Selahattin Palit
“ İki günü bir olan ziyandadır.” (Beyhakî )
Gelişen teknolojik araç-gereçler ile sosyal ve ekonomik değişimler karşısında çağın insanı bu değişime ayak uydurabilmek için farklı ideolojik yaklaşımlar ortaya çıkarmıştır. 18. yy başlarından itibaren Batı da aydınlanma yüzyılı olarak adlandırılan süreci ve sonrasında insanı özgürleştirme! çabaları adı altında ciddi değişimler ile karşı karşıya kalınmıştır. Değişimleri başlatan Rönesans ve reform hareketleri olmakla birlikte gerçekte en önemli nedeni, çağın değişkenleri karşısında Batı da tahrif olmuş Hıristiyanlık şeriatı din adamlarının bu değişimlere ayak uyduramayıp, aksine engel olmaya çalışmasıdır. Kendini dar dünyaya hapsetmek istemeyen batı insanı da farklı düşüncesel yaklaşımlar ile savunmaya geçmiştir. Bu yaklaşımlar kendini modernizm, sekülerizm, rasyonelizm, emprisizm(deneycilik), ateizm, faşizm gibi kendini göstererek günümüze kadar devam ederek insanoğlunun pratik yaşantısını düzenleyen birer ideoloji olmuştur.
İdeolojik değişimlere ilave olarak çağın değişkenlerine yerinde ve zamanında hazırlık yapamayan günümüz Müslümanlarının bizce en önemli sorunu; düşüncesel olarak başlayıp hayatı etkileyip değiştiren bu süreçler karşısında, yeterli fikri ve ilmi altyapı oluşturamayıp kitlesel zihin göçleri yaşamalarıdır. Çözüm yolu aşağıda açıklayacağımız üzere sünnet-seniyye dir. Çünkü özelde günümüz ama genel olarak Raşid halifeler döneminden sonra ortaya çıkan değişimler karşısında bize örnek olacak , başarılı olmuş, müceddid denilebilen alimlere baktığımızda uyguladıkları formülün sünnet merkezli olduğunu görürüz.
Başta zikrettiğimiz Hz. Peygamber’in (sav) ‘İki günü bir olan ziyandadır’ sözü bir değişim ve yenilenmedir. Bize Çağın değişkenleri karşısında ışık tutan bir rehberdir. Hz. Peygamber (sav) her karşılaştığı yenilik karşısında, kendi gündemimizi ayakta tutabilmek için hep bir gün öncekine göre daha fazla olacak şekilde bilgi dağarcığımızı geliştirmemiz , çağın zorlukları karşısında hazırlıklı olmamız gerektiğini söylemiş ve uygulamıştır. Bakış açısı olarak firaset ve basiret kavramları da ayrı bir önemli değişim basamağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz. Peygamberin (sav) kurduğu ashab-ı suffa bu anlamda ilmî ilerleme örneklerden biri olarak zikredebiliriz.
Hz. Peygamberin (sav) vefatına kadar fethedilen yerlerdeki insanların sayısı, iyi yetişmiş öğretici sahabe sayısına oranla çok fazla değildi. Sahabe fethedilen yerlere giderek hatta bazıları o bölgeye yerleşerek , İslam’ı anlatıyor ve yaşanabilir örneklerini sünnete uygun olarak aktarıyordu. Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra ise İslama yeni giren insanlar gördükleri bir sahabi nin yanında öbekleşiyorlardı. Çünkü sahabî İslam’ı en iyi bilen Hz. Peygamberden (sav) öğrenmişti. Bu açıdan sahabîdeki uygulama son derece önemli idi. Özellikle Hz. Ömer döneminden sonra artık İslam coğrafyası genişlemiş, İslam’a girenlerin sayısı artmıştı. Hatta fethedilen yerdeki insanlar kitlesel olarak Müslüman oluyordu. Hz. Peygamberin (sav) yetiştirdiği sahabe ve sahabenin yetiştirdiği tabiun alimlerinin sünnete uygun kavrayış ve yaşantılarının ulaştığı yerlerde sünnet-i seniyeye bir yaşam tarzı olarak yerleşiyordu. Ancak toplumda yerleşik olan ve İslam’a aykırı olmayan örfi adetleri aynen muhafaza ediliyordu.
Fetihlerle beraber İslam coğrafyasının sınırları Hint yarım adasına ve Asya’yı Batı’ya bağlayan geçiş yeri Anadolu’ya dayanınca, beraberinde önemli fikrî akımlarla karşılaşmasına neden oldu. Çünkü bu fetihler özellikle hicretin 17. yılında bütün Irak ve Suriye, hicretin 20. yılında Mısır , 21. yılında İran fethedilmiş, 56. yılında Müslümanlar Semerkant’a ulaşmış, 93. yılında da İspanya fethedilmiştir.
Bu dönemde Müslüman olanlar da beraberinde Hint, Yunan mistik düşünce ve felsefeyi İslam’a taşımış oluyordu. Bunlar karşısında en azından bu dönemde yeterli sahabe veya tabiin bulunamıyordu.
Değişimin ciddi kırılma noktasının başlangıcı da bu döneme rastlamaktadır. Yani yaşayan Kur’an Allah Resulü’nün (sav) menbaı’ndan (sünnet-i seniyye’den) beslenen son sahabî ölmüş, onların yetiştirdiği tabiin uleması sindirilmeye çalışılan Emevî sultası başlamıştır.
Emevî saltanatı içerisindeki (h. 41-133 / m. 661-750) yaklaşık 90 yıl sünnet ten kopmaların başladığı dönem olmuştur. Bu dönemde tek adil yönetici olarak Ömer İbn Abdulaziz’i (h. 99-102) zikredebiliriz. Onun dönemine kadar özellikle sünnet adı altında çok fazla miktarda mevzu rivayetler ortaya atılmıştı. Hem siyasî olarak Emevî yöneticilerin saltanatları için soy kavgalarının , hem de siyasî / itikadî mezhep ayrılıklarının derinleşmesi nedeniyle bu dönemi tam bir kargaşanın hakim olduğu dönem olarak zikredebiliriz. Diğer taraftan Hz. Ali’den sonra özellikle kendini daha sonra Şia olarak ortaya çıkaracak olan ekol, kıyam süreci başlatarak Emeviler dönemine damgasını vurmuştur. Bu süreçlerde bir kısım ulema ya Emevî yönetimi baskı yaparak saltanatını meşrulaştırmaya ve ehli sünnet in resmi temsilcisi olarak biat almaktaydı. Emevî iktidarını meşrulaştıran pek çok mevzu hadislerde bu dönemde ortaya atılmıştı. Ancak çoğu alimin bu tuzağa düşmeyip hapse girmeyi tercih etmiştir.
Emevî sultanlarından Ömer İbn Abdülaziz, çağının sorunlarını iyi kavramış bir değişimci olarak karşımıza çıkmaktadır. Başta saltanatın sağladığı gelirleri Beytü’l-mal’a iade etmesi, Halife maaşını düşürmesi, rüşvete kapı açan hediyeleri kaldırması, Adil olmayan valileri değiştirmesi, Gayr-i Müslimlere uygulanan haksızlıkları kaldırması, haksızlıkla ellerinden alınan ibadethanelerini geri vermesi gibi Allah Resulü’nün (sav) sünnetine uygun olan yaşam tarzına benzer uygulamaları getirmesi ile çağında bir yenileyici olmuştur. Ancak kısa süren yönetimine rağmen bu değişimleri başlatması sünneti değişmez model olarak uygulayan ve bidatlerden ayıklayan İmam Malik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed İbn Hanbel gibi alimlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Hicri II. yy sünnetin, tanımı ve kapsamı üzerine ilkelerin oturtulduğu dönem olmuştur. Başta İmam Malik (d/h 93), İmam-ı Azam (d/h 80), İmam Şafii (d/h 150) ve İmam Ahmed İbn Hanbel(d/h 164) olmak üzere çağın ileri gelin alimleri yenilenmeyi sünnetten başlatmış, mevzu olan hadisleri ayıklamış ve yol gösterici olan sünneti halkın yaşantısına tatbik ettirmişlerdir. Değişim ve yenilenme sürecinde verdikleri her fetvanın sünnete uygunluğunu şiar edinmişlerdir. Ele alınacak konu ile ilgili sünnetten bir delil varsa ona sıkı sıkıya sarılarak yenilenmede sünnetin vazgeçilmez ve değişmez unsur olduğunu açıkça belirtmişlerdir.
Ancak özellikle Abbasiler dönemi (h. 133-656 m. 750-1258) sonlarına kadar İslam topraklarında farklı problemler ve yeni sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Özellikle hint mistisizmi karşısında yeterince sünnet kaynaklı olmayan duruşlarda ciddi sapmalar vuku bulmuş oldu. Bunun sonucunda tasavvuf İslam topraklarında iyiden iyiye yayılmış hatta başlayan Moğol istilası başladığı dönemlerde bile tekkelerinden çıkmaz olmuşlardı. Tasavvuf kendine özgü kavramları ile, ideal model olarak önlerindeki şeyhleri ile, hedef olarak yine Hint mistizimde en yüksek nokta olan nirvana’ya benzer mantıkla fenafillah a ulaşması ile tüm aşamalarında farklı bir uygulama getirmiş oluyordu. Bunun doğal sonucu da sünnet yeniden hayatın dışına itilmiş olarak yeni bir müceddidi beklemeye başlamıştı.
Moğol istilasından sonraki döneme geçmeden önce bu döneme kadarki değişimleri kısaca gözden geçirmek faydalı olacaktır. Özellikle İmam Ahmed İbn Hanbel’den sonra yenilenme / değişim süreçlerine baktığımızda sünnet merkezli olduğu daha da açığa çıkmaktadır. Büyük kaynak hadis kitaplarını derleyen (özellikle Kütüb-i Tisa’daki hadisleri toplayan) alimler, Kadı İyad (ö/h 544) ,Hatip el Bağdadi (ö/h 463), İbni salah (ö/h 643) gibilerin hadis merkezli çalışmaları, Siyer kaynak kitaplarımız da İbni hişam’ın (ö/h 207), İbni Sad’ın (ö/h 230), Vakıdi’nin (ö/h 207), Fezari’nin (ö/h 186) siyerleri bu dönemde yazılmıştır.
Sünnet-i seniyyenin unutulduğu bir ara dönem daha mevcuttur ki bu dönem de Haçlı orduları saldırıları ve Tatar baskınları ile İslam coğrafyası büyük tahribat altındaydı. Bu dönemin değişim / yenileyicisi İmam Nevevî idi. İslam coğrafyasını kuşatan bu dış baskıların yanında, içte de Müslümanlardan bir kısmı bugünkü gibi servet ve şehvet peşine düşmüş, farz ve sünnetleri ihmal ederek değişik bir yaşantıya bürünmüş, bir kısmı da zühd hayatına yöneldiklerini söyleyerek dünyada hiç bir sorumlulukları yokmuş gibi dünyadan yüz çevirmişlerdi. Bir üçüncü grup ta değişik bölgelerde İslam düşmanlarına karşı cihad gayreti içindeydi. Nevevî, böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini bilerek o günün insanına neyi nasıl sunması gerektiğini kitap ve sünnete sarılmak olarak tespit etti. O dönemdeki üç gruba ayrılan insanların hepsini gerçek bir ölçüde birleştirmek istedi, öğrenme ve yaşama yollarını bu kitabıyla ortaya koymuş oldu. Fert, aile ve toplum planında yapılması gerekenleri ayet ve hadislerle tam yerine oturtarak her türlü sapıklık ve bid’atlara düşenlere gerçek İslam’ı göstermeye çalıştı. İfrat ve tefrite düşmeksizin iddiasız ve gösterişsiz bir İslamî yapılanmanın yol ve yöntemini ana başlıklar alt birimler ayet ve hadislerle bu kitapta ortaya koymuş oldu. Bu düşüncelerini Riyazü’s-Salihin’i hazırlayarak toplumsal değişimi başlatmıştı. Ancak tüm İslam topraklarını kapsayacak bir yenilenme hareketine dönüşüm sağlayamamıştı. Etkisi günümüze kadar da devam etmiş olan gerçek sünnet merkezli değişim tam da İslamî kaynakların / hafızanın tahrip edildiği bu döneme rastlamaktadır.
Sünnet merkezli toplumsal dönüşümün tohumları İmam Nevevî’den sonra köklü bir şekilde atan en önemli isim İbn-i Teymiyye’dir. İbn-i Teymiyye (Takiyud-din Ahmed İbn Teymiyye (h.728/ m.1263) şahsî gayretleri, son derece pratik ve ilmi zekası, mantık ,felsefe,rasyonel ilimleri öğrenmiş olması, Çağın güncel ideolojik problemlerinin yanında İncil ve Tevrat’ı en az bu dinlerin alimleri kadar öğrenmiş olması onun en önemli artıları idi. Ayrıca en önemli özelliklerinden birisi de hadis konusunda çağının bir otoritesi olmuş olmasıydı. Bu nedenle değişimin temelini sünnete dönüş ile gerçekleştirmek gerektiğini idrak etmiş ve bu yol ile çok çetin geçecek bir mücadeleye girmiş oluyordu. Çağında en çok Moğol istilası dönemi olmasına rağmen tasavvuf ehli tarafından çok defa zamanın yöneticilerine şikayet edilmiş ve aralıklarla çok defa hapse atılmış ve işkence görmüştür.
İbni Teymiyye’ye kadar Hadis başta olmak üzere diğer ilmi kaynaklarımız Moğol istilası ile ikinci büyük tahribatı yaşamıştır. İlki yukarıda bahsi geçen siyasî ve etnik merkezli hırsların oluşturduğu ortaya attığı mevzu hadis kültürü, diğeri ise yazılı hale getirilmiş kitap ve ileri gelenlerin yok edilmesi şeklinde ortaya çıkan Moğol istilası idi. Hatta Moğol istilası ile Bağdat’taki tüm kitapların ve eserlerin yakıldığı rivayet edilir. Böyle bir dönem de yerinmek yerine öze dönüş için ne yapılması gerektiğini iyi planlayan İbn-i Teymiyye, çağın tüm problemlerine sünnete uygun çözüm bulmak için hayatını ortaya koymuştur.
Bir gün sonrası önceki güne göre hep ilerde olan İbni Teymiyye, günümüzde toplumsal İslamî değişim, sünnet, yenilenme denilince ilk akla gelen isimlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Çağının hurafelerine, bid’atlarına öyle bir sünnet merkezli dik duruş sergilemiş olmalı ki etkisi günümüze kadar süregelmiştir. Etkisinin daha büyük olmasını yetiştirdiği öğrencileri olan İbn-i Kayyım el-Cevziye, İbn-i Kesir, Şemsuddin ez-Zehebî olmasından kaynaklandığını da söyleyebiliriz.
İslam tarihi boyunca müceddid alimlere çokça örnek verilebilir. Ama kilometre taşı denilebilecek birkaçını burada zikredelim. Ahmet Serhendî (İmam Rabbani), özellikle hadis kitaplarını kademe kademe ayırarak düzenleyen çağın müceddidi Şah Veliyullah Dihlevî, Cemalettin Efganî, gibilerini sıralayabiliriz.
Toplumlar çoğunlukla çağın değişkenlerinde kendilerini akıntıya bırakırlar. Bu süreçte sahip oldukları öz değerleri sürekli bombardıman altında kalır. Toplumun değişmez değerleri, referanslarının yerini değişim ile kendini gösteren yenilik alır. Dış görünüş ile beraber insanı insan yapan öz değerleri de referans olmaktan çıkar. Gerçekte vahyin öngördüğü murakabenin dışında kaldığı düşünülen insanlar için yalnızca vicdan referansı vardır. Bu da çağın değişimi ile öz benliğini kaybetmiş vicdanını bile dinlemeyen bir nesil ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Toplumların etkileşmesi ile kendine yer bulan değişimin İslam toplumuna verdiği zararın en zorlu zamanlarından birisi hiç şüphesiz 18yy da oryantalistlerin ortaya attığı iddialardır. Bu iddialar çoğunlukla sünnet merkezli olmuştur. Saldırılarını direk İslam’ın yaşam boyutu olan sünnet olması elbette gerekçesiz değildir. İslam’ın uygulanabilirliğine / yaşanabilirliğine verilecek en büyük tahribat sünneti ortadan kaldırmak ile mümkün olacağı bu oryantalistler tarafından fark edilmişti. Ve en büyük saldırıyı başlattılar. ‘Hıristiyanlar İncili, Yahudiler Tevrat’ı nasıl sonradan yazarak tahrif ettiler ise hadislerde sonradan yazılarak benzer tahribat görmüştür’ dediler. Bu dönemden sonra işin üzücü tarafı Müslümanlar sadece cevap verme yoluyla gitmiş bunda da pek varlık gösterememişlerdir.
Günümüzde çok daha farklı ve çok boyutlu çağın değişim tahribatları mevcuttur. Bunlar karşısında en güçlü dik duruş formulü savunduğumuz sünneti yeniden ihya ederek bir yenilenmenin olacağıdır. Kur’an’ın pratiği Hz. Peygamber, Hz Peygamberin yaşantısı Kur’an’dı. Sünnet kendi içinde bir devinim halindedir. Elbette Sünneti durağan düşünmekte sünnetin dış saldırılar karşısında yetersiz bırakacaktır .