etmelidirler.

Müslüman dosdoğru bir insandır. Bizi dosdoğru olan yola ilet" ayetin devamında, bu yolun kendilerine nimet verdiklerinin yolu olduğu açıklanır. Bu nimet verilenler de peygamberler, sıddîklar, şehidler ve Allah'ın salih kullarıdır.

Mümin, Allah'ın salih ve sadık kulları ile beraber olur, onları sever, ilim ve sohbet meclislerinde bulunursa Cenâb-ı Hak onun doğru yolu bulmasını ve onda devamını kolaylaştırır. İstikamet Allah ve resulün bildirdiği (Siyer ve resullerin kıssaları -Sırat-ı müstakim-) kurallara göre doğrularımızı belirlemektir.

İstikamet, hem yönün hem de yürüyüşün doğru olmasını gerektirir. Herhangi bir yolda azimle ilerlemek başarı getir fakat yürüyeceğimiz yolun seçimi bize bırakılmadığı için başarı veya başarısızlığa kanmadan sabırla yürüyüşe devam etmek gerekir.

İstikrar, yön veya yürüyüşün zaman ve şartlara göre eğilip bükülmemesi; değer ve önceliklerin ortama göre değişmemesidir. İnatçılık değil, bilinçli olarak kendini ve yürüyüşünü hesaba çekmek; bu muhasebeyi yaparken günün şartlarının karşısına peygamberlerin günlerinin şartlarını ve ahiret gününün şartlarını koymaktır. Günü kurtarmayı değil uzun vadeli düşünüp hareket etmeyi seçmektir.

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ