Ümit Şahin
Son yıllarda dünyada ve ülkemizde üzerinde en çok konuşulan kavramlardan biriside değişimdir. 'Bir başkalaşıma geçişi' ifade eden değişim kavramı, modern dünyanın, kültürleri benzeştirme ve ortak pazar payları üretmeyi hedef edinen kapitalizmle de doğrudan bir bağı bulunmaktadır.
Değişim kavramının günümüzle bağlantısını kurmak istiyorsak modernizmi anlamaya ihtiyacımız vardır. Çünkü dünya tarihinin atlama taşlarının ve değişim dinamiklerinin başında modernizm gelmektedir. Modernizm, aydınlanma ilkelerini temel alan toplumsal projenin adı olarak ifade edilir. Aydınlanma ise inanca karşı bilgiyi, teolojiye karşı bilimi ön plana alan bir düşünce sistemidir. Modernizm “Aydınlanma Düşüncesi”ni temel alır. İlerlemeye inanır. Akıl ve Bilimi ilerlemenin temel aracı olarak görür. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodernizm) İlerleme ve teknolojik atılım, kapitalizmin modernizmle birleşmesinde en etkin rol oynayan iki unsuru oluşturmaktadır. Aynı zamanda, Kapitalizm feodalizmin toprağa dayalı, sınırlı bir pazara sahip, durağan ve meta değişimine elverişli olmayan yapısını dönüştürmenin aracı iken Modern bilim de kilisenin doğmalarının yıkılmasının bir aracı olarak görülmüştür. Kapitalizm tüm kitlelere eşitlik ortak payda ve iyi bir gelecek hayalleri kurdurdu. Bunu da toplumsal refaha indirgeyerek kitlelerin zengin olmasıyla mutlu olacaklarını onlara inandırdı. Bununla beraber tüm dini yapılanmaların aynı hedefte olduklarını ve bu yüzden diyalog içinde olmalarını emretti. Çünkü üretimin standart ve seri oluşu onlara pazarın yönünü değiştirmeye yönlendirdi. Eğer para aynıysa insanların alışkanlıkları değiştirilmeliydi ve bunu kapitalizmin babaları büyük oranda kopardı. Üretim aynıydı ve artık tüm kitleler aynı yöne yöneldi.
Modern bilim anlayışına göre gerçeklik homojen bir yapıya sahiptir, evrende her şey kosmos denilen evrensel doğa yasalarına bağlıdır. Klasik (liberal) iktisadın en önemli tezi, evrende doğal ve kendiliğinden işleyen bir düzen ve uyum olduğu ya da piyasanın görünmez bir el tarafından düzenlenerek kendiliğinden dengeye geldiğidir. Bunun, kapitalizm ve modern bilim arasındaki uzlaşmayı kurmasındaki başat vurgu, mekanik bir evren ve dolayısıyla mekanik (kendiliğinden) işleyen piyasa tasarımıdır. (www.dusunduren-sozler.blogspot.com/2009/01/modern-bilim-ve-kapitalizmin-erken-bir_3054.html)
Modernizmi ele alan her söylemin postmodernizmi de gündem etmesi kaçınılmazdır. Modernizm bu anlamda köktenci ve yıkım endeksli bir ideolojik düşünce biçimini ifade ederken, Postmodernizm ılımlılaşma, yakınlaşma ve kökten çözülmeyi getirmiştir. Postmodernizm sürecinde doğru bilginin araştırılması değil doğruluk kategorisinin işleyiş mekanizmalarının deşifre edilmesi ve bu bağlamda yeni doğruların oluşturulması sürecidir.
Yaşadığımız yüzyılda müslümanlar daha çok bireysel Müslümanlığı seçtiler. Müslüman toplumlar modernist açıklamaları, yöntemleri, yapıları aşabilecek bir kimlik kazanamadı. Modern kapitalist batı sisteminin bir kurumu olan laiklik, başta Türkiye olmak üzere diğer İslam toplumlarında siyasal bir ideoloji olarak dayatıldı. 20. yüzyılda İslam toplumlarında dönüştürücü bir sosyo-kültürel değişim yaşanmadı. Bu yüzyıla liberalizmi, demokrasiyi, kapitalizmi, bireyciliği ve laikliği put edinen dünya görüşleri egemen oldular. (Atasoy Müftüoğlu, Bilinç Işıklarını Yakmak, s. s23-24)
1900'lü yıllarda dünya Modernizm'den Postmodernizme geçişi yaşarken, Osmanlı henüz modernleşme ile yeni yüz yüze geliyordu. Standartlaşma, uzmanlaşma, eşzamanlılık, toplayıcılık, büyüklük tutkusu ve merkezileşme (Coşkun Can AKTAN, Modernite'den Postmoderniteye Değişim, Çizgi Y. İstannul: s.243) gibi modernizmin ana ilkelerini batı eleştirmeye başlarken Osmanlı topraklarında bu daha yeni yeni anlam bulmaya başlamıştı.
Modernitenin değişim sürecine Türkiye; Mustafa Kemalin devrimleri ile geçiş yapmış, laik devlet düzeni ve inkılaplarla bu başkalaşım Toplumsal bir evrime dönüşmüştür. Dil, kültür, yazı ve kıyafet gibi değişimin tetikleyici unsurları Türkiye’de inkılaba uğrayarak; toplum, bilinçsiz bir dönüşümün içerisine girdirildi. Ekonomik, sosyal ve siyasal dönüşüm bu ilk adımın ardından hızlı bir ivmeyle hayata yeni bir perspektif kazandıracaktı. Bir gecede cehalet elbisesi giydirilen bir halk kitlesi bundan sonra yeni doğan bir bebek gibi yetiştirilmeyi bekliyordu. Değişime direnç göstermek imkansız denecek kadar zor bir durumdu. Lakin bu değişime direnç göstermeyi başaranlar da bulunmaktaydı.
Modernizmin evrensel değişim planıyla, değişmeyen en büyük kitle gelenekçilerdir. Onlara bırakılan mirasın zarar görmemesi için hiçbir değişim planına uymaz ve olumlu cevap vermezlerdi. En zor durumlarda bile ses çıkarmayan bu çoğunluğun, yeni kuşakla sonlandığının da üzülerek altının çizilmesi gerekmektedir. Yaklaşık bir insan ömrü olan her altmış yılda değişimlerle yeni bir kültür ve yaşantı tarzı oluşmaktadır. Modernizmin sonlanması ve Post moder-nizme geçişle birlikte siyasallaşan gelenekçiler sisteme entegre olmuş ve değişmezlerini teslim etmiştir. Değişime direnç gösteren ve ilkelerini bırakmayan gruplar arasında; kitaba bağlı cemaatler, lidere bağlı cemaatler ve fıkhına bağlı cemaatler olarak üç grup saymak mümkündür.
Kitaba Bağlılar: Yeniliklerin ve değişimlerin etkisine takılmayan kitaba bağlılar; hayata kaynak merkezli bakarlar. Ellerine verilen kaynağın, onların kurtuluş reçetesi olduğuna inanmalarının ardından ketum bir bağlılıkla hedefe kitlenir ve sadece önlerinde ki ile yetinerek hayatlarını sürdürürler. Okuduklarını sıkça tekrar ederler ve kendi yorumlarını kitaba katmazlar. Bu sayede oluşum dışarıdan müdahale almaz ve değişim görmez.
Lidere (Şeyhe) Bağlılar: Kitabı yorumlayan ana etken, sözüne tam itaat edilen, en doğrusunu ve en hayırlısını bildiğine inanılan lider eksenli çalışmalardır. Karizmatik lider merkezli bu tür hareketlerin çöküş noktası liderin aradan ayrılışıdır. Değişime etkili bir direniş gösterilir ta ki lider değişin diyinceye kadar. Söze bağlılığın ve sâdakatin en yoğun yaşandığı lidere bağlılar, kısa soluklu değişimlerde en çok ayakta kalmayı başaranları oluşturur.
Fıkhına Bağlılar: Onlar sisteme direnç göstermek için ilkeler belirler ve bunu bir hayat felsefesi addederler. Oluşturulan fıkıh, kitaptan ve liderden çıkan sonucun yansımasıdır. İlkelerden sapanı sistem kendiliğinden dışına atar ve bir daha içine almaz. Uzun soluklu bir direniş hareketinin vazgeçilmezi fıkhına bağlılıktır.
Değişime en az direnenler ise teori ve pratik bütünlüğü sağlayamayan yenilikçi, devrimci / inkılapçı, yapamayacaklarını söylemekten çekinmeyen kimseler olmuştur. Postmodernite ekseninde değerlendirdiğimizde ilk kırılmayı 28 Şubat’la birlikte yaşamaya başlayan ve geri dönüşü olmayan bu insanlar aslında Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, Mevlana’nın hoşgörü anlayışına sahip olmuşlardır. Gelenekçileri sert ve ağır ithamlarla eleştiren bu insanlar şimdilerin en geleneğine bağlı ve İslamcı demokratları arasındaki yerlerini almış durumdadırlar. Adam yetiştirmenin en büyük sıkıntılarını çeken, partiyle değişim gerçekleştirilmez diyen bu tür insanlar, Maalesef milletvekili olmak için birbiri ile yarışır duruma gelmişlerdir. Sistemi bu anlamda içselleştirerek geçmişine perde çekenler, yarınlarda esen yeni rüzgarlarla başka yönlere gitme ihtimal ki olan ve basireti bağlanan bir çoğunluğu oluşturmaktadır.
Egemen sistem, İslam'ı siyasal amaçlarından ve anlamlarından soyutlayarak; İslam’ı bir tür maneviyatçılık, ruhçuluk, folklör ve kültür olarak algılayan, onu gelenekçilik / görenekçilik telakki eden unsurları / akımları bütünüyle meşrulaştırıyor. Sistem bu akımları takdis ederek, kendisinin takdis edilmesini sağlıyor. Sistem, bütün dünyada İslam’ın sadece insan ruhunu ve kalbini aydınlatan / zenginleştiren manevi bir kaynak olarak tanımlama konusunda büyük çabalar harcıyor. (Atasoy Müftüoğlu, İlahî Şiarları Özgürleştirmek, s. 17.) İşitsel ve görsel endüstriyi ellerinde tutan küresel tekeller; sinema, TV, Müzik aracılığıyla, dünyevilik, tüketicilik, amaçsızlık, hazcılık temelinde yükselen Amerikan hayat tarzını yansıtan tek bir kültür oluşturuyor. Bayağı zevklere özgü, içi boş, parayı, şiddeti ve erotizmi yücelten bir dünyayı insanlığa örnek bir dünyaymış gibi sunuyorlar.
Müslümanlar olarak her şeyden önce Ahlakî bir devrimi yaşamamız gerekiyor. İslamî eylemin ve devrimci bir dönüşümün çok köklü temellere ihtiyacı var. Bireysel kurtuluş toplumsal kurtuluş için çok önemli bir adımdır. Derin ve köklü bir değişimin anlamları yaşatarak sağlanabilir. Köklü bir varlık küller içinden çıkarak yeniden hayata dönmek için ahlakî yüceliklere muhtaçtır. İslamî anlamların gereği gibi yaşatılamadığı dönemlerde hayatın her alanında büyük çözülmeler olmuştur. Takva toplumu için ilk adımı atanlar olmalı ve geçmişine perde çeken değil, geleceği geçmişindeki güzelliklerden inşa eden bir sürece girmeliyiz. Değişmeyen, değiştirmeye talip olamaz.