Cemaat Algısı - rahle.org

Cemaat Algısı - rahle.org

Cemaat Algısı


Facebookta Paylaş
Tweetle

Rahle Yayın Kurulu

 

[Abdullah Eğilmez]: Euzu billahi mineş-şeytanir racim. Bismillahir rahmanir rahim. Arkadaşlar oturumumuzu şenlendirdiğiniz için teşekkür ederim, hoş geldiniz. Açık oturumumuzun konusu genel anlamda Müslüman algısı üzerinedir. Bu hususta 3 soruya cevap arayacağız. Evvela “Müslümanlar genel olarak nasıl algılanıyor?" meselesini tahlil edeceğiz. Sonra; “Peki biz dışarıdan nasıl algılanmak istiyoruz?” Bunu konuşacağız. En son ise; “Böyle algılanabilmek adına ne yapmamız gerekiyor? Hangi özellikleri dışarıya karşı vermemiz veya hangi mesajı gündeme taşımamız gerekiyor?” sorularına cevap arayacağız...

Şöyle denilebilir: Müslümanlar davetçi kimlikleri icabı bir mesaj sunarlar ve sundukları şey algılanmak istedikleri şeydir. Ama bizim kastettiğimiz bu değil; eğer niyetimizdeki gibi anlaşılmışsa burada zaten bir sorun yok, artık o kimsenin hidayete ermesini bekliyoruz. Fakat bizim konumuz, çağrımızı idrak edemeyen, Takva Toplumu libasını giyemeyen  kimseler ile alakalıdır. Bu hususta çağrımıza uymayan yada uyamayan  kimselerin bizimle ilgili olan şahitliklerini konuşmak istiyoruz. Nitekim öyle oluyor ki komşularımızın dahi bizi yeterince tanımadığına şahit oluyoruz. Öyleyse burada bir sorun var gibi geliyor bana… 

Biz mesajımızı sunarken davetçi kimliğimizin üzerine halel gelmesini istemeyiz. Kimliğimiz bizim sözümüzün gücüdür ve kendi ihmalimizle değerini düşürmemek gerekir. Zaman zaman yaşıyoruz ya; cemaat müntesiplerine "Bu adamlar dincidir, gericidir, din tüccarıdır…" deniliyor. Oysa şöyle de olabilirdi: "Bu adamları tanıyoruz; bizim gibi düşünmüyorlar, hareket etmiyorlar belki ama iyi çocuklardır, Allahın adamıdırlar." Bunu tahlil etmek gerekiyor.  Şimdi ilk sorumuz şu: Biz, Müslüman cemaatler içinde yaşadığımız toplumda nasıl algılanıyor? 

[Hikmet Salim]: Biz davetçiyiz, insanları davet ettiğimizde insanlar bize gelsinler, icabet etsinler deriz. Fakat bir kamplaşmanın olduğu, sağcı-solcu gibi, silahların çekildiği dönemler geçirdik. Bugün dahi halen aynı kelimeler kullanılıyor: Ortanın sağı, ortanın solu, uç kısımdaki sağ vs. Fakat şimdi gerici, aşırı dinci vs. tabirlerini toplumun % 80'i artık kullanmıyor. Algı değişmiş vaziyette. Bu tabirlerle Müslümanların kastedildiği belli oluyor artık.

Davet hususunda ise söze değil de söyleyene bakılıyor. Bu bir sıkıntı aslında… Bir şahıs Kur’an ve hadis ile ilgili çok güzel bir vaaz verebilir. Ama sözün sonunda toplum bir bağlantı kurunca; "şu da filancacı...", algı kayıyor hemen. Toplumdaki görünümümüz kapalı olduğunu düşünmüyorum ama sosyal ortamlardan biraz uzağız. Mesela Müslümanların ekseriyeti mahalledeki camisinden uzak… Hâlbuki İslamî davet camiden başlıyor…

Örneğin ben camiye gidiyorum. Oradaki küçüklerle, büyüklerle muhabbet ediyorum; babası görüyor, dedesi görüyor, tanıyor beni. Bunun gibi; sosyal ortamlarda bulununca halk ile aranda güven oluşuyor. Böyle olmazsa, insanlar bizi yetirince tanıyamayacak. Bir de belli bir "isim" ile öne çıkmamanın büyük payı var. Yani tanınmış, meşhur bir adı olmalı çağrımızın.

[Abdullah Eğilmez]: Peki şöyle bir ön yargı var mıdır? "Bunlar militandır? Ne yapacakları belli olmaz!" Veya "Bunlar İslamî bir kisve takınmışlardır, dini sadece kendi aralarında yaşarlar; komşusu onların cemaatinden değilse, aç bile olsa ilgilenmezler… Toplumu ilgilendiren meseleleri -örneğin; ekonomik krizi, Avrupa Birliğini filan- hiç anlamazlar!" şeklinde genel bir değerlendirmeleri var mıdır acaba?

[Hikmet Salim]: Gençlerin ailelerinde bu tip soru işaretleri oluşuyor aslında… Yani seni tanımadığı için "Acaba bunlar necidir?" diye soruyorlar. Genç ailesine gidiyor, güzel şeylerden bahsediyor; Kur’an’dan sünnetten değiniyor. Ama ailesi yine de "Acaba bunların arkasında ne var?" diye endişe ediyor. Bu tabii bir şey.

[Harun Emre]: Aslında bir insanın herhangi bir cemaate üye olması, filanca partiye oy verdiğinin bilinmesi kafalarda bir soru işareti oluşturmuyor. Ama bilinmiyorsa bir tehlike başlangıcı var demektir. Bu anlamda sorulması gereken; bir kimsenin herhangi bir cemaate mensup olması toplum tarafından doğru algılanıyor mudur? Bence bir cemaate gönül bağı vermek toplumda doğru algılanan, doğru yansıtılan bir şey değildir. Bir takım tutabilirsin ama bir cemaate girmek, bir cemaatten olmak, toplumun tam olarak benimsediği bir durum değil gibi geliyor bana. Mesela cami cemaatine üye olmak, diğer cemaatlere üye olmak gibi değildir. Cemaat mensubu olmak toplumun % 90’ı tarafından tasvip edilen, doğal bir durum değildir. Namaz kılmak gibi “doğal” görülmüyor mesela... Bu mesele; insanlardaki din algısının doğru şekillenmediğini, doğru gerçekleşmediğini gösteriyor. Bu bilinçlenmeyi engelleyen bir takım faktörlerin olduğunu gösteriyor… 

Bu arada halkın bir şeye karşı tepkisinin olması, ekseriyetinin yanlış düşündüğü manasına gelmez. Bir konu üzerinde ittifak ile duruyor olması önemli bir husus. Çünkü bu halkın bir birikim olarak bir yara aldığını gösteriyor. Bunu da dikkate almak gerekiyor. 

[Hakan Ayhan]: Bence herhangi bir cemaate mensup olmak, cemaatlerin onlarca senelik varoluşları sayesinde artık öyle korkunç bir görüntü olmaktan çıktı. İnsanlar bir cemaatten olmamakla birlikte, çocuğunu cesur bir şekilde ismi bilinen filanca cemaatin okullarına gönderiyor artık. Fakat problem; bilinmeyen, meşhur olmayan bir cemaat olmak, başkalarınca radikal şeklinde tanınmak gibi geliyor bana… 

[Abdullah Eğilmez]: Türkiye'nin üstten bir fotoğrafını çekmek anlamında söyleyelim: Burada Müslümanların bir cemaatten olmasını garip görenler gibi garip bulmayan, eleştirmeyen, normal görenlerin de olduğu tespiti yapıldı. Bunun yanında; “Müslüman” denildiği zaman mesela "örümceğini gezdiren çarşaflı bir aile" tiplemesi karikatürü gerçeği halen geçerliliğini devam ettiriyor mu acaba? 

[Harun Emre]: Aslında meşhur olan cemaatlerin kabul görmeleri, onların halkın dışında bir oluşum olarak adlandırılmamasından kaynaklanıyor. Onlar halk ile aralarında bir sınır çizmedikleri için halkı direkt kendisinden görüyor. Halkı tamamen kabullenmiş, onların içlerinde organize olmuş bir yapı gibi kabul edildikleri için bir karşı çıkış da yok. Dolayısıyla Türkiye'deki bütün Müslümanları kendileri ile bir görüyorlar, bir yanlışlık görmüyorlar; bu yüzden destek vermelerini istiyorlar. Bunun dışındaki yapılardaki cemaat algısı, bir sınır çizmek, "ötekini oluşturmak" gibi olursa bir sıkıntı çıkarıyor.

[Hakan İrfan]: Geçen gece yaşlı bir Müslüman amcamıza ziyarete gitmiştik. Bizi tanıdıkları için şöyle bir bakışları vardı: "Sizden bir şikâyetimiz yok, iyi çocuklarsınız; ama şöyle bir takım işleriniz de olmasa..." Yani mesela sabah akşam İbn Teymiyye okuyan kimseler olarak görüyorlar! İşte “Partiye oy versen ne olacak?” gibi bir takım psikolojik bakışları oluyor insanların.

[Mehmet Akifoğlu]: Doğrusu Türkiye'de bir döneme kadar tüm cemaatlere karşı bir ön yargı vardı. Bunun çeşitli tarihsel arka planları olabilir. Ancak belirlenmiş bir çerçevede kalanlar yani devlet eliyle sınırlandırılanlar hariç. Günümüzde artık İslamî ilkeler ile hiçbir alakası olmayan tiplerin bile “cemaat” kavramını biliyorlar, olumlamasalar dahi olgu olarak kabul ediyorlar... Mesela "Filanca cemaate gidiyor..." diye konuşuyorlar aralarında. 

[Ahmet Esmer]: Ama yine de halk arasında “Bu Müslümanlar dindar adamlar, çok sahtekâr tipler aynı zamanda! Her an bir şeyler çevirebilirler!” şeklinde bir ön yargı da var bence. 

[Hakan İrfan]: Evet, şimdi öyle sunmak isteyen kimseler olduğu doğru. Ama geçen mesela, benim bazı tanıdıklarım, Cübbeli Ahmet Hoca'yı TV programında saatlerce dinlemişler. "Hiç de öyle tahmin ettiğimiz gibi çıkmadı, öyle korkulacak biri filan değil!" dediler. Dinsiz-imansız birinin bir sözü bu: "Güzel şeyler söylüyor bence" diye bakıyorlardı.  

[Abdullah Eğilmez]: Peki toplumda İslamî cemaatlerle alakalı "bir lokma, bir hırka” şeklinde bir dindarlık algısı mı var? Yoksa "Bunlar bir lokma, bir hırka diyen saf kimselerdir…” deyip onları yolmaya mı çalışıyorlar, yolamayınca da bir tepki mi oluşuyor? Yani bazı kimseler niçin cemaatlere karşı ters bir tepki ile karşılık veriyorlar? 

[Hikmet Salim]: Toplum şu an her şeyi maddî ölçekle değerlendiriyor. Mesela 10 dk önce park ettiğiniz bir arabanın ısınan motoru üzerine yatan bir kediyi gördüklerinde "A ne güzel! Kedi üşümüş de ısınmaya çalışıyor…" demiyor. Hemen arabaya verdiği zarara bakıyor. Bugün bazı cemaatlere de bu sebeple değer veriliyor, toplumun onu kabul etmesi maddiyat ile alakalı. Ders vermesi, hizmet sunması vb. ile alakalı olarak yani. Bugün Nuh (as) Allah katında kabul görmesine rağmen toplum nazarında doğru istikamet üzere görülmez. Zira cahiliye toplumu palazlanmamış, güçlü olmayan birini kabul etmiyor. Çünkü o sadece maddî açıdan değerlendiriyor. Resulullah’ın (sav) da böyle bir duası var: İslam’ı iki Ömer’den biri ile şereflendir. Niye böyle diyor? Bunu önemsemek lazım… Medine toplumunda hakikati kabul noktasında bir problem yok mesela. Fevc fevc dine giriyor insanlar. Mekke'de ise Müslümanlar zayıfken dine yönelme bu kadar olmuyordu.

[İsmail Yılmaz]: 80 öncesi bilinen bir kaç cemaat var. Toplum onları yeterince iyi tanımıyordu ve biraz mesafeli idi. 80 sonrası ise durum değişti. Bu cemaatlere karşı genel bir muhabbet başladı. Avam şunu ister: "Benim çocuğum iyi bir yere gelsin, ahlaklı olsun, iyi olsun, derslerinde başarılı olsun. Hayatına zarar verebilecek herhangi bir şeyin içinde bulunmasın." Fakat Talibanvari yapılanmalarda ne var? TVlere çıkınca görülüyor: İçeri alınanlar, işkence görenler filan. Hiçbir baba kendi çocuğunu öyle bir şeyin içine sokmak istemez. Biraz tasavvuf yönü varsa bir tarikata, değilse diğer meşhur cemaatlere bu yüzden gönderiyor... Biliyor çünkü onlarda bir kargaşa yok, kavga yok vs. Bu yüzden bu tür yapılanmalar kolay taraftar görüyor.

 [Yakup Yılmaz]: Halkın tepkisi ilginç. Yani bir futbol takımını tutması sorun değil de, bir cemaate mensubiyeti sorun teşkil ediyor. Onlar önce bunun dinin bir parçası  olduğunu anlamalı .

[Hakan Ayhan]: Şimdi halk açısından bakıldığında başı kapalı, sakallı, hacı isen dindar oluyorsun. Cami cemaati, partici vs. öne çıkıyor. Müslümanlar kaba bir tasnifle böyle tanınıyor. Eğer insanlar Müslümanlara iyi - olumlu bakıyorlarsa onda herhangi bir ayıp - kusur aramıyor, bir açık görünce de "sende mi Brütüs" diyor. Olumsuz şekilde bakanları ise Müslümanları örümcek, gerici, öcü gibi görüp bir yobazlık, kabalık bekliyor; tersini görünce de "ha, Müslümanlar da öyle değilmiş" diyor. Bakışı değişiyor. Biri bana önce AKP'li diyor, onu eleştirince bu defa SAADET'li diyor. O da olmayınca çok şaşırıyor. Genel olarak pozitif bakan, iyimser bakanlar Allah'ın haram kıldıklarını açıkça işleyenlerin Müslümanlar olmasını asla kabul edemiyorlar...

[Abdullah Eğilmez]: İletişim içinde olduğumuz insanlar  Müslümanların dil hususunda bir problemleri var mı? “Benim gündemimi gündem ediyorlar” diye mi düşünüyorlar? Yoksa tersi mi? Mesela "Avrupa Birliği uyum süreci ile ilgili bir vizyonu var mı?" diye görebiliyor mu bizi? Yoksa sadece “haram-helal noktasında bir bilgisi olan dinci biri” olarak mı görülüyoruz? Kendini ilgilendiren özel bir problemi hakkında seninle rahatlıkla konuşuyor mu mesela?

[Harun Emre]: Seni daha bilgili ve üstün görmüyor. Kendisinin zaten bir fikri var ve senin bilgin dinle alakalı bir şey değilse sana çok da başvurmuyor .

[Yakup Yılmaz]: Yani biz öyle çok fazla içe kapanık, sosyal olmayan insanlar değiliz ki… Sorar tabi ki. Yani konuşan birileri olduğumuz için; öyle espri yapan filan; bence bu normal.

[Mehmet Akifoğlu]: Bu soru aslında iletişim ile alakalı bence. Yani her insanın iletişimle alakalı bir zaafı vardır aslında. Ama iş zaaf olmaktan çıkar ve problem olmaya başlar ise durum değişir. Seni damgalayıp tamamen yanlış algılar içine düşebilir ve çeşitli şüpheler - zanlar oluşturabilir bunun sonucunda. Bu bir sıkıntı oluşturuyor. Bence sen kendini yeterince iyi ifade edemiyorsun demektir.

[Abdullah Eğilmez]: İlk faslı burada sonlandıralım isterseniz. Şimdi “Müslümanlar olarak biz, halk nazarında nasıl bir algı içersinde olmalıyız? ” bunu konuşalım. Mesela insanlar bizim hakkımızda: "Bunların derdi dünyayı imar etmektir?" diye bir düşünce olmalı mı? Nasıl algılanmak istiyoruz? 

[Yakup Yılmaz]: Açıkçası halkın beni nasıl değerlendirdiği çok da umurumda değil. Ama şu iyi bilinmeli yani: Halk beni bütün haramlardan sakınan biri olarak tanımlasın. Küfürle, tağutla kavgalı bilsin. Ben ne isem öyle tanısın. Tevhidî anlamda bir Allah'a inandığımız bilinsin yani. 

[Ahmet Esmer]: Bu toplum bir kırılma dönemi yaşamış ve yamuk da düzgün bir din / İslam algısı var. Şimdi bu algıyla ne kadar sağlıklı bakabilir? Ama ideal anlamda nasıl baksın diyorsak: Bence Müslüman biri, sosyal biri olarak tanınmalı önce. Din adamı olsa bile, hayatın her yönü ile alakalı bir şeyler bilmeli. Ölçüler içinde futbol konuşabilmeli mesela, bu adam uzaydan gelmedi ya. Müslüman çok yönlü olabilmeli. “Hocalar hayatın bazı yönleriyle ilgilenmez, sosyal hayattan haberi yok…” algısı kırılmalı.  

[Yakup Yılmaz]: Ben bu anlamda sosyal olmak istemem! Zira sosyal olmakla maçtan konuşmak aynı şey değil. “Müslüman maç muhabbeti de yapar” şeklinde bir algı doğru değil. Diğer yandan sosyallik dinin herkese dayattığı bir şey değil, bu biraz da karakter meselesidir diye düşünüyorum; yani becereni var beceremeyeni var… Din sosyalleşemeyen bireyini dışarıda bırakacak değil ya?! 

[Hakan Ayhan]: Bir önyargıyı yıkalım: Müslümanların iletişime açık - sosyal biri olduğunu bilmeliler. Buna dikkati çekebilmeli. Adam seninle konuşabileceğini fark etmeli… Açık biri mesela, benim onu çirkin-kötü gördüğümü düşünmemeli. Hayır, İslam’ın insana değer verdiğini, kapalılığın önemli olduğunu ama tek başına da yeterli olmadığını, ahlakın, ibadetlerin önemini anlatmak lazım. Vermek istediğimiz mesajları her yerde verebilmeliyiz. Berberde biri bir konu açılıyorsa ben de araya giriyorum, iletişim zemini oluşturmanın gayretine giriyorum.

[Mehmet Akifoğlu]: Efendimize bir adam gelip din hakkında soruyor. 5 şey sayıyor. Adam ne fazla ne eksik diyor. Resulullah (sav) bu adam cennetlik diyor. Bu örnek iyi anlaşılmalı. Bir kolaylık sunuluyor... Toplumu kapsayıcılığı var. Bizim dinin temel ilkelerini doğru kavramamız lazım, böyle olmazsa kendi davetimizi kendimiz baltalayacağız.

[Ammar Ziya]: Ben halk ile aramızdaki iletişimin, ulaşabildiğimiz insanlarda genelde iyi olduğunu düşünüyorum. Ulaştığımız, mesajımızı sunduğumuz, samimiyet kurabildiğimiz insanlar üzerindeki imajımız güzel oluyor. Ama halkın tümü arasında, onlara görünür bir yüzümüz olmalı ki iletişimden bahsedebilelim.

[Abdullah Eğilmez]: Buraya kadar kısaca şunlara değinildi: Dindarlarla ilgili iki vurgu var: Ahlakî olmak ki bunu iman ediyor olmanın karşılığı olarak değerlendirilmeli ve “Bu adamlar iman etmişlerdir, hayatın anlamını Allah'a imanda bulanlardır, hayata dair her şeyi bu çerçevede değerlendirirler.” Şeklinde bir görüşün ifadesidir. İkincisi: “Farzlara riayet ederler. Haramlardan kaçınırlar, vs.” Bu da İslam ile alakalıdır. Cemaatle ilgili olan kısmı ise muttakîlik boyutudur. Yani: "Bu cemaat muttaki olanlardan oluşur, işlerini güzel yapma derdindedirler, gündemleri ‘Din adına ne yapabilirim?’ olan bu insanlar meselelerini yine İslam çerçevesinde çözme arayışındadırlar…" şeklinde algılanacak bir takva topluluğudur. Müslüman ise el-Emin vasfının izdüşümü olmalı, sosyal olmalı, usulî olmalı, dolayısıyla da ilkesel hareket etmeli, arandığı zaman bu insanlar bulunabilir, erişilebilir birileri olmalıdırlar, denildi. Ayrıca bu insanlar güvenilir, hayata dair çözümleri bulunur olarak algılanmalıdır. Asıl vurgu ise davetçi kimliği üzerine öne çıkarılmalıdır, denildi yine. Yani bu adamlar kötülükten men ederler, adalete önem verirler, sosyal nizama önem verirler, tevhidi anlatırlar, katışıksız, yanlış algılardan arındırılmış bir Allaha imana vurgu yaparlar ve iyiliğe sevk ederler, referansları ise Kur'an’dır. İnsanlar bu şekilde bakmalıdır. O halde;  “Arzuladığımız gibi bir algının oluşabilmesi adına biz pratik hayatımızda nelere dikkat etmeliyiz? sorusu üzerine neler diyebiliriz… 

[Zahid Yavuz]: Halka anlamayacakları bir şeyler sunarsak bu kafalarını karıştıracaktır. Bu sebeple basit bir tebliğ sunabilmeliyiz. Bazı kavramlar polemik oluşturacaksa bunu konuşmamalıyız mesela. Bizler öncelikle sadece abdest alıp namaz kılan ve Allah'ın kurallarını yerine getiren mütevazı kimseler olarak algılanmalıyız. İnsanî değerlere sahip çıkan, sokaktaki kimselere selamlaşan, vs.

[Muhammed Gazi]: Temel bir noktayı yakalamamız lazım: “Asıl çabam Allah'ın rızasını kazanmaktır.” Referans noktam bu olacak; sonra insanlara davet anlatılacaksa, onları kendime muhatap almam, değer vermem ve dinleyip bağ kurmam gerekiyor. Eğer insanlara kendimi izah etme noktasına takılı kalırsam bu hep böyle geçer. Mesela bazen insanlar bir konu hakkında bir şeyler soruyor, biz de hemen: "Biz böyle düşünüyoruz…" diyoruz. Oysa hayır, ona her zaman cevap vermek durumunda değiliz. İslam’ın hayata dair her şeyi kapsadığı doğru… Ama her şeye cevap verilmeli mi acaba? İslam’ın bu tip durumlara yaklaşımı ne? Biz bu noktayı ihmal ediyoruz. O yüzden asıl olan bence İslam’ın yaklaşımıdır, bir cemaatin değil yani.

[Ensar Kara]: Öncelikle bizim, hayata bir iz bırakacağımız şekilde yaşamamız gerekiyor... Söylemlerimizin altını dolduracak tutarlı bir hayat yaşamalıyız. Söylediklerimizin ve yaşadıklarımızın ne kadar sahibiyiz bu çok önemli.

[Ammar Ziya]: İslam'ın bize çizdiği sınırları bilip gereksiz yere daraltmamak için de dikkat etmeli, halka kendimizi iyi ifade etmemiz gerekiyor. Eğer Allah'ın çizdiği sınırlar içinde isek bu olması gerekilen bir şeydir, ama değilsek düzeltmeliyiz. 

[Harun Emre]: Müslümanların toplumun önüne çıkma talebi bir iddia. Halkın bir takım yargıları var, bunu görmek önemli. İslam'ın gerekliliklerini hayata aktarılmasına yabancı bir toplum değil, ortaya koydukları hayat nizamı herkesçe malum. Dolayısıyla iddia sahibi olan herkeste bunu görmek istiyorlar. Mesela, paraya önem vermemek, makam-mevki gibi toplumun gözünde bir şey ifade eden şeylere değer verilmemesini bekliyorlar. İddia sahibi olanlar paraya bulunca bir önceki hayatına göre nasıl değişiyor, önce nerede oturuyordu, kaç hanımı vardı, hangi arabası vardı, şimdi nasıl oldu vs. Halkın önemli kısmı bu hususlara dikkat ediyor. Buna göre yargıda bulunuyor. Basit de olsa halkın bakış açısı bu şeylere göre değişiklik arz ediyor.

Bunun yanında; toplumun yanında bazı şeyleri dile getirirken onların anlamayacağı şeyleri dile getirmek, bu hususları çok konuşmak bir şey ifade etmiyor. Çünkü ortaya koyabileceğin çok fazla somut bir şey yok. Mesela Avrupa birliği meselesi; bunu avam sayabileceğimiz, kültürel düzeyi yüksek olmayan kimseler gibi, “Biz olsak girerdik, ya da girmezdik, siyaset bunu gerektirir…” gibi. Dinî anlamda bir şey ifade etmeyen şeyleri çok fazla konuşmak toplum nazarında pek bir şey ifade etmiyor. Ama entelektüel seviyesi yüksek olan kitlenin farklı olduğu bir takım ortamlarda değinilebilir, lakin halkın gündelik hayatını yahut İslamî hayatını değiştiremediği ve size olan bakış açısında yanlış anlamaları peşinde barındırdığı bir takım hususlarda geri durmak gerekiyor.

[Abdullah Eğilmez]: Yani toplum, cemaat ve cemaat mensuplarının bir erdeme doğru yönelişlerini görmek istiyor. Bu varsa İslamî çağrıyı tanıyabilirler. Cemaat de toplum sınavından böylelikle geçebilir!

[Necmettin Irmak]: Ben başka bir şeye daha değineyim: Efendimiz (sav) Mekke müşrikleri tarafından el-Emin olarak biliniyordu. Bu benim için önemli bir husus. Yani eminlik vasfı İslamî hareketlerde kesinlikle olması gereken bir vasıf… Çünkü insanlar güvenebilecekleri birini arıyorlar. Bütün yanlışlarımıza rağmen bu özelliğimizi hiçbir zaman kaybetmemiz gerekiyor. Hatırlayın; Müslümanlar belediyelerde aldıkları görevler sayesinde büyük bir imtihandan geçtiler, birçok yıpranmalar da oldu yine de toplumda bugün bu vasfa en layık olanlar halen onlardır. Fakat burada başka bir sorun daha var: Cemaat ile toplum karşılıklı bir ortam oluşturabilmiş değil. Yani eminlik vasfını toplumda gösterebileceğimiz bir zemin oluşturabilmiş değiliz. Yani fertlerimiz bireysel manada bir şeyler yapıyor olsa da mesela bazen bir vakıf, bazen bir parti, vs. üzerinden gidiliyor olsa da Cemaat olarak toplumun karşısına çıkıp tam manasıyla kendimizi ispat etmiş değiliz. Bunu güçlendirmemiz gerekiyor. 

Bununla birlikte; sadık olmak, insanları aldatmamak, sözüyle işi birbiriyle örtüşen, insanların şüphelenmediği bir kimlik ortaya koymak lazım… 

Ayrıca Müslümanlar olarak bu halk ile diyalog kurumalı, onların ihtiyaç anlarında yardımlarına koşmamız gerekiyor. Hastasının, talebesinin, yakacak bir şeyi olmayanın yanında yer alıyorsanız bu günümüz insanının çokça dikkat ettiği bir husus. Yani Müslümanlara karşı en çok güven sağlayan nokta burasıdır. Burası sıkıntılı alan, bazen yanlış anlaşılma olabiliyor ama eğer halk ile sıcak bir ilişki kurmak istiyorsanız bunu yapmamız gerekiyor. Başkaları bunu istismar etse dahi bizi en çok birilerine yardım ediyor olmamız yaklaştıracaktır. Bir başka husus; ilkesellik: Yani siz -ne pahasına olursa olsun- ilkelerinizi istikrarlı bir şekilde, ısrarla koruyacaksınız. Ufak bir rüzgâr ile kendinizi hemen değiştirmeyeceksiniz! Yolun başında ilkelerinizi açık ve net olarak ortaya koyacaksınız ve gizli bir şeyler yapıyormuş gibi hareket etmeyeceksiniz. Talepleriniz anlaşılır olacak: “Ben yeryüzünde Allah'ın dini hâkim olsun diye çalışıyorum.” Bunu uygun bir dille ifade edeceksiniz. 

Haksızlığa karşı duracaksınız; ister sokakta, ister iş yerinde, patrona karşı vs. herhangi bir haksızlığa karşı çıkacaksınız. Halk sizin cesurca haksızlığa karşı olan duruşunuzu görecek. Çünkü toplumlar önder kişilerin sinen, korkan, hemen kulvar değiştirecek biri olmasını beklemez. Mert bir duruşunuz olmalı. 

Hayat tarzımıza bu manada çok dikkat etmeliyiz. Sadelik esas olmalı hayatımızda... Kendi değerlerimizden gelecek şekilde samimi olmalıyız, lüksten ve israftan kaçınmalıyız. Halkın yaşam standardına uygun bir yaşam standardı ortaya koymalıyız. Bunları yaparken hak için yapmalıyız ama halk ile olan ilişkimizde de dikkat etmeliyiz.

Aşırılıklardan hem maddi hem ideolojik manada uzak durmalıyız. İslamî söylem haddi zatında bütün toplumlarda aslına bakılırsa aşırıdır, çünkü mevcut toplumsal yapıyı değiştirmeyi, dönüştürmeyi hedefler. Ama benim kastettiğim şey bunun söylem tarzıdır. Yoksa insanların problem etmediğini ben zaten problem ediyorum Fakat hakkı söylemenin biçimi-şekli çok önemli: “Tevhid BÖYLE BÖYLE’dir!” diyerek bağırmak olmaz mesela.

İnsanlar size ulaşabilmeli, ziyaret edebilmeli. Bilhassa bazı Müslümanlar sadece kendi aralarında kümelenmişler, kendi aralarında Gettolar oluşturuyorlar; halk ile aralarında ilginç diyalogları var, bunu aşmıyorlar. Böyle olmamalı… 

[Abdullah Eğilmez]: İnsanlarla diyalog zeminleri oluşturmak için onların gündemlerine -mesela futbol gibi- nereye kadar dâhil olmalıyız? 

[Selahattin Palit]: Toplumun karşısında her hususta aşamalı olarak çıkmak gerekiyor sanırım. Yani toplum şu an iğdiş olmuş gibi, herkesin farklı farklı bağımlılıkları var... Futbol gibi, müzik gibi... Her birine ulaşabilmek için onları kısım kısım sınıflandırıp öyle yoğunlaşmamız gerekiyor. Topyekûn her şeye  yönelirsek enerjimiz yetmez.

[Harun Emre]: Ölçüleri yerinde koyarak, mesela bir namaz vaktini kaçırmadan hareket etmek daha sağlıklı olacak kanaatindeyim. Yani ilgilendiğimiz meselelerde, spor gibi, aramızdan bir takım yorumcular çıkacaktır. İnsanların kabiliyetlerine göre değişiklik gösterebilir bu durum Halk ile konuşurken de böyle. Ama konuşmalarımızı aşırıya gitmeden -yani bağımlılık gibi- zamanı değerlendireceğimiz sıradan bir meşgale olarak değerlendirmemiz yeterlidir, diye düşünüyorum. 

[Necmettin Irmak]: Bütün peygamberlerin dikkate aldığı “La ilahe illallah” ilkesini bugünün dilinde açık ve anlaşılır kılmalıyız. Yani toplum yapıp ettiğimiz işlerde bu ilkeye uygun hareket ettiğimizi anlamalı. Örneğin; “La ilahe illallah” deyince her türlü haksızlığın ortadan kalkacağını bilmeli. 

[Selahattin Palit]: Kur’an’da şöyle bir şey var: Halkların sapmalarının temel unsuru “La ilahe illallah” ilkesine sadık olmamaktan ileri geliyor. Bahçe Sahipleri ve diğer örneklerde görülüyor bu. Yani yapmaları gereken ölçülü davranışı gösterememelerinin temel sebebi tevhidin önünde engel teşkil eden bir takım yanlış bakış açıları, dünya metaını yüceltme mesela. Bugün de toplumun önünde böyle engeller var. Siz “La ilahe illallah” diyorsunuz, Arapça olduğu için kimse tam olarak bir şeyler anlamıyor. Öyle bir dil kullanmalıyız ki bu hitap ettiğimiz halk üzerinde tepki yapsın. 

[Ensar Kara]: Ben yukarıda geçen bir şey üzerine şunu söylemek istiyorum: El-Emin vasfına sahip olmamız, halkın nazarında iyi olmak zorunda kaldığımız için olmamalı! Sırf Allah istediği için olmalı. Yardım götürme konusunda da böyle. Yani eğer halk için kendimizi değiştirmemeliyiz,  Allah emrettiği için kendimize bakmalıyız. 

[Abdullah Eğilmez]: Mesajın muhataba berrak olarak ulaşmasının yollarını konuşurken aslında 3 noktaya vurgu yaptık; emin olmak, çözümde yetkin olmak, toplum esenliği , insanlığın kurtuluşu için dertli olmak.

Bu bir boyutuyla içinde yaşadığımız bu toplumun havasını yaşıyor olmakla ilgili, yani okuduklarını okumak, konuştuklarını anlamak, dertlerini, heyecanlarını bilmek. Buharî’yi  Müslim’i bildiğiniz gibi,  Einstein’ı , Newton’u, Descartes, Aristo’yu okumak, Ergenokon’u, Kurtlar Vadisini takip etmek, ülkenin  uzak ve yakın tarihini bilmek, Fen ve iktisat arenasında var olmak (başarılı ve bir numaralı olmayı kastetmiyorum) vs. Bu konuda sanırım ortak dil ve çözüme katkısı olan unsurlardır.

Mesajımızın ifade ettiğimiz gibi algılanabilmesi için bizimle muhatabımız arasında barikatlar olmamalı. Toplumsal meşruiyet diyelim buna. Burada  beklentimiz iki toplum ile oluşan ayrılığın siyasî bir ayrım olduğunun bilincinde; sosyal ilişki ve sorumluklarını sürdüren ve bu noktada toplumun büyük kesimini oluşturan ve ne tarafta olduğunun bilincinde olmayan renksiz halk kesimlerinde müspet intibalar uyandıran bir cemaat olmaktır.

Kendini kendisi tarifleyen ve böylece başkalarının (özellikle karşı tarafın) tarif etmesine imkân bırakmayan bir yaklaşıma sahip olmalıyız. İçinde yaşadığımız toplumun öz değerlerinden dolayı zaten böyle bir meşruiyet doğal olarak gelişecektir. Bu bağlamda bu meşruiyetin zedelenmesini engellemek amacı ile mümkün olduğunca faaliyet alanlarında şeffaf davranmak bir çok açıdan yeterlidir. Yapılan gayretlerin gösterilmesi ve adreslenebilmesi bu açıdan önem arz etmektedir.
Toplumsal meşruiyetin kazanılmış olması, onların İslamî olunduğu anlamına gelmez. Toplumsal meşruiyet cemaatin olmazsa olmaz bir özelliği değildir. Aslolan yapıp ettiklerini ve edeceklerini, varlığını, değerlerini ve işlerini önce İslam'ın değer ve ölçüleriyle değerlendiren ve oradan “olur” aldığı her işi meşru; “olmaz” aldığı her işi de gayrı meşru kabul eden bir şer'i meşruiyeti alabilmektir. 

Katıldığınız için hepinizden Allah razı olsun.

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ